23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
! HAZİRAN 2003 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA J\_ LJ Li 1 LJ M\ kultur(5 cumhuriyet.com.tr 15 "T| # " Usta romancı ve öykücü Orhan KemaVi 33 yıl önce bugün yitirmiştik Mektuplardakalananılar Bener, ödülü 'tlişldler' romanıvla kazandı Orhan Kemal RomanArmağanı Erhan Bener'in Kültür Servisi - Bu yıl 32'ncisi dü- zenlenen 'Orhan Kemal Roman Ar- mağanı', önceki gün Atatürk Kültür Merkezi'nde yapı- lan törenle Erban Bener'in 'îlişki- ler' romanına veril- di. Bener ödülünü Nuriye Öğüt- çü'nün elinden al- dı. Törende aynca bu yıl ilk kez Istan- bul Milli Eğitim Müdürlüğü ile Or- han Kemal Kültür Merkezi'nin ortak- laşa düzenledikleri Istanbul ili öğret- menleri için öykü yanşması ve orta- öğretim kurumlan öğrencilerinin ka- tıldığı şiir yanşma- sında kazananlann ödülleri verildi. Se- çici kurul, öykü da- linda Serap Kara- man Yılmaz, Er- kin Canpolat, Er- kan Doğanay ve Osman Koca; şiir dalında ise Burak M.Yalçınkaya, Merve Apaydın, Ege V. Maraş ve Bügesu Orçun'u ödüle değergördü. Öğrenci Koro- su'nuo verdiği kon- serle başlayan ödül töreninin açılış ko- nuşmasını yazann oğlu I|ik Oğütçü yaptı. Ozdemirİn- ce yazann 'Cemile' romanından bazı bölümler okudu. Hıfzı Topuz ve tb- rahim Balaban Orhan Kemal'le il- gili anılannı anlat- tılar. Adnan Binya- zar'ın 'Edebiyatı- mızda Orhan Ke- mal E>uyarlılığı' na değinmesinin ar- dından Tuncay Be- yazıt yazann 'Murtaza'adh oyu- nundan bir bölüm oynadı. Daha sonra Feridtın Andaç 'Orhan Ke- mal'den Erhan Bener'e' başlıklı bir konuşma yaptı. Tören, Erhan Be- ner'in yaptığı ödül konuşmasıyla sona erdi. Anakent Lisesi'nde şenlik • Kültür Servisi - Özet Anakent Lisesi ve Umut Vakfı Çocuklan'run ortaklaşa okul bahçesinde düzenleyecekleri 'Bilim ve Sanat Şenliği' bugün yapılacak. Sokak çocuklannı topluma kazandırmak amacıyla düzenlenecek şenlikte Okul Aile Birliği, yardım amaçlı bir kermes düzenleyecek. Kermesten elde edilen gelir, öğrencilerden toplanan giysi ve gıda yardımlanysa Umut Vakfı Çocuklan'na teslim edilecek. Okul orkestrastnın vereceği dinletinin ardından Şehir Tiyatrolan sanatçısı Betül Anm bir konuşma yapacak ve Izel bir konser verecek. PekineHer New Yonk'ta • Kültür Servisi - Steinvvay'in 150. kuruluş yıldönümü nedeniyle gerçekleştirilecek ve üç gün sürecek olan kutlama konserlerine, dünyanın önemli isimleriyle birlikte Güher-Süher Pekinel de katılıyor. Pekinel kardeşlerin 5 Haziran'da konser verecekleri New York Carneige Hall, kutlamalar süresince klasik müzik, caz ve pop müziğin 'en iyi'lerini konuk edecek. Programda yer alan diğer müzisyenler ise şöyle: Van Cliburn, Daniel Barenboim, Alfred Brendel, Yundi Li ve Kit Amstrong. ! Kültür Servisi - Akbank Kültür Merkezi'nde düzenlenecek olan 'II. Üniversitelerarası Marmara lletişim Kısa Film Günleri' yann başlıyor. 18 Haziran'a kadar sürecek festivalde sinemaseverler pek çok kısa filmi izleme imkânı bulacak. Etkinlik kapsamında öğrenci filmlerinin yanı sıra ödüllü filmler de gösterilecek. Konu kısıtlaması olmayan fihn günlerinde kurmaca, belgesel, animasyon, deneysel, imgesel dallardaki yapıtlar izlenebilecek. Aynca 14 ve 18 Haziran'da Ahmet Sönmez için toplu film gösterimi yapüacak. (0 212 252 35 00) IŞIK ÖĞÜTÇÜ Babamın 33'üncü ölüm yıldönümünde uzun süredir üzerinde çahştığım "Mektuplar" ki- tabından bir örnek vermek istiyorum. Günümüzde kimsenin kimseye mektup yaz- madığı bir gerçek. tletişimin son hızla yaygın- laştığı bir dönemde, kim oturup kâğıdı kalemi eline alacak, duygulanm, düşüncelerini, şeh- rini, akrabalannı, evdeki hayvanlan konu edi- nip de yazacak. Sonra yazdığın kâğıdı katla, zarfı hazırla, git postaya at. Karşı tarafa bir haftada gitsin, mektubu alrnca zarfi açsın, oku- sun, yorumlasın, düşünsün ve de karşı mektup yazma hazırlığına girişsin. Bu bugün böyle mi? Numaralan çevir (telli veya tel'siz) karşı tarafm "Alo"sunu duy. Sonra başla konuşma- ya, konu biterse de "Eee, daha daha nasıl- sın?" diyerek uzat da uzat. Havaya konuş git- sin. Veya internetten iki satır: Nasılsın? lyi mi- sin? Sonra bas bir tuşa o da silinsin. Gençken "Nerde o eski devirler" diye baş- layıp keyifli keyifli konuşan büyüklerimizı hayret ve heyecanla dinlerdik. Zaman geçtik- çe ben de böyle söylenmeye başladım. "Ney- di o eski mektuplar..." Uzun bir süredir, dedemin (Abdülkadir Ke- mali), babamın (Orhan Kemal), annemin (Nuriye Öğütçü) ve tüm arkadaşlarının (K. Tahir,F. Otyam, S. Kocagöz, N. Üstün, A. Di- no, Y. Kemal, K. Sülker, N. Hikmet ve diğer- leri) mektuplarını büyük bir zevkle okuyor ve yayına hazırlıyorum. Bu mektuplar şimdiye ka- dar yayımlanan "Mektuplar" kitaplanndan farklı olmalıydı. Bunun için karşılıklı yazış- malan arayarak, derleyerek hazırlamaya başla- dım. Ama bunlann tamamlanması için biraz daha süre gerekecek. Burada Orhan Kemal ve Nevzat Üstün ustalan anmak için yazışmalann- dan bir örnek sunuyorum. Canım kardeşim... Orhan Kemal, yapıtlarında anlattığı tstanbul sokaklarından birinde. Basınköy, 5 Şubat 1970 Sevgili Nevzat, Mekrubunu şimdi, az önce, ev- de dinlenirken aldım. Çok sevin- dim. Daha önce Yeni Dergi'de Do- ğan Hızlan'a gönderdiğin mek- tuptan senin Isveç'te olduğunu öğ- renmiş, hastalığının durumu hak- kında neler yazdığını merak et- miştim. Hiçbir şey yoktu. Tuhafı- ma gitmişti. Bence senin en önem- li düşünün, şu sıra hastalığın olma- lıydı. Ama şimdi anhyorum ki, hastalığın pek öyle önemli değil. Demek onun için söz konusu et- memişsin. Buna çok sevindim. Amanı bi- liyon mu? Bana gelince... Bildiğin gibi bir hayli sıkı çalışma içindeyim ama, eski çalışmalanmla kıyaslanamaz. O zamanlar bir başkaymış. Şu an- da dört roman üzerine eğilmiş du- rumdaysam da gene de beni tat- min etmiyor. Çünkü dört elle sa- rılmış sayılmam hiçbinne. Bunlar hangileri mi? Dinle bak: 1) Murtaza'nın ikinci cildi. (Fır- tına gibi başladı. Bu fırtına baş- langıcı yeniden yazıp, daha doğru- su, yeniden yazıp değil, birinci ciltten arta kalan malzemeye ilti- fat etmeden, fırtına başlangıca la- yık bir devamla yürütmem gereki- yor. Gerekiyor ya, tembel yanım rahat bırakmıyor. Tembel yanım, bakiye malzemeyi kullanıp yüz el- li sayfayı buluver diyor. Bir nefis savaşı içindeyim. Belki de bakiye malzemeye iltifat etmeyeceğim.) 2) ÜÇ KÂĞITÇrnın üçüncü cildi. (Bu da tıpkı Murtaza gibi, hani fırtına gibi başladı. Çok memnunum. Doğrudan doğruya yazv makinesiyle işe girişmeyi bı- raktım, eski harflerle, yâni müs- veddeyle çalışıyorum. Bu çok ge- rekli.) 3) BİR BAŞKA İNSAN adını verdiğim, Vukuat Var ve Hanımın Çıftliği ciltlerinin devamı. (Bu da müsveddeyle ve çok iyi başladı.) 4) Şu, yıllardır dilimden düşür- mediğim 93 Harbi'nden başlayan romanım. Adı bu değil henüz. Bir ailenin devirler boyunca olan tari- hı. Bütün bunlardan sonra, bildiğin eski ameliyat yerim, fazla eza ver- memekle birlikte zaman zaman ra- hatsız da etmiyor değil. Zaten ge- çen yıl yurda dönerken Mosko- va'daki hastanede, tekrar gelmem gerek kaydını düşmüşlerdi. Git- mek istiyorum. Tarih kesinlikle belli değil. Ama Mayıs başlan, ya da ortalan galiba en uygunu. Ta- biiEdebiyatçılarBirliği'nindave- ti de söz konusu. Şayet gidecek olursam, romanlanmın eski harfli müsveddelerini de birlikte götü- rüp hastanede çahşacağım. Tarih kesinlikle belli olur, sen de Is- veç'te olursan aynca bildiririm. Orada seninle birlikte olmak şüp- hesiz çok iyi. (Fikret iti çatlasın. Ona telefonu açmış, ver yansın et- miştim. Dargın falan değil canım. Senden duyduklanmı anlattım. Ne maksatla söylediğimi belirttim. Üzerinde dunnadı, ki ondan bunu beklerdim zaten. Küçük dediko- dular dilediğince şişirilsin, Fikret, her hâl-ü kârda, dostluklanmızın bozulmayacağı en yakın arkadaş- lanmdan biridir, bilirsin.) Bulgarlarla Romenlerin de da- veti var ama, bilmiyorum, gider- ken mi, yoksa dönerken mi uğra- nm? Orasını zaman gösterecek. İlk planda şu hastalığı kökünden kazıyıp halletmek. Mekrubunu kanm, kızım ve ço- cuklanmın yanında, yüksek sesle okudum. Hastalığının pek de önemli olmayışına evcek sevindik. Hepsinin selamlan var. Yalnız, ka- nn seninle birlik değil mi ki tek sa- tır yok mektubunda? Buradan bir- likte gittiğinize göre... Pekiyi? Ona da evcek selam ve sevgiler. Istanbul hâlâ ılıklığını muhafa- za ediyor. Şöyle bir kara benzer bir şeyler gördükse de, öyle "göz- den yaş getirici cinsinden" de- ğil. Malum, Istanbul'un kışı yaza doğrudur. Şubat'ın ortalanndan, Mart, Nisan, hatta Mayıs. Bu ara- da nefis yazlar da yapar ama, önemli değildir. Yaptığı, daha doğ- rusu lütfettiği yazdan kalma gün- lerin ardından kıyamet kışların geldiği bilinen şeylerdendir. Işte böyle. Istediğim, canının sağlığı. Hoşça kal, kalın canım kardeşim. Orhan Kemal Sulann içinden yürüdü Dersaadet'e, biz de peşinden gittik... PİNA BAUSCH'UN İSTANBUL'U (1) AYŞE EMEL MESCÎ Istanbul, kanatlanmın değil- se de, ayaklanmın altında... Boğaziçi Köprüsü"nden karşı- ya, Pina Bausch'un 'tstan- bul' gösterisini ızlemeye gidi- yorum. Köprü, trafiğin etkisiy- le hafif hafif titreşirken, insa- nın o hayranlık uyandıran ya- ratıcılığıyla, tüyler ürpertici yıkıcılığını aynı zaman uzam panoramasında birleştiren eş- siz görüntüye dalıyorum kim bilir kaçıncı kez. Bu zamandı- şı bakışta izlerini aradığım kendı tarihim, güneşin battığı yönde benzersiz bir siluet ola- rak direnen kentin tarihiyle birlikte çığırtkan. köşe dönme- ci, yap-işlet-satçı bir anlayışın altında ezilmiş, ortak hiçbir şe- yi paylaşmadığı o beton yığın- lanyİa aynı fotoğrafa sıkıştınl- mış, tüm derinliği elinden zor- la alınmış gibi geliyor bana. Boğaziçi Köprüsü'nden her geçişimde 'Vişne Bahçe- si'ndeki ağaçlara tekdüze bir ritimle inip duran baltalann se- sini duyar gibi oluyorum. Gü- zelliğin verdiği haz, yitip gi- denin hüznüne kanşıyor. Bir yandan da 'gökten yere inin- ce' beni sanp sarmalayacak o karmaşayı, birçok coğrafya ve kültürü bir kentin sınırlan için- de bir araya getiren çeşitliliği düşünüyorum. Istanbul'da ne kadar çok Istanbul ve kim bi- lir kaç çeşit 'tstanbul'u yaşa- mak' tarifi var aslında... Her şey, nerede durup ne yöne bak- tığınızabağlı... Kendine başkasının gözüyle bakmak Kimi zaman içinde yaşadığı- nız bir kente yönelen yabancı bir gözün izlenimleri o kenti anlama, anlamlandırma, en azından sorulara dökme çaba- sına beklenmedik katkılar ya- ina Bausch'un 'dans tiyatrosu'nda hemen göze çarpan özelliklerden biri montaj tekniği, diğeriyse sahnede izlenen yapıtın tamamlanmamış, deyim yerindeyse 'üretimi süren' dokusu. Yaratım süreci, temsille noktalanmıyor; izleyicinin sahneden üstüne yağan imgelere kendi anlam cümlelerini yüklemesiyle sürüp gidiyor. pabilir. Hele bu göz Pina Ba- usch gibi, günümüz sanatının en önemli yaratıcılanndan bi- rine aitse... Pına Bausch'un 'dans tiyatrosu'nda hemen göze çarpan özelliklerden biri montaj tekniği, diğeriyse sah- nede izlenen yapıtın tamam- lanmamış, deyim yerindeyse 'üretimi süren' dokusu. Yara- tım süreci, temsille noktalan- mıyor; izleyicinin sahneden üstüne yağan imgelere kendi anlam cümlelerini yükleme- siyle sürüp gidiyor, yani üreti- min son hali biz seyircilerin kendi hikâyelerimizi yaratma- mızla, bir olasılıklar ve yan yollar sonsuzluğu içinde şekil- leniyor. Klasik bale kalıplanna karşı dışavurumcu bir tepkiyi yansıtan bir ekolden yetişen Pina Bausch'un yapıtlannı iz- lerken, çağnşım kanallannızı açık tutmak, "benim İstan- bul'um bu değil ki" türünden engellerle kendinizi frenleme- mek (üstelik kentte yaşayan herkesin de farklı bir îstan- bul'u olabileceğini unutma- mak), içlerindeki hakikati tek- nik açıdan son derece eğitimli bedenleri aracılığıyla sizlerle paylaşmaya çalışan oyuncu' dansçılardan gelen enerji dal- galanna kendinizi serbestçe kaptmp koyvermek gerekiyor. Çünkü karşınızda, oryantalizm ve egzotizm tarihinin en göz- de konulanndan olan 'Ha- mam'ı bile çok sade bir oyun- cu oynanan ikilemiyle bam- başka bir çağnşım düzeyine ta- şıyan, çarşıyı tüm o ses ve gö- rüntü cümbüşüyle yansıtan, sirtakiyi 'kınk' figürlerle sa- tır arasında aktaran, minyatür esinlerini asla altını çizmeden sahneselleştiren çok usta bir yorumcu var. Gösteriyi izlerken aklıma teknik düzeyde birkaç soru da takılmıyor değil: Örneğin, be- densel dış kalıplan kırmayı il- ke edinmiş "dans tiyatro- su"nun da giderek kendi ka- lıplannı üretip üretmediğini, bunun bir çıkmaz oluşrurup oluşturmadığını merak ediyo- rum. Çünkü her oyuncu dans- çıda ve en azından birkaç tem- sildir gördüğüm kol-gövde- baş sarmalı hareketi, tekillik- ten uzaklaşmaya ve klasik ba- lenin değişmez pozisyonlannı andrrmaya başlamış gibi geli- yor bana. Geleneksel Hint dan- sı temelli, özellikle farklı el- ayak kullanımına ve farklı denge bozulma-kurulma re- simlerine dayalı hareket biçi- mine başvurulması bu kalıp- laşmayı kırmaya yönelik bir arayışın sonucu mu diye sor- madan edemiyorum kendime. Bir diğer önemli sorun ise yi- ne kanımca, sahnesel zamanın kullanımı. Kendimi yönetme- nin sessiz müziğine ne denli kaptırmaya çalışırsam çalışa- yım, özellikle ikinci perde - belki de hareket kanevalann- daki tekrardan dolayı- biraz uzun gibi geliyor bana. Ama bu teknik aynntılar temsilin ta- şıdığı öze ilişkin sorulann ya- nında gerçekten çok da önem taşımıyor. SÜRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle