29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14OCAK2003SALI 14 KULTUR kultur(g cumhuriyet.com.tr SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL AST 40 yaşına 'Godot' ile girdiAnkara Sanat Tiyatrosu 1963 Ara- lık ayında. bugünkü salonunda 'Go- dot'yu Beklerken' ile etkinliklerine başlamıştı. Ülkenin sıklıkla yaşadı- ğı toplumsal-politik-ekonomik-kül- türel iniş çıkışlar doğrultusunda, ki- mi zaman yükselen değerlenn ön- cülüğünü yaparak, kimi zaman da yükselen 'başka' değerler tarafın- dan dışlanarak bugüne ulaştı. AST'a yüzlerce sanatçı emek ver- di. Kimi kısa, kimi çok uzun sürey- le. Topluluk bir çözüldü, bir topar- landı. Son 20 yıl içinde parasal sı- kıntılar yaşadı. Zaman zaman seyir- ciyle iletişim kurmakta zorlandı. Yine de 40 yıl boyunca, birçok önemli yerli ve yabancı oyunu, ço- ğu kez doğru bir zamanlamayla, ilk kez Türk seyircisinin karşısına çı- kardı. DevletTiyatrolan'nınancak yıllar sonra -yanlış zamanlamayla- dağanna alabildiği oyunlar... AST 40. yaşına yeni bir 'Godot'yu Bekfcrken' ile basıyor. Kırk yıl ön- ceki 'ilk5 oyunun anısına yapılmış bir çalışma. Çeviri aynı (Ferit Ed- gû'nün), çevre düzenlemesi yine Yücel Tanyeri'nin. 1963 yapımı- ndaAsaf Çiyiltepe imzasını taşıyan rejisi, bu kez Işık Toprak üstlen- miş. Vladimir'i Güner Sümer'in, Estragon'u IşıkToprak'ın, Pozzo'yu Tunca Yönder'in, Lucky'yi Gündüz Kahç'ın (sonra Çetin Öner'in) can- landırdığı ilk kadronun yerini sıra- sıyla Umut Toprak-Devrim Evin, Hakan Sahnmış, Erol Demiröz ve Cengiz Sezgin almış. 'Godot'yu beklemek' deyimleşti Ve köprülerin altından çok su ak- mış... 1963'teve-AST'5.Yü'ınagı- rerken- 1967'de sunulan "Godot'yu Beklerken' 'öncû' (avangard) bir oyundu. O günlerden bugüne çok ko- nuşuldu, hakkında çok yazıldı, ül- kemizde ve dünya sahnelerinde on- larca kez daha sahnelendi. Çeviri- leri çoğaldı, üniversite tiyatro ve edebiyat bölümlerinde okutulan bir çağdaş klasikti artık. Sahnedeki gö- rüntüsü çeşitlendi. Yapıt, bir dolu farklı estetik ve düşünsel 'konsep'te esin kaynağı oldu. 'Godot'yu Bek- lemek' Türkçede bile deyim olup çıktı. Oyunun ilk bölümünü sıkılma- dan izledim. Oysa 'Godot', 'sıkıl- nkara Sanat Tiyatrosu, 40. yılına yeni bir Godot 'yu Beklerken yapımı ile girdi. 40 yıl önceki 'ilk oyun' olan 'Godot 'nun anısına yapılmış bir çalışma. 1963 'te öncü sayılan oyun bugün çağdaş bir klasik artık. ma'yı 'dramlaşüran' bir oyundur. ('Bekleme' edimi ile 'süahna' olgu- su ikizdir çünkü.) îkinci bölümde ise neden sıkılmadığımı anlamaya ça- lıştım. Sıkılmıyordum. çünkü oyun metni düz bir hızla akıyordu ve ben gerekli vurguları. gerekli durakla- n, çevirinin seyirciyi tökezlettiği noktaları kafamdaki bilgisayarda yeniden düzenliyordum. Çünkü sah- ne olayı, özgün metnin içerdiği 'bek- lemenin geriKmi' ile, beklemeyi ko- laylaştıran 'oyun'lar ve 'tarbşmalar' ya da Pttzzo ve Lucky'nin yer aldı- ğı sahnelerde oluşan devinim ara- sına görsel/işitsel bir aynm konma- dan sürüyordu. Oyunu bilmeyen se- yirci olayı nasıl algılıyordu? tlk kez 1967 'de izlediğım ve 1963 yapımının içerdiği anlayışa bağlı kaldığını sandığım ikinci AST ya- pımının yeterince 'grotesk' ve 'sı- kıa' olduğunu, 80'li yıllardaki ADT yapımının Madimir ve Estragon yorumlan bağlamında ilginç buluş- lar içermesine karşın 'tarüm'sız bir hareket düzeni izledigini, 1990'lar- da ODTÜ Oyunculan'nın Fransız- ca ve Ingilizce metinlerin karşılaş- tırmalı bir çevirisini -birkaç çeviri- yi buluşturarak- oluşturmada ve oyunu Beckett'in de öngördüğü gi- bi bir sirk gösterisi anlayışıyla 'bu- nık/güldürücü' kılmada başanlı bir çizgi yakaladığını, İBŞT'nin Or- han Alkaya rejisiyle sunduğu 'Go- dot' yapımını fazlaca 'neşefi' ve 'eğ- lendirid' bulduğumu söyleyebili- rim. 2002-2003 AST yapımında ıse 'grotesk' öğe -nedense- dışlanmış görünüyor. Oyuncular, sirk soytan- lan bağlamında güldürücü bir ha- reket komiği oluşturan 'güçlükle ayakkabı çıkanp giyme' eylemini bile su-adan bir işleme dönüştürür- ken, Vladimir'in kafasını kaşındı- ran şapka da doğal yaşantımızdaki herhangi bir hareket olup çıkmış. 'Sessizlikler yok olmuş' Belirli anlam kesitlerinden oluşan diyalog parçalan arasındaki 'sessiz- likler' en aza indirgenerek 'anlam- b sözler'in anlam yitirdiği ya da dik- katten kaçtığı 'doğabmsı' bir akış sağlanmış. (Oysa Beckett, amaçlı yi- nelemelerle, susma, oyun oynama, öfkelenme^bağırma ve sakinleş- me/kendi kendine konuşma aşama- lannı iç içe ve yan yana getirerek tartımı sürekli olarak değişen, de- ğiştikçe bir duyarhk kesitinden bir başka duyarhk kesitine geçiş veren bir müzik yapıtı gibi düzenlemiş oyununu.) Dahası, (bir iki 'soytanca' hare- ket sayılmazsa) karakterler de 'do- ğal' boyutlardaki kişilikler olarak yorumlanmış. Karşıt özellikleri siv- riltilmediği için birbirini tamamla- yan Vladimir ve Estragon, neredey- se 'babacan' sonra da 'acması' Poz- zo (acunasız efendi) ve sanki doğal biçimde ihtiyarlamış gibi davranan ve konuşan Lucky (ezilen köle). Lucky'nin ilk perdede yaptığı ve sonunda çıldırtıcı bir 'bozuk plak' etkisine ulaşan uzun tiradı, Batı uy- garlığında 'dûşünce'nin ve 'söz'ün 'iflas' ettiğinin göstergesidir. Oysa bu sahne yaşlı bir adamın 'mecal- siz' mınldanmalan olarak yansıtı- lıyor. 'Grotesk' doğallaşûrılmış 'Grotesk' olanın böylece doğal- laştırümasıyla oyunun tüm anlam ke- sitleri hemen hemen aynı vurguyu alıyor. Bu nedenle de pek çok diya- log parçası -yeterince vurgulanma- dığı için- anlam yitiriyor. "Hadigi- detim. Gidemeviz. Neden? Godot'yu bekliyoruz.Tuh,öyleyaT> yineleme- si bile... Anlam yitimine bir neden de 'tonlama' yanlışlan. Oyun, yö- netmen Işık Toprak' ın da dediği gi- bi 'insanın anlamsız bir varoluşa tutsaklığı' üstünedir. Ancak her sa- tın (dizesi) anlam yüklüdür. Bec- kett'in deyişiyle de oyun bir 'trajik fars'tır. Oysa sahne anlatımında 'grotesk'in ('soytanca abartma'nın) yeterince değerlendirilmeyişi so- nucunda karakterler ne 'güldürü- cû' olabilmekte, ne de 'burukhık' kotarabihnektedir. Yine de derli toplu bir çalışma söz konusudur. Önümüzdeki gün- lerde, oyuncular birbirine alıştıkça ya da yeni prova aşamalannda bel- ki 'vurgu'lar netleşecek, belki tar- tım sorunu da çözümlenecektir. Önemli olan, 'Godot'yu Bekler- ken'in seyirci ya da okur olarak za- ten bilenlere değil, bilmeyenlere seslenmesindeki başandır. Bunu da zaman gösterecek. Oyunun basın gecesinde AST'ın artık saçlanna ak düşmüş, çoğu ora- da konuk olarak bulunan emekçi- lerini alkışladık. Onlann da, AST'ın da, yeni yapımın da ömrü uzun ol- sun... Ydmaz Erdoğan'm yazıp)önettiği, her kesimden insanın yaşammdan parçalar bulabileceği oyunda Yılmaz Erdoğan ve DemetAkbağ bilinen etküıKk- leriyle ön planda. Altan Erkekli ise en •sade, en doğal görünümüyle mihenktaşL BKM oyunculan kendi çizgilerinde ilerliyor 'Bana Bir Şeyhler Oluyor' NURSENKARAS Dolu salonda tiyatro izlemenin zev- kini yaşatan bir başka oyun: Bana Bir Şeyhler Oluyor. YaşarKemal'in "Yer Demir Gök Bakn-" romanı ile Cevat Fehmi Başkut un Buzlar Çözülme- den adlı oyununu anımsatan, ama kendine özel çizgide; kitleye seslene- rek, ama basitleşmeden; akıl denge- sini yitiren birinin üstün kişi yerine konulduğu bir oyun. Perde açıldığın- da bir tutukevinin koridorlannda vol- ta atanlar görülüyor. Bir banka soyguncusu (YıtmazEr- doğan), soymaya çahşırken yakalan- dığıbankanınsahibinin(SaMhKaKon) ardından gitmektedir: "Sen sahip ol- duğun bankayı niye soydun, nasıl soy- dun?'' Kendi savunması da ılginçtir: "Mecbur kabnca çalana hırsız den- mez." Elinde bavulu, yeni bir turuk- hınun gelişiyle konu değişin Hilmı Du- ran (Altan Erkekli). Konuşmaktan başka bir şey yapmamıştır; üstelik özrünü belgeleyen bir deli raporu da vardır, ama tutukludur. Sahne, yaşa- mın başına dönüyor. Sade bir evin sa- lonunda, televizyon ekranryla secca- desi arasında yaşayan büyükanne (Zerrin Sümer), evi yaşatan anne De- metAkbağ. klip çekrneye çahşan oğul Tolga Çevik, sevgilisiyle buluşmak- tan acıyla dönen genç kız BbunırKa- ya ve işten çıkanlan baba. Oyun ge- liştikçe arkadaşlarla evsahibi-kapıcı Sinan Bengier de ekleniyor. Ailenin yaşamında her şey ters dön- müştür. Tek umut borsadaki para da sıfirlanacaktır. Ki baba, bu haberle krize girer. Kımıltısız, suskungövde- si elektrik şokuyla açıldığında da ko- nuşmaya başlar. Tann'yla konuşmaktadır; düz bir duvarüzerinde insanlargörmektedir. Gizemli sözleri işgüzar arkadaş Ad- nan'm (Yıknaz Erdoğan) düzenle- mesiyle dinleyici toplamaya başlar: "Her canlı seçilmişür, ama seçüdiğini bflemez." " Yalnızdır insan, kalabahk- lara kanşma isteği bundan." "Zulüm, kimse zalimlik yapmayınca biter." "Oyunlan savaş gibi görenler, savaşı oyun gibi görüyorlar." llgi paraya dö- nüştürülürken çevredeki herkes de renk değiştirir. Artık Hilmi Duran bir "ermiş" kişidir, her sözü tılsımlıdır, şifa dağıtmaktadır. Televizyon kame- ralannın işe kanşmasıyla oyun tutu- kevinde biter. Yılmaz Erdoğan'm yazıp yönetti- ği, her kesimden insanın yaşamın- dan, düşüncelerinden parçalar bula- bileceği oyunda Yılmaz Erdoğan, De- met Akbağ bilinen etkinlikleriyle ön planda. Altan Erkekli en sade, en do- ğal görünümüyle mihenk taşı. Genç oyuncular da başanlı. Bazılan özde- yiş niteliğindeki Hilmi Duran mono- loglan ve yer yer bazı diyaloglar oyu- nu bir çarpım cetveli gibi kesintisiz götürüyor. 'Taş fınn'lı, 'light'lı, 'Havuç'lu ilginç bir televizyon dizisi Dikkat edelim, Jdmseler duymasın HALUK ŞEVKET ATASE\TN Televizyon kanallanmızın, pi- reyi deve yapmak ve deveyi pi- renin içinde saklamak gibi özel- liklerinin yanı sıra, güzel diye çir- kini, yararlı diye yararsızı günlük yaşanhmızın her anında görünür kılmak gibi bir özellikleri daha var. Bilmem yanlış mı girdim konu- ya, yazının başlığı 'Kimseler duj- nıasın' değil de 'Herkes duysun' mu olmalrydı, bakalım... Uzunca süredir TV ekranlann- da göregeldiğimiz bir dizi var: "ÇoculdarDuymasnı''. Acaba ne- yi duymasın çocuklar?.. Anne ve babalannın bütün gün tükenme- yen kavgalannı mı?.. Yoksa çocuk sahibi olmak için türlü çeşitli te- davi yöntemleri deneyen iş ve ai- le dostlannı mı?.. Işyerinde dur- madan kadın peşinde koşan, ka- dın- erkek ilişkilerıni cinsellik üzerine yoğunlaştıran o sevimli çalışma arkadaşlannı mı?.. Da- hası aile büyüklerinden, müsteşar- lıktan emekli büyükbabanın içi boş ve çocuksu davTanışlannı mı?.. Oysa dizide "Havuç" sözcüğüy- le çağnlan çocuk, ablasıyla birlik- te profesyonelce düzenlemeler yaparak "Çocuklar Duymasuı" başlığını "AnneterveBabalarDuy- masm"a çeviriyor... Özellikle Ha- \uç için yazılan sözler, çocuğun kendi çocuk kimliğine aykın dü- şecek tümcelerle dolu. O da za- ten bütün bu sözleri benimseye- rek değil, inanmadan ve acemice bir tavırla söyleyerek onlara ya- bancılaşıyor... Ha\uç'u aynı za- manda reklamlarda da izliyoruz. "Çocuklar Duymasm"ın kahra- manı, reklamlarda adeta ünlen- miş bir işadamı görünümünde... Şimdi bu diziye "Çocuklar Duy- masın" mı diyelim, yoksa Ha- vuç'un ablasıyla birliİcte annele- rinin babalanndan ayrılmasını önlemek için kurduklan düzene ya da bir başka olay örgüsü için- de uyguladıklan plana bakıp di- zinüı adını "Anneler ve Babalar DuyTnasın^a mı dönüştürelim. Bu tür her olaydan sonra anne Resimdeki aile i\i örnek nıi. voksa kötü örnek mi? ve baba birbirlerine "mutfağa" ko- mutunu vereceklerdir. Ve onlar mutfakta, çocuklar ise aile için- de yeni dengeler oluşturmaya baş- layacaklardır. Örneğin, babanın anneye banşmalarından ötürü ve- receği hediyeyi Ha\uç yanhşlık- la alıp yeni yıl hediyesi olarak sı- nıf öğretmenine götürecek ve bu paketin içinden kadın iç çama- şırlan çıkacaktır. Değişen toplum ve ahlak Her konuda aktarmacı olan eğit- sel ve kültürel kimliğimiz. tophan- sal değişmelerin hızını arttırmak- ta, dolayısıyla yeni toplumun ah- lak anlayışı eskimiş ahlak anla- yışımızın etkisinde kalmaktadır. Ve bu da önümüze içeriği olma- yan biçimler getirmektedir. Oy- sa değişen toplumla onun getire- ceği ahlak anlayışı birbirleriyle eş- güdüm içinde olmalıdır. Henüz çocukluk çağını yaşayan -ya da yaşayamayan- bir örnek- le daha karşı karşıyayız. Daha önce de belirlediğimiz gibi, özel- likle çocuklar 6-12 yaşlan ara- sında bir meta olarak sömürülü- yor; çocuk hele bir de TV ekran- larına çıkıp birkaç düzgün cüm- le söyleyebiliyorsa üstün zekâlı sa- yılıyor... Oysa çocuklar da, deği- şen toplumla birlikte, aynı doğ- rultuda içeriği olmayan biçimler haline geliyorlar. Ve elbette çağ- daş eğitim ve kültürden yoksun, umarsız toplum içinde eriyip gi- diyorlar. Acaba "Çocuklar Duy- masm" adlı dizide çiziktirilen yoz atmosfer içindeki çocuklann duy- masını istemediğimiz içi boş olay- lan onlara gösterip "Siz bunlan görmemiş olun" mu demek isti- yoruz, yoksa 'Büj'üj'ünce sakmoia bunlan yapmayın, kendinizi bun- lardan uzaktutun" mu demek is- tiyoruz?.. Şimdilerde yeryerinden oynuyor, bu diziye ödüller veri- liyor, bir üniversitemizin kampu- sunda açık oturumlar düzenleni- yor... Işte güya çocuklan ve genç- leri eğitecek, eğitsel ve kültürel birmesaj sizlere. Duydukduyma- dık demeyin... YAZIODASI SELİM İLERİ Günah Şehri (3) Payitaht Istanbul'un çöküşüne, göçüp gidişine çok yakından tanıklık eden Yakup Kadri, şehir- den handiysetiksinmiştir. Bazı düzyazılarında, şe- hir halkının, belli bir kesimin Anadolu'daki müca- deleye o kadar kayıtsız, şuralarda buralarda ge- zip tozuyor oluşuna tiksintiyle bakar. Bu yaklaşım, giderek, Istanbullu'dan büsbütün soğumasına yol açacaktır. Romancı, Ankara'da (1934) başkent Ankara'yı dünü, Cumhuriyet'in ilk yılları ve gelecekteki Tür- kiye ütopyası aşamalarında anlatır. Romanın baş kişileri Ankara'ya hemen hep Istanbul'dan gelmış- lerdir. Yetiştikleri Istanbul'la Anadolu kenti Anka- ra arasında şaşırtıcı birgelgite kapılııiar. Ankara'yı, Anadolu yaşamasını, çoğu kez küçümserler. Aynı yadırgayış, küçümsemeden uzak biçimde, Kurtuluş Savaşı sırasında bir Anadolu köyüne çe- kilen, Istanbullu paşa oğlu, kolunu kaybetmiş Ah- met Celal'in Vaban'daki (1932) serüveninde de iş- lenmiştir. Ne var ki, bilinçli bir aydın olan Ahmet Celal, günah şehri Istanbul'un bütün memleketi sö- mürdüğünü usul usul ayırt edecektir... Istibdat döneminde Fransa'ya kaçan Jön Türk- ler'in yıkımlı hıkâyesi niteliğindeki BirSürgün (1937) II. Abdülhamit dönemi Istanbulu'ndan izdüşüm- ler aktanr. Kent, artık, puslu bir anımsayıştan iba- rertir. İki ciltlik Panorama (1953- 1954) Cumhuriyet dönemini geniş perspektiften, sayısı hayli kabarık kişiler aracılığıyla anlatmayı dener. Panorama, yazık ki, Yakup Kadri'nin üzerinde pek durulmamış bir eseridir. Günün genel görünümü çizilirken, yüzyıllardan şimdiye yansımış sorunlar irdelenir. Istanbul, geçmişten devraldığı bu sorun- ları çözememiş, bir süre için örtbas etmiş, şimdi, Cumhuriyet'in ilkelerini hiçe sayarak, yeniden ya- şamaya koyulmuştur. Yakup Kadri, son romanı Hep O Şarkı'da (1956) "bireski devirhanımı" olan Münire'nin hatıra def- terinden yola çıkar görünerek, değerierini yitirme- ye mahkûm payitaht IstanbuPa bir kez daha dö- ner. Nafi Molla Konağı'nı, bir Boğaziçi yalısını, Ab- dülmecid'in tahta çıkışından II. Abdülhamid'in ilk yirmi yılına açılan zaman diliminde tanınz. Sakin, huzurlu Istanbul, dış görünümden iç görünüme yak- laşıldığında, iç karartıcı, gönül kırgını bir kent ol- maktadır. Bireysel söylemin ağır bastığı eserde, devirierin siyasal ve toplumsal genel görünümü, bilinçli bir seçimle, arka planda bırakılmış; ne var ki, her bi- rinin birey üstündeki derin ruhsal etkisi inceden in- ceye saptanmıştır. Münire'nin yangın yerinde çocukluğunun evle- rini, yalılarını aradığı sahne adeta simgeseldir. Bir zamanlar uçsuz bucaksızlık duygusu vermiş boş arsa, yangından sonra, avuç içi kadar bir yerdir. Ve hayatlar da bu kentte öyle boş, öyle dardır... Yakup Kadri'nin belki de en yalın romanı olan Hep O Şarkı, kırık bir aşk hikâyesi çerçevesinde, kötü- cül Istanbul'da yok olup gidişin hüzünlü bir tuta- nağı gibidir. Modern Türk romanının kuruculanndan Yakup Kadri, eserlerinde Istanbul'a daima yer vermiş, şehrin geniş tarih yelpazesinden yararlanarak, dö- nemlerin çizelgesini çıkarmış ve son bir buçuk yüzyılın Istanbullu kimliğini deşmiştir. Yüksek zümresınde 'günah şehri' kimliği edinen Istanbul, örnekse Kiralık Konak'ta, savaşların sür- günü, yıkık yıprak, yaralı ve sakat, çökkün, umar- sız kişileriyle birdenbire annmak ister... Ne var ki, 'işbirlikçi' Istanbul her zaman kirli saltanatını ko- ruyacaktır. Takvimde tz Bırakan: "(...) neredeyse kendilerini yalnızlığa, acı çek- meye ve ölüme mahkûm etmişlerdir." Serol Te- ber, Aşiyan'daki Kâhın, Okuyan Us Yayın, 2002. Caine ve Duvall'ın yeni fılmi • Kültür Servisi - Akademi ödüllü Michael Caine ve Robert Duvall, yeni fılmleri 'Secondhand Lions' için Haley Joel Osment'le işbirliği yapıyorlar. Film, genç bir çocuğun ilginç dayılanyla arasındaki ilişkiyi konu alan komik bir aile macerası. 'Secondhand Lions'ın en büyük özelliklerinden biri Caine ve Duvall'ın 1976 yılı yapımı John Struges filmi 'The Eagle Has Landed'dan sonra ilk kez aynı filmde bir araya gelmiş olmalan. Film 2003 yılı bahar aylannda sinemaseverlerle buluşacak. Rabih Abou-Khaia Group • Kültür Servisi - Lübnan asıllı, Munıh te yaşayan ut virtüözü Rabih Abou-Khalil 16 Ocak'ta saat 21.30'da ve 17 Ocak'ta saat 23.00'te Babylon'da müzikseverlerin karşısında olacak. Dünya müziğinin kalıplaşmış formlanna meydan okuyan besteci ve enstrümantalist sanatçıya gecede Michel Godard (tuba), Gabriele Mirabassi (klarinet), Luciano Biondini (akordeon) ve Jarrod Cagwin (davul) eşlik edecek. Caz geleneğine sıkı sıkıya sanlan tarzının temelleri üzerine Doğu Akdeniz ezgileri ve Arap edebiyatının en güzel şiirlerini oturtan Khalil. klasik Arap müziğinin vazgeçilmez enstrümanı udu bir caz gitan esnekliğinde kullanıyor. Sanatçı, Jan Garbarek, Kronos String Quartet, Sonny Fortune, Glenn Valez ve Miton Cardona gibi isimlerle çalıştı. 1999 yılında çıkardığı 'The Cactus of Knowledge' Avrupa'nın en çok satan caz albümü olurken, Almanya'nuı prestijli müzik okulu Phono Akademisi tarafindan da 5 ödüle layık görüldü. Bilet fiyatlan 16 Ocak için masa 28 milyon, ayakta 22 milyon 500, 17 Ocak içinse masa 33 milyon 500 bin, ayakta 28 milyon olarak belirlendi. (0216454 15 55)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle