07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10 EKİM 2003 CUMA OLAYLAR VE GORUŞLER AÇI MUMTAZ SOYSAL Parçalayış TELEVİZYONLARDA yaban yaşama ilişkin programlar çoğaldı. Yalnızca bu çeşit program yayımlayan kanallar bile var. En sık gösterilen ve biraz merak, daha çok da dehşetle izlenen sahneler, Afrika kıriarında eto- bur yırtıcılarca avlanan ceylanlann, geyiklerin gö- rüntüsüdür. Aslan ya da kaplan, uzun koşuşma- nın ardından o narin hayvanlan boğazından ya- kalar, yere düşürüp parçaladıktan sonra yavru- lanyla birlikte en tatlı yerlerini yiyip bırakır. Sıra, çakallara, sırtlanlara ve çaylaklarta akbabalara ge- lir. Sonra, böcekler, kurtlar. Kupkunj bir iskelet ka- lıncaya kadar. Şimdiki gündemin kamu yönetimi ve yerel yö- netim "reformu" taslaklannı okurken o Afrika gö- rüntülerini anımsamadan edemiyor insan. Kamu yönetiminin ve o bağlamdayerel yö- netimlerin, personel rejimindeki iyileştirme- lerle birlikte, ciddi bir reformdan geçirilmesi ge- rekmiyor muydu? Gerekiyordu elbet, ama böy- le değil. Hele, "yönetişim" denen "ultra-mo- dern", dolayısıyla hayli "uçuk" bir kavram uğru- na hiç değil. Düşünülen reform, daha önce birçok alanda- ki sözde reformlar gibi, dıştan, şuradan buradan edinilmiş birtakım düşünce kırıntılannın bu ülke- deki durumlara aktanlışı biçiminde ortaya çıkıyor. Nasıl, ne ölçüde uygulanabilir, ne kadar gerçek- çi olur, gerçekleştirilmesi kaç yıl sürer, yaratılan kargaşaya değer mi, bütün bunlar pek düşünül- meden. Kınntılann nerelerden aktanldığı açıkça belli. "Reform"un bazı yerlerinde Amerikan etki- si: Sanki bu ülke bir federasyonmuş gibi, mer- kezin sınırlı yetkilerini sayip gerisini neredeyse bü- tünüyle yerel yönetimlere bırakmak. Esas olan, onlar. Oysa, şimdiye kadar tersi yapılır, yerel yöne- timlere bırakılan görevler ve yetkiler yasalarla be- lirlenirdi. Şimdi, sayıca onu aşkın bakanlığın ye- rel örgütlenişi kaldınlıyor, yetkileri il özel idarele- rine ve belediyelere bırakılıyor. Milli eğitime va- nncaya kadar. Ayrıca, yine Amerikan etkisinin belirtisi olarak, kamu hizmetlerinin verilmesi "pîyasa ilkeleri"ne dayandırılmakta, kamu yönetiminin etkinlik ala- nı piyasa lehine sınırlanmaktadır: Bir maddeye gö- re, "Kamu, piyasada rekabet şartlannda üreti- len mal ve hizmetleri haksız rekabet oluşturacak şekilde üretemez. Bunu yapan birim varsa tas- fiye edilir; yenileri kurulamaz." Sonra, Avrupa Biriiği'nden aktarılmış birtakım ilkeler: Hizmetleri halkın ayağına götürme dü- şüncesi yerine, "en iyi bu düzeyde yapılır" ön- yargısıyla "yerelleştirme". Yerel yönetimlerde kimler var, bu işleri başarabilirler mi, hiç düşün- meden, siyasal amaçla, devleti yerel güçlere tes- lim ederek. "Bu ülkede aşırı merkezcilik, aşın bürokrasi var" diyenler, "Devleti parçalayın da kurda kuşa yedirin" dememişlerdi herhalde. Aklı Zincire Vuranlar... Beyinler ilkçağlardan bu yana susturulmaya, tahrip edilmeye çalışılıyor, aradaki fark, bugünün beyinleri susturma biçimi, beyinleri tahrip etme biçimi, daha inceltilmiş ve daha incelikli... DOÇ. Dr. ŞÜkran Ş A H I N Tüm Öğretim Üyeleri Derneği (TÜMÖD) Istanbul Temsilcisi G alileo "Dünya dönüyor" demiş- ti. "Hayır" demişti Engizisyon Mahkemesi: Dönmüyor! Önce- leri "Eveeeet dönüyor işte!* di- yerek ısrar ettiyse de baktı ki bu dava ölüme doğru gidiyor, çaresiz susmuştu. Acaba Galileo'nun beyni de aynı anda sus- muş muydu? Beyin nasıl susar? Galileo'nun beyninde dünyafildırfildırdönmeye devam edi- yordu, hem de saatte 2400 kilometre hızla, gerçi Galileo dünyanın bu kadar hızlı döndü- ğünü o zamanlar bilmiyordu ama, olsun dö- nüyorduya işte... Dünyanınbu kadarhızlı dön- düğü ise çoook sonralan keşfedilecekti. Gali- leo'nun beyninde aklında dünyanın fildır fil- dır dönmesine hangi güç engel olabilirdi ki?.. Sokrates'e "sus" dediler, "düşünceleriııle gençleri baştan çıkanyorsun!" "Oünaz!" dedi Sokrates, biliyordu ki dili sussa da beyni sus- mayacak ve o da bunun ağırlığına dayanama- yacak... Konuşmaya devam etti: Cezası baldı- ran zehriyle ölümdü. Son anında dostlan bile "Ölümleşakaolmaz, sus" dediler. Ama o, sus- kunluğun ağırlığına dayanamayacağmı, bu- nun ölümden beş beter olduğunu biliyordu. Ölüme beş kala, kansı başında ağhyordu, *Se- ni haksız yere öldûrûyorlar!" diyerek isyan ediyordu. Sokrates: "Üahi kancığun" dedi "hırszhkyapsaydnn,dnayetişleseydim de hak- hyereöldürselerdi, mudu mu olacakün". Sok- rates'in dilini susturamaymca onu öldürerek bey- nini susturdular. Sokrates'in beyni susmuş muydu gerçekten ? Hayır! Ne demişti şair, "Ba- ki kalan bu kubbede hoş bir seda imiş". Onun düşünceleri de hoş bir seda olmuştu. Daha sonralan ise gökkubbedeki bu hoş sedayı onun öğrencisi Platon yazıya dökecekti, onun bey- nine, düşüncelerine yeniden ses verecek ve bugün bizlere kadar ulaştıracaktı. Gahleo ve Keppter'in büyük başarılannın çı- kış noktası Kopernik'in (Copernicus) fikirle- riydi. Kopernık çok tehlikeli bir iş yapıyordu: Güneşin merkezde olduğu altı gezegenli bir sis- tem tanımlamaya çalışıyordu. Oysa tann gök- te beş cismin varlığım emrediyordu. O neden- le düşünceleri tannyı inkâr anlamına geliyor- du. Kopernik bu fıkirlerinin çok azını çevre- siyle paylaşabildi, öldüğünde, gizlemiş oldu- ğu yazılmış çalışmalannı tomarlar halinde ya- tağının altında bulmak kadar acıklı bir şey ola- mazdı... Beynini zincirletmemiş, zincirlenme riskini görmüş ve önlemini kendince böyle al- mıştı, gizli gizli yazmış, yatağırun altına sak- lamışO. Bütün bunlar orıaçağda ve ilkçağlar- da yaşananlar. Peki, ortaçağ ya da ilkçağ bitti mi? Bittiğini düşünenler yanılıyor. Bir şeyle- rin değiştiği doğru: Değişenler eski kavramla- nn kozmetik değişikliğe uğramış hali. Artık "vizyon" var, "mJsvon" var, "müşteri odakheği- tim" var, "büimsel rekabet" var, "özgürlüğün yönetimi" var, "özerldiğin yönetimi" var. Kü- reselleşme denen sömürü düzeninin, bu beyin- leri tahrip etme sözcükleri hemen alıcı buldu, kabul gördü ve el üstünde tutuluyorlar. Aylar- dır Türkhe'de ünhersitede "özgürlüğün nasıl yönetileceği" tarüşılryor, hem de tartışılan aka- demik özgürlük, yani bilim adamının özgür- lüğü, yani beyninin özgürlüğü... Oysaki. yö- netim kavramının kapsamına asla ve asla gi- remeyecek, giımemesi gereken biricik sözcük özgürlük... Şimdi "ö^ürlüğünyönetimi"nin adı da bu- lundu: Vizyon!.. Bundan böyle yönetimin be- lirlediği bir vizyon içinde özgür olma özgür- lüğünü doyasıya kullanabilecek bilim adam- lan!.. Üniversite bir vizyon belırleyecek, bilim adamlan dünyaya bu vizyondan bakacaklar: Başka vizyon yok, bu vizyonun dışına çıkan, bu vizyonla çakışan bireysel vizyonlara yer yok: Tek tip beyinler, aynı konuyu, aym biçim- de, aynı yöne bakarak düşünen beyinler... Bundan böyle öğrenciler müşteri, onlar müş- teri olduklanna göre onlara bir şeyler satanla- nn olması gerek, onlar da bilim adamlan... Bi- lim adamlan artık birer satıcı, bilgi satıcısı, tek hedefleri müşteri memnuniyeti... Bir de "re- kabet" gibi misyonlan var bilim adamlannın: Düşünceleri birbiri ile rekabet edecek. Dikkat edin, düşünce alışverişindebulunmayacaklar: Benim düşüncem senin düşünceni döver, di- yerek başkalannın düşünceleri ile rekabet ede- cekler, onlann düşüncelerine çelme takacak- lar, aşağılayacaklar, karalayacaklar, başka se- çenek yok, çünkü bunlar rekabetin olmazsa olmaz koşullan... Yönetim tarafından, "viz- yon" tango ya da vals olarak belirlenmişse; bey- ninden, Nişaburek Makamı ya da Şehnaz Lon- ga ya da Kanun Taksimi'nin melodileri geçen bilim adamı nasıl tango ve vals yapacak? Şa- yet yapabilirse, yaptığı, tango ve vals mi ola- cak? Şimdi sorun, onlann beyinlerinden Ni- şaburek Makamı'nın, Şehnaz Longa'nın, Ka- nun Taksimi'nin melodilerinin geçmesinin en- gellenmesinde... Zor değil, ona da "mizyon" gibi, "zişjon" gibi bir tanım getinrler olur bi- ter... Bütün bu "özgüriüğün yönetimi" tartışma- lannm arasında, devletın sosyal devlet oldu- ğu, sosyal devletin asli görevlerinden, olmaz- sa olmaz görevlerinden birinin eğitim olduğu, bunun tüm yurttaşlara eşit ve ücretsiz verilme- si gerektiği, üniversitenin kamu lcuruluşu ol- duğu. kamu hizmeri verdiği ve kamu yarannı en önde turması gerektiği temel kavramlan tümden yitirilmiş ve gözden çıkanlmış görü- lüyor. Ve üniversitenin bilim ürettiğı, bunu da özgür beyinlerce gerçekleştirilebileceği temel felsefesi de gözden çıkanlmış, unutulmuş gö- rülüyor... Beyinler ilkçağlardan bu yana sus- turulmaya, tahrip edilmeye çalışılıyor, arada- ki fark, bugünün beyinleri susturma biçimi, be- yinleri tahrip etme biçimi, daha inceltilmiş ve daha incelikli... Öğrenci Odaklı Uygulama... Celil ALTIN Kültür Ohıllan Eğitim Damşmanı Sevgili Babam, Öğretmen İBRAHİM ÇERÇİ Her gün artan özleminle sevdiklerinin ve dostlarının yüreğindesin. Sevgiyle anıyoruz. KIZIIM Y eni bir öğretim yılına gir- dik. Ülke düzeyinde öğ- retmenler, pek çok soru- nun yanında yıl boyunca uygula- yacaİdan izlencelerini, planlanm oluşturuyorlar. Elbet, şu ya da bu biçimde çizilen öğretim haritala- nnı gereğince izleyebilmek için yalnız okul, öğretmen yetmiyor, iş- lenen konulan kuru bilgi olmak- tan çıkanp olabildiğince öğrenci odaklı biçimde uygulamak gere- kiyor. Ama bunun yanında yardımcı araçlara da gerek var. Ders kitap- lannın dışmda başvuru kaynakla- n, laboratuvarlar, işlikler, resim, müzik odalan, beden eğitimi alan- lan da çok gerekli. Ne yazık bu- gün ülkemizde 15 milyona ulaşan ilköğretimde, ortaöğretimde oku- yan gençlerimizi bu olanaklara kavuşturmak çok zor. Bütün bu olanaksızlıklar yet- miyormuş gibi bugün ülkemiz okullannın önemli bir bölümün- de, genellikle öğrencilerin, velile- rin tek amacı var: îlköğretim öğ- rencileri, sekizinci sınıf sonunda girecekleri sınavlarda başan sağ- lamaktan başka bir şey düşünmü- yor; liseyi bitiren öğrencilerin de tek isteği, ÖSS sınavından yeter- li puan alarak yükseköğrenimini istediği dalda sürdürmek oluyor. Ana-babalann da ilköğrerimden, ortaöğretimden bekledikleri bu; çocuklannm sına\ kazanmalan için ne gerekiyorsa onu yapmak... Oysa bu iki öğretim kurumunu birirenlerin birinci amacı bir sı- nav kazanmak olmamalı. Bu öğ- retim kurumlannın öncelikli ama- cı bir sınav kazandırmak değil, öğrencilere kazandırdıklan bilgi- lerle, doğuştan gelen yetenekleri belirlemek ve bu yetenekleri ola- bildiğince geliştirmektir. Bu genel yetenek de salt bilgileri belleğe yığmakla ne saptanabiliyor, ne de kalıcı bir nitelik kazanıyor. Okullarda öğretilen her derse özgü bilgilerin ikinci amacı da bi- rincisi kadar önemli. Okul bilgi- lerini bir araç olarak kullanıp öğ- rencilere yeni durumlar karşısın- da gösterecekleri en uygun davra- nışlan kazandırmaktır. Çeşitli ders- lerden edinilen çeşitli bilgileri, dü- şünsel bir işlemden geçirerek bir durum, bir olay, bir sorun, vb. kar- şısında en doğru davranışı bulabil- mektir asıl amaç. Ne yazık bugün okuüanmızda bu amaç düşünülmeksizin bellek- lere olabildiğince çok bilgi yükk- mek başhca iş sanüı\or. Yükseko- kullardan yüksek dereceli diplo- malar olarak çıkmış nice insanı- mızın özellikle toplumsal sorun- lar karşısında doğruyu düşünüp bulamadıklannı görüyoruz. Çok abartılı sayılmazsa, bu konuda şu da söylenebilir: Ülkemizdeki yö- netim yetersizlikleri, ilköğretim- deki, ortaöğretimdeki öğretim amacının yanlış olmasından ileri geliyor. Ortaöğretim sonrasında- ki yükseköğretimlerden her biri- nin amacı meslek bilgisi vermek, meslekte beceri kazandırmaktır. Ama ülkemiz yükseköğretimin- de de, deyim yerindeyse, yetersiz atılmış temel üstüne yapı kuruyo- ruz. Bu durum karşısında yine okul- lara dönersek, okullarda izlene- cek akla en uygun yol, neyi, niçin öğrertiğimizi bilmekten geçer. İlk ve ortaöğretimde öğretilen bilgi- lerin amaç olmadığını; bunlann doğru, eleştirel, sorgulayıcı dü- şünmenin aracı olduğunu bilmek, genç beyinlere yüklenen bilgile- rin bu düşünsel yetenekleri geliş- tinnek olduğu unutulmamalıdır. Ford Mondeo yenılendı... Çekıcı dış gorunüşu, ozenlı tasanmı ve ustün işçıliği Ford Mondeo'nun hemen dıkkatınızı çekecek ozellıklen Aynca krom on ızgara çerçevesı ve kapı kollan, hakıki den ve ahşaptan oluşan direksryon sımidi, ısıtmalı ön koltuklar, yeniden dızayn edilen şık, kalrteli ve kullanıştı ön konsol, yağmur sensörü, otomatik yanan xenon farlar, elektrikli katlanabilır ve yer aydınlatmalı yan aynalar, ısrtmalı on cam, kendılığınden kararan ıç dıkiz aynası yeni Ford Mondeo'da sızi beklıyor... Koç FordMondeo Ford Otosan tarafından ıthal edilmektedir. Tasarımı yaşamdan, güveni teknolojiden. PENCERE Terminatör... Alex Raymond, bir zamanlar, resimli roman dün- yasında çok ünlüydü... Flash Gordon'un -nam-ı diğer Baytekin'in- us- taçizeriydi... Turhan'la (Selçuk) ben Baytekin'e bayılırdık; zamanın çocuk dergilerini kapışırdık; kahramanı- mız yıldızlar dünyasında dolaşır, imparator kötü Ming ile savaşır, sırtlanndaki kanatlanyla kuş gibi uçan kartal adamlarla dalaşır, tek başına olmadık işleryapardı... Dünyanın çoğu ülkesinde satış yapan Flash Gor- don sonunda Hollywood'da filme de çekildi; ama, zamanla çocuklann resimli roman dünyalarında çoğu Amerika'dan pazarlanan başka kahraman- lartüredi... Çağımızın masal dünyasında ise kahramandan geçilmiyor; al birini vur ötekine... En ünlülerden biri: Terminatör!.. Yani?.. Bizim gazete 'Yok edici' diye çevirmiş, 'bitihci' denebilir mi?.. Akla 'iş bitirici' geliyor. • Terminatör'ü tanımayan yok, büyüklü küçüklü hepimizin akrabası gibi... Amerika'da eyalet düzeni geçerli; bir tür federe devlet sayılan eyalet valisini seçiyor, merkeze bağ- lı, polisi var, ordusu yok... Kaliforniya bunlardan biri... Kaliforniya'da valilik seçimlerini Arno4d Schwar- zenegger kazandı... Yani Terminatör!.. Tüm dünyaya posta koyan ABD kendisine en ya- kışanı yapıyor, seçimin sonucunda yerkürenin dü- zenindeki Amerikan mantığını açıklayan birdoğal- lık var... Vaktiyle bir başka Hollyvvood oyuncusu, Ronakj Reagan, önce Kaliforniya Valisi seçilmiş, ardından ABD Cumhurbaşkanı olarak sandıktan çıkmıştı; ama, simgesinde Terminatör işlevi vurgulanmıyor- du; buna karşın yolu ilk kez o açmıştı... Schvvarzenegger boyu bosuyla, bedeniyle, ada- leleriyle, çevirdiği filmlerie tam da gizemli kaba güç simgesi... Karanhk düşmanlara karşı koyan görünmez pat- ronun şövalyesi... Masal masal matitas... Ancak unutmayalım ki her masal bir gerçeğin man- tığını yapısında saklayan senaryodur. • Schvvarzenegger Avusturya'da doğduğu için Amerikan Anayasası'na göre Başkan seçilemez- miş; şimdiden yasayı değiştirmeyi düşünenler var- mış; Kaliforniya Valiliği birbasamakmış... Olurmu? Kaliforniya dünyanın beşinci güçlü ekonomisi- ne sahip bir ülke... ABD dünya imparatorluğuna oynuyor... Yerküreye egemen tekelci beş on holdingin hır- sıyla dünyayı avucuna almak isteyen Amerika'da- ki patronlargörünmeyen tanrılann gücüne kavuş- tular; Schvvarzenegger azgelişmiş coğrafyalann geri zekâlı halklarına boyun eğdirmek için gizemli kılıcını eline aldı mı, tam terminatör olur... • Olmaz olmaz deme.. Olmaz olmaz. Çağımızın tannları, peygambeıierini de tezgâh- layıp ayetlerini bu yolla halklara indiriyorlar. T CumhurİYet kitap kulübü İMZAGÜNÜ KİTAP DÜNYASI FUARI 10 Ekim Cuma (Bugün) ERDOĞAN AYDIN Saat: 12:30-14:00 D o l m a b a h c e K ü l l ü r M e r k e z i B e s i k l a s - İ S T A N B U L ^ kitap kulûbû İMZAGÜNÜ KİTAP DÜNYASI FUARI 11 Ekim Cumartesi (Yarın) ERDAL İNÖNÜ Saat: 15:00-16:30 D o l m a b a h c c K ü l t ü r M e r k e z i B e s i k l a s - İ S T A N B U L
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle