Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 1 MART 2001 PERŞEMBE
14 kultur@cumhuriyet.com.tr
Tom Hanks, Oscar adayı olduğu 'Yeni Hayat 'taki rolü için 100 kiloya çıkıp 77 'ye indi
TekbiişınaoynamakenzonıKültür Servisi - Tom Hanks bir mit değil, ama
Amerikan mitinin hizmetinde bir oyuncu. Hem gö-
rüntünün kendisi hem de yansıması. Amerika'run ede-
bini. hayranlıklarını. duygusallığını, inançlannı ve
hoşgörüsünü o kadar başanyla temsil ediyor ki...
•Philaddphia' ile Oscar'ı kazandığında homoseksü-
el azınlığı selamlıyor, onlardan biri olmadığının al-
tını çizdikten sonra "God Bless America" ile sözü-
nü noktalıyor. Istemenin yapabilmek olabildiğini
savunuyor. Sıradışı durumlarda kendmı ortaya ko-
yan, asla bir süpermen olmadan, ama kendini aşan
birbirey olabilen sıradan karakterleri canlandınyor.
"Bazılan kaslarmı veya güzeiliklerini kullanıyortar,
ben daha çok fıziksel yönden herkes gflri birisiyiın,
ama kendime ait bir düşünce tarzun var. Sinemaya
katabildiğim şey de bu." Ekranda onu sevişirken gör-
meyeceğiz: "Beni daha önce çıplak görmüş olsaydı-
nız bunu görebitanekiçinpara vennekistemezdiniz."
Hanks, 'Cast Away' (Yeni Hayat) ile yeniden en
iyi erkek oyuncu dalında Oscar'a aday.
PREMIERE - Son çevirdiğinizfilm'Yeni Hayat'm
konusu nasıl ortaya çikü?
TOM HANKS - Ilk başta sadece bir fıkrin tohu-
mu vardı. FedEx'te çalışan (Federal Express, bir
Amerikan taşıma şirketi) bir adam kendisini ıs-
sız bir adada bulur ve medeniyete geri döndü-
ğü zaman her şeyini kaybettiğini fark eder...
Birçok senariste bu fikrimden bahsettim, ancak
başmdan özel bir olay geçmeyen, yalnız başı-
na bir adada olan bir adam ile ne yapacaklan-
nı bilemediler. Daha sonra Bill'le konuşmaya
başladığımızda (Broyles, Jr., 'ApoDo 13'ün se-
nansri) fikir çok daha felsefi bir boyut kazandı.
Hikâyeyı anlatmak için izlemek istediğimiz ku-
rallan oturttuk: Gerçeğe mûmkün olduğu kadar
uygun olmasma özen gösterecektik ve hiçbir insa-
nın bir ada olmayıp dünyanın geri kalaruyla bağlan-
tı ıçerisinde yaşadığı fikri üzerine gidecektik. Sorun-
lanmızdan birisi, seyirciyi, karakterin sıkıntısını his-
sedip buna rağmen kendini tamamen boşluğa bırak-
madan umutsuzluğun neresine kadar itebileceği-
mizdi. Bır senaristle bir oyuncu bu tür fikirlerle bir
karara varamadan sonsuza kadar oyalanabilirler, an-
cak yönermen geldiği zaman en son karan o verir.
- Dışanda ve adada geçen sahndere verilecek öne-
min karannı vermek zor oldu mu?
HANKS- Ekrandan görülenden daha fazla çekti-
ğimiz kesin. Bazen otuz saniyede anlattığımızı se-
yircinin üç saniyede anladığını fark ettik. Adada,
karakterin yemeyi, içmeyi, bannmayı ve ateş
yakmayı keşfetmesi lazım. Yalnızlığına ayak
uydurmanın şeklini bulması lazım. Hepsı bu
ve bu da az değil. Bir de adayı ona nasıl terk
ettireceğimizi bulmamız gerekiyordu. Ken-
di imkânlanyla başarması gerektiği fıkri
Bob'dan (Zemeckis) çıktı.
-Kariyerinizin en zor rollerinden biri oldu-
ğunu söyleyebüir misiniz?
HANKS- Kuşkusuz. Set üstünde her türlü şeyi yap-
tım: Konuşmayan, ama aslında konuşması gereken
köpeklerle oynadım, etrafımdaki her şey hareketle-
nirken hiç kıpırdamadan durdum... Ekranda yalnız
olmak, her şeyı tek başınıza seyirciye ulaştırmak
üstünüzde inanılmaz bir baskı yaratıyor. Partneriniz
olduğunda o sizi tetikliyor, size başka fikirler veri-
yor, başka bir bakış açısı getiriyor... Her şeyi tek ba-
şınıza yapınca, eğer yanlış yaparsanız, sonuç büyük
bir felaket olabiliyor.
- Niçin kendinizi bu film için fıziksel bir değişime
zorladınız?
HANKS -Fikir Bob'dan çıktı: "Eğer cesaret ede-
bflseydik, fDmin ilkyansını seni çok şişman birisi ola-
rak çekenük, sonra çekime zayıflaman için bir sene
ara verirdik'' dedi. Senaryoda şöyle
yazıyordu: "Ekrankaranr.Dört
yıl sonra-." Göz açıp kapayın-
caya kadar dört yılı yok etme-
miz gerekiyordu. Bunu yap-
manın en iyi yolu değişik bir
vücutla ortaya çıkmaktı.
- Kflo alıp sonra da ver-
Set üstünde
her türlü şeyi
yaptım:
konuşmayan,
ama aslında
konuşması
gereken
köpeklerle
oynadım.
mek için ne yaptinız?
HANKS- Şişmanlamak için kendinizi bırakıp her
şeyden yemeniz yeterli oluyor. Uykulannız bozulu-
yor ve bacaklannız rahatsız oluyor... Daha koleste-
rolden de bahsetmiyorum...
- Kaç kiloya kadar çıktmız?
HANKS-Tam olarak bilemiyorum, çünkü bir tar-
tuıın üzerine çıkmak, yapmak istediğim en son şey-
di! Sanınm 100 kiloya kadarçıktım. Ikinci kısım için
geri geldiğimde 77 kiloya inmiştim. Daha fazla da
inebilirdim, ama omzum çıktı, bu da benim altı haf-
ta boyunca idman yapmama engel oldu.
- Normal kilonuz ne kadar?
HANKS - Seksen beş kilo civan.
- Her gûn kflo kaybetme>
ı
e çahşmca bir yerden son-
ra bu bir sabit fikir haline dönüşmüyor mu?
HANKS - Garip bir şekilde egzersiz yapmak bir
zevkhaline geliyor. Fidji'ye bütün aletlerimi taşıdım.
Çekimler tamamen bittiği zaman bile geminin gü-
vertesinde bir iki saat çalışmaya devam ediyordum.
Çünkü bu hoşuma gidiyordu. lşin iyi tarafi, bu id-
manlann çabucak bir araca dönüşmesi. Siz bisik-
letin üzerinde olduğunuzda role konsantre olmak-
tan başka ya da daha çevrilecek olan sahneleri
düşünmekten başka yapacak hiçbir işiniz ol-
muyor. Bu, neredeyse medi-
tasyon gibi bir şey...
-Yaaçfak?
HANKS -Hiç açhkhis-
setmedim. Çok lezzetli ve
sağlıklı, lif meyve ve sebze
üzerine kunüu bir rejim uy-
guluyordum... Ilk üç hafta bi-
raz zor geçti. Biraz başım döndü...
Ama bir yerden sonra mideniz küçülüyor, metabo-
lizmanız uyum sağlıyor ve kendinizi çok çok iyi his-
sediyorsunuz.
- Kameranm arkasmda yüzden fazla insan varken
kendini bir adadayalnızbaşmahayaletmekkolay ohı-
yormu?
HANKS - Oradayken, kafanızda o sahneleri ay-
larca çevirdikten sonra, çevre, sıcak ve çekimlerin
yorgunluğu karaktere girmenizi kolaylaştınyor.
-Omzunuzdan varalandığnuzı söyiediniz. Dizüıiz-
den de bir rahatsızfağııuz otanadı mı?
HANKS - Evet, çekimlerin bitmesinden tam ön-
ce dizimi kestim, içine bir şey girmiş. Eve döndü-
ğümde dizım sancılıydı ve şişmeye başladı. Dokto-
ra gösterdiğimde septisemiye dönüşen bir stafilokok
enfeksiyonu olduğunu söylediler. Ameliyat edip ko-
ca bir parça çıkardılar ve süper antibiyotikler almak
zorunda kaldım...
- Role hazırlanmak için bir adaya gidip bir kaza-
zede gibi yaşamak akhnızdan geçti mi?
HANKS - Hayır, ama birçok kere Saint-Bathel-
emy'ye gittim (Karayibler'de)...
- Karakterin yerinde siz olsaydmız hayatta kalabi-
leceğinizi dûşünûyor musunuz?
HANKS - Hayır. Kesinlikle ölürdüm. Intihar et-
mezdim, ama en sonunda bir köşede bir top olup ya-
vaş yavaş kendimi ölüme terk ederdim. Tabii eğer
hastalıklardaha önce beni öldürmemişse. Umutsuz-
luğa karşı direncimin, karakterinki kadar güçlü ol-
duğunu zannetmiyorum.
Yeni filmi
Kötü
adam
olacak
- YıDardan beri size,
'kötü adam'ı oynaym
oynamayacağuuz
soruhıyor. Nihayet
'RoadtoPerdition'da
bunu yapacaksmız.
HANKS-Evet. Eğer
başanlı olursak karakter
aşk ve nefret arasında
gidip gelecek. Mertçe
işler yapan aşağılık bir
adam ya da korkunç
şeyler yapan iyi bir
adam. iyi mi kötü mü
diye sorgulamaktan
çok beni karakterin
gerekçeleri
ilgilendiriyor.
Pentagon'u patlatan bir
adamın gerekçelerini
anlamıyorum. Onlardan
alabileceğim bir şey
yok. Onun yerine gribe
yakalanıp evde oturmayı
ve çocuklanmla
oynamayı tercih ederim.
Ama 'Road to
Ferditiofl'da düşünerek
kararlar alan bir
karakter söz konusu.
Bunun meyvelerini
toplayacağı gibi bedelini
de ödeyecek ve bu beni
büyülüyor.
'Amerikan Gûzeti'nin
de yönetmeni olan Sam
Meodes'in yöneteceği
film çok sert ve mitik
öğelerle dolu bir kitabın
uyarlaması olacak.
30'lu yıllann büyük
bunalımı zamanında
geçiyor, bootlegers'lar
ve cinayet sendikalan
zamamnda... Sanınm
insanlar kendılerini
karakterin yerine koyup
onun yerinde olsalardı
ne yapacaklanm
düşünecekler.
Rasin'in, 'insanlannkendüerinebenzediklerianlarda9
yapüğıresimleriAkbank SanatMerkeû^nde
Portre bir yaşamöyküsüdür
Dostlanmdan Portreler, tuval üzerine akrilik.
MELtH CEVDET ANDAY
...Dostoyevski'nin portre resmi üstüne bir sö-
zü vardır: "Insan arada bir kendine benzer"
der. "Işte portre ressamı o an yakalarsa başan-
lı olur." Rasin'in bütün portrelerinde bu başan-
yı bulmuşumdur. İnsanlann arada bir kendile-
rine benzedikleri anlarda yakalanmış portreler-
dir bunlar. Bu yüzden onu bir portre ressamı sa-
yanm. Zaten kendisi de "Benzetide yüzün ar-
dındaki insanı bulmak pek olası değfldir, o an-
hk bir yaşanönın saptanması, oysa portre ise bir
yaşamöyküsüdür" der.
Rasin'in portreleri önünde durduğumda, göz-
bebekleri ile karşılaşınm. Bakarken 'baküan'
olduğum duygusuna kapılınm. Rasin'de gözbe-
beklerinin çokluğu hiç de rastlanh ya da biçim,
yapı kaygısından doğma sayılmamahdır. Bir
bakıma kendisinin imgeleşmesinLsağlamak için
yapmıştır bunu sanatçımız. Çünkü bir "gören"
olan ressam da sonunda bir "görükn''dir. Hem
de kendi yarattığı imgelerin çok bebekli gözle-
rinde. Kendisini bakış altında duyumsamayan
gerçek bir ressam yoktur. Bunlara örnek olarak
Rasin'in özellikle sonresimlerini görebiliriz. Ora-
da yalnızca insanlar değil, hayvanlar ve eşya-
lar da size bütün dikkatleri ile hem de smaya-
rak, sorarak bakmaktadırlar. Bu bakışlardan
korkuya kapıldığımı söyleyebilirim. Sanki dün-
yanın gizini bu hayvanlar bilmekte ve bunu bi-
ze gözleriyle anlatmaktadırlar.
Konuşmadıklan için bütün ruhlannı gözlerin-
de biriktirmişlerdir. "Dfinya »nlatıhnay, görü-
lûr" der gibidirler. Eski bir şiirimi mınldandım
Adsız, aynnü, tuval üzerine akrilik.
kendi kendime:
Hayvanlar konuşmadıklan için
Kim bilir ne güzel düşünürler
Tıpkı ellerimiz gibi.
Ve dalgın ellerime baktım...
Hayvanlann keskin bakışlan karşısmda ken-
dimi küçük görmeye ya da utanmaya benzer bir
duyguya kapıldım. Ressam'a da açtım bu ko-
nuyu.
- Gözler sizi neden bunca ilgilendiriyor, di-
ye sordum.
Rasin,
- Her şey gözde olup bitiyor, dedi.
Benim sorunum, resim sanannın felsefe bo-
yutuna uzanmak ohnadığı için kurcalamadmı.
Gerçekte benim sorum yersizdi; ressam, uğra-
şının aracı olan organı hayretle ele alıyordu ve
onu hem görülen, hem,gören olarak iç ıçe yer-
leştiriyordu.
Rasin'in Italya'da büyük ödül kazanan Assi-
si'li Aziz Francesco'ya ilişkin on üç parçalık
büyük yapıtını özgün resim diline yönelik bir
merakla yeniden incelediğimde. bu dilin türlü
kaynaklardan kalkarak nasıl kişilikli bir varlı-
ğa ulaştığını hayranlıkla gözlemledim. Burada
resim dili artık başka dile çevrilemeyen ve çev-
rilemeyecek olan bir kendiliğindenlik kazanı-
yor, hiçbir türlü açıklamayı gereksemeden ya-
şama kanlıyordu. Imgeler bilinen boyalardan ve
çizgilerden, bilinmeyen yepyeni bir dünya ya-
rahyordu. Resim üstüne yazmak. bu dili oku-
yabilmekten başka bir şey olmasa gerekir. Ra-
sin, Emin Gaüp Sandalcı anısına açtığı 40. yıl
sergisi çağnsında şöyle diyor: Kırk yıluı biti-
minde nesneler birden dirençlerini yitirdi. Ar-
tık "yann günlerden ağustosböceği''.
Soy sanatçı birkaç kez doğar, böylece de dün-
yaya ahşma sakmcasından kurtulur, onu yeni-
den tanımaya, yeniden yaşamaya başlar. Nes-
neler bizi durdurur, ohnuş bitmişçesine kendi-
ne bağlarsa sanatımız yerinde saymaya başlar.
Kendimizi yinelemek demektir bu, başka bir de-
yişle doğanın sanatçıya oynadığı yaman bir
oyundur. Sanatçı bu oyuna gehnemeli.
Hangi sanat büyü değildir ve hangi büyü,
içinde gizemciliği saklamaz.
IŞILDAK VE YELPAZE
ATtLLA BtRKtYE
Yalnızca Dokun! "
Birşiire başlamıştım, bir zaman önce. Uzun za-
mandır kalemim dize olarak düşmemişti ak kâğrt-
lara.
Her ne kadar bilgisayar dört bir yanımızı çevre-
lemişse de şiir kalem kâğıt işidir.
Ne var ki şiirde ağır ağır yol alıyordum. O gün-
lerde gazeteye uğradım. Gonderilen mektuplan, der-
gileri, kitaplan vb. almak için.
Uzun zamandır okur mektubu almıyordum. De-
mek ki iyice uzaklaşmışız yine aşktan! (Öte yan-
dan ben de uzun zamandır "aşkyazısı" yazmıyo-
rum ya...)
Aslında insanlar da haklı. Bunca dibe vurmuş bir
ülkede ne işi var aşkın?
Birmektup, postamın arasından çıktı. Imzasız
bir mektuptu. Mektubu okuyunca niye bana gön-
derildiği anlaşılıyordu. Mektupta imza yoktu ama
şöyle bir tarih atılmıştı: "2001'in ilk Dolunayı".
önce bu mektubun düzleminden yola çıkarak
şiirimi sürdürmek istedim, olmadı; sonra, mektu-
bu şiire "dönüştürmek" istedim ama yine olmadı.
Yıllarca güvendiğim sözcükler bana ihanet edi-
yordu ya da mektup baskın çıkıyor, şiirin önüne ge-
çiyordu.
Çaresiz, iş mektubu yayımlamaya vanyordu.
Okurlarla paylaşmalıydım. Kimin yazdığını bilme-
diğim bu mektubu aşağıda olduğu gibi alıntılıyo-
rum, kısa yavaş yavaş el sallarken.
Yazanı kimse, ortaya çıkmalı. Kim bilir, belki de
bu mektubu yazan sonsuza kadar meçhul kalma-
h:
"Yıllarönceydi; 1974'ünyazıydı. Hazirandı. Ha-
ziranın ortalan olmalı. Gençtim; delikanlılığım, rüz
gâra kanşıyordu.
Yalnızdım. ' '
Yalnızlığımı seçmiştim.
Akşam, mahallenin heryerindeydi. Yemekfas-
lı bitmiş; yaz akşamının serinliği yaşanıyordu so-
kaklarda.
Hanımeli kokulannın, gül kokulannın arasında
bahçede yalnızdım. Bir masanın başında; yalnız
Bir rakı şışesi duruyordu; bir bardak, bir dilim ka-
vun ve bır parça peynirdı masadakiler.
Arkadaşlanm sınemanın yolunu tutmuşlardı çok-
tan. Eskiden yazlıksinemalara gidilirdi. Mayısta ba
lanır ekime kadar sûrerdi.
Ben, yalnızlığımla baş başaydım. Yeni yeni tat-
maya başladığım gençlik romantizmini yaşıyor-
dum. Içim kederii, hüzünlüydü. Tuhaf bir bunık-
luk vardı. Hem yalnız kalmayı istiyordum yıllarca
o belleğimden ve de yüreğimden hiç çıkmayan bah
çemde hem de başım önümde, nedeni bilinmez
birüzüntünün gözyaşlan düşmek üzereydi masa-
ma.
Aşkı mı anyordum? Bir kıza aşkımı mı söyleye-
memiştim?
Geri mi çevirmişti biri beni...
Anımsayamıyordum.
Birden bırışık düştû masama, başımı kaldırdım.
Bu, dolunayın ışığıydı.
Dolunayı gördüm; ilk kez, o zaman dolunayın ko-
nuştuğunu duydum.
Şaşırmadım; inanın kı şaşırmadım. Sanki bunu
bekliyordum.
'Bana dokun' dedi dolunay, yalnızca benim an-
ladığım bir lisanla.
'Dokun.'
Dokundum; dolunaya dokundum. Garip birse-
vinç kapladı yüreğimi; hüzün de sürüyordu. Bel-
ki daha da hüzünlenmiştim ama garip, tanımsızbir
sevinçti bu...
Oan, dolunaya dokunduğum an; belki çokuzak-
larda tutkulu birâşık, birkadını öpüyordu.
O an, belki bir delikanlı, ilk kez bir kadına doku-
nuyordu. Belki de reddediliyordu birbaşkası. Kim
bilir, o an olanlan?
Belki de bir çocuk dünyaya geliyordu o an; çok
uzaktı, çok yakındı. Bir kız olmalıydı; esmer bir
kız...
Yıllar önceydi. Hazirandı. Haziranın ortalan o
malı. Ilk dokunduğumda dolunaya, ilkkezduydu-
ğumda sesini...
Hiçbir zaman vazgeçmedim dolunaya dokun-
maktan. Kederier içinde yanıp tutuştum, acılar
içinde kıvrandım; yine de hep dokundum, hep
kulak verdim dolunayın sesine...
Her zaman, yüreğimle..."
Prof. İlben Ortaylı bugün
okurları ile buluşuyor
• Kültür Servisi - Prof. Ilber Ortaylı, aralık
ayında Pan Yayıncılık tarafından yayımlanan
'Osmanlı Toplumunda Aile' adlı kitabı,
bugün saat 14.00'te Beşiktaş Pan
Yaymcılık'ta imzalıyor. Ortaylı, kitabında
ailenin toplumsal çerçevesi, ailenin dini
aidiyet ortamı olarak millet sistemi üzerinden
Osmanlı ailesi, ailenin huhuki temeli, 19.yy
aile yapısında dönüşüm ve Türkiye'de aile
gibi konulara değiniyor.
Klasik Tiirk müziğinden
Hamenkoya
I Kültür Servisi - İş Sanat Kültür Merkezi,
mart ayını udi Mutlu Torun'un bestelerinin
yorumlanacağı 'Buluşmalar' başlıklı konserle
karşıhyor. Yann saat 19.30'da
gerçekleştirilecek konserde Erkan Oğur,
Volkan Yılmaz, Ferruh Yarkın, Hüseyin
Sansaltıkoğlu ve Osman Ziyagil'den oluşan
müzisyenler topluluğu. Tiirk müziğinin yanı
sıra, klasik Batı müziği, caz ve Flamenko gibi
müzik türlerine uzanan bir programla
müzikseverlerle buluşacak.
Tenor Antonino Marceno
vvork-shop yapacak
• ANKARA (AA) - Verdi ve Puccini'nin
yapıtlanndan oluşan pek çok operada rol alın
tenor Antonino Marceno, Devlet Opera ve
Balesi Genel Müdürlüğü'nün davetlisi olarakc
Türkiye'de. Marceno, genel müdürlüğün
bünyesindeki opera şarkıcılan ile Verdi'nin
'Turandot' ve *Don Carlos' operalan
üzerinde bir vvork-shop yapacak. Marceno
J
-
Mart'a dek sürecek olan çahşmalarda Türk
opera sanatçılan ile birlikte olacak.