Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 ŞUBAT 2001 CUMA CUMHURİYET SAYFA
il. U l \ kultur@cumhuriyet.com.tr 15
Sistemi nedenlerden çok sonuçlanyla sorgulayan Komser Şekspir gösterimde
PamukPrenses
kamkola düşeıse...
Komser Şekspir'de Inanır kızuu tnutlu etme>e çalışan baba roiünde.
CUMHURCANBAZOĞLU
Gösterime giriş tarihi iki kez değiş-
tirilen, müziğiyle ilgili birtakım sorun-
lar nedeniyle hazırhğı uzayan Komser
Şekspır, Vizontele'yle iki haftalık bir
aralık bıraktıktan sonra bugûn seyirci
karşısına çıkıyor.
Film, sistemle vatandaş arasındaki
ıstıraplı ilişkiye raatrak gözle bakma-
yı çok seven Sinan Çetin'in, Beyoğ-
lu'nun orta yerine kurularak anlattığı,
absürd bir dil yakalamayı ve şartlanma-
lann, sloganlann dışında hareket sa-
hası bulmayı denediği bir masal.
Mizahı da kafalara çakılmış karakol
atmosferindeki kontrastlar ve diyalog-
larla anyor ama sonuç, Bay E kadar ol-
masa da, zayıf. Bu anlamda Çetin'e
ağır eleştiriler yöneltmek anlamsız; ca-
nı fılm yapmak istemış ve geldiği nok-
tadan sistem ne derece 'derin' görünü-
yorsa onu anlatmış. Çetin için yıne ne-
den değil sonuç önemli.
Atatûrk'e yakaran polis figürû, An-
kara'ya kâğıtlan çevirip ilginç bir ad-
rese yerleştirmesini öneren 'uyanmış'
komiser Cemil gibi tribüne oynayan
birçok beylik yorumu ve tiplemısi var
fılmın.
Komser Şefcsplr/
Yönetmen: Sinan Çetin/
Senaryo: Mesut Ceylan/
Görüntü. Kamil Çetin/
Müzik: Ömer Özgür/
Oyunculan Kadir Inanır,
Özkan Uğur, Okan
Bayülgen, Müjde Ar,
Gazanfer Ozcan, Pelin
Batu, Mesut Ceylan, Zaven
Çiğdemlioğlu, Hayrettin
Ünverdi/ 2000, Türkiye
yapımı/115dakika.
Komser Şekspir, Tatû'nûn (Bayül-
gen) yolun ortasında yaşamın aslında
bir yanılsama olduğunu anımsatan
'What is Matm ulan bu' sözleriyle açı-
lıyor. Ardından Beyoğlu'nda bır kara-
kola çevriliyor kamera. Başkomiser
hastaneye yatuıca vekâlet eden komi-
ser Cemil'in (Inanır) liseli kızı (Batu)
Pamuk Prenses ve Yedı Cüceler'in pro-
valan sırasmda fenalaşıyor.
Kız kan kanseri ve hassas durumun-
dan ötürü oyundaki rolü elinden alını-
yor. Komiser baba, kızını yaşama bağ-
lamak için ne yapması gerektiğını dü-
şünürken çeşitlı talihsizlikler, suçlar,
terslikler sonucu karakola düşmüşler-
den bir tiyatro kumpanyası kurmak,
demirparmaklıklann ardında yapıla-
cak provalardan sonra Pamuk Prenses
ve Yedi Cüceler'i oynatmak geliyor ak-
hna.Küçûklüğûnde Hayaticık adıyla
filmlerde oynamış Tatû yönetmenliğe
soyunuyor. Tinerci genç (Ceylan) prens,
hayat kadını Deniz (Ar) kötü kraliçe,
'Türküm, Doğruyum, Memurum,
Açun' şeklınde sakıncalı pankart taşı-
yan memur (Çiğdemlioğhı) cellat olu-
yor, komserin kızı da Pamuk Prenses.
Ekipten, özellikle kötü kraliçe fazla
nazara geliyor ve oyunun prömiyerine
kadar fahişe Denız'den mafya babası
Danyal'a ve komiser Cemil'e dek üç
kez el değiştiriyor... Başta Ozkan Uğur
olmak üzere oyuncular başanlı; teknik
açıdan da ışık, renk kullanımı ve ritmi
bir an bile kendi haline bırakmayan
kurgu üst düzeyde. Eğlenmek, Kadir
tnanır'ı kadın giysileri içinde, Müjde
Ar'ı da art arda üçüncü kez dekoltesi
geniş fahişe yorumunda, Okan Bayül-
gen'i de Matrixvari bir rolde görmek
ıstiyorsanız Komiser Şekspir size gö-
re; gerisi ise reklamlardan firlamış sa-
nal film gibi bir film...
7 yıl sonra setlere dönen Philip Kaufman, Marquise De Sadeh anlatıyor
ünaha tutkun sivri kalem
Düşlerln EfendlSl-OulllS/ Yönetmen: Philip
Kaufman/ Senaryo: Doug VVrigmV Görüntü: Rogier
Stoffer/ Müzik: Stephen VVarbeck/ Oyuncular:
Geoffrey Rush, Joaquin Phoenix, Kate VVinslet,
- Michael Caine/ 2000, ABD yaptmı/124 dakika.
'Olay fihnler'in yönetmeni
Philip Kaufman (Varolmanın
Dayanılmaz Hafifliği, Henry
ve June) yedi yıl setlerden uzak
kaldıktan sonra (1993'te Ri-
sing Sun'ı çekmişti) bu kez de
'sadizm' kuramına ismini ver-
miş, 'kötûlükler abidesi', şey-
tarun dostu, Fransız yazar Mar-
quisede Sade'ın çarpıcı öykü-
süne el atmış.
Konu zengin, derin ve dö-
nem çok ilginç; Fransız Dev-
rimi'ni takip eden yıllarda
sistemin izin verdıği ölçüde
belli bir özgürlük söz konusu.«
Ancak iş ahlaksal yapıyı zor-
layınca sistem acımasız.
Kanını mürekkep yapıyor
Marquise de Sade'ın, ruhu-
nun derinliklerinden taşıdığı
duygu yoğun, birçoklanna gö-
re sapıkça, insanın hayvansal
yanlannı deşen 'günahkâr' ya-
zılan yüzünden başı derde gi-
rince Charelton'daki bir çeşit
şato görünümündeki akıl has-
tanesine kapatıhyor.
Hastanenın rahibi Coulnier
(Phoenix), içindeki şeytandan
kurtulması için Sade'e (Rush)
yardımayeltenıyor. Sade'ın öy-
küleri, yazılan onlan dışan ta-
şıyan, kendine âşık ettığı, elde
etmek için rahiple çekiştiği ça-
maşırcı kızın (Wmslet) yardı-
mıyla Paris'te yayımlanmaya
başlıyor.
Durumu göreh Napolyon,
toplumun ahlakını ters yüz et-
tiğı inancıyla bu yapıtlann ya-
kılmasını, De Sade'ın da orta-
dan kaldınhnasını istıyor. An-
cak öldürülmesinin hata oldu-
ğu söylenince bu kez onu kont-
rol etmesı, çarpık duygulann
nasıl yeşerdiğini ıncelemesı
için zalim doktor Royer-Col-
lard'ı (Caine) görevlendiriyor...
Bu arada kâğıt kalem veril-
mesi yasaklanan De Sade, var-
lığının birincil eylemini sürdü-
rebilmek için önce kemiği şa-
raba batınp yazıyor, ardından
da kanıyla çarşafa ya ya
dışkısıyla duvarlara aktanyor
kafasındakileri...
Kuştüyü kalem
Yabancı ismiyle Quflls (kuş
tüyü kalem) tabulan zorlayan,
düşüncelenyle belki de bır ay-
na işlevı gören önemli, sıradışı
bir düşünürü fazla derine ine-
medengetiriyor gündeme.
Daha önce de bır dızi 'ga-
rip adam'ı canlandıran Geoff-
rey Rush'un oyunculuğunda
pek bir sorun yok.
Ancak Kaufman'ın neyi, ne
derece anlatacağına karar ve-
rememesi, trajedi ile kome-
dinin dozunu rutturamaması,
ifade özgürlüğüyle sapkınlıktan
hangisini fazla önemseyeceğıni
ölçememesi fılmı sezonun en
iyilennden biri yapamıyor.
Bu yıl Berlin Film Festıva-
li'nde ilgıyle karşılanan ve ge-
len haberlere bakıhrsa Avru-
pa'da birçok ülkede kıliseyle
başı derde gireceği anlaşılan
filmın, daha şimdiden Nati-
onal Board Of Revievv'den en
iyi film ve en iyi yardımcı er-
kek oyuncu (Joaquin Phoenn)
ödüllen var. Shine'daki sıradışı oyunuyla uluslararası üne ulaşan L>eoffre>- Rush, bu kez Ehişlerin Efendisi'ndeki rolûyie Oscar adayL
JZLEYİCİ CÖZÜYLE ERDAL ÂTABEK
'Içimizdekiçocuk'la karşdaşınca.Sekiz yaşındaki çocuk halimizle karşılaşırsak
neler olur? Şimdi kırk yaşımızda olsak, biz 32
yıl boyunca neler olduğunu biliriz ama sekiz
yaşındaki halimiz bu yaşa nasıl geldiğimizi bi-
lemez. Şimdiki halimiz sekiz yaşımız için şaşır-
tıcı, umut lancıdır. Sekiz yaşındaki halimiz de
kırk yaşımızdan bakınca, pek çaresiz, zavallı, sı-
kıntılar içindeki bir bacaksız olarak görünür.
"İçimizdeki Çocuk" adı verilen "Dfeney's The
Kid" fümi bu tema üzerine kurulmuş.
Russ Duritz ile kırk yaşında tamştığımız za-
man (Bruce Willis) başanlı bir "imaj kreatö-
rü"dür. Uzmanlığı gereği gördüğü her şeyin na-
sıl göriindüğüne bakacak, neler değişirse yeni ve
daha etkili bir imaj kazanacağını bulacak, yara-
tıcıhğını ortaya koyacaktır. Kazancı çok iyidir,
sosyal durumu daparlak görünmektedir. Bu du-
rumun sonucu olarak da psikolojik açıdan "Ken-
dini beğenmekte,oldukça bendl davraraşlaria ha-
• reket etmekte, çe\Tesinden çok şey isteyip az şey
vermeyi doğru bulmaktadır.'' Tipik bir başanlı
erişkin portresidir bu.
Ama bu kendine güveni evine girdıği anlaşı-
lan birisi tarafından sarsılır. Her türlü güvenlik
donanımı tarafından korunan gösterişli evine
"bÜTsi" nasıl olup da girivermiştir. Bir de oyun-
cak uçak bırakılmış ornıası nasıl bir iştir? Bu *an-
laşılmaziş" sonradan aydmlanacaknr. Evine gi-
ren, sekiz yaşındaki kendisidir, küçük Rusty'dir.
Oyuncak uçak da bir gün pılot olma hayalini an-
latmaktadır.
Doğrusu, birbirlerini hiç beğenmezler. Küçük
Rusty, böyle büyüdükten sonra neden pilot ola-
madığını bir türlü anlayamaz. Üsteük de kırk ya-
şına geldiği halde karısı da yoktur, bir köpeği de.
Sevimli ama dûşûndürûcü bir komedi fOoıL
Böyle bir gelecek için mi büyümüş, bunca sı-
kıntılan aşmaya çalışmıştır? Onun bu tutumu da
imaj yaratıcısı Russ'ı düşündürmeye başlamış-
tır. Pek parlak bulduğu hayatını sekiz yaşında-
ki haliyle gördüğü zaman belki de sandığı ka-
dar parlak olmadığını düşünmeye başlar. Hele
de o unuttuğu çocukluğunu yakından görünce
büsbütün şaşınr. Çünkü sekiz yaşındaki hayatı
hiç de parlak bir çocukluk değildir. Annesi has-
tadır, sinirli ve öfkeli babasını anımsar. Baba
küçük Rus-TV'ye kızmaktadır. Çünkü çok sev-
diği kansının öhnesinden korkmakta, küçük bir
çocuğu nasıl büyüteceğini bümemektedir. Okul-
da da şişman, abullabut bir çocuktur, sakardır ve
yaramaz arkadaşlan tarafından oyuna getiril-
mekte, dövühuektedir ve ne yapacağmı bileme-
mektedir.
Çocukluğumuzda umutlannuz vardır, büyü-
düğümüz zaman da deneyimlerirniz.
Russ, çocukluğuyla böyle yüz yüze karşılaş-
tığı zaman çektiği sıkmtılan da yeniden yaşar.
Hayat hep "kendi üstünlüğünü kanıdamakiçuı
çabalamak" değildir. tnsan hayatında üısanca,
çocukça zayıflıklar da vardır, başansızlıklar da.
Hayat bunlarla bir bütündür, insan çevresiyle
mutlu olmayı da öğrenmeüdir. Yardımcısı Amy
zeki, hoş ve çalışkan bir genç kadmdn- ve belki
de kendinden başka insanlara da bakmasımn za-
manı gelmişnr.
îmaj kreatörü Russ, çocukluğu Rusty'nin yar-
dımıyla artık kendisine yeniden bakmâyı öğren-
mektedir? "Içindekiçocuk"tanbakıncaneleri yi-
tirdiğini yavaş yavaş görecektir. Hayata yeni-
den bakmayı öğrenecek midir, bir kansı, bir kö-
peği olacak mıdır? Bunlan fümi izlerseniz gö-
receksiniz. Siz de fihnle birlikte kendi çocuk-
luğunuzu düşünürseniz belki de filmden asıl al-
manız gerekeni alrruş olacaksıruz.
Amerikan film endüstrisi elbette sürekli füm
yapması gereken bir üretim bandı. Bu nedenle
de endüstrinin özelliklerini taşıyor. Ama bir fil-
min "düşünülmesi"nden başlayarak, "dokusu-
nun oluştunüması
n
, "karakterlerin çizümesi",
"o!ay akışınm sağlanmaa'", "smema düı
T>
nin kul-
lanılması açısmdan incelenmesi, işin sanatsal
yamnı da ortaya koyuyor. Basit görünen bir film
yapmak bile çok incelik isteyen bir iş. Kendini-
zi çok etkileyici parlak bir füme değil de, sevim-
li ama düşündürücü bir komediye hazır hisset-
tiğiniz zaman görürseniz daha iyi olur.
KEDt GÖZÜ
VECDt SAYAR
Knım'la Berlin
Potsdamer Platz'da kediler koşuşturuyor. Bir
salondan ötekine, yeni filmler, yeni serüvenler pe-
şinde. Günlerden 14 Şubat. Sevgiüler Günü. Ke-
diniz yalnız. Sevgilisi uzaklarda...
Potsdamer Platz, Berlin'in yeni merkezi. Doğuy-
la Batı aynlmadan da öyleymiş. Avrupa'nın en gös-
terişli meydanlanndan biriymiş burası. Sonra, du-
var geçmiş ortasından. Şimdi yeniden eski görke-
mine kavuşturmaya çalışıyor Almanlar. Berlin'e
hem yeni bir iş merkezi, hem de yeni bir küttür mer-
kezi kazandırarak. Beriinale Palast adlı muhteşem
tiyatro-sinema salonu, Alman Sinema Muzesi'nin,
Bertin Sinema Akademisi'nin ve çok salonlu sine-
ma kompleksınin yer aldığı Sony Center, Avrupa
Film Pazan'nın yerleştiği Mercedes binası ve bir
meydanı çepeçevre kuşatmış modern mimarlık
ömeklerinin içinde yer alan diğer sinema salonla-
n. Kısacası kediler için bir düşler ülkesi...
Bu ülkeye ilk gelişim, yirmidört yıl önceydi. Hem
Dogu'yu, hem de Batı'yı görmüş, iki sistemin olum-
lu ve olumsuz yanlannı karşılaştırmak olanağı bul-
muştum. Batılı kediler bumundan kıl aldırmıyordu.
Berlinli olmak bir ayncalıktı çünkü. Doğulu ksdiler
ise daha munis. Dostluk onlar için çok önemliydi.
Ama, mutsuzdular. Hem de çok mutsuz. Batıda-
ki kediler gibi olabilmek, onlar gibi 'özgür' yaşa-
mak istiyorlardı. Şimdi, artık bir duvar yok arala-
nnda. Ama gene de çok mutlu görünmüyoriar.
Sanki çok da iç içe yaşamıyor gibiler. Dar gelirli Ba-
tılı kedilerin Doguda ev kiraladığını biliyorum ama
Batıya taşınmış Doğulu kedilerin sayısı pek fazla
değil. Ya bizimkiler diyeceksiniz, onlann yaşamın-
da değişen bir şeyler var mı? Var, elbette. Bir de-
fa, artık kentin her yerindeler. Kreutzberg'le sınırlı
değil mekânlan. Sonra, üçüncü kuşak artık iyice
'entegre' olmuş içinde yaşadığı topluma. Bu iyi bir
şey ama kötü tarafı yok mu? Var elbette. Ülkele-
rinden ve külturterinden alabildiğine uzaklaşmtş Ber-
lin'in gençleri. Türk televizyonlan, Türk filmleri on-
lan tatmin etmıyor artık. Alman arkadaşlan nasıl ya-
şıyorsa onlar da öyle yaşamaya çalışıyoriar.
Burada yeni bir arkadaş edındım. Akşamlan eve
gelince uzun uzun sohbet ediyoruz onunla. Adı 70-
zım'. Yaşı daepeyce geçkin. AmagözJeri öyle gü-
ze! ki... Güner Yüreklik'le 17 yıldır beraberlermiş.
Daha bir kaç haftalıkken Güner'le yaşamaya baş-
lamış. Tabii, o günden bu yana iyi bir Cumhuriyet
okuru ve Güner'siz bir yaşam düşünemiyor. Gü-
ner, bilgisayarda yazılannı yazarken ilk okuyan o
oluyor. Ne var ki son günlerde aklı biraz kanşmış
gibi. Gece bir onun yatağına gidiyor, bir benim ya-
tağıma...
Kızım'ın ilksorusu, "Festivalde Türkiye'den film
varmı"o\du. "Yok, ne yazık ki" dedim, "ama Tür-
kiye kökenli pek çok kedinin uluslararası arenada
yeraldığını görmek de önemli". Ferzan Özpetek'in
"CaM Pe/77er"inin, Berlin'de Italya adına yanşma-
sı, Serra Yılmaz'ın aynı filmdeki roluyle büyük be-
ğeni kazanması az şey mi? Ya, Uluslararası Jüri'de
Almanya'yı temsil eden Fatih Akın'ın başansına
ne demeli? 'Genç Alman Sineması' botümünde-
ki "Güzel Bir Gün" (Der schone Tag) adlı film de
Thomas Arslan imzasını taşıyor.
Peki Türkiye ne yapıyor? Orta Asya'daki ırkdaş-
lanmıza sahip çıkmayı düşünüyor ama, bu genç-
lere destek olmayı düşünmüyor. Olsun, onlar siz
istemeseniz de, ana vatanlannı en iyi biçimde tem-
sil edıyortar. Eskiden olduğu gibi bıze aynlan kul-
varlarda değil Avrupalılann kendi kulvarlannda ko-
şarak... Işte bunlan konşutuk Kızım'la, uzun Ber-
lin gecelerinde.
"Son birsoru daha soracağım" dedi Kızım, "Av-
rupa Film Pazan'na bir kez senin gayretlerin so-
nucu katılmıştı Türidye. Neden an\ası gelmedi?*
Elbette, bizim bürokratlan ve sıyasileri tanıma-
dığından soruyor bu soruyu. (Kendısı Berlin doğum-
lu ve kısa tüylü Avrupa cinsindendir). Nerden bil-
sin bizim ülkenin kendine özgü kurallannı? Avru-
pa'ya bizi almıyorlar diye çırpınınz ama, Avrupa ül-
keleri arasında, eşit koşullarda yer alabileceğimiz
platformlardan uzak dururuz. Tabii ki, bunu temel
nedeni uzmanlığa saygı duymamaktır. Bu ülkenin
milyonlarca dolara tanıtıma aynlır, çoğu çarçur olur
gider... Ama Berlin'de Avrupa Film Pazan'na katı-
larak Türk sinemasının son ürünlerini dünyaya ta-
nrtmak, resmi programa ülkemizden seçilen film
olmasa da jüride ve yanşmada yer alan Türkiye ko-
kenli sinemacılar onurunda bir kokteyl düzenlemek,
sinemamızı tanıtan bir broşür dağıtmak (ütvanya
bile yapıyor bunu) kimsenin aklına gelmez...
Berlin'de bir "Türk Kültür Merkezi" vardır. Yük-
luce bir kira ve personel gıden vardır bu merke-
zin... Aynca, Başbakanlığa bağlı Tanıtma Fonu'nun
da sürekli bır temsılcısı görev yapar elçilikte. (Sa-
bancı'nın ihtiyacı yoktur oysa böyle bir görevliye,
Berlin'de sergisini açabilmek için). Peki, kültürü-
müzü Almanya'ya tanrtmak adına ne üretir bu bi-
nalar, bu baylar? Yoksa, Türkün Türke propagan-
dasını yapmakla mı yetinirter?
Saksofonctı Buddy Tate ötdü
• WASHINGTON (AA) - Caz dünyasınm
ünlü tenor saksofonculanndan 87 yaşındaki
Buddy Tate, cumartesi günü evinde ölü
bulundu. Teksas'ta 1914 yılmda dünyaya gelen
Tate, müzik hayatına McCloud's Night Owls
adlı toplulukta başladıktan sonra, ABD'nin
güneybatısında, Terrence Holder, Andy Kirk ve
Nat fowles'un yönetimindeki birçok müzik
topluluğunda çaldı. 1934 yılmda ünlü 'Big
Band of Count Basie' grubuna kısa bir
süreliğine katıldı. Ünlü cazcı Basie ile 1939
yılında 10 yıllık bir işbirliğinde bulunan Tate,
1953'te, 20 yıl sahnelerde boy göstereceği
kendi grubu olan 'Celebrity Club'ı kurdu.
1959'da Buck Clayton, 1961 'de Jimmy
Witherspoon, 1968'de de kendi grubuyla
Avrupa turnesine çıktı. 9O'lı yıllann ortalanna
kadar Avrupa'da caz festivallerine katıldı.
BUGUN
• İŞ SANAT'ta saat 19.30'da Rabih Abou-
Khaül Group'un konseri izlenebilir.
(316 00 00)
• CEMAL REŞİT REY KONSER
SALO^aJ'nda saat 19.30'da 'ÂşıkGarip' isimli
opera izlenebilir. (232 98 30)
• BABYLON'da saat 23.00'te Attica Bhıes bir
konser verecek (292 73 68)