19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 NİSAN 2001 PAZAR OLAYLAR V E G O R U Ş L E R [email protected] Atatürk Yargılandı Mahmut YAGMUR Egitimci T arih, ulu bır yargıçtır. Acunu derinden sar- san, nice egemenliği yıkan, beklenmedık olgulara analık yapan yengilerin, yenilgile- rin, devrimlerin.. nedenkrini titizce irdeler. Her önderi, inceden inceye sorguya çeker. Görüşünü, silinmez ve kazınmaz bir mürekkeple yazar. Ulu ve haktanıryaıgıç, önderier ön- deri Mustafa Kemal Atatûrk'ü de yargıladı. Yargı bildirgesine (ilamı- na), aşağıya özet olarak aktardığım gerçekleri yazdı: Atatürk, karanhğı aydınlatan bir ışıktı. Aymazlık uykusunda uyuyan- lan uyandıran bir çığlıktı. Dirençli, özgüvenli, özverili, insancıl (hüma- nist) bir komutandı. Ören yerine dön- müş Anadolu'da, birbiri ardından tansıklar(mucizeler) yarattı. Bitkin, bezgin, yazgıcı halkı örgütledi. Ku- rumak üzere olan yurt ve yaşam sev- gilerini yeşertti. Cılız olanaklannı birleştirdi. Tükenmiş olduğu sanılan gizilgüçlerini devinime geçırdi. "Ya ölüm ya bağunsızhk!" diyerek Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı'ra başlatü. Ta- rihte bir benzeri olmayan bu savaşı, göz kamaştıran görkemlı bir utkuy- la sonuçlandırdı. OsmanJı llhanlı- ğı'nın (imparatorluğunun) yıkıntı- lan üzerinde, çağcıl ve kalımlı (ba- kî) Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu. Laiklik ilkesiyle, budunsal (etnik) kökenleri, anadilleri, dinsel inançla- n, ağıtlan, türkülen, oyunlan.. ayn olan topluluklan bırbirlerine kay- naştırdı. Kulu yurttaş, uyruğu ulus yaptı. Halkına acıyı, mutluluğu, öz- gürlüğü hakça paylaştırdı. Halife ya da buyurgan (dıktatör) olmasını öne- ren dalkavuklan, "EgemenBkkayrt- szvekoşulsuz ulusundur!" dıye pay- ladı. Kışıhğıne duyulan sevgiye ve güvene hıç toz kondurmadı. Atatürk, üstün yeti ve yetenekler- le donanmış bir insandı. Beyni ve yü- reği olağanüstü üretkendi. Anlağı işlek, ırası (karakteri) sağlam, isten- ci keskın, bilinci saydam, duyuncu (vicdanı) lekesizdi. Düşünceleri, olumlu bilimin sık gözenekli süz- gecinden geçmiştı. Eşsiz biranlatım ve betımleme ustasıydı. Dıli akıcı, kıvrak, ezgiliydi. Her tümcesi, dü- şündüren, esinlendiren, yönlendi- ren, yol gösteren bir özdeyiştı. Bı- kıp usanmadan, ülkesini çağdaş uy- garlık düzeyıne çıkarmak ıçin çalış- tı. Ulusuna acı çektiren kötülükleri önlemek, haksızlıklan gidermek, kördüğüm olmuş sorunlan çözmek için kafa yordu. Ağzından gereksiz ve gerekçesiz tek sözcük çıkmadı. Konuştuğu gün, tüm gözler ve ku- laklar Türkiye'ye çevrildi. Ankara, uluslann ilgi odağı oldu. Atatürk, usçu ve köktenci bir dev- rimciydi. Halkını, usdışı masallar anlatarak avutmadı. Söylence ninni- leri söyleyerek uyutmadı. Katı ku- rallann ve öğretilenn albenisine ka- pılmadı. Köklü ve özgün devrimler yaptı. Örneğin, cumhuriyet yöneti- minin Tann'nın ve son yalvacının (peygamberinin) buyruklanna ay- kın olduğunu savlayan "haüfeöği'' kaldırdı. Inanç özgürlüğünü ve ulu- sal istenci tutu (ipotek) altından kur- tardı (3.3.1924)... Çocuklann ve gençlerin beyinlerini kısırlaştıran çağdışı eğitim kurumlarmı kapattı. Ozekinli, özverili, özgür düşünceli, tutarh, toplumcu insanlar yetiştir- mek için eğitim kurumlan arasında uyum ve birlik sağladı (3.3.1924)... Sank, fes, takke, kabalak gibi baş- lıklan; cüppe, şalvar, çarşaf, çakşır gibi giysileri yasakladı. Yurttaşlan- nı, uygar biçimde giydınp kuşattı (25.11.1925)... Asalaklan banndı- ran, buram buram afyon kokan, sü- rekli "hu!." çekilen izbelere kilit vur- du (30.11.1925)... Körpe Türkiye Cumhuriyeti 'nin bilimsel ve eşithk- çi bir tüze (hukuk) dizgesine gerek- sinimi vardı. Çünkü onurlu Türk uhı- su, OsmanJı 'dan kalma dinsel içerik- li ve topluluklar arasında ayncabk ya- pan bir tüze dizgesiyle yönetüemez- dı. Bu yalın gerçeği göz önünde tu- tarak, topluluklar ve bireyler arasın- da eşitlik sağlayan "Yurttaşlar Ya- saa"nı (Medeni Kanun'u) yürürlü- ğe koydu (17.2.1926)... Yurdunun gerçek iyesi (sahibi), ulusunun ger- çek bayı (efendisi) saydığı Türk köy- lüsünün yüzde 85'i bilisızdi. Köy- ler okulsuzdu. Köylerde okul olsa bi- le durum değişmezdi. Çünkü, oku- tulan Arap abecesi (alfabesi) çok çetrefildı. Öğrenilmesi, okunması, yazılması alabıldiğine çetındi. Işte bu yüzden, abece devrimini yıldınm hı- zıyla gerçekleştirdi. Yiğit ve özve- rili Kuvayı Mılliyecilen, açtırdığı "halk okullarTnda görevlendirdi. Sol elinde Latin abecesi, sağ elinde tebeşir, Anadolu'yu adım adım do- laştı. Candan sevdiği halkına okuma yazma öğrettı (3.11.1928)... Köklü ve varsıl bir dıl olan Türkçe, yüzyıl- larca dışlanmıştı. Kaba saba bir dil sayılmıştı. Türkçenin yerini, uydur- ma bir dil olan Osmanlıca almıştı. Osmanlıca, Arapca, Farsça ve Türk- çe sözcüklerden oluştunılmuş tat- sız tutsuz bir bulamaçtı. Bu bula- maçtan yapılan tümceleri ve tamla- malan (terkipleri) anlamak, bulma- ca çözmek denlı zordu. Daha kötü- sü, halkın dilini aydınlar, aydınlann dilinı de halk anlamıyordu. Devle- tin yazılı buyruklannı okutmak ve açıklatmak için, fellık fellik dılmaç (tercüman) aranıyordu. Ulusunu bu utanılacak durumdan kurtarmak için, Türk Dil Kurumu'nu kurdu. Ülke- sinin en seçkin yazarlannı, ozanla- nnı, sanatçılannı, tarihçilerini, eği- timcilenni, toplumbilimcilerini Dil Kurumu'nun doğal üyeleri yaptı. Yitmek üzere olan Türkçe sözcük- leri, deyimleri, atasözlerinı derletti. Türkçenin ses, biçim, tümce yapısı- nı bilimsel ve kalıcı kurallara bağ- lattı. Ad, yüklem türünden olan söz- cüklerin kök ve gövdelerine yapım ekleri ekleterek yeni sözcükler ve terimler türettirdi. Kendisi de, düz- lem (geometri) terimleri türetti. Ulu- sunun kimlık belgesı ve ses bayrağı olan Türkçeyi, yabancı dillerin bo- yunduruğundan kurtaracak ulusal imeceyi başlattı (26.9.1932). Mustafa Kemal Atatürk, duyarh ve erdemlı bır ökeydi. Yaşamı boyun- ca bilimin gösterdiği doğru yoldan sapmadı. Yüzünü, ayçiçeği gibi gü- neşten hiç ayırmadı. Insan emeğini en yüce bir değer saydı. Halkından toplanan vergıleri kaşarlanmış hır- sızlara yağmalatmadı. Yerli ve yaban- cı tefecilere avuç açmadan Anado- lu'yu baştan başa bayındırlaştırdı. Askersel utkulannı, tutumsal (eko- nomik) utkularla taçlandırdı. Ulu- sunu, birlik ve erinç içinde yaşattı. Ardında, süremin (zamanın) aşın- dıramayacağı, sıyasal depremlerin yıkamayacağı yapıtlar bırakarak acundan aynldı (10.11.1938). Bir sonraki yazımda Atatürkçü- lüğe ihanete gelecek sıra... EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Tencereyi Kirletenler! Evren Paşa'nın birsözünübugün- lerde sık sık yine- liyorum: "Tence- reyi pislettiler".:. Kimdi onlar? 1980öncesinde Türkpolitıkayaşa- mında egemen olan partıler, daha da çok liderter; özellikle ikisı, Süleyman De- mire» ile Biilent EcevitL Diyeceksiniz kı, Evren Paşa dönemin- de de nice tencere, çanak kirletildi! Ni- ceyaniışlaryapıldı, nice acılar çekildi! öy- le okJu ki, 80 öncesini arar durumlara düş- tük... Ama o "tencereyi pislettiler" sözü, davranışı, gide gide tencereyi de aştı, kazanlan doldurdu. Bugün yabancılara "para para " diye dilenir hale gelmışsek, bunun sorumlulan, hatta suçiulan yok mu? Niye Türkiye bu kadar kötü, bu ka- darbeceriksizceyönetildi? En hafrf söz- ler bunlan haince, düşmanca mı deme- li, başka bir tanım mı bulmalı? Dûyûn-ii Umumi'yi, Türkçesi Dış Borç- lar Kurumu'nu oluşturmak en lyısı olacak diye düşünmek mi gerekıyor. Hıç değil- se sorumlu kimdir, biliriz? Yabancı usta- lara, uzmanlara yazgımızı teslim ettiği- mizin bilincine vanr, ilk fırsatta kendimi- zi toplamaya, aklımızı başımıza almaya çalışınz. Şu hale bakın, Oünya Bankası uzmanı bir Türk gidip kapı kapı dolaşı- yor, ama "önce siz şu on beş yirmi ya- sayı çıkartm, sonra gelin" diye tersleni- yori On beş günde on beş yasa! Bir gün- de yasa nasıl çıkar? Hem daha çoğu ha- zırlanmamış, encümenlerde görüşülme- miş, tartışılmamışsa... Bir keşmekeş, bir karmaşa!.. Iktidar partileri saç saça baş başa! Iktidan da muhalefetı de şaşkın, ne yapacağını bil- mezbırşaşkınlıkta... Ülkeuçurumun ke- nanna getirilmış, adamlar kısır kavgalar peşinde!.. Üsteîık de, uçurumun kenan- na getiren de kendileri... Son yirmi yılda soygun, hortumlama, hırsızlık, elde avuç- ta ne varsa tüketmiş. Daha doğrusu hor- tumculara sunulmuş... ABD'den bekJe- nen on iki milyar dolar kadar bir para hortumculara gitmiş... Yaban- cı para kaynak- tan bunlan biz- den iyi biliyor "Vereceğimiz para yine çar- çur mu edile- cek?" Bir sözü, bir isteği daha vardı 12 Ey- lül liderinin: "Bizeyeni insanlargeretdi"... Demirel'lerden, Erbakan'lardan, Tür- keş'lerden, Ecevit'lerden kurtulmak, po- litika sahnesine yeni yüzler çıkarmak... Tencereyi pisletenleri bir daha yurt işle- rine kanştırmamak, gençleri, denenme- mişleri lideryapabilmek... Istediğı de az çok oldu, 12 Eylül son- rasında yeni Ikterier çıkü ortaya. Kimi par- layıp söndü, içlerinden birkaçı sürdürdü etkisini... Turgut Özal, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, hepsi yeniydi, kendi alan- lannda ün yapmış kişilerdi. Sırasıyla ik- tidar okjular. Ama bizler ne kazandık? Bir o geldi işbaşına, bir öbürü; kendi arala- nnda o gün bugün çekışıp duruyorlar! Ama hepsı ülkeyı bugünkü acınası hale getirdiler! El kapılannda on beş milyar do- lar arayacak kadar onursuzJuk durumu- na düşürdüler tencereyi pistetenler!.. Bir güç otea, bir mucize otea, Türkiye'yi tepeden tmağa değiştirecek bir güç!.. Ön- ce Meclis'tekı üye sayısını yan yanya azaltsa; milletvekillerine sağlanan özel ça- lışma odalannı, sekreterieri, türlü ola- naklan kaldırsa; aylıklannı dörtte bire in- dirse; araba saltanatına, lojman lüksü- ne son verse!.. "Kemerieri sıkma" işini önce yönetici kadrolardan başlatsa!.. "Para dileniyoruz" diye söylüyorlar, Î 'azıyorlar, utanıyorum. özellikle Atatürk, nönü dönemlerini yaşamış bızim gibi- ler, herkesten çok duyuyor bu utancı!.. Ama doğrusu ya, beylerin beyefendile- rin hiç utandığı yok, koltuklanndan kıpır- dadıklan yok. Ülkeyi batırmaktalar, ama bu batışın sorumlulan kendileri degilmiş gibi hâlâ tepeden tepeden konuşmak- talar. Kendilerine baglı takımlar kurarak sattanatlannı daha yıllarca sürdürmek hevesindeler... Gözyaşının Yaran Yok Zehra UNUVAR Öğretmen S ezerile Ecevit arasında olan gerginliğin yarattığı buna- hmı ve piyasalann allak bullak oluşunu şaşkınlık ve üzüntü ile izloken haberlerde birgö- rüntü dikkatimi çekti. Ecevit'in yap- üğı konuşmayı dınleyen bir parla- menter gözyaşlannı tutamamış ve haber programlannın yakın plan çekimleri ile ekranlan kaplamıştı. Gözlüklerinin ardından görünen gözleri, yavaş yavaş yaşanrken yü- züne bir üzüntü yerleşıyor ve biri- ken yaşlan akmaya başhyordu. Ashnda o, orada ağlarken sanı- nm lideri için üzülüyordu ama.. yurdun dört bucağında ağlayanla- nn çok daha önemli nedenleri var- dı. Zaten sıkıntılar içinde olan he- pınuz zarâra uğramış, şöyle ya da böyle bu bunalımın yükünü yükle- nerek kamburlaşmaya başlamıştık. Insan için gülmek ne kadar do- ğal ise ağlamak da o kadar doğal- dır. Ancak, bazı ağlamalar neden- se yadırganıyor. Işte ben de bu ağ- lamayı yadırgadığımı söylemek ıs- tiyorum. Ağlayan bir erkek olduğu için değil, kocaman bir adam, bır siyasi olduğu için değil; neden böy- le içi burkulup da ağladığını tam kavrayamadığım için. Oysa, daha önce de ağlayan erkekler gördüm ve onlann gözyaşlan ıçimi yüce duygularla doldurdu. Anlatayım: 1970 yılında, Aksu Ilköğretmen Okulu'nda öğretmendim, müdürü- müz Ramazan Oraldı. 10 Kasun, Atatûrk'ü anma programı çerçe- vesinde, öğrencilerin sınıflannda hazırladıklan tablolan ve kısa prog- ramlan izleyip değerlendirecektik. Her yıl yapüan bu yanşma için her sınıf, kendi yaratıcı gücünü göste- rerek ve öbür sınıflardan gizleye- rek tablolar ve programlar hazır- lardı. O gün sabahın ilk ışıklan ile kaikan öğrenciler, büyük birheves- le ve yaratıcı güçlerini birleştirerek içlerindeki Atatürk sevgısıni anla- tan çalışmalar yaparlardı. Salonda yapılan toplanödan son- ra sınıfları gezmeye gittik. Her sı- nıfta öyle güzel tablolar hazırlan- mıştı ki.. şaşırmışnk. Sınıf tahtala- n tebeşirle yapılan en güzel renkli Atatürk resimleriyle, güzel yazı- larla, özdeyişlerle doluydu. Sıralar çekilerek sınıfin ortası açılmış, Tür- kiye haritası çizilerek Kurtuluş Sa- vaşı ses ve hareketle, şiir ve müzik- le canlandınlmıştı. Güzel şiir oku- yan çocuklar, saz çalanlar, türkü söyleyenler, halkoyunlan, zeybek oynayanlar, tüm becerilerini orta- ya dökerek Atatürk sevgilerini dil- lendirmışlerdi. Hangi sınıfa gırsek aynı coşkuyu görüyorduk. Çok duy- gulandık. Değerlendirme kurulunun başın- da bujunan müdürümüz Ramazan Oral gözyaşlannı tutamayarak ağ- lamaya başladı. Babacan birmüdür- dû; hepimiz çok sever ve sayardık. Biz de duygulanmızı saklamadık, çocuklan hem övdük hem de böy- le duyarlı ve akıllı olduklan için sevinç ve övünç gözyaşlan akıtük. Atatürk gençliğini, Atatürk Türki- yesi'nin teşekkürü ve güveni adı- na, tek tek kutladık. Öcinci örneği de Balıkesir Gö- nen'de yaşadığım bir günden vere- ceğim. Yıl 1994. Ömer Seyfettin Kültür Etkinlikleri nedeniyle ora- dayız. Yıldız Otel'in söyleşi salo- nunda sanata ilgi gösteren Gönen- lilerle söyleşeceğiz. Söyleşiyi de- ğerli gazetecı Sami Karaören yö- netiyor. Muzafifer tzgü ve eşı, Ta- nk Dursun K. ve eşi, Mehmet Ba- şaran ve eşi, Bahri Sava ve eşi ve öyküleri ile ödül kazananlar ora- da. Asun BezLrd'nin eşi duygulu biryazı okudu. Sıvas katliamını bir kez daha lanetledık. Dınleyenlerden biri, Sami Karaören'e: "Sizdeora- daydınız efendim. Nder yaşadığı- nızı ve gördûklerinizi anlaür mıst- nız" dedı. Sami Karaören, sesı tit- reyerek yaşadıklanndan bir bölüm anlattı. Hepimiz ağlamaya başla- dık. Salonda duyulan ağlama ses- lerine içli bir hıçkınk katıldı. Bak- tım, tam karşımda, dınleyenlerin önünde oturan Bahri Savcı hocamız, hıçkırarak, sarsılarak ağlıyordu. Orada hepimiz, Sıvas'ta kaybetti- ğimiz değerli insanlanmız için ağ- hyorduk. Atatürk'ün mırasına can- dan bağlı kışıler olarak, yurdumu- za yakışmayan bu olayın acısını ta içimizde duyuyorduk. Ağlamak he- pimize yakışıyordu; çünkü göster- mehk değıldı. Gerçekten içimiz ya- nıyordu. "Ağlayabikn insan iyi insandır" derler. Ağladığı yere ve duruma bağlı, elbette bazılan, istedikleri her yerde ağlayabıliyor. Gözleri em- re uyarak yaş akıtmaya alışmış. Öz ağlamalı İci gözyaşının anlamı ol- sun. * Türkiye'nin yaşadığı şu anki du- rum için ise gözyaşının bir yaran yok. Bir an önce gereken ne ise ya- pılmalı, kişisel alınganlıklar bırakı- larak çalışılmalı. Yoksa, gözyaşla- nmızı sel etsek kimseye yaran ol- mayacak. Çabuk toparlanacağımızı ummak istiyoruz. PENCERE Yağmur Bir müzisyen sıradan insanın duymadığı sesleri duyan bir parça çalınırken, yalnız yanlışlann ayır- dına varmakia kalmaz, yaniış olmayanlann değer-( terini görünmeyen bir terazide tartabilir. ı Hastanın nabzını tutarken ya da sırtını dinlerken hastalığı tanıyan hekim duyarlıdır. Bir yetkin ressamın gözleri, bizim aynmsamak- tan yoksun kaldığımız renklenn tonlannı seçebilir Arabanın motoru çalışırken çıkan sesi dinleye- rek "anza"yı yakalayan usta duyarlıdır. , Bir yazann ya da şairin, sözcükleri yan yana di-j zerek yarattığı yapıtın enlemleri ve boylamlan her' insanın dünyasına sığmayabilir; ancak derinliğinej bir kültürün örgüsüyle dokunmuş bir kişiliğin yapı-, sında oluşabilecek duyariıkla duyumsanabilir. i Duyariığın türlen var. ! Bir radann duyarlığıyla insan duyarlığı arasında-' ki aynmı farketmek de bir duyarfık... Içtiği şarabın lezzetini damağıyla dili arasında duyumsadığı an markasını bilecek düzeyde uz- manlaşan kişinin dünya çoğunluğunun yoksulluk çukurundayaşaması karşısındaduvarlaşması, bir eksikliği vurgulamıyor mu?.. Insan duyarlığı nedir?.. • 2001 yılındayız.. Isa'dan önce 50'nci yılı yaşasaydık, kimin yanın- da olmak isterdik... Efendilerin mi?.. Kölelerin mi?.. Varsayalım ki Milattan önce Birinci Yüzyılda Ro- ma'da yaşıyorsun... Spartaküs'ü mü desteklersin?.. Serar*ı mı?.. Şimdi çoğumuz büyük bir rahatlıkla bu soruya doğru yanıtı verebilir - Elbette Sezar'a karşı çıkardım; çünkü köMğe karşıyım. 2000 yıl önce yaşanmış bir otayda bugün yan tut- manın hiçbir rizikosu yoktur; kölelığe ilişkin tarih- sel yargı çoktan verildi; ama, hiç unutmayalım ki Roma çağında uygarlık efendilerden yanaydı; yal- nız köleleri değil, Roma dışındakı bütün halklar "barbar" sayılıyordu. Bugün de 'Zenginler Kulübû'nijn dışındaki ço- ğunluğa tepeden bakılmıyor mu?.. Peki, biz şimdi kimden yanayız?.. Yoksullan 'barbar' diye niteleyip uygar zengin- leri tutuyorsak, insan duyartığımızda bir eksiklik olduğu aşikâr değil mi?.. • Bir radann duyarlığı başka şey.. Insan duyarlığı başka... Pablo Neruda'nın şiiri: Neden diyorsunuz şiiherin Söz açmaz düşen yapraktan, Doğduğun yerin Yüce volkanlanndan? Gel de gör Caddeler kan revan Gel de gör Caddeler kan revan Duyarlıktan yoksun kalan bir duygululuk ilkelle- şebilir; belkı de kabalaşır. Insan olmanın koşulu acıyı paylaşmaktan ge- çer; acı paylaşıldıkça küçülür, sevinç paylaşıldık- ça büyür. Evrende her şey küçük doğar, zamanla büyür, aa büyük doğar, zamanla küçülür. Doğa, ke- deriyle mutluluğuyla bir bütündür. Toprakla suyun birliğini vurgulayan da yağmurdur, yerden yükse- lir, gökten yağar. Bunun için rahmet demişier adına... ÇERMtK ASLtYE HUKUK MAHKEMESt 2000/96 E. / 2001/5 K. Davacı Hûseyın Çetınkaya tarafuıdan Çermik Nüftıs Müdürlügû aleyhıne açılan soyadı tashıhı davasının ya- pılan yargılaması sonunda. Karar gereğı Çermik ıJçesi Petekkaya köyü cilt: 62, kütûk sıra no: 104'te nûfiısa kayıth Zülfükâr ve Raife oğlu, Hûseyın Çetinkaya'nın Çetınkaya olan soyadının Odabaşı olarak düzeltılmesi- ne karar verilmiştir. Zarar görenlerin öğrendıklen tarih- ten itibaren 1 yıl içinde ıtiraz davalan açmalan ilan olu- nur. 13.02.2001. Basın: 16609 camlarbir 26 Mart 2001den itibaren yeni adresimizdeyiz. • Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş. • Camiş Madencilik A.Ş. • Madencilik Sanayii ve Ticaret A.Ş. • Camiş Elektrik Üretimi Otoprodüktör Grubu A.Ş. • Camiş Sigorta Hizmetleri A.Ş. • Camiş Menkul Değerler A.Ş. (Kule 2 Tel: 0.212.350 50 50) v 2 Nisan 2001'den itibaren yeni adresimizdeyiz. • Camtaş Düzcam Pazarlama A.Ş. • Anadolu Cam Sanayii A.Ş. • Soda Sanayii A.Ş. ŞİŞECAM Bır TÜRKİYE İŞ BANKASI Kuruluşudur Iş Kuleleri, Kule 3 4.Levent 80620 Istanbul Tel: 0.212.350 50 50, www.sisecam.com.tr ŞİŞECAM
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle