16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 MART 2001 PERŞEMBE 14 [email protected] Tom Hanks, Oscar adayı olduğu 'Yeni Hayat 'taki rolü için 100 kiloya çıkıp 77 'ye indi TekbiişınaoynamakenzonıKültür Servisi - Tom Hanks bir mit değil, ama Amerikan mitinin hizmetinde bir oyuncu. Hem gö- rüntünün kendisi hem de yansıması. Amerika'run ede- bini. hayranlıklarını. duygusallığını, inançlannı ve hoşgörüsünü o kadar başanyla temsil ediyor ki... •Philaddphia' ile Oscar'ı kazandığında homoseksü- el azınlığı selamlıyor, onlardan biri olmadığının al- tını çizdikten sonra "God Bless America" ile sözü- nü noktalıyor. Istemenin yapabilmek olabildiğini savunuyor. Sıradışı durumlarda kendmı ortaya ko- yan, asla bir süpermen olmadan, ama kendini aşan birbirey olabilen sıradan karakterleri canlandınyor. "Bazılan kaslarmı veya güzeiliklerini kullanıyortar, ben daha çok fıziksel yönden herkes gflri birisiyiın, ama kendime ait bir düşünce tarzun var. Sinemaya katabildiğim şey de bu." Ekranda onu sevişirken gör- meyeceğiz: "Beni daha önce çıplak görmüş olsaydı- nız bunu görebitanekiçinpara vennekistemezdiniz." Hanks, 'Cast Away' (Yeni Hayat) ile yeniden en iyi erkek oyuncu dalında Oscar'a aday. PREMIERE - Son çevirdiğinizfilm'Yeni Hayat'm konusu nasıl ortaya çikü? TOM HANKS - Ilk başta sadece bir fıkrin tohu- mu vardı. FedEx'te çalışan (Federal Express, bir Amerikan taşıma şirketi) bir adam kendisini ıs- sız bir adada bulur ve medeniyete geri döndü- ğü zaman her şeyini kaybettiğini fark eder... Birçok senariste bu fikrimden bahsettim, ancak başmdan özel bir olay geçmeyen, yalnız başı- na bir adada olan bir adam ile ne yapacaklan- nı bilemediler. Daha sonra Bill'le konuşmaya başladığımızda (Broyles, Jr., 'ApoDo 13'ün se- nansri) fikir çok daha felsefi bir boyut kazandı. Hikâyeyı anlatmak için izlemek istediğimiz ku- rallan oturttuk: Gerçeğe mûmkün olduğu kadar uygun olmasma özen gösterecektik ve hiçbir insa- nın bir ada olmayıp dünyanın geri kalaruyla bağlan- tı ıçerisinde yaşadığı fikri üzerine gidecektik. Sorun- lanmızdan birisi, seyirciyi, karakterin sıkıntısını his- sedip buna rağmen kendini tamamen boşluğa bırak- madan umutsuzluğun neresine kadar itebileceği- mizdi. Bır senaristle bir oyuncu bu tür fikirlerle bir karara varamadan sonsuza kadar oyalanabilirler, an- cak yönermen geldiği zaman en son karan o verir. - Dışanda ve adada geçen sahndere verilecek öne- min karannı vermek zor oldu mu? HANKS- Ekrandan görülenden daha fazla çekti- ğimiz kesin. Bazen otuz saniyede anlattığımızı se- yircinin üç saniyede anladığını fark ettik. Adada, karakterin yemeyi, içmeyi, bannmayı ve ateş yakmayı keşfetmesi lazım. Yalnızlığına ayak uydurmanın şeklini bulması lazım. Hepsı bu ve bu da az değil. Bir de adayı ona nasıl terk ettireceğimizi bulmamız gerekiyordu. Ken- di imkânlanyla başarması gerektiği fıkri Bob'dan (Zemeckis) çıktı. -Kariyerinizin en zor rollerinden biri oldu- ğunu söyleyebüir misiniz? HANKS- Kuşkusuz. Set üstünde her türlü şeyi yap- tım: Konuşmayan, ama aslında konuşması gereken köpeklerle oynadım, etrafımdaki her şey hareketle- nirken hiç kıpırdamadan durdum... Ekranda yalnız olmak, her şeyı tek başınıza seyirciye ulaştırmak üstünüzde inanılmaz bir baskı yaratıyor. Partneriniz olduğunda o sizi tetikliyor, size başka fikirler veri- yor, başka bir bakış açısı getiriyor... Her şeyi tek ba- şınıza yapınca, eğer yanlış yaparsanız, sonuç büyük bir felaket olabiliyor. - Niçin kendinizi bu film için fıziksel bir değişime zorladınız? HANKS -Fikir Bob'dan çıktı: "Eğer cesaret ede- bflseydik, fDmin ilkyansını seni çok şişman birisi ola- rak çekenük, sonra çekime zayıflaman için bir sene ara verirdik'' dedi. Senaryoda şöyle yazıyordu: "Ekrankaranr.Dört yıl sonra-." Göz açıp kapayın- caya kadar dört yılı yok etme- miz gerekiyordu. Bunu yap- manın en iyi yolu değişik bir vücutla ortaya çıkmaktı. - Kflo alıp sonra da ver- Set üstünde her türlü şeyi yaptım: konuşmayan, ama aslında konuşması gereken köpeklerle oynadım. mek için ne yaptinız? HANKS- Şişmanlamak için kendinizi bırakıp her şeyden yemeniz yeterli oluyor. Uykulannız bozulu- yor ve bacaklannız rahatsız oluyor... Daha koleste- rolden de bahsetmiyorum... - Kaç kiloya kadar çıktmız? HANKS-Tam olarak bilemiyorum, çünkü bir tar- tuıın üzerine çıkmak, yapmak istediğim en son şey- di! Sanınm 100 kiloya kadarçıktım. Ikinci kısım için geri geldiğimde 77 kiloya inmiştim. Daha fazla da inebilirdim, ama omzum çıktı, bu da benim altı haf- ta boyunca idman yapmama engel oldu. - Normal kilonuz ne kadar? HANKS - Seksen beş kilo civan. - Her gûn kflo kaybetme> ı e çahşmca bir yerden son- ra bu bir sabit fikir haline dönüşmüyor mu? HANKS - Garip bir şekilde egzersiz yapmak bir zevkhaline geliyor. Fidji'ye bütün aletlerimi taşıdım. Çekimler tamamen bittiği zaman bile geminin gü- vertesinde bir iki saat çalışmaya devam ediyordum. Çünkü bu hoşuma gidiyordu. lşin iyi tarafi, bu id- manlann çabucak bir araca dönüşmesi. Siz bisik- letin üzerinde olduğunuzda role konsantre olmak- tan başka ya da daha çevrilecek olan sahneleri düşünmekten başka yapacak hiçbir işiniz ol- muyor. Bu, neredeyse medi- tasyon gibi bir şey... -Yaaçfak? HANKS -Hiç açhkhis- setmedim. Çok lezzetli ve sağlıklı, lif meyve ve sebze üzerine kunüu bir rejim uy- guluyordum... Ilk üç hafta bi- raz zor geçti. Biraz başım döndü... Ama bir yerden sonra mideniz küçülüyor, metabo- lizmanız uyum sağlıyor ve kendinizi çok çok iyi his- sediyorsunuz. - Kameranm arkasmda yüzden fazla insan varken kendini bir adadayalnızbaşmahayaletmekkolay ohı- yormu? HANKS - Oradayken, kafanızda o sahneleri ay- larca çevirdikten sonra, çevre, sıcak ve çekimlerin yorgunluğu karaktere girmenizi kolaylaştınyor. -Omzunuzdan varalandığnuzı söyiediniz. Dizüıiz- den de bir rahatsızfağııuz otanadı mı? HANKS - Evet, çekimlerin bitmesinden tam ön- ce dizimi kestim, içine bir şey girmiş. Eve döndü- ğümde dizım sancılıydı ve şişmeye başladı. Dokto- ra gösterdiğimde septisemiye dönüşen bir stafilokok enfeksiyonu olduğunu söylediler. Ameliyat edip ko- ca bir parça çıkardılar ve süper antibiyotikler almak zorunda kaldım... - Role hazırlanmak için bir adaya gidip bir kaza- zede gibi yaşamak akhnızdan geçti mi? HANKS - Hayır, ama birçok kere Saint-Bathel- emy'ye gittim (Karayibler'de)... - Karakterin yerinde siz olsaydmız hayatta kalabi- leceğinizi dûşünûyor musunuz? HANKS - Hayır. Kesinlikle ölürdüm. Intihar et- mezdim, ama en sonunda bir köşede bir top olup ya- vaş yavaş kendimi ölüme terk ederdim. Tabii eğer hastalıklardaha önce beni öldürmemişse. Umutsuz- luğa karşı direncimin, karakterinki kadar güçlü ol- duğunu zannetmiyorum. Yeni filmi Kötü adam olacak - YıDardan beri size, 'kötü adam'ı oynaym oynamayacağuuz soruhıyor. Nihayet 'RoadtoPerdition'da bunu yapacaksmız. HANKS-Evet. Eğer başanlı olursak karakter aşk ve nefret arasında gidip gelecek. Mertçe işler yapan aşağılık bir adam ya da korkunç şeyler yapan iyi bir adam. iyi mi kötü mü diye sorgulamaktan çok beni karakterin gerekçeleri ilgilendiriyor. Pentagon'u patlatan bir adamın gerekçelerini anlamıyorum. Onlardan alabileceğim bir şey yok. Onun yerine gribe yakalanıp evde oturmayı ve çocuklanmla oynamayı tercih ederim. Ama 'Road to Ferditiofl'da düşünerek kararlar alan bir karakter söz konusu. Bunun meyvelerini toplayacağı gibi bedelini de ödeyecek ve bu beni büyülüyor. 'Amerikan Gûzeti'nin de yönetmeni olan Sam Meodes'in yöneteceği film çok sert ve mitik öğelerle dolu bir kitabın uyarlaması olacak. 30'lu yıllann büyük bunalımı zamanında geçiyor, bootlegers'lar ve cinayet sendikalan zamamnda... Sanınm insanlar kendılerini karakterin yerine koyup onun yerinde olsalardı ne yapacaklanm düşünecekler. Rasin'in, 'insanlannkendüerinebenzediklerianlarda9 yapüğıresimleriAkbank SanatMerkeû^nde Portre bir yaşamöyküsüdür Dostlanmdan Portreler, tuval üzerine akrilik. MELtH CEVDET ANDAY ...Dostoyevski'nin portre resmi üstüne bir sö- zü vardır: "Insan arada bir kendine benzer" der. "Işte portre ressamı o an yakalarsa başan- lı olur." Rasin'in bütün portrelerinde bu başan- yı bulmuşumdur. İnsanlann arada bir kendile- rine benzedikleri anlarda yakalanmış portreler- dir bunlar. Bu yüzden onu bir portre ressamı sa- yanm. Zaten kendisi de "Benzetide yüzün ar- dındaki insanı bulmak pek olası değfldir, o an- hk bir yaşanönın saptanması, oysa portre ise bir yaşamöyküsüdür" der. Rasin'in portreleri önünde durduğumda, göz- bebekleri ile karşılaşınm. Bakarken 'baküan' olduğum duygusuna kapılınm. Rasin'de gözbe- beklerinin çokluğu hiç de rastlanh ya da biçim, yapı kaygısından doğma sayılmamahdır. Bir bakıma kendisinin imgeleşmesinLsağlamak için yapmıştır bunu sanatçımız. Çünkü bir "gören" olan ressam da sonunda bir "görükn''dir. Hem de kendi yarattığı imgelerin çok bebekli gözle- rinde. Kendisini bakış altında duyumsamayan gerçek bir ressam yoktur. Bunlara örnek olarak Rasin'in özellikle sonresimlerini görebiliriz. Ora- da yalnızca insanlar değil, hayvanlar ve eşya- lar da size bütün dikkatleri ile hem de smaya- rak, sorarak bakmaktadırlar. Bu bakışlardan korkuya kapıldığımı söyleyebilirim. Sanki dün- yanın gizini bu hayvanlar bilmekte ve bunu bi- ze gözleriyle anlatmaktadırlar. Konuşmadıklan için bütün ruhlannı gözlerin- de biriktirmişlerdir. "Dfinya »nlatıhnay, görü- lûr" der gibidirler. Eski bir şiirimi mınldandım Adsız, aynnü, tuval üzerine akrilik. kendi kendime: Hayvanlar konuşmadıklan için Kim bilir ne güzel düşünürler Tıpkı ellerimiz gibi. Ve dalgın ellerime baktım... Hayvanlann keskin bakışlan karşısmda ken- dimi küçük görmeye ya da utanmaya benzer bir duyguya kapıldım. Ressam'a da açtım bu ko- nuyu. - Gözler sizi neden bunca ilgilendiriyor, di- ye sordum. Rasin, - Her şey gözde olup bitiyor, dedi. Benim sorunum, resim sanannın felsefe bo- yutuna uzanmak ohnadığı için kurcalamadmı. Gerçekte benim sorum yersizdi; ressam, uğra- şının aracı olan organı hayretle ele alıyordu ve onu hem görülen, hem,gören olarak iç ıçe yer- leştiriyordu. Rasin'in Italya'da büyük ödül kazanan Assi- si'li Aziz Francesco'ya ilişkin on üç parçalık büyük yapıtını özgün resim diline yönelik bir merakla yeniden incelediğimde. bu dilin türlü kaynaklardan kalkarak nasıl kişilikli bir varlı- ğa ulaştığını hayranlıkla gözlemledim. Burada resim dili artık başka dile çevrilemeyen ve çev- rilemeyecek olan bir kendiliğindenlik kazanı- yor, hiçbir türlü açıklamayı gereksemeden ya- şama kanlıyordu. Imgeler bilinen boyalardan ve çizgilerden, bilinmeyen yepyeni bir dünya ya- rahyordu. Resim üstüne yazmak. bu dili oku- yabilmekten başka bir şey olmasa gerekir. Ra- sin, Emin Gaüp Sandalcı anısına açtığı 40. yıl sergisi çağnsında şöyle diyor: Kırk yıluı biti- minde nesneler birden dirençlerini yitirdi. Ar- tık "yann günlerden ağustosböceği''. Soy sanatçı birkaç kez doğar, böylece de dün- yaya ahşma sakmcasından kurtulur, onu yeni- den tanımaya, yeniden yaşamaya başlar. Nes- neler bizi durdurur, ohnuş bitmişçesine kendi- ne bağlarsa sanatımız yerinde saymaya başlar. Kendimizi yinelemek demektir bu, başka bir de- yişle doğanın sanatçıya oynadığı yaman bir oyundur. Sanatçı bu oyuna gehnemeli. Hangi sanat büyü değildir ve hangi büyü, içinde gizemciliği saklamaz. IŞILDAK VE YELPAZE ATtLLA BtRKtYE Yalnızca Dokun! " Birşiire başlamıştım, bir zaman önce. Uzun za- mandır kalemim dize olarak düşmemişti ak kâğrt- lara. Her ne kadar bilgisayar dört bir yanımızı çevre- lemişse de şiir kalem kâğıt işidir. Ne var ki şiirde ağır ağır yol alıyordum. O gün- lerde gazeteye uğradım. Gonderilen mektuplan, der- gileri, kitaplan vb. almak için. Uzun zamandır okur mektubu almıyordum. De- mek ki iyice uzaklaşmışız yine aşktan! (Öte yan- dan ben de uzun zamandır "aşkyazısı" yazmıyo- rum ya...) Aslında insanlar da haklı. Bunca dibe vurmuş bir ülkede ne işi var aşkın? Birmektup, postamın arasından çıktı. Imzasız bir mektuptu. Mektubu okuyunca niye bana gön- derildiği anlaşılıyordu. Mektupta imza yoktu ama şöyle bir tarih atılmıştı: "2001'in ilk Dolunayı". önce bu mektubun düzleminden yola çıkarak şiirimi sürdürmek istedim, olmadı; sonra, mektu- bu şiire "dönüştürmek" istedim ama yine olmadı. Yıllarca güvendiğim sözcükler bana ihanet edi- yordu ya da mektup baskın çıkıyor, şiirin önüne ge- çiyordu. Çaresiz, iş mektubu yayımlamaya vanyordu. Okurlarla paylaşmalıydım. Kimin yazdığını bilme- diğim bu mektubu aşağıda olduğu gibi alıntılıyo- rum, kısa yavaş yavaş el sallarken. Yazanı kimse, ortaya çıkmalı. Kim bilir, belki de bu mektubu yazan sonsuza kadar meçhul kalma- h: "Yıllarönceydi; 1974'ünyazıydı. Hazirandı. Ha- ziranın ortalan olmalı. Gençtim; delikanlılığım, rüz gâra kanşıyordu. Yalnızdım. ' ' Yalnızlığımı seçmiştim. Akşam, mahallenin heryerindeydi. Yemekfas- lı bitmiş; yaz akşamının serinliği yaşanıyordu so- kaklarda. Hanımeli kokulannın, gül kokulannın arasında bahçede yalnızdım. Bir masanın başında; yalnız Bir rakı şışesi duruyordu; bir bardak, bir dilim ka- vun ve bır parça peynirdı masadakiler. Arkadaşlanm sınemanın yolunu tutmuşlardı çok- tan. Eskiden yazlıksinemalara gidilirdi. Mayısta ba lanır ekime kadar sûrerdi. Ben, yalnızlığımla baş başaydım. Yeni yeni tat- maya başladığım gençlik romantizmini yaşıyor- dum. Içim kederii, hüzünlüydü. Tuhaf bir bunık- luk vardı. Hem yalnız kalmayı istiyordum yıllarca o belleğimden ve de yüreğimden hiç çıkmayan bah çemde hem de başım önümde, nedeni bilinmez birüzüntünün gözyaşlan düşmek üzereydi masa- ma. Aşkı mı anyordum? Bir kıza aşkımı mı söyleye- memiştim? Geri mi çevirmişti biri beni... Anımsayamıyordum. Birden bırışık düştû masama, başımı kaldırdım. Bu, dolunayın ışığıydı. Dolunayı gördüm; ilk kez, o zaman dolunayın ko- nuştuğunu duydum. Şaşırmadım; inanın kı şaşırmadım. Sanki bunu bekliyordum. 'Bana dokun' dedi dolunay, yalnızca benim an- ladığım bir lisanla. 'Dokun.' Dokundum; dolunaya dokundum. Garip birse- vinç kapladı yüreğimi; hüzün de sürüyordu. Bel- ki daha da hüzünlenmiştim ama garip, tanımsızbir sevinçti bu... Oan, dolunaya dokunduğum an; belki çokuzak- larda tutkulu birâşık, birkadını öpüyordu. O an, belki bir delikanlı, ilk kez bir kadına doku- nuyordu. Belki de reddediliyordu birbaşkası. Kim bilir, o an olanlan? Belki de bir çocuk dünyaya geliyordu o an; çok uzaktı, çok yakındı. Bir kız olmalıydı; esmer bir kız... Yıllar önceydi. Hazirandı. Haziranın ortalan o malı. Ilk dokunduğumda dolunaya, ilkkezduydu- ğumda sesini... Hiçbir zaman vazgeçmedim dolunaya dokun- maktan. Kederier içinde yanıp tutuştum, acılar içinde kıvrandım; yine de hep dokundum, hep kulak verdim dolunayın sesine... Her zaman, yüreğimle..." Prof. İlben Ortaylı bugün okurları ile buluşuyor • Kültür Servisi - Prof. Ilber Ortaylı, aralık ayında Pan Yayıncılık tarafından yayımlanan 'Osmanlı Toplumunda Aile' adlı kitabı, bugün saat 14.00'te Beşiktaş Pan Yaymcılık'ta imzalıyor. Ortaylı, kitabında ailenin toplumsal çerçevesi, ailenin dini aidiyet ortamı olarak millet sistemi üzerinden Osmanlı ailesi, ailenin huhuki temeli, 19.yy aile yapısında dönüşüm ve Türkiye'de aile gibi konulara değiniyor. Klasik Tiirk müziğinden Hamenkoya I Kültür Servisi - İş Sanat Kültür Merkezi, mart ayını udi Mutlu Torun'un bestelerinin yorumlanacağı 'Buluşmalar' başlıklı konserle karşıhyor. Yann saat 19.30'da gerçekleştirilecek konserde Erkan Oğur, Volkan Yılmaz, Ferruh Yarkın, Hüseyin Sansaltıkoğlu ve Osman Ziyagil'den oluşan müzisyenler topluluğu. Tiirk müziğinin yanı sıra, klasik Batı müziği, caz ve Flamenko gibi müzik türlerine uzanan bir programla müzikseverlerle buluşacak. Tenor Antonino Marceno vvork-shop yapacak • ANKARA (AA) - Verdi ve Puccini'nin yapıtlanndan oluşan pek çok operada rol alın tenor Antonino Marceno, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü'nün davetlisi olarakc Türkiye'de. Marceno, genel müdürlüğün bünyesindeki opera şarkıcılan ile Verdi'nin 'Turandot' ve *Don Carlos' operalan üzerinde bir vvork-shop yapacak. Marceno J - Mart'a dek sürecek olan çahşmalarda Türk opera sanatçılan ile birlikte olacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle