28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 ARALIK 2003 CUMA CUMHURİYET SAYFA KULTUR kultur(« cumhuriyet.com.tr 15 Ferzan Özpetek'in bolödüllü sonfilmi, nihayetyönetmeninin ülkesindegöstetimegiriyor Mutluluk karşı penceredeÇeyrek yüzyılı aşkın bir zamandır, sinema tahsili yapmak üzere gittiği Italya'da kalarak yönetmen asistanhğıyla adım attığı sinema- da, Hanıam la Harem Suare gibi, 1990'la- rın ikinci yansında epeyce ses getiren ilk fümleriyle İtalyan sınemasının önemli yö- netmenleri arasına karışan Ferzan Özpetek, hem eleştirmen övgüsünü alan, hem de se- yirci ilgısini ve gişe başansını yakalayan üçüncü filmi Cahil Periler"le 2000'li yılla- ra da parlak bir giriş yapmıştı, bilindiği gi- bi. Bugün gösterime giren Karşı Pencere ıse Özpetek'in hikâye anlatmakta gerçekten gitgide ustalaştığını örneklediği, 1943'ün Roma'sından günümüze uzanan, yoğun bir duygular seli halinde seyrederek seyircinin gönül tellerini titrettiği, şimdilik son (dör- düncü) filmi. Hatta en iyi filmi, baştan be- lirtmek gerekirse. Senaryosunu gedikli senaristi Gianni Ro- moliyle birlikte yazdığı Karşı Pencere, onuncu yılına giden evlilikleri iyice tekdüze bir hal almış, iki çocuklu, orta direk'ten, Ro- malı, genç bir kan-kocanın, tesadüfen yolda rastlayıp geçici olarak evlerine aldığı, hafı- zasını kaybetmiş yaşh bir adamla ilişkileri üstüne dallanıp budaklanıyor. Birblrlne paralel İki tutku öyküsü Roma'daki bir tavuk fabrikasında çalışan, hayallerine, beklentilerine çoktan set çekmiş Giovanna (Giovanna Mezzogiorno), aslın- da aileyi çekip çeviren, evin reisi gibi. Çün- kü zaman zaman değişik ışlerde, gece vardi- yasında filan çalışan kocası, müşfik baba Fi- İippo'nun (Filippo Nigro) sürekli ve düzen- li bir işi yok. Genç kadın, monoton hayatın- dan bıkkın, hep kaybetmeye mahkûm koca- sından da sıkkın. Fırsat buldukça karşı pen- ceredeki genç erkegi (Raoul Bova) gözetle- mek tek avuntusu. Bu konuda sırdaşı, apart- man komşusu ve çalışma arkadaşı Emine'yle (Serra Yılmaz) yarenlik etmekten de geri durmaz. Şeytan dürtse de ihanete kalkışmaz. Saygın bir beyefendi görünüşündeki yaşlı Davide'nin (Massimo Girotti), Roma'daki Yahudi mahallesinin Nazilerce basıldığı, 1943'ün karanlık bir gecesinde, sevdiği er- keği kaybetmesiyle başlayan film, Giovan- na'nın, geçmişle şimdiki zaman, anılanyla günümüz arasında gidip gelen, belleksiz yaş- lı Davide'nin, doğrusu seyredenin ağzının suyunu akıtan cinsten, çeşit çeşit pastalarla M3MSUNGU ÇAPAN La Finestra di Fronte/Yönetmen: Ferzan Özpetek / Senaryo: Gianni Romoli, F. Özpetek / Kamera: Gianfilippo Corticelti / Müzik: Ardrea Guerra / Oyuncular: Massimo Girotti, Giovanna Mezzogiorno, Raoul Bova, Filippo Nigro, Serra Yılmaz, Maria Grazia Bon, Massimo Poggio / Italya 2003 (WB) Giovanna Mezzogiorno 'Karşı Pencere'de Romalı orta direk bir ailenin bezgin reisi rolünde. pastacılıkla dopdolu mazisini, kim olduğu- nu, nerden geldiğini araştırmasıyla sürüyor. Önceleri evinde kalmasını istemediği Davi- de'nin varlığmdan rahatsız olan ama besbel- li yoğun bir suçluluk duygusundan kaynak- lanan bir bunalım sürecındeki yaşlı adam- dan, tutkuyu sevgiye dönüştürme konusun- da dersini alan Giovanna, sonunda pencere- sinden nerdeyse içine düştüğü yakışıkh Lo- renzo'yla da tanışıyor... Ferzan özpetek'ln en lyl fllml İlk elde kaba hatlanyla, bir geçmişten, bir de günümüzden iki filmi, Pasolini'nin Te- orema'sıyla (1968) Ispanyol yapımı Sınır- sız Kentte'yi (2002) bize çağnştırdı Karşı Pencere. Ama farklı uçlara yön alan film duygular arasında sahnıyor biteviye. Visconti'nın Ossessione, Bellisima, Sen- so gibi filmlerinden anımsadığımız, Yeni- gerçekçi dönemin gözde jönü olup Lattu- ada, Pasolini, vb. gibi bazı önemli yönet- menlerin filmlerinde karakter rollennde oy- nayan, arkasında yaklaşık yanm yüzyıllık bir kariyer bırakarak bu yılın içinde 85 ya- şındayken (bu filmin son halini göremeden) ölen, İtalyan sinemasının ayakta kalan çı- narlanndan, Massimo Girotti'ye adanmış filmde, Giovanna'nın sürekli dikizlediği pencereden bu kez kendi evini, kocasını, ço- cuklannı görüp ihanetten döndüğü gibisin- den etkileyici sahneler gırla gidiyor. Hem dünün acılannı, büyük savaşın yara- lannı kaşıyan, hem de günümüzün dünyası- nı, paralel gelişen iki aşk hikâyesiyle bağdaş- tırarak karşımıza getiren, hafiza kaybı, yaş- lılık, aşk, tutku, duygu, vb. üstüne pencere açan bu filminde, geçmişle günümüzü, tra- jediyle mizahı harmanlamaya girişen Özpe- tek, şimdiye dek çektiği en iyi filmi ortaya koymuş kanımızca. Bir kez görmenin zenginliklerini keşfet- meye yetmeyeceği bu Karşı Pencere'de, ko- nusundan anlatımına, oyunculuğundan gö- rünrülerine, mekân kullanımından müziğine kadar usta işi, sıkı, etkileyici bir filmle kar- şı karşıyayız. Parker'ın 'Ölümle Yaşam Arasında'sı, özellikle Kevin Spacey bayranlan için. tdam karşıtı filmler zincirineyeni halka Bugün gösterime giren filmlerden Ölümle Ya- şam Arasında, hayat bo- yu ölüm cezasının saç- malığını göstermek ıçın mücadele eden, solcu, çevreci bir üruversite pro- fesörünün, günün birinde ıdama mahkûm edilmesi- ni anlatan bir Alan Par- ker yapıtı. 1980'lerdenamıHolly- vvood'u saran tngiliz yö- netmenlerden Parker'ı. önce çocuk oyuncularla çe\ irdiği ve gangster fil- nüyle müzikali kaynaştı- ran, benzersiz Bugsy Malone'uylatanıyıp sev- miş, ardından imajımızı tüm dünyada i- ki paralık eden Geceyarısı Ekspresi'yle defterden sihniştık bir zamanlar. Fame, Pink Floyd: Duvar, Angel Heart, Mis- sissippi Burning gibi 1980'leri etkile- yen önemli filmlerin yönetmeninden Evita rezaletıyle bir kez daha soğuyup koptukl996'da. Parker. son yıllarda British Film Aca- demy'deki danışman-yöneticiliğinden ftrsat bulup Kevin Spacey'yi başrolde ovnattığı Ölümle Yaşam Arasında'yla ölüm cezası karşıtı filmler kervanına katılıyor. Kan kanserine yaka- lanmış, eylemci kadın arkadaşımn (Laura Linney) ölümünden suçlu bulunarak Tek- sas'ta ölüm cezasına çarptınlan üniversite profesörü David Ga- le'in (Kevin Spacey) infaz öncesinde, dra- matik hikâyesini hırslı, acar bir kadın muhabi- re (Kate Winslet) an- lattığı film, idamın doğruluğunu yanlışlı- ğını tartışmayı bir yana bırakıp esrarengiz kaset görüntüleri aracıhğıyla, David Gale'in kadını öldürüp öldürme- diği üstüne iş tutuyor. Parker'ın, tempo- su tıkınnda bir thriller formatında çekti- ği, heyecan-gerilim dozu yüksek tutul- muş film, her zamanki alışıhnış numara- lara, bildik klişelere başvurarak basma- kahplıktan pek kurtulamıyor sonuçta. Tim Robbins'in yönettiği, Sean Penn- Susan Sarandon'un oynadığı, on yıl ön- cesinin Ölüm Yolunda fibninin yarıında oldukça zayıf kaçan bu son işi, belirgin bir düzeyi tuttursa da yavanlıktan pek kurtulamıycv. The Life of David Cale / Yönetmen: Alan Parker / Senaryo: Charles Randolph / Kamera: Michael Seresin / Oyuncular: Kevin Spacey, Laura Linney, Kate VVinslet, Gabriel Mann, Matt Craven / ABD 2003 (New Films) İZLEYİCİ GÖZÜYLE ERDAL ATABEK Köpekköy'den iıısaıı manzaraları..• Dogville, Tann'nın unuttuğu bir köy. Gündelik yaşamlannı kendi emekleriyle ve güçlükle sürdüren insanlann yaşadığı bir dağ köyü. Emekli doktor Thomas Edison ile oğlu Tom Edison burada yaşıyor. Tom, yaşı da 20'yi geçtiği halde he- nüz bir baltaya sap olamamış a- ma köyde 'ahlakı düzeltme toplantıları' düzenliyor. Köy- de de pek ahlak dışı bir gidişat yok. Derken bir gün, uzaklarda patlayan silah seslerinin ardın- dan köye tek başma bir kız ge- lerek 'gizlenecek yer' anyor. Grace, kendisinin gangsterle- rin elinden zor kaçtığını, baba- sıyla annesini onlann öldürdü- ğünü anlatıyor ve kendisini ko- rumalannı istiyor. Tom bu ko- ruma işini üzerine alıyor, köy- de bir toplantı yapıyorlar ve korkulanna karşın kızı koru- mayı kararlaştınyorlar. Bir sü- re böyle gidiyor ama arkadan polis gelerek kızın önce 'ka- yıp\ sonra da 'aranan bir suç- lu' olduğunu söyleyerek görür- lerse bildirmelerini istiyor. Adım adım faşlzm... Şimdi artık roller değişmiş- tir. Kızın bundan sonra korun- ması için 'bir bedel ödennte- si' gerekecektir. Bu bedeli öde- yecek de kızın kendisıdır. Genç kız Grace, bu bedeli köyün ka- dmlanna hizmet olarak ödüyor, erkekler ıse başka bir ödeme biçiminin peşine düşüyor. Böylece 'koruyucular', gi- derek 'alacaklı' durumuna ge- çiyor. 'Alacakblar' yavaş ya- vaş 'zorbalar' olmaya başlı- yor, Grace de giderek köleleşi- yor. Bu arada Tom da değişmek- tedir. Kızı koruyan idealist, za- Danimarkah Lars von Trier, Nicole Kidman'lı" Dogville'de tiyatroya benzeyen bir sinema deneyimi ortaya koymuş. man içinde çıkarcı bir oportü- nıste dönüşürse sonuç ne olur? Filmde. gözünüzün önünde- ki sahnede faşizmin adım adım gelişini, sıradan insanlann da birer faşiste nasıl dönüştükleri- ni görüyorsunuz. Sıradan Al- manlann yanı başlarında yaşa- yan Yahudilere karşı nasıl za- limleştiklerini anlıyorsunuz. Danimarkalı yönetmen Lars von Trier, sinemadan çok ti- yatroya benzeyen sinema dene- yinde bana "Faşizm nasıl ge- lişir?" sorusunun yanıtmı ve- riyor gıbı geldi. Bir insanın na- sıl adım adım 'kurban' seçil- diğini. ilişkınin nasıl baskıya, giderek zulme dönüştüğünü görüyorsunuz. Filmin çarpıcı sonunu film- de göreceksiniz. Kanımca, son dönemin en önemli 'ahlaksal ikilem' filmi. Görmek yetme- yecek. üzerinde düşünmek, ye- niden yeniden gözden geçir- mek gerekecek. Önemle öneri- yorum. KEDI GOZU VECDİ SAYAR Sokak Kedileri Hafta başında Istanbul'da toplanan '4. Sa- natçılar Kurultayı', ülkemizde şu günlerdetar- tışılmakta olan 'kamu yönetiminin yeniden ya- pılandınlması' kavramı ile kültür-sanat alanı ara- sındaki ilişkilerin enine boyuna irdelenmesine yol açtı. İlk oturumda konuşan alan temsilcile- ri, sanatsal yaratıcılığın özgürce gelişebilmesi için kültür-sanat hizmeti üreten kamu kuruluş- larının özerk olması gerektiği görüşünde birle- şiyordu. Yazın alanını temsilen konuşan TYS Başkanı Cengiz Bektaş. konuşmasında Orhan Veli'nin bir şiirine gönderme yaparak 'sokak ke- disinin niteliklerini yitirmemeliyiz' dedi. Evet, bizler 'ciğercinin kedisi' olmayı seçmemiş, ba- ğımsızlığına her şeyden çok değer veren sokak kedileriydik. Peki, sokak kedisi olmak, kamu kaynaklarını reddetmek anlamına mı gelmeliy- di? Hemen herkesin üzerinde birleştiği bir başka nokta, devletin -daha doğru bir tanımla kamu yönetiminde söz sahibi olanların- kültür ve sa- nat alanlarına ilişkin görevleri olduğuydu. Sanat, tıpkı sağlık gibi, eğitim gibi, toplumsal bir üre- timdi ve bu hizmetten toplumun tüm bireyleri- nin yararlanması için kamu kaynakları seferber edilmeliydi. Devlet bütçesinde kültüre ayrılan o- ran, Avrupa'nın benimsediği yüzde 1 oranına yükseltilmeliydi. Ama, bu yetkiyi ellerinde tu- tanlann, yetkilerini kendi beğenileri ya da siya- si görüşleri doğrultusunda kullanmaya haklan yoktu. Bunun için de kamu kaynaklarının kulla- nımı özerk otoritelere bırakılmalıydı. Tabii, bir kurumun özerk olması, tek başına bir şey ifade etmiyor. özerk kurumlar, demokratik ilkeler doğrultusunda yapılandirılmadığı süre- ce, nesnellik ve saydamlık gibi iki temel ölçüte rahatlıkla sırt çevirebilir, yetkilerini sorumsuzca kullanmaya başlayabilir. Sayıları 76'ya ulaşan kültür-sanat örgütlerinin oluşturduğu 'Özerk Sanat Konseyi', sanat alanının siyasetin ve bü- rokrasinin vesayetinden kurtularak, sanatçıların yönetiminde, demokratik ve özerk niteliklere sa- hip bir kurum tarafından düzenlenmesi hedefi- ni güdüyor. Bu hedef doğrultusunda 'Türkiye Sanat Kurumu' adıyla yeni bir oluşuma gidil- mesini, Kültür ve Turizm Bakaniığı Güzel Sanat- lar Genel Müdüriüğü'nün görev ve yetkilerinin bu kuruma devredilmesini savunuyor. Peki, bakanlık ne düşünüyor bu konuda? Şim- dilik tek bildiğimiz, özerklik sözcüğüne hiç de sı- cak bakmadıkları. (Sinema örgütleri ile pazarlı- ğa oturarak, oluşturulması düşünülen 'Sinema Kurumu'nun 'özerk' kurumdan 'bağlı kurum'a dönüştürülmesi boşuna değil herhalde.) Erkan Mumcu'nun bir zamanlar savunduğu bakaniı- ğı ortadan kaldırma sözü çoktan unutuldu. Ikti- darın cazibesinin önüne geçilemiyor demek ki! Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın kurultaya tek bir temsilci bile göndermemesi, özerk kurum tezi- ne ne kadar yakın durduğunu gösteriyor. Elbet- te, bu tavır sanatçıların kararlarını etkilemeye- cek. Daha önce söylemiştik: 'Onlar yolcu, biz hancıyız'] Kurultayın konuşmacılarından Prof. Erol Ka- tırcıoğlu, özerk kurumlann devletle piyasa me- kanizmaları arasında hayati bir işlevi olduğunu belirtirken kamu yönetiminde yeni bir yapılan- manın gerekliliğini vurguluyordu. Böyle bir ya- pılanma, kuşkusuz sanat alanında da yeni ku- rumlann devreye girmesini zorunlu kılacaktı. Pek çok konuşmacı, hükümetin hazırladığı re- form tasarısının, bir 'özelleştirme harekâtı'na y- ol açabileceğini, bu bağlamda sanat kurumla- rının yok olma tehlikesi ile karşı karşıya gelece- ğini söyledi. Kültür alanının yerel yönetimlere devredilmesi, ancak özerk bir 'Sanat Kuru- mu'nun devreye ginmesi ve sanat kurumlarına yapılacak atamaların belediye yönetimlerince değil, Sanat Kurumu'ncayapılması kaydıyla iş- lerlik kazanabilir görüşü savunuldu. Aksi halde, mevcut merkezi yapının getirdiği sakıncaların daha fazlası yaşanabilecekti. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın kurultaya des- tek vermemesi sonucu, başka kentlerden gele- cek konuşmacılar çağrılamamıştı. Prof. Talat Sart Halman'ı da dinleme olanağını bulamadık bu nedenle. Fakat sırası gelmişken Deniz Ka- vukçuoğlu'nun Prof. Halman'a ilişkin suçlama- sına katılmadığımı belirtmek isterim. Evet. 'fa- raf tutmak' önemlidir. Ama, tarihe -hele kültür- sanat alanına- bu denli durağan ve acımasız yargılarla yaklaşmak kime ne yarar sağlar? De- ğerli yazar Güngör Dilmen, kurultay sırasında elime bir not verdi, söz konusu yazıya ilişkin gö- rüşlerini içeren. Onu da haftaya okuyalım. vecdisayar <ı yahoo.com BUGUN • ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ nde 19.30'da İDSO'nun 'Ismet İnönü'yü Anma Konseri'. Şef: Emin Güven Yaşuçam. Solist: Gabriele Cassone (trompet). (0 212 251 56 00) • CEMAL REŞİT REY KONSER SALONU'nda 20.00'de CRR Dans Tiyatrosu'ndan 'KimUkler'. (0 212 232 98 30) • NARDİS JAZZ CLUB'da 21.30'da 'Purple In Blue Project' adlı konser. (0 212 244 63 27) • BABYLON'da 23.00'te Michael Franti & Spearhead konseri. (0 212 292 73 68) • TARIK ZAFER TUNAYA KÜLTÜR MERKEZt'nde 19.00'da Ersu - Duruman tkilisi'nden 'Arayış' adlı mini konser. (0 212 293 12 70) • YAPI KREDİ SERMET ÇİFTER SALONU'nda 16.00'da Selçuk Demirerin katılacağı 'sergi gezisi' ve 18.30'da 'Çeviriye Kuramsal Bakış: Kuram ve Uygulama' konulu 'Cogito Söyleşisi'. Konuşmacılar. Oilek Dizdar, Elif Daldeniz (0 212 252 47 00) • FOTOTREKte 19.30'da Mustafa Yılmaz'ın 'Doğunun Işığı - 2' adlı saydam gösterisi. (0 212 251 90 14) • ATATÜRK KİTAPLIĞI'nda 18.00'de Prof. Dr. Hüsamettin Arslan'ın katılacağı 'Sosyal Biümler Atölyesi'. (0 212 249 38 19)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle