18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 AĞUSTOS 2001 PERŞEME OLAYLAR VE GORUŞLER [email protected] 30 Ağustos: Ulusal Bilincin Utkusu... Bahir M. ERÜRETEN Hukukçu K emalizm, en kısa ta- nımı ile ulusal kur- tuluş, ulusal bağım- sızhk ve çagdaşlaş- ma ideolojisidir. Ulusal birlik ve tam bağımsızhk, çağdaş Cumhuriyetin vazgeçilmez yaşamsal temelleridir. Yurdumuzu, saldırgan emperyalız- min pençesinden kurtarmak için ilk sa- vaşım savaş meydanlannda verilme- li, yurtta birlik ve birlikteliği sağlaya- rakdüşmandan temızlenmeli, tam ba- gımsız, onurlu ve öbür çağdaş ülke- lerle eşit düzeyde, uluslar ailesi için- deki yerimizi almalıydık. Koşullann tüm olumsuzluğuna kar- şın. iç ve dış düşmanlara karşı. Gazi Mustafa KemaJ Atatürk'ün önderli- ğinde, bu zor savaş kazanıldı. Kuşku- suz, UlusalKurtuluş Savaşı'mıza son nokîayı koyan 30 Ağustos utkusu (za- feri) gerçekleşmeseydi. çağdaş Tür- kiye Cumhuriyeti'nin kurulup geliş- mesine, devrimlerimizin böylesi birba- nşçıl güven ortarrunda uygulanması- na asla olanak bulunamayacaktı. Bu mutlu sonucu, Türk ulusunun bagnndan çıkan yurtsever (vatansever) TürkOrdusu'na borçlu olduğumuzu asla unutmamah, her geçen yildönü- mü günJerinde. özellikle orduya kar- şı olmayı marifet sayıp berfirsattabu- nu yineleyen kimi siyasetçi ve yazar- cıklara, anlayabilecekteri düden an- latmahyız. Türk Ordusu, Ulusal Kurtuluş Sa- vaşı 'nda. yalnızca emperyalist gücle- rin ordulan ile değil, ne yazık ki ay- nı süreç içinde, türlü iç düşmanlarla da savaşmak zorunda kalmıştı. Yalan yanlış söylentilerle yurdun pek çok yöresinde çıkanlan silahlı is- yanlar, İstanburdan Anadolu'yayol- İanan Hilafet ordusunun acımasız sal- dınlan ve bütün bunlar yetmiyormuş gibi, Istanbul basının paralı askerle- ri, onlara öncülük eden hükümet ve saltanat sahipleri, düşmanlarla işbir- liğı halinde Anadolu Kutsal Savaşı'na karşı elbirliği halinde, amansız bir sa- vaş sürdürmekte idiler. Bütün bu hayınlıkJarbaşanlı olama- ladı. Kazandığımız başanlann her ev- resinde, Yüce Önder'in komutasın- da, kahramanca savaşan Türk Ordu- su'nun kanı ve alın teri vardır. Bütün. bu gerçekleri görmezden gelen aymazlar, ister siyasetçi, ister ga- zeteci, ister şeriatçı ya da numaracı Cumhuriyetçi olsunlar, oturup bir kez daha düşünmeli, yakın tarihimizi iyi bellemelidirler. İyi öğrenmelidirler ki, "Ulusal gü- venKk sendromu" söylemi ile orduya, "Statûkocular" söylemi ile Atatürk'e ve Atatürkçü sisteme karşı çıkmak, Türkiye Cumhuriyeti 'nin bir tek (üni- ter) yapısına, bağımsızlığına ve tüm uygar kazanımlanna tümden karşı çıkmak anlamını taşır. Ve yine şunu iyi öğrenmelidirler ki, dünya yüzün- de hiçbirbağunsız deviet ulusal güven- liğini gözardıederekayakta kalamaz. Genelkurmayımızın, gerçeklen yan- sıtan son bildirisinde denildıği gibi, ül- keyi Cumhuriyet tarihinin en daya- nılmaz bunalımı içine sokanlar, insa- nımızı geçim sıkıntısı içine koyanlar. yabancı boyunduruğunu kabullenme bahasına borç batağınasokanlar, gün- demi değiştirmek, yolsuzluklan ört- mek için, bunların üstüne gidenleri sindirme çabası içinde olanlann, bu eylemlerde hiçbirkatkısı olmayan or- duyu hedefalmalannın anlaşıhrbirya- nı yoktur. Hele hele, orduyu bir "ayak bağı" imiş gibi göstermenin, insafla ve mantüda bağdaşır biryonü yoktur. Atatürkçü düşün sistemi ve bunun somut uygulaması olan devrimleri, Cumhuriyet'in kuruluşundan beri en büyük titizlüde destekJeyen tek res- mi kuruluş, ordudur. Ulusumuzun, ordusuna tam güveni de buradan kay- naklanmaktadır. Cumhuriyetimizin her evresinde, Atatürkçü çağdaş. ya- şam biçiminin özümsenmesinde, or- du, kimi aymazlann söyledikleri gi- bi köstekleyici değil, tam tersine des- tekleyici olmuştur. Dünyanınhiçbir ül- kesinde, demokrasi için, çağdaşlık için, toplumun kültür düzeyüıin yük- seltilmesi için halkın yanında ve des- teğinde olan bir ordu göstermek ola- naklı değildir. Türk Silahlı Kuvvetle- ri 'nin, devletimizi ayakta tutan bu öz- gün niteliklerine karşı çıkmak, halka karşı çıkmakla eşanlamlıdır. Bu tür bir siyaset anlayışı ile popülizm yapma- ya kalkışanlar, halktan gereken yanı- tı alacaklannı iyi bilmelidirler. Bu anJamlı bayram günlerinde, Ulu Önderimiz Atatürk'ün Türk Ordusu hakkındasöylediklerini hep birlikte bir kezdaha anımsayalım. Ulu Önder, ta- rihsel Onuncu Yıl Söylevi'nde, ulu- sumuza şöyle sesleniyordu: "Az za- manda çok ve büyük işler yapük. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kah- ramanhğıveyüksekTürkkültürüolan Türkiye Cıunhuriyeti'dir. Buradaki başanyı, Türk Ulusu'nunveonun de- ğerli ordusunun bir ve beraber ola- rak, özverili yürümesine borçluyuz." Ulu Önder, Türk Ulusu'na son ile- tisini (mesajını) verdiği, 29 Ekim 1938 günü Millet Meclisi'nde okutulan söy- levinde şöyle diyordu: "Bugün, Cumhuriyetinüzin on be- şinci yıhnı, durmadan artan büyük bir gönenç ve kudretie karşdayan bü- yük Türk Ulusu'nun önünde: Kahraman Ordu! Sanayürekten şükranlanmı sunar- ken büyük ulusumuzun duygulannı yansıtıyorum. Türkvatanının ve Türk toplumunıın şanına ve onuruna, iç ve dış türlü tehlikelere karşı konunaktan ibaret olan görevini her an yerine ge- tirmeye hazır olduğuna eminim." Ulu Önder'imiz, bu iletisiyle, has- ta yatağında bile. bir an olsun aklın- dan çıkarmadığı, ulusunun bağnndan çıkmış ordusunun. iç ve dış tehlike- lere karşı. birlikte hazır olması gere- ğini açıkça belirtmekte. ulusal güven- liğın, ancak ordunun korumasında de- vam edebileceğini dosta düşmana ilan etmekte ıdi. Yurt düzeyınde yapılan çeşitli so- ruşturma (anket) sonuçlan da göste- riyorki, Türk Ulusu 'nun büyük çoğun- luğu, orduya tam güvenini belirtirken buna karşılık, siyasal partilerin çoğu- na, Meclis'e girecek barajı aşma ola- nağı bile tanımıyor. Işte. gerçek Ulu- sal Güvenlik budur. Ulusun. ordusu- na güven duygusudur. Ulusal güven- liğe gölge düşüren, ulusal onuru hiçe sayan düşüncenin sahiplerini Türk Ulusu asla kabullenmez. Unutulma- malıdır ki, tarihsel gerçekJer, işleyen hersüreçte. böylesi ters davranışlann önce notunu alır, günü geldiğinde hük- münü vermek için... Türlü olumsuzluklar ve yolsuziuk- lar ortamında olsa da eriştiğimiz bu 30 Ağustos Bayramı, onun görkemli anlamını yürekten özümseyen ve be- nimseyen ulusumuza kutlu olsun. EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Bir 30 Ağustos Daha... Bugün 30 Ağustos. Bir dönüm yeri... Türk ulusunun yazgıanın değiştiği an... 30 Ağustos 1922 günü Mustafa Kemal Pa- şa komutasındaki Türk ordusu emper- yalist güçlerin aracı, saldırgan Yunan or- dusunu Anadolu'nun bağnnda bozguna uğrattı. Ege'nin, Izmir'in yolu açılmıştı. Birkaç gün sürdü bu korkunç akış. Ana- dolu düşmandan temizleniverdi birkaç günde... Emperyalist güçterezememişter- di, yok edememişlerdi, tarihten silememiş- lerdi Türk devletini... Mustafa Kemal'in Izmir'e girdikten son- ra söyledikleri çok anlamlıydı: "Gerçek savaş bundan sonra başlı- yor." Gerçek savaş, ulusun kişiliğini bulma, uygarlaşma, çağına yakışma, yetişip onu aşma savaşıydı. Kendi içindeki düşmanı yenme, ortadan kaldırma savaşıydı. Dış düşmanlar belliydi, silahlıydılar, acımasız- dılar, onlarla savaşmak kolaydı bir bakı- ma... Ama iç düşmanlar, sinsi, hain, her kalıba, her renge bürünen niteliklere sa- hiptiler. Üstelik savaş alanında yenilen emperyalist güçler, bu kez iç düşmanla- nn kılığına, kişiliğine girerek yeniden çıkı- yorlardı ortaya... Atatürk 1922'de şöyle diyordu: "Türki- ye'nin hâlâ açık ve de kapalı olarak çıl- gınca saldınlara hedef olmasının nede- ni, bütün mazlum milletlere kurtuluş yo- lunu göstermiş olmasıdır." Kendini, kendini kurtarmantn, emper- yalist, saldırgan güçler ne denli üstün, ezi- ci olurlarsa olsunlar, onları yenmenin, on- lan kovmanın, onlann etkisinden kurtul- manın mümkün olduğunu ispat etmişti Türkiye!.. Birbiri ardına başlayacaktı halk ayaklanmalan, baskıcı yönetimlerden kur- tulma başkaldırılan!.. 30 Ağustos bir askedik zaferiydi. Ama yalnızca bu değildi. Bir ulusun kalkınma. kendini topaıiama, gericilik, ilkellikzincir- lerini kırma eylemiydi de... Mustafa Kemal 1920'de şöyle demişti: TBMMhükümet', milletinyaşam ve ba- ğımsızlığına suikasteden emperyalist ve kapitalist düşmanlanna karşı savunma ve dış düşmanlarla işbirtiği yapıp milleti aldatmaya ve bozmaya çalışan iç hain- lerin ceza/andınlması için orduyu güç- lendinmeyi ve onu milli bağımsızlığın da- yanağı bilmeyi ödev sayar." 30 Ağustos 1922'ye dek Mustafa Ke- mal ve bir avuç inançlı devrimci arkada- şı bir bayrak açtılar Ankara'da... Emper- yalizm, kapitalizm ve iç düşmanlar, bilgi- sizlikten, akılsızlıktan düşmanlara araç olan gafiller, hainler biryandaydı; halkımı- za, halkın gücüne inananlar bir yanda!.. Ulusal bağımsızlığın tek dayanağı Türk askerleri, Türk ordusuydu. Daha doğru- su Mustafa Kemal yeni bir ordu kurmuş, örgütlemişti, ulusal bağımsızlığın bekçisi, koruyucusu, dayanağı büyük bir güçtü bu... önce dış düşmanlan yurttan söküp atacak, sonra da Türkiye'yi yeni bir anla- yışla kurup yüceltecek tek güçtü... Uzun yıllar geçti aradan... Bugün de iç ve dış düşmanlar, emperyalist ve kapita- list güçlerle, onlarla işbirliği yapan hain- lerle uğraşıyoruz. Ulusal bağımsızlığımı- zın simgesi, dayanağı ordu o gün bugün karşılaştığı tüm güçlükleri yenmesini bil- miştir. Atatürk'ün ordusudur bu! Atatürk devriminin, ilkelerinin sürdürücüsü, koru- yucusu... Zaman zaman milleti aldatma- ya, bozmaya çalışan birtakım gafillergöz- lerimizi boyuyor, yalan yanlış düşlerle he- pimizi aldatmaya, yönümüzü, yolumuzu değiştirmeye çalışıyorlar. Bir ağustos günü daha yaşıyoruz. Tür- lü umutsuzluklar, acılar içindeyiz yeniden. Emperyalizm, kapitalizm milleti hep al- datagelmiş, iç ve dış hainler bir kez daha karşımıza dikilmiştir. 30 Ağustos Bayra- mı'nı işte böyle bir ruh hali içinde kutlu- yoruz. Atatürk'ün 1922'de büyükzaferi ka- zandıktan sonraki sözlerinin anlamını da- ha derinden duyuyoruz! "Gerçeksavaşımızbundan sonra baş- lıyor." • • • Bu yazı, 30 Ağustos 1977'de "Cumhu- riyet"\e çıktı. "Atatürk Bir Gün Gelecek" adlı kitabımda yer aldı. Yirmi beş yıl sonra yeni biryazı yazma- ya gerek görmedim! Nedeni, öytesine açık ki!.. Teknoloji ve Bilgi Teknolojileri AytekÛl ZTYLAN Emekli General SAGUĞmiZY • • lkemiz halen büyük bir U ekonomik bunalım için- de. Bu bunalımdan kur- tulmak için hazırlanarak yayımlanan ekonomik program şu anda sadece birtakım fi- nansal önlemler içermekte ve hu- kuksal altyapıda bazı kökten deği- şiklikler yapılmasını öngörmekte- dir. Ancak bütün iktisatçılaruı üze- rinde birleştiği nokta bu önlemlerin birüretim programıyla sürdürüüne- sinin gerekli olduğudur. Aksi halde 3-5 yıl sonra yeni bir bunahmın ge- lebileceği ikn'satçılar tarafindan ge- nelde kabul ediimektedir. Doğaldır ki Türk Lirası'nın he- men yan yanya değer kaybettiği bir ortamda oluşan üstün rekabet gücü; ancak sizin tanm, endüstriyel ya da hizmetolarak satabileceğiniz bir ürü- nünüz varsa yarar sağlayacaktır. Üre- tim olmadan sadece para alım satı- rruyla ekonomik gelişme, işsizlere iş ve bunun sonucu olarak sosyal hu- zur sağlanabilmesi olanaklı değil- dir. Günümüzde para borsalanndan da oldukça büyük paralar kazanıl- maktadır. Ancak bupara herhangi bir üretim için yatınlmıyorsa sadece tü- ketime yönelir ve artan tüketim is- teği dışalımı arttınr. Dışalundaki ar- tış ekonomik dengeleri bozar, dış ti- caret açıklan büyür ve deviet borç- lanmaya yönelir. Borçlanma da üre- tim için değil, artan tüketim talebi- ni karşılamak için yapıldığından ye- ni borçlanmalarkaçınılmaz olur, bu- nun da sonu ekonomik bunalımdır. Herhangi bir sınai ürün geliştirme ve ticaretini, genel olarak teknoloji geliştirme, üretim ve satış sonrası hizmetler olarak üç aşamaya ayıra- biliriz. Küreselleşen dünyada çok açık ve belirli olarak görülen, bü- yük şirketlerin genellikle teknoloji geliştirilmesine önem verdikleri ve üretim ile satış sonrası hizmetleriçin bu işlerin en ucuz yapılabileceğı ül- keleri tercih etmeleridir. Büyük şır- ketler üretim ve satış sonrası hiz- metler için emeğin ucuz olduğu ve gizil (potansiyel) pazarlara yakın olan ülkeleri seçmektedirler. Bu yön- temde teknolojiyi üretmiş olan ana şirket, yine en büyük geliri elde et- mektedir. Örneğin; merkezi Isviç- re'de olan Nestle şirketi toplam üre- timinın yüzde 98'ini, Japon Sony firması yüzde 70'ten fazlasını ya- bancı ülİcelerde gerçekleştirmekte- dir. Yılda iki milyar dolarlık spor ayakkabı satan Nike'ın, ABD'degör- kemli idare binasından başka hiçbir üretim binası yoktur. LJIkemizde ku- rulu Toyota, Fiat, Ford, Retıaült vb. otomobil fabrikalannda sadece üre- tim yapılmaktadır. Hatta savunma sanayii alanında da kurulmuş bulu- nan birçok yabancı ortaklı şirket, teknoloji üretmeden sadece üretim yapmaktadır. Doğal olarak üretim için elverişli olan koşullar değiştiğin- de mevcut üretim tesisleri kapatılıp başka ve daha avantajlı bir ülkede- ki üretim tesisleri kullanılmaktadır. Bu konuda son örnek Opel'in Izmir Torbah'daki tesislerini kapatma ka- randır. Tofaş Genel Müdürii Sayın Jan Nahum da otomotiv sanayiinde asıl gelirin 'teknoloji üretiminde" oldu- ğu ve dünyadaki hiçbirotomotiv üre- ticisinin artık üretimden daha fazla gelireldeedemeyeceğini söylemek- te ve teknoloji üretimine yönelme- miz gerektiğini vurgulamaktadır. Teknoloji üretimine yönelmeme- si, biranlamda Türkiye'nin sömürü- len ülkeler arasında kalması demek oluyor. Çünkü 21. yüzyılda tekno- loji daha da önemli olacak. Türkiye bilgi çağında, çağı yakalama şansı- nı kaybedecek. Henüz sanayileşme- sini tamamlayamamış Türkiye'nin bilgi çağında bir sıçrama yaparak çağı yakalaması mümkün mü? Bu- nun mümkün olabileceğıni söyle- yen uzmanlar var. Şunu da biliyoruz ki bilgi tekno- lojilerini geliştirme bir 'genç nüfus' işi ve Türkiye, nüfusu genç olan bir ülkcNitekim oransal olarak yaşlı Av- rupa ülkeleri ve ABD, genç ve yete- nekli işgücüne kucak açıyorlar. Da- ha geçenlerde Almanya'nın genç ve bilgi teknolojileri alanında çahşabi- lecek yetenekli işçi almak istediği ba- sınımızda yer aldı. Türkiye bilgi tek- nolojileri alanında çalışan ya da ça- lışmaya aday olan bugenç nüfiısu ya- bancüara kaptırmalı mı yoksa ken- disi mi kullanmalı? Özellikle şu an- da içinde bulunduğumuz ekonomik bunalım ortamında hepimizin yanıt- laması gerekeh soru bu. Sonuç: Türkiye'nin ekonomik ola- rak kalkınması, ekonomik bunalım- lardan kurtulması ve ulusal güven- liğini koruyabilmesi, ancak ve ancak teknoloji yeteneğinin yükseltilme- sine bağlıdır. Ülkemizde birtakım araç, gereç ve sistem üretimlerinin yapılıyor ol- ması elbette iyi birşeydir ama, istik- rarh bir ekonomi için özgün tekno- lojiye dayanmak çok önemlidir. O halde ulus olarak amacımız tekno- loji yeteneğimizi yükseltmek, öz- gün teknoloji üretimini desteklemek olmalıdır. Bu da Türkiyenin Ar-Ge harcamalannı arttırması. ulusal Ar- Ge'ye talep olabihnesi için de piya- sada yönelimin yerli mala doğru ol- masını sağlayacakpolitikalann üre- tilmesi, uygulanması ve her şeyden önce devletin kamu alımlannda Ar- Ge'ye dayalı olarak üretilen yerli malı tercih etmesi ile mümkündür. Unutulmamalıdır kı yabancılardan alınan mallann fiyaüan içinde bu- lunan Ar-Ge payını Türkiye zaten ödemektedir. Bütün sanayileşmiş ül- keler. ulusal sanayilerini destekle- mek için bu politikalan uygulamış- lardır ve halen uygulamaktâdırlar. Akurgal'dan Cumhuriyetçilere Selam... Musa SEYİRCİ Izmir ll Kültür Müdürii A nadolu uygarlığını dün- yaya tanıtan iki önemli ad vardır: Halikarnas Balıkçısı ve dünyanın birçok üniversitesinde kürsüsü olan Türk Arkeolojisi'nin en büyük adı Ekrem AkurgaL Her ikisi de ya- şamlannın bir bölümünü ünlü coğ- rafyacı Slrabon'un "Kenderinengü- zefidir" dediği Izmir'de geçirmişler- dır. Geçen mart ayında doksanıncı yaş gününü kutladığımız, Anado- lu uygarlığını konu alan birçok ya- pıta imzasını atan, yaşamı boyun- ca Anadolu kazıbilimini (arkeolo- jisini) dünyaya tanıtmak için sava- şım veren Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal 'ı arkeolojik kazılarını baş- lattığı, tzmir'in beş bin yıllık tari- hini sergileyen Bayraklı - Tepeku- le'de 06 Ağustos 2001 tarihinde zi- yaret ettim. Bugün kazılan sürdü- ren; Hoca'nın eşi, meslektaşı Prof. Dr. Meral Akurgal'la birlikte oda- sına gırdiğımızde. hocalann hoca- sı Akurgal her zamankı gibi tıraşlı, mevsime uygun ve şık giyimli.. kol- tuğunda oturuyordu. Hal hatır sorduktan sonra Hoca, "İzmir Müzesi, Kültürpark alanın- dald yeni yerine taşuunea, eski mü- ze binasuu nasü değerlendireeeğimi- zi, proje çalışmalan süren yeni mü- zenin kapısının oe tarafa baktığııu, hangi örenyeıierindekazılann baş- ladığuu" sorduktan sonra "Adana Müzesi müdürünü tanı>ip tanıma- dığunı" sordu. Kendı kendime ni- ye Adana Müzesi müdürünü sordu- ğunu düşünürken "Hatti ve Hitit Uygarhklan" kitabını istedi, bizim yardımımızla sayfalan çevırdi, Ada- na Müzesi'nde heykeli yer alan Hi- titli bir kadmın kulağındaki takıla- n bizegösterdi, bugünün takılany- la bağ kurdu. "Bu kadının sana ya- kışan biçimde, çok iyi çekümiş re- simJcriniisthorutn. Hatti ve Hitit Uy- garlıklan kitabının gözden geçiril- miş yeni baskısına koyacağun" de- di. " Yanındaki genç arkeoloji öğren- cilerine "Ben Musa Be> 'i Cumhu- riyet gazetesindeki yazüanııdan ta- nıyorum. O da, ben deCumhuriyet yazanyız" dedi. Gazeteyi istedi, genç öğrencilere özellikle ikinci sayfayı, kültür sayfasını okumala- nnı önerdi, "Cumhuriyetçilere se- lamımı ilet" dedı Odasından aynldığımızda o, ka- zıevinin penceresinden diktiği lon sütunlarına bakıyordu. Belki Smyma'yı kuran. yayı daha iyi gö- ğüsleyebilmek için. göğüslerini ke- sen Smyrna'nın (Izmir) kurucusu Amazon Kızlan'nı düşünüyordu. Bense. "Ekrem Akurgal olmak. bilgin olmak bu olsa gerek, her yaş- ta istenirse ürermenin >olu buluna- biliyor" diye düşündüm. Ve yıllar önce Cumhuriyetgazetesınde sütun- la ilgili altını çızerek okuduğum bir yazısı aklıma geldi. Kültürün evTen- selleşmesinde sütunu örnek göste- rerek şöyle diyordu; "E> ı rensel uy- garlığın oluşmasında katkısı olan her toplumun birde kendi ulusal uy- gariığı vardır. Örneğin mimaride sütun Mısırlılardan Fenikelilere, oradan Hititlcre ve bu üç merkez- den a> n ayn HeUcnlcre, İslam dün- yasına ve Rönesans çağı eserlerine geçerek bugüne değin 5 bin >iüık evrensel kültürün ve u>garhğuı oğe- si olmuştur. Ancak sütun, adı geçen kültür merkezlerinden her hirinde başka biçün, başka güzellik ve an- lamdadır. Bu sözler kubbe ve shıi kemer için olduğu gibi daha başka öğeler için de gecerlidir. Bunun gi- bi müzik, yazuı, tiyatro alanlannda da durum bo> ledir. Çünkü her top- lumun külrürü kendineöz bir karak- ter taşır. Bu nedenleher ülkenin ula- sal bir külrürü vardu-." (Cumhuri- yet gazetesi, 21.11.1976). PENCERE Ne Oldu Bize?.. Zalimler Mahkemesi üyeleri: - Ey Sokrates, demişler, seni ölüme mahkûm et tikl.. Sokrates yanrtlamış: - Tann da sizi!.. Ölümlü dünyada insan yaşamına kıymanın su- çu o denli büyük ki uygarlığın bu aşamasında ce- za yasalanndan idam cezası kaldırılıyor. Ya cinayet?.. Cinayetin ne demek olduğunu Üzeyir Garih'in öldürülmesiyle bir kez daha anladık. insanın yok edilişini toplum bu kez çok yakından duyumsadı, çünkü medya olayın üstüne atladı. Peki, bu toplum ve medya şu sırada cezaevle- rinde kendi kendilerini ölüme mahkûm etmiş genç- lerle yeterince neden ilgilenmiyor?.. • Üzeyir Garih'in ölüm haberi gelince, biz gazete- de serinkanlı yöntemle olasılıkları bir bir hesap et- meye çalıştık: • Musevi düşmanlığından kaynaklanan bir irti- ca ya da intikam olayı mı?.. • iş dünyasındaki çatışrnalardan doğan parasal kökenli birolgu mu?.. • Türkiye'deki dengeleri büsbütün yıkmak için tezgâhlanmış bir 'infaz' mı?.. • Özel nedenlerden doğan kişisel bir hesaplaş- manın sonucu mu?.. • Yoksul mahallesinde korumasız dolaşan bir zenginin başına gelen yazgı mı?.. Değeri üzerinde herkesin birleştiği işadamının katledilmesi üzerine yapılacak yayında, dengeli ve ihtiyatlı yaklaşım öngörüldü. Ama medyamız takar mı?.. Gazeteler aldı verdi... • Üzeyir Garih üzerine yazılanlar öylesine şiraze- den çıktı ki şeyhlerüzerinden dünyaya bakan, giz- li din tutan, kadınlann karakterlerine olumsuzluk- la bakan bir kimse her gazetenin kendi siyasal amaçlanna alet edilmek istendi. Yere göğe koyamadığımız ÜzeyirGarih niçin Ma- reşal Fevzi Çakmak'ın kabrini gizli olarak sık sık ziyaret ediyordu?.. Çünkü Ismet Paşa Türkiye'de- ki Musevileri öldürmek isterken Mareşal, Yahudi- len askere alarak bu girişimin önüne geçmişti... ÜzeyirGarih, Osmaniryısimgeliyordu; 1923 Dev- rimi bu kimliğe son vermişti... Bağlandığı bir Şeyh Efendisi vardı, yoksa Garih Müslüman mıydı?.. Öldükten sonra 'eşi genç bir erkeğe kapılıp da işleri berbat eder' diye Alarko'nun yönetimini or- tağı Ishak Alaton'a bırakmıştı... Bizim dinciler Garih'in üzerine atılıp kendi poli- tikalan için kullanmak yolunda sınır tanımadılar, çok satışlı medyada yazılanların çogu akıl alır gibi değildi. ÜzeyirGarih'in okuduğum yazılanndaki kişiliği ölü- münden sonra medyanın tanıttığı kişilikle özdeş- leşmiyor. Çağdaş insanlann bilinmeyen iç dünyalanna pu- sulasız girerek onlara değer biçmek yanlış bir yön- temdir; ölmüş bir insanı kendi istediğimiz biçimde siyasete alet etmeye çalışmak ayıptır; överken yer- mek buna denir... Garih'in en yakını Ishak Alaton, klasik müziği derinden duyumsayabilen bir biriki- me sahip insandır; kimbilir neler düşünüyor?.. Ne oldu bize?.. Ölüme bile saygımız neden kal- madı?.. ACIKAYBIMIZ Oda çahşmalarına, mesleğin gelişimine ve ülkemizin sanayiJeşmesine önemli katkılarda bulunmuş, 489 sicil no'Iu üyemiz; Dr. ÜZEYİR GARİH, hain bir saldırı sonucu kaybettik. Ailesine, meslektaşlarına ve sevenlerine başsağlığı dileriz. TMMOB Makina Mühendisieri Odası İstanbul Şubesi Y önetim Kurulu ACI KAYIPLARIMIZ 15 ile 20 Ağustos 2001 tarihlerinde kaybettiğimiz Akademik Konsey ve Şeref Üyemiz Em. Org. HÜSEYİN DOĞAN ÖZCÖÇMEN ile Derneğimizin Koordinatörü Dr. YAVUZ AKTOCU'yu rahmetle anıyoruz. Atatürkçü mücadelernizde yerleri kolay doldurulamayacak gerçek Atatürkçü bu iki müstesna insanın yokluğunun acısını daima içimizde taşıyacağız. Kederli ailelerine, demeğimizin üyelerine ve tüm Atatürkçülere sabır ve başsağlığı dileriz. MUSTAFA KEMAL DERNECİ GERİKALMIŞLIĞIN PANZEHİRİ KÜLTÜR, KÜLTÜRÜN ZEHİRİKORSAN KİTAPTIR! Bilim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği (BESAM)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle