Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 14OCAK2003SALI
14 KULTUR kultur(g cumhuriyet.com.tr
SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL
AST 40 yaşına 'Godot' ile girdiAnkara Sanat Tiyatrosu 1963 Ara-
lık ayında. bugünkü salonunda 'Go-
dot'yu Beklerken' ile etkinliklerine
başlamıştı. Ülkenin sıklıkla yaşadı-
ğı toplumsal-politik-ekonomik-kül-
türel iniş çıkışlar doğrultusunda, ki-
mi zaman yükselen değerlenn ön-
cülüğünü yaparak, kimi zaman da
yükselen 'başka' değerler tarafın-
dan dışlanarak bugüne ulaştı.
AST'a yüzlerce sanatçı emek ver-
di. Kimi kısa, kimi çok uzun sürey-
le. Topluluk bir çözüldü, bir topar-
landı. Son 20 yıl içinde parasal sı-
kıntılar yaşadı. Zaman zaman seyir-
ciyle iletişim kurmakta zorlandı.
Yine de 40 yıl boyunca, birçok
önemli yerli ve yabancı oyunu, ço-
ğu kez doğru bir zamanlamayla, ilk
kez Türk seyircisinin karşısına çı-
kardı. DevletTiyatrolan'nınancak
yıllar sonra -yanlış zamanlamayla-
dağanna alabildiği oyunlar...
AST 40. yaşına yeni bir 'Godot'yu
Bekfcrken' ile basıyor. Kırk yıl ön-
ceki 'ilk5
oyunun anısına yapılmış
bir çalışma. Çeviri aynı (Ferit Ed-
gû'nün), çevre düzenlemesi yine
Yücel Tanyeri'nin. 1963 yapımı-
ndaAsaf Çiyiltepe imzasını taşıyan
rejisi, bu kez Işık Toprak üstlen-
miş. Vladimir'i Güner Sümer'in,
Estragon'u IşıkToprak'ın, Pozzo'yu
Tunca Yönder'in, Lucky'yi Gündüz
Kahç'ın (sonra Çetin Öner'in) can-
landırdığı ilk kadronun yerini sıra-
sıyla Umut Toprak-Devrim Evin,
Hakan Sahnmış, Erol Demiröz ve
Cengiz Sezgin almış.
'Godot'yu beklemek' deyimleşti
Ve köprülerin altından çok su ak-
mış... 1963'teve-AST'5.Yü'ınagı-
rerken- 1967'de sunulan "Godot'yu
Beklerken' 'öncû' (avangard) bir
oyundu. O günlerden bugüne çok ko-
nuşuldu, hakkında çok yazıldı, ül-
kemizde ve dünya sahnelerinde on-
larca kez daha sahnelendi. Çeviri-
leri çoğaldı, üniversite tiyatro ve
edebiyat bölümlerinde okutulan bir
çağdaş klasikti artık. Sahnedeki gö-
rüntüsü çeşitlendi. Yapıt, bir dolu
farklı estetik ve düşünsel 'konsep'te
esin kaynağı oldu. 'Godot'yu Bek-
lemek' Türkçede bile deyim olup
çıktı.
Oyunun ilk bölümünü sıkılma-
dan izledim. Oysa 'Godot', 'sıkıl-
nkara Sanat Tiyatrosu, 40. yılına
yeni bir Godot 'yu Beklerken yapımı ile
girdi. 40 yıl önceki 'ilk oyun' olan
'Godot 'nun anısına yapılmış bir
çalışma. 1963 'te öncü sayılan oyun
bugün çağdaş bir klasik artık.
ma'yı 'dramlaşüran' bir oyundur.
('Bekleme' edimi ile 'süahna' olgu-
su ikizdir çünkü.) îkinci bölümde ise
neden sıkılmadığımı anlamaya ça-
lıştım. Sıkılmıyordum. çünkü oyun
metni düz bir hızla akıyordu ve ben
gerekli vurguları. gerekli durakla-
n, çevirinin seyirciyi tökezlettiği
noktaları kafamdaki bilgisayarda
yeniden düzenliyordum. Çünkü sah-
ne olayı, özgün metnin içerdiği 'bek-
lemenin geriKmi' ile, beklemeyi ko-
laylaştıran 'oyun'lar ve 'tarbşmalar'
ya da Pttzzo ve Lucky'nin yer aldı-
ğı sahnelerde oluşan devinim ara-
sına görsel/işitsel bir aynm konma-
dan sürüyordu. Oyunu bilmeyen se-
yirci olayı nasıl algılıyordu?
tlk kez 1967 'de izlediğım ve 1963
yapımının içerdiği anlayışa bağlı
kaldığını sandığım ikinci AST ya-
pımının yeterince 'grotesk' ve 'sı-
kıa' olduğunu, 80'li yıllardaki ADT
yapımının Madimir ve Estragon
yorumlan bağlamında ilginç buluş-
lar içermesine karşın 'tarüm'sız bir
hareket düzeni izledigini, 1990'lar-
da ODTÜ Oyunculan'nın Fransız-
ca ve Ingilizce metinlerin karşılaş-
tırmalı bir çevirisini -birkaç çeviri-
yi buluşturarak- oluşturmada ve
oyunu Beckett'in de öngördüğü gi-
bi bir sirk gösterisi anlayışıyla 'bu-
nık/güldürücü' kılmada başanlı bir
çizgi yakaladığını, İBŞT'nin Or-
han Alkaya rejisiyle sunduğu 'Go-
dot' yapımını fazlaca 'neşefi' ve 'eğ-
lendirid' bulduğumu söyleyebili-
rim.
2002-2003 AST yapımında ıse
'grotesk' öğe -nedense- dışlanmış
görünüyor. Oyuncular, sirk soytan-
lan bağlamında güldürücü bir ha-
reket komiği oluşturan 'güçlükle
ayakkabı çıkanp giyme' eylemini
bile su-adan bir işleme dönüştürür-
ken, Vladimir'in kafasını kaşındı-
ran şapka da doğal yaşantımızdaki
herhangi bir hareket olup çıkmış.
'Sessizlikler yok olmuş'
Belirli anlam kesitlerinden oluşan
diyalog parçalan arasındaki 'sessiz-
likler' en aza indirgenerek 'anlam-
b sözler'in anlam yitirdiği ya da dik-
katten kaçtığı 'doğabmsı' bir akış
sağlanmış. (Oysa Beckett, amaçlı yi-
nelemelerle, susma, oyun oynama,
öfkelenme^bağırma ve sakinleş-
me/kendi kendine konuşma aşama-
lannı iç içe ve yan yana getirerek
tartımı sürekli olarak değişen, de-
ğiştikçe bir duyarhk kesitinden bir
başka duyarhk kesitine geçiş veren
bir müzik yapıtı gibi düzenlemiş
oyununu.)
Dahası, (bir iki 'soytanca' hare-
ket sayılmazsa) karakterler de 'do-
ğal' boyutlardaki kişilikler olarak
yorumlanmış. Karşıt özellikleri siv-
riltilmediği için birbirini tamamla-
yan Vladimir ve Estragon, neredey-
se 'babacan' sonra da 'acması' Poz-
zo (acunasız efendi) ve sanki doğal
biçimde ihtiyarlamış gibi davranan
ve konuşan Lucky (ezilen köle).
Lucky'nin ilk perdede yaptığı ve
sonunda çıldırtıcı bir 'bozuk plak'
etkisine ulaşan uzun tiradı, Batı uy-
garlığında 'dûşünce'nin ve 'söz'ün
'iflas' ettiğinin göstergesidir. Oysa
bu sahne yaşlı bir adamın 'mecal-
siz' mınldanmalan olarak yansıtı-
lıyor.
'Grotesk' doğallaşûrılmış
'Grotesk' olanın böylece doğal-
laştırümasıyla oyunun tüm anlam ke-
sitleri hemen hemen aynı vurguyu
alıyor. Bu nedenle de pek çok diya-
log parçası -yeterince vurgulanma-
dığı için- anlam yitiriyor. "Hadigi-
detim. Gidemeviz. Neden? Godot'yu
bekliyoruz.Tuh,öyleyaT>
yineleme-
si bile... Anlam yitimine bir neden
de 'tonlama' yanlışlan. Oyun, yö-
netmen Işık Toprak' ın da dediği gi-
bi 'insanın anlamsız bir varoluşa
tutsaklığı' üstünedir. Ancak her sa-
tın (dizesi) anlam yüklüdür. Bec-
kett'in deyişiyle de oyun bir 'trajik
fars'tır. Oysa sahne anlatımında
'grotesk'in ('soytanca abartma'nın)
yeterince değerlendirilmeyişi so-
nucunda karakterler ne 'güldürü-
cû' olabilmekte, ne de 'burukhık'
kotarabihnektedir.
Yine de derli toplu bir çalışma
söz konusudur. Önümüzdeki gün-
lerde, oyuncular birbirine alıştıkça
ya da yeni prova aşamalannda bel-
ki 'vurgu'lar netleşecek, belki tar-
tım sorunu da çözümlenecektir.
Önemli olan, 'Godot'yu Bekler-
ken'in seyirci ya da okur olarak za-
ten bilenlere değil, bilmeyenlere
seslenmesindeki başandır. Bunu da
zaman gösterecek.
Oyunun basın gecesinde AST'ın
artık saçlanna ak düşmüş, çoğu ora-
da konuk olarak bulunan emekçi-
lerini alkışladık. Onlann da, AST'ın
da, yeni yapımın da ömrü uzun ol-
sun...
Ydmaz
Erdoğan'm
yazıp)önettiği,
her kesimden
insanın
yaşammdan
parçalar
bulabileceği
oyunda Yılmaz
Erdoğan ve
DemetAkbağ
bilinen etküıKk-
leriyle ön
planda. Altan
Erkekli ise en
•sade, en doğal
görünümüyle
mihenktaşL
BKM oyunculan kendi çizgilerinde ilerliyor
'Bana Bir Şeyhler Oluyor'
NURSENKARAS
Dolu salonda tiyatro izlemenin zev-
kini yaşatan bir başka oyun: Bana Bir
Şeyhler Oluyor. YaşarKemal'in "Yer
Demir Gök Bakn-" romanı ile Cevat
Fehmi Başkut un Buzlar Çözülme-
den adlı oyununu anımsatan, ama
kendine özel çizgide; kitleye seslene-
rek, ama basitleşmeden; akıl denge-
sini yitiren birinin üstün kişi yerine
konulduğu bir oyun. Perde açıldığın-
da bir tutukevinin koridorlannda vol-
ta atanlar görülüyor.
Bir banka soyguncusu (YıtmazEr-
doğan), soymaya çahşırken yakalan-
dığıbankanınsahibinin(SaMhKaKon)
ardından gitmektedir: "Sen sahip ol-
duğun bankayı niye soydun, nasıl soy-
dun?'' Kendi savunması da ılginçtir:
"Mecbur kabnca çalana hırsız den-
mez." Elinde bavulu, yeni bir turuk-
hınun gelişiyle konu değişin Hilmı Du-
ran (Altan Erkekli). Konuşmaktan
başka bir şey yapmamıştır; üstelik
özrünü belgeleyen bir deli raporu da
vardır, ama tutukludur. Sahne, yaşa-
mın başına dönüyor. Sade bir evin sa-
lonunda, televizyon ekranryla secca-
desi arasında yaşayan büyükanne
(Zerrin Sümer), evi yaşatan anne De-
metAkbağ. klip çekrneye çahşan oğul
Tolga Çevik, sevgilisiyle buluşmak-
tan acıyla dönen genç kız BbunırKa-
ya ve işten çıkanlan baba. Oyun ge-
liştikçe arkadaşlarla evsahibi-kapıcı
Sinan Bengier de ekleniyor.
Ailenin yaşamında her şey ters dön-
müştür. Tek umut borsadaki para da
sıfirlanacaktır. Ki baba, bu haberle
krize girer. Kımıltısız, suskungövde-
si elektrik şokuyla açıldığında da ko-
nuşmaya başlar.
Tann'yla konuşmaktadır; düz bir
duvarüzerinde insanlargörmektedir.
Gizemli sözleri işgüzar arkadaş Ad-
nan'm (Yıknaz Erdoğan) düzenle-
mesiyle dinleyici toplamaya başlar:
"Her canlı seçilmişür, ama seçüdiğini
bflemez." " Yalnızdır insan, kalabahk-
lara kanşma isteği bundan." "Zulüm,
kimse zalimlik yapmayınca biter."
"Oyunlan savaş gibi görenler, savaşı
oyun gibi görüyorlar." llgi paraya dö-
nüştürülürken çevredeki herkes de
renk değiştirir. Artık Hilmi Duran bir
"ermiş" kişidir, her sözü tılsımlıdır,
şifa dağıtmaktadır. Televizyon kame-
ralannın işe kanşmasıyla oyun tutu-
kevinde biter.
Yılmaz Erdoğan'm yazıp yönetti-
ği, her kesimden insanın yaşamın-
dan, düşüncelerinden parçalar bula-
bileceği oyunda Yılmaz Erdoğan, De-
met Akbağ bilinen etkinlikleriyle ön
planda. Altan Erkekli en sade, en do-
ğal görünümüyle mihenk taşı. Genç
oyuncular da başanlı. Bazılan özde-
yiş niteliğindeki Hilmi Duran mono-
loglan ve yer yer bazı diyaloglar oyu-
nu bir çarpım cetveli gibi kesintisiz
götürüyor.
'Taş fınn'lı, 'light'lı, 'Havuç'lu ilginç bir televizyon dizisi
Dikkat edelim, Jdmseler duymasın
HALUK ŞEVKET ATASE\TN
Televizyon kanallanmızın, pi-
reyi deve yapmak ve deveyi pi-
renin içinde saklamak gibi özel-
liklerinin yanı sıra, güzel diye çir-
kini, yararlı diye yararsızı günlük
yaşanhmızın her anında görünür
kılmak gibi bir özellikleri daha var.
Bilmem yanlış mı girdim konu-
ya, yazının başlığı 'Kimseler duj-
nıasın' değil de 'Herkes duysun'
mu olmalrydı, bakalım...
Uzunca süredir TV ekranlann-
da göregeldiğimiz bir dizi var:
"ÇoculdarDuymasnı''. Acaba ne-
yi duymasın çocuklar?.. Anne ve
babalannın bütün gün tükenme-
yen kavgalannı mı?.. Yoksa çocuk
sahibi olmak için türlü çeşitli te-
davi yöntemleri deneyen iş ve ai-
le dostlannı mı?.. Işyerinde dur-
madan kadın peşinde koşan, ka-
dın- erkek ilişkilerıni cinsellik
üzerine yoğunlaştıran o sevimli
çalışma arkadaşlannı mı?.. Da-
hası aile büyüklerinden, müsteşar-
lıktan emekli büyükbabanın içi
boş ve çocuksu davTanışlannı mı?..
Oysa dizide "Havuç" sözcüğüy-
le çağnlan çocuk, ablasıyla birlik-
te profesyonelce düzenlemeler
yaparak "Çocuklar Duymasuı"
başlığını "AnneterveBabalarDuy-
masm"a çeviriyor... Özellikle Ha-
\uç için yazılan sözler, çocuğun
kendi çocuk kimliğine aykın dü-
şecek tümcelerle dolu. O da za-
ten bütün bu sözleri benimseye-
rek değil, inanmadan ve acemice
bir tavırla söyleyerek onlara ya-
bancılaşıyor... Ha\uç'u aynı za-
manda reklamlarda da izliyoruz.
"Çocuklar Duymasm"ın kahra-
manı, reklamlarda adeta ünlen-
miş bir işadamı görünümünde...
Şimdi bu diziye "Çocuklar Duy-
masın" mı diyelim, yoksa Ha-
vuç'un ablasıyla birliİcte annele-
rinin babalanndan ayrılmasını
önlemek için kurduklan düzene
ya da bir başka olay örgüsü için-
de uyguladıklan plana bakıp di-
zinüı adını "Anneler ve Babalar
DuyTnasın^a mı dönüştürelim.
Bu tür her olaydan sonra anne
Resimdeki aile i\i örnek nıi. voksa kötü örnek mi?
ve baba birbirlerine "mutfağa" ko-
mutunu vereceklerdir. Ve onlar
mutfakta, çocuklar ise aile için-
de yeni dengeler oluşturmaya baş-
layacaklardır. Örneğin, babanın
anneye banşmalarından ötürü ve-
receği hediyeyi Ha\uç yanhşlık-
la alıp yeni yıl hediyesi olarak sı-
nıf öğretmenine götürecek ve bu
paketin içinden kadın iç çama-
şırlan çıkacaktır.
Değişen toplum ve ahlak
Her konuda aktarmacı olan eğit-
sel ve kültürel kimliğimiz. tophan-
sal değişmelerin hızını arttırmak-
ta, dolayısıyla yeni toplumun ah-
lak anlayışı eskimiş ahlak anla-
yışımızın etkisinde kalmaktadır.
Ve bu da önümüze içeriği olma-
yan biçimler getirmektedir. Oy-
sa değişen toplumla onun getire-
ceği ahlak anlayışı birbirleriyle eş-
güdüm içinde olmalıdır.
Henüz çocukluk çağını yaşayan
-ya da yaşayamayan- bir örnek-
le daha karşı karşıyayız. Daha
önce de belirlediğimiz gibi, özel-
likle çocuklar 6-12 yaşlan ara-
sında bir meta olarak sömürülü-
yor; çocuk hele bir de TV ekran-
larına çıkıp birkaç düzgün cüm-
le söyleyebiliyorsa üstün zekâlı sa-
yılıyor... Oysa çocuklar da, deği-
şen toplumla birlikte, aynı doğ-
rultuda içeriği olmayan biçimler
haline geliyorlar. Ve elbette çağ-
daş eğitim ve kültürden yoksun,
umarsız toplum içinde eriyip gi-
diyorlar. Acaba "Çocuklar Duy-
masm" adlı dizide çiziktirilen yoz
atmosfer içindeki çocuklann duy-
masını istemediğimiz içi boş olay-
lan onlara gösterip "Siz bunlan
görmemiş olun" mu demek isti-
yoruz, yoksa 'Büj'üj'ünce sakmoia
bunlan yapmayın, kendinizi bun-
lardan uzaktutun" mu demek is-
tiyoruz?.. Şimdilerde yeryerinden
oynuyor, bu diziye ödüller veri-
liyor, bir üniversitemizin kampu-
sunda açık oturumlar düzenleni-
yor... Işte güya çocuklan ve genç-
leri eğitecek, eğitsel ve kültürel
birmesaj sizlere. Duydukduyma-
dık demeyin...
YAZIODASI
SELİM İLERİ
Günah Şehri (3)
Payitaht Istanbul'un çöküşüne, göçüp gidişine
çok yakından tanıklık eden Yakup Kadri, şehir-
den handiysetiksinmiştir. Bazı düzyazılarında, şe-
hir halkının, belli bir kesimin Anadolu'daki müca-
deleye o kadar kayıtsız, şuralarda buralarda ge-
zip tozuyor oluşuna tiksintiyle bakar.
Bu yaklaşım, giderek, Istanbullu'dan büsbütün
soğumasına yol açacaktır.
Romancı, Ankara'da (1934) başkent Ankara'yı
dünü, Cumhuriyet'in ilk yılları ve gelecekteki Tür-
kiye ütopyası aşamalarında anlatır. Romanın baş
kişileri Ankara'ya hemen hep Istanbul'dan gelmış-
lerdir. Yetiştikleri Istanbul'la Anadolu kenti Anka-
ra arasında şaşırtıcı birgelgite kapılııiar. Ankara'yı,
Anadolu yaşamasını, çoğu kez küçümserler.
Aynı yadırgayış, küçümsemeden uzak biçimde,
Kurtuluş Savaşı sırasında bir Anadolu köyüne çe-
kilen, Istanbullu paşa oğlu, kolunu kaybetmiş Ah-
met Celal'in Vaban'daki (1932) serüveninde de iş-
lenmiştir. Ne var ki, bilinçli bir aydın olan Ahmet
Celal, günah şehri Istanbul'un bütün memleketi sö-
mürdüğünü usul usul ayırt edecektir...
Istibdat döneminde Fransa'ya kaçan Jön Türk-
ler'in yıkımlı hıkâyesi niteliğindeki BirSürgün (1937)
II. Abdülhamit dönemi Istanbulu'ndan izdüşüm-
ler aktanr. Kent, artık, puslu bir anımsayıştan iba-
rertir.
İki ciltlik Panorama (1953- 1954) Cumhuriyet
dönemini geniş perspektiften, sayısı hayli kabarık
kişiler aracılığıyla anlatmayı dener.
Panorama, yazık ki, Yakup Kadri'nin üzerinde pek
durulmamış bir eseridir. Günün genel görünümü
çizilirken, yüzyıllardan şimdiye yansımış sorunlar
irdelenir. Istanbul, geçmişten devraldığı bu sorun-
ları çözememiş, bir süre için örtbas etmiş, şimdi,
Cumhuriyet'in ilkelerini hiçe sayarak, yeniden ya-
şamaya koyulmuştur.
Yakup Kadri, son romanı Hep O Şarkı'da (1956)
"bireski devirhanımı" olan Münire'nin hatıra def-
terinden yola çıkar görünerek, değerierini yitirme-
ye mahkûm payitaht IstanbuPa bir kez daha dö-
ner.
Nafi Molla Konağı'nı, bir Boğaziçi yalısını, Ab-
dülmecid'in tahta çıkışından II. Abdülhamid'in ilk
yirmi yılına açılan zaman diliminde tanınz. Sakin,
huzurlu Istanbul, dış görünümden iç görünüme yak-
laşıldığında, iç karartıcı, gönül kırgını bir kent ol-
maktadır.
Bireysel söylemin ağır bastığı eserde, devirierin
siyasal ve toplumsal genel görünümü, bilinçli bir
seçimle, arka planda bırakılmış; ne var ki, her bi-
rinin birey üstündeki derin ruhsal etkisi inceden in-
ceye saptanmıştır.
Münire'nin yangın yerinde çocukluğunun evle-
rini, yalılarını aradığı sahne adeta simgeseldir. Bir
zamanlar uçsuz bucaksızlık duygusu vermiş boş
arsa, yangından sonra, avuç içi kadar bir yerdir.
Ve hayatlar da bu kentte öyle boş, öyle dardır...
Yakup Kadri'nin belki de en yalın romanı olan Hep
O Şarkı, kırık bir aşk hikâyesi çerçevesinde, kötü-
cül Istanbul'da yok olup gidişin hüzünlü bir tuta-
nağı gibidir.
Modern Türk romanının kuruculanndan Yakup
Kadri, eserlerinde Istanbul'a daima yer vermiş,
şehrin geniş tarih yelpazesinden yararlanarak, dö-
nemlerin çizelgesini çıkarmış ve son bir buçuk
yüzyılın Istanbullu kimliğini deşmiştir.
Yüksek zümresınde 'günah şehri' kimliği edinen
Istanbul, örnekse Kiralık Konak'ta, savaşların sür-
günü, yıkık yıprak, yaralı ve sakat, çökkün, umar-
sız kişileriyle birdenbire annmak ister... Ne var ki,
'işbirlikçi' Istanbul her zaman kirli saltanatını ko-
ruyacaktır.
Takvimde tz Bırakan:
"(...) neredeyse kendilerini yalnızlığa, acı çek-
meye ve ölüme mahkûm etmişlerdir." Serol Te-
ber, Aşiyan'daki Kâhın, Okuyan Us Yayın, 2002.
Caine ve Duvall'ın yeni fılmi
• Kültür Servisi - Akademi ödüllü Michael
Caine ve Robert Duvall, yeni fılmleri
'Secondhand Lions' için Haley Joel Osment'le
işbirliği yapıyorlar. Film, genç bir çocuğun ilginç
dayılanyla arasındaki ilişkiyi konu alan komik
bir aile macerası. 'Secondhand Lions'ın en
büyük özelliklerinden biri Caine ve Duvall'ın
1976 yılı yapımı John Struges filmi 'The Eagle
Has Landed'dan sonra ilk kez aynı filmde bir
araya gelmiş olmalan. Film 2003 yılı bahar
aylannda sinemaseverlerle buluşacak.
Rabih Abou-Khaia Group
• Kültür Servisi - Lübnan asıllı, Munıh te
yaşayan ut virtüözü Rabih Abou-Khalil 16
Ocak'ta saat 21.30'da ve 17 Ocak'ta saat 23.00'te
Babylon'da müzikseverlerin karşısında olacak.
Dünya müziğinin kalıplaşmış formlanna meydan
okuyan besteci ve enstrümantalist sanatçıya
gecede Michel Godard (tuba), Gabriele
Mirabassi (klarinet), Luciano Biondini
(akordeon) ve Jarrod Cagwin (davul) eşlik
edecek. Caz geleneğine sıkı sıkıya sanlan
tarzının temelleri üzerine Doğu Akdeniz ezgileri
ve Arap edebiyatının en güzel şiirlerini oturtan
Khalil. klasik Arap müziğinin vazgeçilmez
enstrümanı udu bir caz gitan esnekliğinde
kullanıyor. Sanatçı, Jan Garbarek, Kronos String
Quartet, Sonny Fortune, Glenn Valez ve Miton
Cardona gibi isimlerle çalıştı. 1999 yılında
çıkardığı 'The Cactus of Knowledge' Avrupa'nın
en çok satan caz albümü olurken, Almanya'nuı
prestijli müzik okulu Phono Akademisi
tarafindan da 5 ödüle layık görüldü. Bilet
fiyatlan 16 Ocak için masa 28 milyon, ayakta 22
milyon 500, 17 Ocak içinse masa 33 milyon 500
bin, ayakta 28 milyon olarak belirlendi.
(0216454 15 55)