09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 EYLUL 2002 PAZAR CUMHURİYET SAYFA SOYLEŞI İNSANIN SERÜVENİ TURHAN SELÇUK İSTANEUL EFSNDÎSİ AEDÜICAN3AZ1 HARÎKdLADZ KACIRALAEI KISIM TSKKİI-: BÎPDSN RuhiSu'ja örnek alan UfukKarakoç, türküleri en yalın haliyle yorumlamaya çalışıyor MüziğinözünüanyorUfuk Karakoç'tan: "En büyük belirleyici benim için Ruhi Su'dur. Hiç tanışma olanağım olmadı ama müzikleri ve yaşama bakışıyla zaten tanışıyoruz. O zaman için çok önemli şeyler yaptı. Onun yaptığı çok fazla opera gibiydi ama bu yolu bilerek seçmişti. Ben de onun ortasını yakalamaya çahşıyorum." HATlCE TUNCER Ufuk Karakoç, ölümünün 17. yılında andığımtz Ruhi Su ustanın halk müzığinde öncülüğünü yaptığı yolun takıpçisi bir sanatçı. Ardahan'da türkülerle büyüyen Ufuk Karakoç opera eğitimiyle ara verdiğı halk müziğiyle yeniden buluşmak için Ruhi Su ustanın ışığına yönelmiş. Bağlama, ses ve sözün, yalın gücünü şan tekniğiyle birleştiren Ufuk Karakoç'un "halk mûziğinin özünü yakalama"hedefi çahşmalannın temelini oluşturuyor. Ufuk Karakoç, ortaöğreniminı babasının görevi nedenıyle bulunduklan Erzurum'da tamamlar. Yaşamının yönünü belirleyen ise lisedeki müzik öğretmeni Fatma Hanım'ın "Sesin operaya çok uygun. Operayı biliyor musun" sözleri olur. O güne kadar hiç opera ızlememiş olmasına karşın müzik, dans ve tiyatrodan oluşan bır sanat olduğunu duyduğu için operacı olma fikri çok çekici gelir. Nasıl gerçekleştinleceğini bılmediği sınava müzikaller dinleyerek hazırlanır. 1981 yılında Ankara Devlet K.onservatuvan Şan ve Opera Bölümü'ne girer ve 1987'de mezun olduktan sonra Ankara Devlet Opera ve Balesi'ne solist sanatçı olarak girmeye hak kazanır.Bugüne kadar 30'u aşkın öpera, operet ve müzikalde görev alan Ufuk Karakoç'un yaşamında müzik, konservatuvardan önce de vardı. Azeri olmamasına karşın doğup büyüdüğü Ardahan'da Azen müziğine yoğunlaşmıştı. Tenorun ne olduğunu bilmiyordu ama Azerbaycanlı ünlü tenor Raşit Beydidof un söylediği türküleri taklit etmeye calışıyordu. 0 dönemlerde Ruhi Su yasaklıydı ama ustayı dinlemenin 'îir yolunu buluyordu: •Çocukluğumdan beri Ruhi Su birçok yerde yasakü. O zaman bulunduğum ortamlarda bulunması sorundu. Bir kaydım vakalayabilirsem bir haftanıı »nunla geçirebiliyordum. Ama şan öğretisiyle birtikte bu türküler bir yerde kaldı. Şan tekniğinde *esi gırtlaktan kurtanp o yolu ıçarak yüzünüzü doğal bir negafon haline getirirsiniz. Bizde riirküler ve sanat müziği gırtlakta boğumlanarak söylenir. Şan •ekniği, yanına başka bir şey tabul etmeyen bir öğretidir. O yüzden bir dönem öyle ara lermek zorunda kaldını." Yöresel değil ulusalUfuk Karakoç. yöresel özelliklere önem veriyor ama bir "ulusal müzikr> in ortaya çıkanl- nıası gerektiği düşüncesinde: "Yüzyıllardır gelen her yörenin keııdi kültürü var. Ama evren- sel olması adına da ortak 'ne yapabiliriz* diye düşünmemiz la/ını. Belki bir ortak söyleme tekniği, sazlarda ortaklık. Popüler mü/ikte kötii de olsa deneniyor. Ağızlardaki. lehçelerdeki birliktelikten değil, müzikte bir yaklaşundan ve sıcaklıktan söz ediyorum. Bir ortama gidildi- ğinde herkes. birçok konuda olduğu gibi riirkii isteklerinde hemşerilik duygusuyla hareket ediyor. 'Karadenizliyim, Karadeniz'den şunu istiyorum..." Niye bir Karadenizli de Ege'den de bir şey sevmesin? Birbiıierine çok ıı/ak değiller. ortak çok enstrümanlar var. Renkleri ayıralım tabü ayn ayn zenginlik olsun, ama bizinı böyle mü/iklerimizi bölgelere ayırmamız nıüziğimi/in hak ettiği yere «elemcmesindeki nedenlerden biridir.v> *-* Opera sanatçısı Ufuk Karakoç, Avrupa'da en pahalı şeylerden birinin senfoni, tiyatro ve opera bileti olduğunu söylüyor ve ekliyor: "Kapitalizm sanatı bile tekelleştirip bir sınıfın eline veriyor." Operada çalışırken türkülere dönüş için dayanılmaz bir istek duyar ve ikisinin orta yolunu bulmaya çalışır: "Bizim müziğimize biraz daha yakuı söyleme tarzuu aradım. En büyük beHrHyici benim için Ruhi Su'dur. Hiç tanışma olanağım olmadı Bir tarz, diğer bir tarza ne kadar çok karışırsa o çahşnğı tarzı yok eder. Katlar üzerine geçer. O yüzden olabildiği kadar riirkii tar/ını yakalamaya çahşıyorum. Ama bir türkücü gibi otantik haliyle olamaz." Karakoç, Ruhi Su'yu anma "Repertuvar olarak çok güzeldi, ama hem teknik olanaksızlar ve benim de tam hazır olmayışun nedeniyle ilk albüm istediğim gibi olmadı. O zaman daha opera tarzı söylüyordum. Yani düşündüğüm orta yolu bulma aşamasına daha birkaç yıldır "Halk müziğimizin özü saz, ses ve sözdür. Müziğimizi ilkel bulanlar ilk karşılaştırmayı Batı müziğiyle yapıyorlar. Oysa Ruhi Hoca yıllar önce 'Halk müziğimizin inkişaf etmesine gerek yoktur. İnkişaf etmiş yorumculara gereksinimi vardır' demişti. Çokseslilik adına kırk kişilik koro, kırk kişilik bir bağlama grubu, diğer başka sazlarla birlikte aynı ezgiyi çalıyorlar. Bu çokseslilik değil, çok sazlılık oluyor." ama müzikleri ve yaşama bakışıyla zaten tanışıyoruz. O zaman için çok önemli şeyler yaptı. Onun yaptığı çok fazla opera gibiydi ama bu yolu bilerek seçmişti. Ben de onun ortasını yakalamaya çahşıyorum. Hâlâ da uğraşıyorum. Her müzik tarzını belirleyen onun söyleme şeklidir. törenlerinde, sivil toplum örgütlerinin düzenlediği gecelerde. özel dinletilerde bas bariton sesiyle sunduğu türkülerle halk müziğinde saygın bir yer edindi. Kendini hazır hissetmiyordu, ama dostlannın ısran üzerine "Bir Türküdür Anadolu" albümünü çıkardı: gelebüdim." 'Ömrüm Ayrılıktır' tkinci albümü "Ömrüm Aynhknr" bu düşüncelerin sonucu oluşan bir çalışma: "tkinci albümümde sadece bağlama ve ses yaptun, çalıp söyledim yani. Ruhi Hoca da yıllarca öyle yapü. En sadeliğe yaklaşan yanı budur, halk müziğimizin özü de budur. Saz, ses ve sözdür. Müziğimizi ilkel bulanlar ilk karşılaşörmayı Baü müziğiyle yapıyorlar. Oysa Ruhi Hoca yülar önce 'Halk müziğimizin inkişaf etmesine gerek yoktur. tnkişaf etmiş yorumculara gereksinimi vardır' demişti. Çokseslilik adına kırk kişilik koro, kırk kişilik bir bağlama grubu, diğer başka sazlarla birlikte aynı ezgiyi çahyoriar. Bu çokseslilik değil, çok sazhhk oluyor. Herkes aynı ezgiyi çaldığı için o karmaşa içinde bağlamanın üst telleri duyulmuyor. Büyük bir orkestranın içinde bütün bu renkler kayboluyor." Sanat ve toplum Ankara Devlet Opera ve Balesi'nin 5 yıl önce "Aida" ve "Midasın Kulaklan" operalannı oynadığı ve 15 bin kişinin doldurduğu Aspendos Antik Tiyatro'nun büyüsü Karakoç'u sarar. Sanata ulaşmanın ayncahk olmadığı antik çağlara gider: "15 bin kişilik tiyatrolan vardı, günün her saati oradaydılar. Senatolan, dedikodulan. sanatçılar, ürettikleriyle yaşamın içinde oradaydılar. İstanbuPu, Ankara'yı düşünün. Salon ve seyirci ne kadar? Hangisi sanat? O zaman yapdan sanat, çünkü > ? aşanun içindeydi. Daha önce yaşamın içinde olduğu için herkes şimdi sanat dedığimiz şeylerle uğraşryordu. Böyle bir ayroıı yoktu. Şimdi bu işin hem özünü kavrayamamış, hem de ticari, popüler anlamda yaklaşan insanlar için sanat sanki bir üsriinlük gibi geliyor. Avrupa'da en pahalı şeylerden biri senfoni, tiyatro ve opera biletidir. Kapitalizm sanati bile tekelleştirip bir sınıfın eline veriyor." Dünyanın köprüsü Karakoç'a göre sanatçının toplumdan uzak üretebilmesi mümkün değildir. Toplumun içinde olduğu için zaten toplumcudur, kendi yaptığı için de bireyseldir. Sanatçı toplumun ve kendisinin bir bileşkesidir: "Sanatçı, bu bileşkeye inamp öyle yaşayıp öyle üretiyorsa toplumdan dolayısıyla siyasetten uzak olamaz. Halk müziğini sevmemin nedeni de bu. Şu an türkü ya da halk müziğimiz dediğinıiz o bileşke. Anadolu halklanmn ürettiklerinin kanşumndan doğmuş. Orta Asya'nın kopuzunu Anadolu kültürü bağlama haline getirmiş. Bağlama tam Anadolu topraklan gibidir, dünyanın köprüsüdür." Ufuk Karakoç yeni albümüne saygıyla söz ettiği Vedat Sakman'la birlikte hazırlanıyor: "Baü çalgısı düşünmüyorum, ama halk müziğimizin enstrümanlannı çoksesli kullanacaksak toplu halde çalmak şekünde olmayacak. Başka başka enstrümanlar farklı tondan çalmalı. Böyle denemeler olacak. Her albümde başka şeyler deneyeceğun." GÖRÜŞ Prof. Dr. TURKAN SAYLAN ÇYDDGmelBaşkam Avrupa Birliği ve Sigara "Gerçekleraynntıda saklıdır" derler, ben buna, "Çözümler aynntıdadır" diye eklemek istiyorum. Günümüzde. TBMM'mizce kabul edilen yasade- ğişikliklerini yaşamımıza geçinme çalışmalan hız kazanmış durumda. Çeşıtli devlet birimlerı, ülke- mizdekı sivil toplum kurumiarıyla ortak çalışma- lar yaparak, aralıktaki Kopenhang toplantısında, ülkemizın adaylık görüşmelennin başlatılması ka- rarının alınmasına destek sağlama girişımleri yü- rütüyor. Kuşkusuz, her birimizin, çağdaşlaşma ve ev- rensel değerlerin özümsenmesi, eşıtlığe, özgür- lüğe, kardeşlığe öncelik tanıyan, insanı en önem- li özne kılan ve devleti insanın ve ülkenın gelişi- mı için var olan bir kurum olarak algılayan yeni bir bakış açısının ve yaşantının içselleşmesi ve uygulanabilmesi için çaba gostermesi gerekmek- tedir. Bu ülkede. benzer söylemleri söyleyen, yazan, düşünen pek çok aydın insanımız, ne yazık ki geçmişte, salt böyle düşündükleri için, inanılmaz acılar çekmiş. dayanılmaz, kabul edilemez dav- ranışlarla karşılaşmış, en verimli çağlannda yitip gitmişlerdir. Toplum olarak, evrensel degerlere yöneldiğimız şu günlerde, ülkemizin Mustafa Ke- mal Atatürk'ün açtığı aydınlık yolda yürüyüp ge- lişmesi için bu güzel ınsanların büyük ve acılarla dolu çabasını ve yaşantılarını, yıllar öncesinde sergıledikleri uzgörüyü anımsamalı ve özeleştiri- mizi yapmalıyız. Bugün. bu acıklı konuyu bır başka yazıya bıra- kıp tek bir noktaya odaklanmak istiyorum. Günümüzde, AB'ye uyumla ve kabul edilmey- le ılgili çeşitli toplantılar yapılıyor, bunlara (ne de- mekse?) "üst düzey toplantılar" deniyor. Bir ba- kıyorsunuz, ufacık bir odada, üzeri tabla dolu bir masa çevresinde, o üst düzey insanlar fosur fo- sur sigara içıp dumanını rahatça üfleyebiliyorlar etrafa. Odada bir duman alarmı olsa, anında bas bas bağırmaya. yangın uyarısı vermeye başlaya- cak. En yaşamsal konuyu görüşeceğiniz en önem- li liderierle. yöneticilerle, bakanlarla birliktesiniz ve ülkenizin kaderini değiştirecek bir çağdaşlaşma projesini konuşacaksınız. Sorarım size, duman- dan genziniz yanıp öksürüklere boğulurken aklı- nıza ilk gelen ne olabilir? "Biz bu davranış bozuk- luğuyla ve bu ilkesizlikle AB 'ye nasıl girebiliriz ki?" değil mi? Işte o anda, içinizdeki tüm çalışma, üretme, yaratma, tartışma, çözümler bulma, kavga ver- me gibi "aklın. yüreğın, bilgi ve duyguların kar- maşası" olan coşku (motivasyon) yok olup gitmez, o değerli hazineniz sönüp boş bır çuvala dönmez mi? Kuşkusuz, en "üst düzey"den başlayarak, ül- kemizin heryerinde, yönetimlerde, okullarda, du- varlannda "Sigara içmek kesinlikle yasaktır, içen- den TL ceza alınır" diye yazan resmi ku- rumlarda, kısacası, aklınıza gelen her tarafta bu yasak çiğnenmekte. nikotin kokusu, odalardan, arabalardan ve insanlardan üzerinize fışkırmak-' tadır. Toplu taşıtların, hastanelerin ve tümüne yakın özel kurumların, sigaradan uzakortamlaroluştu- rabilmiş olmaları, ıstenirse ve kararlı olunursa na- sıl bir değişim yaşanabileceğini bize açıkça gös- termektedir. Günümüzde, yetkili-etkili ve sorumlulanmızın bu konuyu bir "uygarlık ölçütü" olarak algılamalan ve her türlü özeleştiriyi yaparak, gerekirse sağal- tıma (tedaviye) başvurarak, topluluklarda sigara içme özgürlüklerinı bırakmaları gerekmektedir. Sigara alışkanlığı, bilindiği gibi. genellikle küçük- lere, aıle içındeki içicilerin örnek alınmasıyla aşı- lanmakta, çocuklar bunu, güçlü olmanın, büyü- menin ve özgürlüğün bir simgesi olarak algılayıp kullanmaya başlamaktadırlar. Okulda öğretmen- leri, evde ana-babası, komşulan ve herkes, bir yan- dan zaranndan söz ederken, bir yandan da tüt- türmeyi sürdürüp onlan dumanaltı ettikçe, bu kor- kunç gelişime dur demek ve sigarasız özel ve kamusal bir çağdaş dünya yaratmak kuşkusuz ola- naksız olacaktır. Bilindiği gibi, sigara, daha anne karnındayken çocuğun gelişımini olumsuz etkılemekte, sonra duman altında yaşadıkça, hiç günahı olmadan, pek çok zarar görmektedir. Sigaranın başta ak- ciğer kanseri olmak üzere, pek çok ölümcül has- talığı tetiklediğini biimeyen ınsan yoktur sanınm. Günümüzde, her türlü engelleyicı çabaya, eği- time, kampanyalara karşın sigara üretimini ve tü- ketiminı arttırma çabaları, yoğun şekilde sürmek- te, dunyamızda karşıtlar ve yandaşlar arasında giz- li ve açık olarak bir büyük savaş yürütülmektedir. Gelişmiş ülkelerde çeşitli çabalarla sınırlanma- ya çalışılan sigara tüketimi, geri kalmış, insanla- n türlü kötülüklere karşı bilinçlenememiş ülkele- re çeşitli özendirici reklamlaria pompalanmakta- dır. Son yıllarda, sigara tüketiminin küçük yaşta çocuklar, gençler ve yoksulluk içinde yaşayan kadınlar arasında yaygınlaşması, üreticileri se- vindirmiş, bazı sosyal projelere sponsor olarak ad- lannı ölümsüzleştirmeleri için bol para kazanma- larının önü açılmıştır. Yaşamia ölüm arasındaki çelişkide sigara içen- ler ve dumanaltı olanlar (ki hemen hepimiz) gizli ya da açık şekilde gün saymakta, bu tehlikeli sal- dırı karşısında, guçsüz bedenlerimiz, birilerınin bir nefeslik keyfine göz göre göre kurban edilmek- tedir. Unutmayalım ki, geldiğımiz uygarlık noktasın- da insanlar, dilerlerse, kendi yaşamlarını yok et- mek üzere kötü alışkanlıklarını sürdürebilir, ken- dilerini zehirlemekte özgür olabilirler, ancak ister bakan, ister genel müdür, isterse öğretmen, ba- ba. anne. kim olursa olsun, kamındaki bebeği, ço- luk çocuğunu ya da etrafını zehirlemek hakkına sahıp olamaz. Açıkça söylemek gerekirse bu bir cinayettir ya da cinayete azmettirmektir!!! Uygarlık kuralları ya da evrensel insanlık yasa- lan, birbirimize, canlı cansız doğada var olan her şeye saygıyı baş koşul koyar. Bizler, hâlâ karşı- mızdakinin yüzüne sigaranın dumanını üfleyerek, izmaritini yere atıp ayağımızla ezerek, kız-erkek çocuklanmızın birer sigara tüketicisi olmaları için canlı örnekler olmaktan vazgeçmedikçe, buram buram nikotin kokulan içinde, genelde uygardün- yaya, özelde Avrupa Birliğı'ne nasıl katılabilece- ğiz dersiniz? Bu soruyu herkes kendisine sorup kendi ken- disıyle yüzleşebilirse belki bir çözüm üretebiliriz diye duşünüyorum.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle