19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 NİSAN 2001 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Oy hakkı Uluslararası Para Fonu'nun Türkiye'ye borç para vermek için acilen çıkanlmasmı istediği yasalardan Merkez Bankası yasa tasansında Merkez Bankası ile Hazine arasındaki bağ kopartılıp "Para Politikası Kurulu"nun toplantlanna Hazine Müsteşan'nın oy kullanma hakkı olmaksızın katlması öngörülürken Anamur'daki gazetecisi dostumuz GüngörTürkeli deSevr AntJaşması'ndan bir maddeyi anımsabyor "Devlet bütçesi Ingiltere, Fransa ve rtalya'dan olusan bir komisyon tarafından düzenlenecek; komisyon toplantılanna kahlan Türk delegeleri oy kullanamayacak, Türk delegelerinin danışma niteliğindeki karariarda oy hakkı olacaktr. Türk devteti, komisyonun onaylamayacağı herhangi bir mali düzenlemede bulunmayacaktr. Komisyon, Türk devtetinin para poiitikalannı bellrleyecek, bu belirlemede Osmanlı Bankası ve Düyunu Umumiye Idaresi ile birlikte çalışacakbr." Tei: 0.212512 05 0S Faks: 0.212.512 44 97 - Bugün, Dünya Günü'ymüş... "Kaç bucak olduğunu aösterelim!" z ifiri karanlıktan çıkış için bir ışığın beklen- diği şu günlerde, internet ortamında "Hal- ka Güven" başlıgıyla Sabahattin Eyubog- lu'nun "Mavi ve Kara" kitabından bir alıntı dolaşıyor bilgisayar ekranlannda. "Ey Halk Ana, önünde sonunda sensin her şeyi yoluna koyacak olan; sen, hor görülen, sömürülen, kandınlan, ezilen, çiğnenen, ama can düşmanlannı bite ak sütün, sağduyun, hoşgörünle besleyen, şı- martan, başına bela eden; sen, ısırganı ve buğdayı aynı cömertlikle yeşerten bereketli toprak, sana dü- şecek önünde sonunda akla karayı seçmek, kurda kurt, kuzuya kuzu demek. Binlerce yıldır nasıl aldatıyoriar seni, nasıl sömü- rüyor kanatıyoriar seni. Ne peygamberier, ne kral- lar, ne padişahlar, ne zorbalar senin adına başa geç- tiler ve sana haram ettiler bu güzelim dünyayı; sa- na, dünyanın öz sahibine, konuşmayı, düşünmeyi, sevmeyi, türkü söylemeyi, senden ögrenenler, ko- nuşmayı, düşünmeyi, sevmeyi, türkü söylemeyi kaç Halk Ana kez yasak ettiler sana. Hem ne diye? Senin mutlu- luğun öyle gerektiriyordiye. Senin mutluluğunu ger- çekten isteyenler geçmiyor mu zaman zaman ba- şına? Geçiyor, daha doğrusu bıçak kemiğe daya- nınca sen öyleierini geçinyorsun başına. Ama en gü- zel elmalar gibi onlar kurtlanıyor en çok. Bir de bakıyorsun dün senli benli olduğun adam siz biz demeye, anlamadığın diller konuşmaya, se- nin sevmediklerinle sevişmeye, can düşmanlannla cilveleşmeye başlıyor. Üstelik çıkan için kardeşini, kendi kendini vurduruyor sana. Çünkü sen, bütün yaratıcrlargibi TabiatAna gibi, ko- lay kaptınrsın kendini, yellere, sellere verirsin kendini. Canavar soluğunu bahar sanıp çiçek açıverirsin. Hır- sız gelir, dostunu öldürüp postunu çalar giyer, sen postun arkasından gidersin. Kızıl kumaşlarla aldatılan boğalar gibi kızıştınr, yorar, tüketirler seni. Oyuna geldiğini anladığın zaman iş işten geçmiş olur çok kez. Sırtında taşıdığın suratlannı bile gör- mediğin nice kuşbeyinliler ne uçurumlara sürükle- diler seni kendileriyle birlikte. Ta fıravun zamanın- dan beri ne kargalar besleyip oydurdun güzelim gözlerini. Ey Halk Ana, Güzel Ana, Cömert Ana, Kör Ana, bütün aldanışlann yıkmadı seni; çünkü hep hak uğ- runa, doğruluk adına aldattılar seni. Düştüğün ba- taklarda özledığin mutlu dünya hep kaldı önünde Ço- banyıldızı gibi. Aldandığın için seni övecek değiliz, ama yermeye de hakkımız yok. Çirkin aldanış, seni aldatmakla mutluluğa ereceğini sananlann aldanı- şıdır. Sen uyandıkça sırtından sapır sapır dökülen o sömürgen, o sürüngen, o gerici aldanışlardır. Hak uğruna aldananın mutsuzluğu, hak adına al- datanın mutluluğundan yeğdir.Tann çoktan bırakıp gitti güzelim dünyayı: Onu cennete çevirecek olan sensin." SESSÎZSEDASIZ(Î) NURÎKVRTCEBE Yüksek Yerilim Hatt [email protected] Dalgalan şanlı bayrağım dalgalanabılırsen eğer dalgalı kur rûzgânnda1 Yrtdımş dünya haritasım düzeltmek Ankara'dan Ayşegül Tokath'nın gönderdiği, kıssadan hisse alınacak bir öykü: Pazar sabahıydı... Adam, haftanın yorgunluğunu evde oturarak çıkar- maya kararlıydı... Gazetesinı elıne alıp tam ayaklarını uzatacakken oğlu ko- şarak geldi ve ne zaman sinemaya gi- deceklerini sordu. Adam, hafta içinde ogluna söz ver- mişti ama canı sokağa çıkmak iste- miyordu. Bir bahane uydurması ge- rekiyordu. Gazetenin promosyon olarak da- ğıttığı dünya haritası gözüne ilışti; eli- ne birmakas aldı ve haritayı küçük par- çalara ayırarak oğluna verdi: "Haritayı düzelttiğinde seni sine- maya götüreceğim." Biraz rahatlamıştı... Küçük parçalara ayırdığı hari- tayı, bir coğrafya profesörü bile akşama kadar düzeltemezdi. Aradan on dakıka geçmişti ki oğlu elinde dünya haritasıyla geldi: "Haritayı düzelttim, artık sinemaya gidebiliriz!" Şaşırmıştı... Hayretle dünya haritasına baktı, herşey yerli yerindeydi... "Bunu nasıl başardın" diye sordu. Çocuk, omuzlarını silkti: "Çok kolay... Bana verdiğin harita- nın arka yüzünde bir insan resmi var- dı; insanı düzelttiğim zaman dünya kendiliginden düzeldi." - - • ÇED KÖŞESİ OKTAY EKtNCİ 'Nükleer Karşıtı' Şiirler... Bazı insanlar vardır; "kı- zarsınız" ama sevginiz azal- maz... Hatta belki de artar... Çünkü "o"nu, sizi kızdıran o davranışlanyla da seviyor- sunuzdur... Tıpkı bu satırlan okuyun- ca gözünüzün önüne gelen o sevimli çatık kaşlar ya da te- miz kalpli somurtkanlıklar, hatta yüreğinize gömdüğü- nüz ınatçılıklar.. gibi. Herkes için işte "o" ya da "onlar" kimlerse, galiba "hepimiz" için Attilâ llhan da odur, öyle birisidir... Ba- zen kızarsınız; ama, işte o kadar... Belki o da bunu bildiği için, bazen "kızdınr";yi- ne, sadece o kadar... Tıp- kı "nükleer santrallar" konusunda- ki hepimi- zi kızdıran ^ "destekleyi- \ ciyazılann- ** da" oldu- ğugibi... ••• O günler- de o ka- dar çok okur aradı ki; "ne- den yanıt vermiyorsun; ne- den eleştinniyorsun?.." di- ye... Sustum... Aradan zaman geçmesini bekledim... He- men yazarsam, "becere- mem" diye düşündüm... Kız- gınlığımı dile getirirken "kı- rarun" diye çekindim... Üs- telik sadece O'nu değil, "kendimi" incitirim diye elim kaleme gitmedi... Çünkü; nükleer santral da dahil, bu tür "çevre ve yaşam düşmanı" ne kadar baş be- lası sözde kalkınma yatınmı varsa, hepsine karşı çıkma- mızın temelinde, içimizdeki o "insan sevgisi" yok tnu- dur?.. Ve bizler, bu insan sevgi- sinin belki de en "tılsımhsı- nı" hissetmeye başlarken, yüreğimizin atışlannı hızlan- dıranlar arasında "Attilâ Ü- han'ın şiirleri" en önlerde gelmiyor muydu?.. Örneğin, dönüp arkasuıı gideni "ben sana mecbu- rum" diyerek durdurmayı bize o şiiriyle öğretmişti... Biz de O'na mecburduk ve Attilâ llhan örneğin "ideolo- jik" olarak da bazılanmızı Kızdırsa da kızamazsmız... kızdırsa bile yine hepimizin duygulannı dile getiren dize- leriyle bizim sesimizdi, "ken- dimiz"dı... ••• Şimdi son kitabına da adı- ra veren "Kimi Sevsem, Sen- sin"i duyduğumdan bu ya- na yine zor durumdayım. Açıp yeniden nükleer sant- rallan öven yazılanna bakı- yorum, ama okuyamıyo- rum... Şiirini yazısının üstüne ko- yuyorum, bir kez daha hece- liyorum: "kimi sevsem sensin / hayret senden nedense vazgeçilmiyor" Bizim için de öyle...O'ndanne- den vazgeçilmi- yorsa, Attilâ ll- han'dan da aynı nedenle vazgeçü- miyor. Şiirin al- tındaki yazıda nederse desin; bizi ne kadar kızdınr- sa kız- dırsın; "kızgın- lığımı- sevgiden kaynaklandığını, yine yıllar öncesinden bel- leğimize armağan ettiği şu dizelerinde annnsatıyor: "gözlerin, gözlerime de- ğince felaketim olurdu, ağlar- dım..." ••• Düşünüyorum da, nükle- er santralcılar da "insan"... O halde durum hiç de umut- suz değil demektir... Yeter ki onlar da Attilâ îl- han'ın yazılannı değil, "nük- leer karşıtı" şiirlerini oku- sunlar. Örneğin, göz göze geldiklerinde "ağlayacak- lan" birileri olsun... Ya da böylesi bir "felake- ti" henüz tatmamış olsalar bile, yine O'nun dizelerinde "hayallerini" yaşasınlar: "ne kadınlar sevdhn za- ten yoktular böyle bir sevmek görfll- memiştir..." Evet... Biz, hepimiz "Ona mecburuz"... Nükleerekar- şı "insanca direnmek" için de... [email protected]. HAYVANLAR ÎSMAIL GVLCEÇ »-VAV [email protected] KtM KİME DUM DUMA BEHÎÇAK [email protected] ÇtZGtLtK KÂMtLMASARACI ö - H A R B İ SEMtH POROY [email protected] TARtHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 22NisaH 'Oe 8U6ÜN, FKANSIZ BESVECİSİ EDOUARD LALO, €9 yAŞINDA ÖLOÛ. İSPANYOL ASILU »<£ A/teP&J SSLEN IAJO, BÛYÜK BlB. rETEMEK OCMAIAASINA KAJSŞtU, 13. YÜZrlL. SONLARtN- OA, CESAB. FGAfJCK, GOUUOP, SAlMT-SAesiC, Bizer VE cnmiüEfz &et BE^TBCJLER. ABA- StHDA yee ALMfÇn. M OieK£SmA£YONUYlA DitucATi çee&J uti£>, S£A/ecu'txe OPA MÜ- ziöi PA&çALAGt yAzMiçrt- ANCAJH, UZUM YtUAB. SEVE8SK DlKJLEAJEfJ VE /KAUCJ SA- YILACAK TBK YAPtTf, "(SPAHYOL S£"A//=O- NiSi*OLACAKTt. 18?S'7E PABLO SABASATE TARAFINDAN İCBA €t>iLEN Bü SEHZONİ, O SIRALA8. ÇAYieOVSJd'MİM Pe S ICAZANMfÇr/. PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU 0 Başka Sesler... Döneminde hiç de yabana atılmayacak bir ünü olan öğretmenim Bay Corc'un sekizinci dersten sonra anneme gelip, "Olmuyor, hanımefendi... Olmuyor..."diyerek, beni 14. yaşgünümde "Hoh- ner" marka bir akordeonla ilk adımlanmı attığım "müzik hayatım"a nokta koymaya zorlayışının ai- lemiz içinde birtakım çalkantılara yol açması çok doğaldı... Annemin, belli bir disiplin isteyen özel bir uğraşla beni "sokaktan kurtarma" umutları yı- kılmış, mükemmel bir müzik kulağı olmasına rağ- men nedense hiçbir çalgı çalamayan babamın, "Bari oğlum çalsın!" arzusu boşa çıkmış, küçük kardeşimin, "8ana da birgitaralırlarartık!" haya- li suya düşmüştü... Ben ise Bay Corc'a içimden hak veriyor, ama basit bir akordeon nedenıyle de olsa adımın "beceriksiz"e çıkmasını istemiyor- dum... Öğretmenimın, annemin ısraıiı sorulan üzerine yaptığı kısa açıklama onun gibi beni de rahatlat- mıştı doğrusu... "Oğlunuz notalara, yani müziğin alfabesine karşı anlayamadığım bir inatla direni- yorhanımefendi..."demişti. "Kafasındadahaön- ce hiç duyulmamış birtakım sesleryaratıyor, akor- deonu da işte bu seslere uydurmaya çalışıyor... Üstelik biraz da aceleci..." Koyduğu tanı kesin- likle doğruydu Bay Corc'un... Akordeonun düğ- melerine, tuşlanna her bastığımda çıkan o kulak tırmalayıcı tuhaf seslerin nedeni, benim bir türlü frenleyemediğim yaratıcılığımdı... Bu yönüm, için- deki, akerdeonu elime alır almaz günün modası dans parçalarını çalarak çevredeki yaşıtım kızla- n büyülemek isteğiyle birieşince müzik öğretme- nime havlu attıracak kadar önemli bir "sorun" çı- kıyordu ortaya... Kardeşimin "demode" bulup, burun kıvırdığı akerdeon, aynı hafta içinde bir meraklısı bulunup satılmıştı... ••• "Dünyanın sonu" olmayan bu maceradan ken- dimce dersler çıkarmıştım... Davranışlan nedeniy- le son günlerde eleştiri konusu olan kimi Milliyet- çi Hareket Partili milletvekillerini belki de bu ne- denle bu kadar iyi anlayabiliyordum. Onların on- ca devlet meselesi varken, erkek şarkıcılann kal- çalanyla ilgılenmesi bile yadırgatıcı gelmiyordu ba- na... Hiç beklemedikleri biranda kendilerini "re- elsiyaset"in içinde bulmuşlar, bununla da kalma- yıp, bir kıyısından da olsa "iktidar'a ortak olmuş- lardı. Düzeni ne kadar çarpık, ekonomisi ne ka- dar batık da olsa, koca bir devleti yönetmek, Er- ciyes Dağı'na otağ kurup kuzu çevirmeye, kımız içmeye benzemiyordu... Muhalefette güçlenirlerken, büyürlerken eleş- tirdikleri, yerden yere vurduklan "herşey'e ortak- tılar şimdi... Içlerinde yıllarca taşıyıp besledikle- ri, adına "milliyetçilik" dedikleri karmaşık duygu- lannın reel siyasal yaşama uygulanabilirliğinin ol- madığını gördükçe huzursuzlanıyorlar, hırçınlaşı- yoriardı. Ancak kendilerinin duyabildiklen, ken- dilerinin çıkarabildikleri "kakafonik" seslerle mü- zik yapılamayacağını anlamışlardı. Ama onlan şimdi olduklan yere getiren, iktidara taşıyan bu sesler değil mıydi? Varlık nedeni olan seslerine, kendı özlerine yeniden dönmek isteyişlerinin ya- dırganacak bir yani olmamalıydı o halde... ••• Nâzım Hikmet'in dedesi, Kemal Derviş'in so- yağacı, Tarkan'ın kalçaları bir "geri dönüş"ün bi- ze yansıyan görüntüîeriydi... Sözcüleri televiz- yonlara çıkıp, bize "Türk t/p/"ni, "Türk aile yapı- s/"nı, yani nasıl olmamız, nasıl yaşamamız gerek- tiğini anlatmaya başlamışlardı... Bir gün sıra ke- mik yapılanmıza, kafatası ölçülerimize de gele- cekti kuşkusuz... Ülkece yaşadığımız bunalım, birçok şey gibi "MHPmilliyetçiliği°r\\ de çıplaklaştırmıştı. Biraz ço- raplannın rengi, biraz da bıyıklan değişmişti. Ama müziğin alfabesine karşı inatlarından hiç vazgeç- memişlerdi... Gördüklerimiz, duyduklanmız, tanık olduklanmız, ileride yaşayacaklanmızın ilk işa- retleriydi anlaşılan... O başka seslerin ilk işaret- leri... Faks:0212-723 84 97 (e-posta: [email protected]) BULMACA SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6SOLDANSAĞA: 1/ Hiçbir dev- letle uyrukluk bağı olmayan 2 kişi. 2/ Yah- 3 çapkını da denilen ve su kıyılannda yaşayan kuş. 6 3/ Bir nota... 7 Brezilya'mn _ eski başkenti- ninkısasöyle- 9 nişi... "Hayır" anîa- mındakullanılansöz. 4/ Cezayir'de bir li- man kenti... "Inci- ler" anlamında eski sözcük. 5/ Kimse, ki- şi... Kalıtımın maddi temeli olan ve kro- mozomlan oluşturan maddenin kısa yazı- lışı. 6/ Insanınkendi- ne karşı duyduğu saygı... Dans. 7/ Dolma yap- mak için hazırlanan kanşım... ABD Başkanı Ei- senhower'ın lakabı... Köpek. 8/ Tedbir. 9/ Yaba- nördeği. YUKARTOAN AŞAĞIYA: 1/ Evrenin temeli olarak düşünülen özdeğin can- lı olduğunu savunan öğreti. 2/Dava. 3/ Iterbiyum elementinin simgesi... Iskambilde koz... "Erdal —": Yazanmız. 4/ Üzüm şn"asının tortulannı çö- kertmekte kullanılan kille kanşık kireçli toprak... Boks yapılan alan. 5/ Fütüvvet şeyhi... Güreşte bir oyun. 6/ Teknelerle suyun dibinde sürüklene- rek çekilen balık ağı... Gerçek. 7/ Adlan sıfat ya- pan bir yapım eki... Tavır, davranış... Mendelev- yum elementinin simgesi. 8/ABD halkından olan kimse. 9/ İnanç ve bilgiyi kiliseyle birleştirme- ye çahşan ortaçağ felsefesi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle