Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 23 OCAK 2002 ÇARŞAMBA
12 KULTUR kultur@cumhuriyet.com.tr
Resimler, uzmanlar tarafindan bilimsel yöntemlerle incelenerek gerçek bir an önce ortaya çıkanlmalı
ŞusahtePicassolar sorunuK41AÖZSEZGİN
Üzerindenbir buçuk yıl gibi uzun-
ca bir zaman geçmiş olmasına kar-
şın, Türkiye'de ele geçirilen Picas-
so imzalı resimler, yazılı ve görsel
medyanın diline düşmüş ironikgö-
lüntüsüyle güncelliğini yitirmemi-
şebenziyor. Ankara Resim Heykel
Müzesi'nde koruma altında sergi-
lenmeye aluıan dört tablo da dahil
olmak üzere, bugüne kadar yaka-
lanmalan geniş bir zaman dilimi-
ne yayılan, o nedenle de güncelli-
ği hiç eskimeyen bu tür tablolann
on üçü bulmuş olması, kuşkusuz bu
ironik görüntünün başlıca nedeni-
dir. Böylece Türkiye, bir "Picasso
cenneti" olarak alaya alındı, bulu-
nan tablolan görmeye bile gerek
duymayan yetkili-yetkisız pek çok
kişı, bu resimlerin tümünün sahte
olduğu konusunda neredeyse söz
birliği ettiler.
Yabancı kamuoyu ilgisiz
Yabancı kamuoyu, bir ıki yorum
dışında, genellüde ilgisiz davrandı,
basında çıJcan tartışmalan, Türki-
ye'nin "sanat açüğTna bağlayan-
lar oldu. Örneğin yaklaşık bir yıl ka-
dar önce Amerika'da yayımlanan
Washington Post, bütün tartışmala-
ra karşın, konuyu açıklığa kavuş-
turmak üzere, bugüne kadar ulus-
lararası düzeyde bir sanat uzmanı-
nın Türkiye'ye davet edilmemiş ol-
masuıın altını çiziyordu.
Bir habere göre resimlerin bir bö-
lümünün Hermitage kaynakh ol-
duğunu göz önünde bulunduran
müze müdürii, fotoğraflardan in-
celediği tablolann ikisinin "takfit"
olduğunu öne sürüyor, bunlann ori-
jınallerinin Hermitage'da sergilen-
diğine dikkat çekiyordu. Hangile-
riydi bu resimler, geri kalanlarhak-
kındaki kanılar neydi?
Doğrusu, Kültür Bakanhğı da bu
konuda kuşkulan silecek bir giri-
şimde bulunmakta, o kadar da du-
yarlı davranmıyordu. Belki de tü-
mü, 1991 'deki Körfez Savaşı sıra-
ürkiye, bir
'Picasso cenneti'
olarak alaya alındı,
bulunan tablolan
görmeye bile
gerek duymayan
yetkili-yetkisiz pek
çok kişi, bu
resimlerin
tümünün sahte
olduğu konusunda
neredeyse
sözbirliği ettiler.
Yabancı kamuoyu,
bir iki yorum
dışında, genellüde
ilgisiz davrandı,
basında çıkan
tartışmalan,
Türkiye'nin 'sanat
açlığı'na
bağlayanlar oldu.
sında Kuveyt'ten Iraklı subaylar ta-
rafindan çalınmış olduğu belgelen-
diğine göre Kuveyt hükümetinin
bir açıklama yapması gerekmez
miydi? Kültür Bakanlığımız, her-
halde böyle bir açıklamanın gele-
ceğine kesin gözüyle baktığından,
kendi inisiyatifini devreye sokmak-
ta acele etmiyordu. Ağızdan ağıza
dolaşan söylentilere ve zaman za-
man da yetkililerin dile getirdikle-
ri ifadelere bakılırsa, Picasso'nun
oğlu Ispanya'dan davet edilmişti,
onun gelmesi bekleniyordu. Böy-
lece Picasso'nun oğlunun, babası-
nın resimleri konusunda "uzman"
olduğunu öğrenmiş oluyorduk.
Yetkililer 'mnursamaz'
Daha sonra bu davet gerçekleş-
meyince, Kültür Bakanlığı'nın Pa-
ris 'te "Administration Picasso" ad-
lı kuruluşla bağlantı kurduğu öğre-
nildi. Verilen habere göre resimle-
rin fotograflan ve belgeler, bu ku-
ruluşa gönderihniş ve alınan rapor-
da, resimlerin dördünün (hangile-
ri?) sahte olduğu sonucunavanlmış-
tı. Sahte resimleri gerçeklerinden
ayırt etme konusunda teknolojik
verilerin doğruya çok yakın bilgi-
ler sağlayabildiği bir dönemde, salt
fotoğraflara dayanarak sağlıklı so-
nuçlara nasıl ulaşılabildiği sorusu
yanıt bekleyedursun -ilk dört res-
min arkasından ele geçirilenlerin
sahteliği kuşku götürmüyor- An-
kara Resim-Heykel Müzesi'nde ko-
ruma altında sergilenen ve ciddi bir
incelemeden geçirilmesi gereken
resimlerkarşısındakı "umursaınaz"
tavn anlamak mümkün değil.
Kuşkular giderilmeli
Ocak ayuıın ilk günlerinde (2-3
Ocak) CNN Türk televizyonunda
yayımlanan ve benim de katıldı-
ğım dosya niteliğindeki program,
konuya ilk kez, her tür ironik yo-
rumun dışında ciddi bir yaklaşım
getiriyordu. Ancak benimle yapı-
lan görüşmenin band kaydı, çok
küçük bir bölümüyle yayımlandı-
ğından, konu üzerine görüşlerim
bütünüyle ekranayansımadı. (Cün-
ton'ın köpeği Buddy'nin ölümü ve
tiyatroda çıplaklık sorunu, progra-
mın sorumlulannı daha fazla ilgi-
lendirmiş oünalıydı.)
Başta "Köylü KaduT (Madam
Putman portresi), şu anda Ankara
Resim-Heykel Müzesi'nde, müze
kaydınageçirilmeden sergilenmek-
te olan dört resim hakkında, kesin-
liğinden kuşku duyulmaksızın öne
süriilen olumsuz yargılann aksine,
sahte ya da gerçek olduklaruıa iliş-
kin herhangi bir yorumda bulun-
maksızın, önerimi yinelemek isti-
yorum: Sözkonusu resimler, her tür
kuşkunun hiç değilse önemli ölçü-
de bertaraf edihnesine olanak ve-
recek bir doğrultuda, Picasso uz-
manlan tarafından gözden geçiril-
meli, bilimsel yöntemlerle incelen-
meli. Bu resimleri, Türkiye'de pa-
zarlamak için getirenlerin ifadele-
ri de dikkate alınarak, resimlerin
kaynaklan konusundaki aydınlatı-
cı bilgılerin ışığında somut sonuç-
lara vanlmasını kolaylaştıncı ola-
naklardan yararlanılmalı.
Spekülasyonlann önü, bu yolla
aluıabilir ancak. Toptan ya da kes-
tirmeden "sahte" suçlamalan kadar,
umursamaz bir tavırla, sorunu ört-
bas etme çabalan da bir yarar ge-
tirmeyecektir.
David Cronenberg
Beckett 'le buluştu
ENGİN AŞKEV
USTALAR BÎRLEŞMESİ-Cronenberg iç kurgusu Samuel
Beckett'le örrüşen 'Orümcek' fîhnini Torooto'da tamamladı.
duyumsadığını" itiraf ediyor.
"Örümcek"te, dengesi so-
runlu küçük bir çocuğu öy-
külüyor yönetmen. Babası-
nın, annesini acımasızca öl-
dürdüğüne inanan çocuk, bir
gizem karmaşasıyla iç içe
olan küçümen yaşamının her
kesinnde, babasının onu da öl-
düreceğine inanmıştır. Seçkin
Ingiliz aktörii Ralph Fîen-
nes'in başrolü oynadığı film,
akıl hastanesine kapatılan bir
dışlanmışın, yetiş-
kinlik bölümünde-
ki ruhsal deprem-
lerini irdeüyor. Hep
geriye dönen, hep
çocukluğunu anım-
sayan bir üzgü sü-
recidırbu. Gabriel
Byrne,Lynn Redg-
rave ve Miranda
Ricbardson'un da
oynadığı "Örûm-
cek", Cronen-
berg'in "Kan Ba-
ronu" diye anılmasına yol
açan diğer filmlerinden ol-
dukça farklı.
Yönetmen David Cronen-
berg şöyle belirliyor sanat-
sal iletisını: "Örümcek,benim
yumuşadığımı sananlann va-
nılgısı olacak. Ödünsüzlük,
benim temel kuralun olarak
yine karşuuzda. Ne gişe so-
runuyla, ne eleştirmen kor-
kusuyla kaygdanan bir ada-
num. Her yapıtmu kendim
inandıgım için yarattun."
TORONTO - Ürkünç te-
malann olağandışı yorumcu-
su Kanadalı yönetmen Da-
vid Cronenberg, iç kurgusu
Samuel Beckett'le örtüşen
"Spider-Örümcek" adlı fil-
minin çekimini Toronto'da
bitirdi. Hemen her setinde
bomboş mekânlann ve mad-
desel yalnızlığın görünüm-
lerini getiren Cronenberg,
gerçekte Kanadalı romancı
Patrick
McGrath'tan uyar-
lanan yapıtında,
"Beckett'in kendi
özyaşamından
esinlendiğinP vur-
guluyor.
Beckett'in he-
men her romanın-
da,özelükle"Mol-
loy"da gördüğü-
müz "başıboş,gös-
terişe dudak bü-
ken, kendi içe kapanık e\re-
ninden de etkilendiğini'' be-
lirtiyor Torontolu yönetmen.
" Yıflannr sırtmda aynıgiysi-
leri taşıyan, varsılnğa horia-
\icı gözlerie bakan ve cebin-
de riirün torbasından başka
hiçbir şey balunmayan Bec-
kett'i" son yıllarda yeniden
keşfettiğini söyleyen Cronen-
berg, "umutsuzluğun ve ka-
ranhğın simge adlan Dosto-
ye\'ski, Kaflca veBeckett'in ta-
dınısonzamanlarda dahaiyi
•Patrick
McGrath'ın
romanından
uyarlanan
film, dengesi
sorunlu bir
çocuğun
yaşamını
anlatıyor.
eçtığımız
günlerde Türk
Amerikan
Derneğinde
Martin
Berkofsky ve
genç piyanist
Atakan San
bir konser
verdiler.
Berkofsky ve Atakan'dan şölen
AHMETSAY
ANKARA - Ankara'da bu yıl kon-
ser müziğinin tadı tuzu yok: Cumhur-
başkanlığı Senfoni'nin konser salonu
"tadilat" nedeniyle kapalı. "Verdiğinıiz
rahatsizüktan dolayıözürdileriz." Tam
da konser sezonuna rastladığı için, or-
kestramız dört aydan beri etkinlikle-
rini birtakım değişik mekânlarda sür-
dürüyor. Konser müziğini ara ki bula-
sın. Bilkent Senfoni ise eski havasın-
da değil: Başkentin müzik yaşamına
katkı getiren yabancı şef ve solistlerin
yolu Bilkent'e pek düşmez oldu.
Ne yapalım, biz de dinletilerin pe-
şine düşeriz. (Bu güzelim "dinleti"
sözcüğünü "reshal'' anlamında kulla-
nıyorum). Önce şunu belirteyim: An-
kara'da yabancı kültür merkezlerinin
düzenlediği dinletilerin müzik yaşamı-
mızda değerli bir yeri vardır. Onlar
"tadilat" falan gibi durumlan sezona
raslatmadıklan için, özellikle beş yıl
öncesine kadar birkaç olağandışı so-
listi dinleme fırsatı bulurduk.
Türk Amerikan Kültür Derneği'nde
Martin Berkofsky ile Atakan San'run
sunacağı eklemlenmiş piyano şöleni-
ne işte böyle koşarak gittim. ABD'nin
yetiştirdiği parlak piyanistlerden biri
olan Berkofsky'den, Beedıoven"ın "Ay
Işığı Sonaü"nı dınlemek için, kar, buz
dondurucu soğuk bize vız gelir. Henüz
19 yaşındaki yeteneğimiz Atakan ise
piyano edebiyatının en önemli eserle-
rinden biri olan, Liszt'in "Siminör Pi-
yano Sonaö"nı yorumlayacaktı.
Berkofsky'yi 22 >ıl önce bu salon-
da ve bu piyanoda yine dinlemiştim
hayranlıkla. Salon aynı salon, piyano
da aynı piyano, ama piyanonun son
durumunu size nasıl anlatsam? Ben
bu kadar yorgun bir konser piyanosu
görmedim hayatımda. Inanın, bir pi-
yanoya "hurda" dememek için "yor-
gun" diyorum: Ince sesleri tınlatacak
birkaç sekizliyi kapsayan tuşlan tam
sağır. Bastırmak değil, yumruklansa.
hatta kla\-yenin üstünde îspanyol dans-
lan uygulansayine tınJamayacak. Içim-
den "eyvah" demeye başladığım sıra-
da, derneğin Amerikalı sayın müdürii
ayağa kalkıp dinletiyi durdurarak bır
açıklama yaptı: "Piyanonunkısabirba-
kundan geçmesi geretdyor, 10 dakika
araverebiKr miyiz?'' Verdik. Amerika-
lılar ne derse biz yapanz.
Fuayede usulca gezinirken dinleyi-
cilerden birbayyaklaştı bana. Önce adı-
mi sordu, "Tamam" dedi gülümseye-
rek, "size bir şey sormak istrvorum:
Bu pi\ ano>nAmerikahlar acaba Afga-
nistan'dan nugedrmiş?"Ben provokas-
yona gelecek adam değilim, derhal ya-
nıtı yapıştırdun: "Hayır! Bu piyanoyu
25 vıldan beri tanınnı, hep buradadır,
biraz yorgun gaöba-."
'Geleceğin piyanistlerinden biri'
îşte söz konusu piyanoda Atakan
San bir mucize yarattı: Bir yandan
Liszt'in müthiş eserinden "orkestra
renkleri" çıkarmaya çabalarken bir
yandan da ince sesli tuşlara abandı.
Yahu biz ne kadarçilekeş bir milletiz?
Uzatmayayım, dinleti sonrası Atakan'ı
kucakladım, sadece gelecek günleri
konuştuk onunla. Atakan, şubat ayın-
da özel bir Amerikan bursuyla New
York'taki ünlü Julliard Müzik Oku-
lu'na gidiyor. îşte şuraya yazıyorum:
Birkaç yıl sonrasının en değerli genç
piyanistlerinden binrü tanıyacaktır yer-
yüzü. Bu çocuğumuzu Izmir'de beş
yıl önce tanımıştım. sonra Çukuro\a
Ünhersitesi Devlet Konservatuvan'nda
piyanist Can Çoker' in öğrencisi oldu.
Atakan olağanüstü bir gelişim göster-
miş.
San'yı elinde tutan Berkofsky
Martin Berkofsky'yi ise böyle bir
değerimizi keşfedip onun elinden tut-
tuğu için kutlamakla yetinmek istemi-
yorum: Ender görülür bir "müzikçi
dayaraşması'' dolayısıyla Berkofsky'nin
insanlık gözünde daha da \iiceldigini
açıklamayı görev biliyorum.
Sırası mıdır. değil midir, bu işler-
den pek anlamam, izin verirseniz bir-
kaç satırla başkentteki yabancı kültür
merkezlerine değineceğim: British Co-
uncil, "Yıhn Genç Mözisyeni'' adıyla
her yıl düzenlediği ciddi yanşmalar
sonucunda derece alan yetenekli genç-
lerimize burslar verirdi; hatta Ingilte-
re'ye gönderilecek bu gençler için bü-
yükelçilikte müzikli törenler düzen-
lenirdi. 2002'de bu yanşmalar ve burs-
lar kaldınldı. Biliyor muydunuz?
Fransız KültürMerkezi, müzik eüdn-
liği düzenlemez. Sanki 17. yüzyıldan
günümüze değin Avrupa müziğini et-
kileyen koskoca bir "EransızstiB" yok-
muş gibi... îtalyan Kültür Merkezi ise
müzik etkinlikleri bakımından ortada
görünmez. Doğrusunu isterseniz, An-
kara'da artık sadece Almanlann ünlü
"Goethe Enstitösü'' ıle baş başa kal-
dık. Şöyle diyebiliriz: Yabancı kültür
merkezlerinin başkent müzik yaşamı-
na çok yönlü katkısı meğer eskiden-
miş.
Yanıt aramıyoruz. Herhalde en şık ya-
mt, bu kez Atakan San'dan gelecek.
DEFNE GOLGESİ
TTRGAY FtŞEKÇt
Sanki Sait Falk
Gaye Boralıoğlu. Hepsi Hikâye (lletişim Yayınla-
rı) adlı ilk kitabında oykü türünün gizlerine ermiş bir
yazar olarak ortaya çıkıyor.
Nedir bunlar?
Başta bir öykünün yoktan var edilmesi. Yani bir olay
ya da olaylar zincirine dayanmadan, anlık bir zaman
diliminden, görüntülerden ya da olgulardan öykü ya-
ratılması. Bu tür öyküyle dilimizde Sait Faik ile ta-
nıştık. Bir anın, bir sesin, bir kokunun, bir duruşun
da öyküsünün yazılabileceğinı ondan öğrendik.
Sonra Hemingway'den Paul Auster'e dek çağ-
daş Amerikan yazarlarından böylesi öykülerokuduk.
Gaye Boralıoğlu da daha ilk kitabında, böylesi ay-
rıntı ustalıklarına dayanan oykü anlayışının dilimizde-
ki parlak bir örneği olarak karşımıza çıkıyor Öylesi-
ne gerçek, hayatta karşılığı olan aynntılarla kurulu-
yor ki öyküleri, bu ayrıntılardan genişliğine bir ger-
çek dünyaya ulaşıyor okur.
Yazarın bir kahramanı var. GünümüzTürkiyesi'nde
yaşayan genç bir kadın. Onun hayatının çevresinde
oluşan geniş bir görünümde hem ülkeyi hem de sı-
radan bir bireyin yaşam koşullannı izliyoruz. İşte bu-
rada yazar, küçük aynntılardan öylesine bütünlüklü
bir insan ve ülke görünümü çıkanyor ki onun peşin-
den gidip ülke üstüne de düşünebilirsiniz, insan üs-
tüne de...
Edebiyat urünleri genellikle yazıldıkları dönemin
ınsanı ve toplumunu anlatırlar. Okuduğunuz edebi-
yat yapıtı size türlü yazınsal tatlar, sanatsal derinlik-
lersunmasının yanında, dönemini anlatan ipuçlan da
içerir. Bunlara bakarak o dönemi anlayabilirsıniz.
Bizim edebıyatımızın son yirmi yılında verilen ürün-
lerde bu özellik gıderek azaldı. Yazarianmrz başka dö-
nemlere ilgi duymaya, onlan anlatmaya yöneldiler. Bu
nedenle günümüz toplumunu anlatan edebiyat ürun-
lerine az rastlanıyor. Gaye Boralıoğlu'nun kitabı böy-
le bir boşluğun ortasına düşmüş olmasıyla, edebi-
yat tarihimiz açısından da önemli bir yerde duruyor.
Öykü kahramanı, çalıştığı yer olarak "fabrika Ğan
söz ediyor. Fabrika çağdaş sanayi toplumunun nab-
zının attığı yerdir. Orada üretilir toplumun günlük ha-
yatının gereksinımleri de, bılinci de, bilinçsizliği de.
Yalnızca bu seçim bile, fabrikayı, öykülerinın aynntı
zenginliği içinde temel etkenlerden biri kılması bile,
yazarın toplumu anlatmadaki geniş bakışlılığının bir
göstergesı. Öteki unsurlara da bakalım. Yalnız yaşa-
yan bir genç kadın, annesi, temızlikçisi, ev sahibi, mü-
dürü, musluk tamircisi, ev eşyaları, polis, tatil köyü,
sevgili, koca, vergı fışleri, sonsuz uzayan ayrıntılar.
Bu aynntı zenginliği içinde yitebilirdi de yazar. Ama
öyle olmuyor işte, bütün bu binlerce aynntı, çerden
çöpten yapılma kusursuz biryontu gibi, günümüz in-
sanını anlatan görkemli bir bütünlüğü oluşturuyor.
Günumüzün ıçleracısı insanı ve toplumu, belki en
iyi mizahla anlatılabilirdi. Yazar da ister istemez ka-
lemini mizaha bulamış. Okudukça güler misiniz, ağ-
lar mısınız size kalmış.
Ben okuduklarımdan etkilendim. Biryazann yaşa-
dığı toplumu anlatma isteği ve bunda ulaştığı başa-
n heyecanlandırdı benı. Has edebiyat ürünleriyle kar-
şılaştığımda duyduğum o mutluluk sardı içimi.
Böylesi kitaplar yalnızca kendi varlıkları içinde an-
lam bulmuyor. Onlara bakıp öteki kitaplan, yazarla-
rı, dahası tüm bir edebiyat dünyasını da değerlen-
dirme olanağı yaratıyor. Bu yönüyle HepsiHikâye gü-
nümüz edebiyatı için bir mihenk taşı işlevi de görecelc
Peggy Lee yaşamını yıtirdi
• Kültür Senisi-Caz
sanatçısı Peggy Lee 81
yaşında kalp krizi
nedeniyle Los
Angeles'daki evinde
yaşamını yitirdi. Lee, Ts
ThatAHTherels'adh
şarkısıyla 1969 yıhnda
'eniyi çağdaş kadın
yorumcu' dalında
Grammy Ödülü'ne layık
görülmüştû. 1941 yılında
Benny Goodman Orkestrası'yla çalışmaya
başlamasıyla müzik yaşamına atılan Lee, daha
sonra grubun gitaristi David Barbour'la e\lendi.
Aralannda 'The Jazz Singer' ve 'Midnight
Serenade' gibi önemli yapımlann olduğu
filmlerde de rol alan Peggy Lee, alkolik bir
şarkıcının yaşamını konu alan 'Pete Kelh/'s Blues'
adlı fümle 1955 yıh en iyi yardımcı kadın oyuncu
ödülüne layık görüldü. Bir Disney klasiği olan
"The Lady and The Tramp'in orijinal film
müziğinde sesinin yanısu^ kalemiyle de yer aldı.
K Ü L T Ü R » Ç İ Z İ K
K Â M İ L M A S A R A C I