19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET + 23 ARALIK 2001 PAZAR OLAYLAR VE GORUŞLER olay.gorus(W cumhuriyet.com.tr EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Nerde Eski Karlar?.. Sen yine kitaplarının dünyasına dal, ey yazar... öyle çok şey var ki anlatılacak, sergilenecek! Yarım yüzyıldır yaptın yazdın da ne oldu! Bir karış değişti mi birşeyler! Yüzyıllardırneleryazıldı çizildi, insanlık ne öğrendi, neyararsağladı? Hiç mi? Boşuna mı şu karşımdaki kitap yığınları? 'Erdem' diye bir şey varmış! Robespierre, 'erdem 'li bir kişiymişl Istedigi de halk yararına erdemli bir cumhuriyet kurmakmış: "Unutmayın ki yalnız halkın yılmazlığı ve enerjisi, özgürlüğü koruyabilir. Halk uyukladı mı, zincire vuruldu demektir. Kendinisaydırmazolunca, hiç görülür. Düşmanlarını baştan başa yola getirmeden bağışladı mı da yenilmiş olur." Arjantin'de halk büyük küçük mağazalara saldırıyor. Bir yağma! Kapan kapana! Portakal sandığını sırtlayan; cebine, koynuna ekmekleri saklayan; vuran kıran, kaçan bir halk... Açlık sınırı sıfıra indi mi kimse tutamaz; ne polis, ne jandarma!.. Bizde de olmadı mı! Neydi o 67 Eylül olayı! Bir çeşit başkaldırı, bir yağma değil miydi? Ister istemez anımsıyorum o korkunç geceyi... Bir savaşa mı katılacağız? Irak'a mı yürüyeceğiz? Ecevit, Bush'a danışmanlık yapacakmış! Oysa kararlarını onlar çoktan verdiler, 'haylaz' ülkelere ders verecekler. Hep birlikte demokrasinin öncüsü olup ABD'nin hoşuna gitmeyen yönetimleri yıkacak mıyız? Bugünler umutsuz! Ya yarınlar? Bizi ilgilendirmeyen savaşlara zorla itilmek mi yazgımız? Robespierre'i Vedat Günyol çevirmişyıllarönce: "Devrimin Bağrından"'... Erdem de erdem, halk da halk, demiş. Sonra kafasını uçurmuşlar Robespierre'in. Hep böyledir, erken öten horoz örneği!.. "Ahlaksızlık zorbalığın temeli, erdem de cumhuriyetin özüdür, Cumhuriyet'i kurmayaçalışan devrim, cinayet yönetiminden adalet yönetimine geçişten başka bir şey değildir." Ne uzun, ne bitip tükenmez bir yol bu! Yüzyıllar geçip gitti, insanlık hep aynı özlemde, aynı çıkmazların önünde! "Anayasalar halk için yapılır. Haikı hiçe sayan bütün anayasalar insanlığa karşı girişilen komplolardan başka bir şey değildir." Sırası mıydı şimdi Robespierre'in! Iki yüzyıl geçmiş aradan. Değişen nedir? Anayasalar halkın mutluluğu için yapılır. öyle midir? Niye değiştirilir zamanla? Bizim bu beşinci anayasamız mı? Yine de hoşnut değiliz! Hiçbir zaman halktan yana, daha doğrusu çoğunluk haklarını, güvenliğini korumayı baş amaç sayan bir anayasa ve ona bağiı yasalar göremeyecek miyiz? Lapa lapa düşüyor kar! Yeni biryıladoğrugidiyoruz... Bakıyorum, insanlar düşüyor, kalkıyor, bir an önce evine varmak isteğinde. TV'lerde acı görüntüler var. Sel baskınları, yollarda kalanlar, oldum olası bilip duyduğumuz yakınmalar!.. Bir bayram geldi geçti. Nasıl bir bayram! Bir halkın yüzde sekseni açlık sınırındaysa, o ülkede bayram olur mu? Bir memur, bir öğretmen geçinmek için meslek dışı yollardan geçim sağlıyorsa, emekliler banka kuyruklarında karlar içinde "Açız", "Bizi yönetenler bizden beter olsun" diye bağırıyorlarsa... Sen tut Robespierre oku! Çok gerekliymiş gibi! Yüzyıllar geçip gider, ama hep halk için yapıldığı söylenen devrimler, atılımlar yerinde sayar. Kimi zaman da gerisin geri gider. Verilmiş haklar da elinden alınır! Hırsızlık, soygunculuk, çıkarcılık almış başını gitmişse, koca manşetlerle açıklanan çirkin olayların üstüne unutuşun sessizliği çökertilirse, en azılı kişiler diye tanıtılanlar bir bir özgürlüklerine kavuşursa!.. Karın yağışına bakmış bir şair de öyle demiş: "Herşey göz için, kulağa bir şey yok." Eski zamanlarda böyleymiş, sessiz sessiz yağarmış kar! Şimdi öyle mi ya, klakson sesi, türlü bagrışmalar, kentlerin gürültüsü içinde karın sessizliği kalır mı? Köylerde, kasabalarda, daha da çok anılarda yaşanır o eski karlar!.. ir gün evde ayna ycre düştü, her parçası bir yana dağıldı. Ayak işlerinde çalışan Abdullah, tek gözünü koltuğun altında dolaştırarak bulduğu bir küçük parçayı cebine koydu. Merak etmiş, "Ne yapacaksın onıTdiye sormuştum. "Ne yapacağım, sufatıma (yüzüme) bakacağını!" dcmişti. lçimdcn, "Niceolaylar yaşamış yorgun yüzünde 'ölüm'ün bir parçası gibi derinleşen kör gözünden, kız kaçırdıgı gecede yalım gibi geçen bıçagın açügı yaradan başka ne görecek" diye geçirdiğimi se/.miş olmalı ki, sorumu yanıtlarken sesini yükseltmişti. Yirmi yaşlanndaydım; Voltaire'ın, "Erkekkurbağa için güzel, patlak gözlii dişisidir" sözünü duymuştum; yine de aynaya bakıp yüzünde güzellik aramayı Abdullah'a çok görmüştüm. Bir köşeye çekilip el kadar cam parçasında tek gözlü 'sufaüna' baktığını görünce, acıma duygusuyla sarsılmıştım. lçimdeki ayna paramparça olmuştu. B Ayna AdnanBİNYAZAR ekranlarla 'görme'yi sağlayan dev bir gö/.ün ele geçirip kurallannı yerleştirdiği bir bilişim dünyasında yaşıyoruz. CcorgeOnvelTın 1949yılında yazıp 1984'lerde olacakları sezinlediği 1984 adlı yapıtının baş kişisi (VVinston), üzerinde karanlık bir göz gibi sürekli gezinen kamcraîann, kişiliğinde yarattığı yıkımı, "lnsanın en büyük düştnaııı kendi sinir sistemidir" sözüyle dile getirir. Ekranlara aydınlıklar yansıtan bu 'körgöz', VVinston'ın sinirlerini çöküntüye uğratarak, onun benliğinde düşmanlar türemesine yol açmıştır. Bu denetim ağırlığını iyice arttırmıştır çağımızda. Üzerimizde dolaşan karanlık gözler büyüdükçe, şairin, "Gittikçe artıyor yalnızhgımız'' dediği gibi, en büyük yoksullaşmayı ınsan ilişkilerinde yaşıyoruz. Kamera, çağımızın gözüdür. Bu gözü bir çağ aydınlığı olarak kullananlar da var; aydınlık gözleri kör edenler de! Ne yazık ki, kitleleri avucuna alan bu 'göz'ün, 'üstün insan' arayışına koyulanları, 'üstün hayvanlar'la karşılaştırdığı da oluyor. Çağımız, daha şimdiden kurgusal bağlamda da olsa, insanın benliğini yok edip, bu benliğin posasmdan, 'insan' adında hayvan yaratmaya başlamıştır. lkiz kuleleri binlerce insanıyla canlı canlı yerin dibine sokanlar, Afganistan'da teslim aldıkları yüzlerce tutsağı kurşuna dizenler, bu türün ilk örnekleridir. Kıyamet belirtisi olarak ortaya çıkacağı söylenen hayvan benzeri yaratık dabbetülarz dedikleri bunlardır. Yeri gelmişken, ekranlarda nicedir, özellikle din adamlan arasında tartışma yaratan dabbetülarz'ın yüzüne tutulan aynanın, bilgi düzeyimizi aydınlatmaya (!) yettiğini vurgulamak isterim. Kimse, suyu derinden akan ırmaklarda balığın bol olduğunu düşünmeden, düşleminde bir dabbetülarz yarattı. 'Ağzı olan' konuşuyor! Ama hep kulaktan dolma, duyuntu bilgilerle... Kavrama açıklık kazandırmada önce din adamları birbirlerine girdiler. Konu ayağa düşünce, yarı cahiller, bilgi şarlatanlan ortaya çıktı. Hkran yiğitleri (!), mal bulmuş Mağribi gibi duruma hemen el koydu lar. Kuran okumadan Kuran tartışmasına katılanlar, fetva ağzıyla konuşan dinbazlar, cinler âleminde dolaşan cinbazlar, uyuyan erkekliği uyandıran, soğıık kadınlan ateşe çeviren medyumlar, cin kovanlar, ekran karşısında bir başka âleme dalar gibi yapıp ecinnilerden haber verenler, ellerinin dokunduğu felçlileri ayağa kaldıran sosyete tsa'lan, sperm üreticisi yüzsüz kadınlar, şarlatanlığı aralarında top gibi oynayanlar... Yüzleri hiç utanmadan, 'sanatçı' olduğunu söyleyen şarkıcılar, bu şarkıcıların yaptırdığı büyüleri bozdurtan primadonnalar... Günlerdir ekran onlarla dolup taşıyor. Tartışma sırasında azarlayanlar, azarlananlar, cinnet getirenler, görüşüne karşı çıktıklan adamın üstüne yürüyen softalar, ağızdan laf kapıp bir daha susmayanlar, birbirlerini bilgisizlikle suçlayanlar, ahlaklı olduklarını ileri sürüp ahlaksızlık yanşında birbirlerinden geri kalmayanlar; büyücü, üfiirükçü, medyum diye birtakım zavalh insanları ekranda sergileyip, insan yaratılma haklarını gözetmeden, onlann onuruyla oynayan program yönetmenleri... Herkes üstün görünme duygusu içinde hünerini gösterdi. Aralannda dekanlann, anlı şanlı profesörlerin de bulunduğu onca kişi arasından bir kul çıkıp da "Çagdaşlık, dini dinin yerine, bilinıi bilimin yerine koymaktır" deme yürekliliğini gösteremedi. Gelin de bunca yıl sonra, "En gerçek yol gösterid bi O kınk cam parçasında kendini görüp, yıkıntıya uğramış yüzündeki cılk yaranın büzülüp kapanmışlığı ona umut mu veriyordu? Ya da aynada onu görmüyor da, dünyayı aydınlık eyleyen sağlam gözüne gönül borcunu mu sunuyor, onu iki gözünden etmeyen yazgının önünde mi eğiliyordu? Kişi, aynada gördüğünün sultanıdır; Abdullah, aynaya bakınca böyle bir sultanlık mı yaşıyordu?.. Sorular bir yana, Abdullah, yüzünü kendi aynasında görüyordu ya... Erdemli insan, aynaya yansıyan yüzüne bakabilmeli, görüntüsü ne ise onu görebilmelidir. Çünkü, kişinin yüzünün engebelerini, kıvrımlannı, çalkantılarını kendi aynasından başka hiçbir ayna göstermez. Bu gerçek, kristal aynalara bakıp "Ayna! Ayna! Benden güzel, benden büyük var mı" diyenlerin boş dünyasını her zaman altüst edecektir. Kameralarla 'görülme'yi, linıdir!" diyen Atatürk'ün yalnızlığına yanmayın! Bunlar yapılırken bir kişi, eline bir boy aynası alıp ortada dolaşmalı; aynayı, tartışmacıyı azarlayanların, ağzından köpük saçanların, öfkeden kuduranların, bilgisizliğini 'bilgi' diye yutturma krizlcrine girenlerin, görüş aynlığında olduğu kişinin üstüne yürüyenlerin.. suratlarına tutmalı. Onlar, o boy aynasında, Abdullah'ın kınk ayna parçasında gördüğünü görebilecekler midir acaba? Hiç sanmıyorum. Türkiye.politikacısından yönetmenıne bir 'üstünlük' karmaşası yaşıyor; aynalarda kendi yüzleri yerine başka yüzler görüyorlar. Bilimin dargeçitlerinden geçmeyi göze alamayanlar, bilgisizliği 'erdem' diye yutturmaya kalkışıyorlar. Tartışmanın, görüş üretmeye, görüşlerin ise aydınlatma amacına yönelik olduğunu kavramaktan yoksun yönetmenler, kaz dövüşüne çıkarmış gibi, insanları boş yere bağırtıyorlar. Dövüş alanına girenler denetimli kapılardan geçiriliyor olmalılar ki ortaklıkta bıçaklar parlamıyor, tabancalar vınlamıyor. Düşüncenin işporta çığırtkanlarının eline düşmesi ne acı! Aynayı, "2002 yılında hepimiz oruç tulacağız!" diyen politikacının yüzüne de tutmalı. Tutmalı ki orucu kendisi ve kendisi gibi olanların değil, milyonlarca insanınıızın tutacağını, yüzündeki gizli kıvrımlar arasında gizlemeye kalkmasın! Ayna temizliğin, saydamhğın, açıkJığın, gerçeğin simgesidir. Halkımız, güzel bir adlandırmayla, röntgen gibi, insanın iç organlannı gösteren bir aygıta da 'ayna' adını vermiştir. Her yüzün kendi aynası vardır; ayna, kusurları da erdemleri de cksiksiz yansıtır; kuşkusuz, gören göze... Türkiye'nin elinden aynası düştü. Insanınıız, "saçma yemiş kuşlar gibi ptrişan!" Hiç değilse biı parçası Abdullah'ın elinde!.. PENCERE Modasız Yaşam Çeklir mi?.. Kimi zaman FTV'ye (Fashion TV) takılıyorum, sabahtan akşama dek moda gösterisi!.. Moda deyıp geçmeyin!.. Eskiden modayı izlemek varlıklı sınıflara özgüydü; çağımızdakitlelereyayıldı; küreselleşmesürecinde yeryüzü avucumuzun içine dönüştü; gezegenimizde gıyim kuşam bırlığı sağlandı. Ancak yine de Suudlu bir prens başka türlü giyinir, Afgan kadını burkanın içinde hapistir, Anadolu taşrasında kadın modasında özgürlük yok, dinsel bağnazlık bu alanda son sözü söylüyor... Oysa FTV'de sergilenen kadın giysilerinin çoğu açık saçık... Kımı sanat yapıtı gibi.. Kimi rüküş.. • La Bruyere 17'nci yüzyılın ünlü Fransız yazarı; çağının ahlaksızlığını gözlemış, devlet görevlerinin alınıp satılması, paranın aşırı güç kazanması, rüşvetın yaygınlaşrnası, karaktersizliğin salgınlaşması karşısında "Karakterler" diye bir kitap yazmış, işte bu yapıttan bırkaç satır: "Boyalar, tuval hazır.. Ama hiç de ağırbaşlı olmayan, birkıvamda durmayan, çeşitli yüzler takınan bu kuşkulu adamın portresini ben nasıl yapabilirim?.. Tamam yakaladım, onu dindar kişi olarak göstereceğim.. Ama bakın yine değişti.. Dinsiz oluverdi.. Neyse, hep böyle kalsın.. Değişmesin razıyım.. Çığrından çıkmış gönlünün ve düşüncelerinin bir noktasını yakalar, portresini çiziveririm.. Ve herkese tanıtırım onu.. Ama moda yine zorladı onu.. Değişiverdi yine.." Moda yalnız giyimde kuşamda mı?.. Adama bakıyorsun, solcuydu, sağcı oluverdi; laikti, dinci kesildi; devrımciydı, tutuculuğa yamandı; modaya göre bir öyle, bir böyle; güç ve güçlü neredeyse, o da orda... Şimdi solculuğa atıp tutuyor; peki. Arjantin'i bu duruma solcular mı getırdi?.. Türkiye'nin bugünkü hali solcuların marifeti mi?.. Herifin fikir yaşamı sanki giyım kuşamı gibidir; biz yine La Bruyere'e dönelim; modayı anlatıyor: "Bir moda ortaya çıkıp bir öncekini yok ederken, bir başka modayla yok olur ve bu yenisi de yine bir başkasıyla aynı sonuca uğrar; insanların gelgeçliği de budur işte..." Ve ekliyor üstat: "Zevke, yaşayışa, sağlığa, akla bile hükmedebilecek moda tutkunluğu, insanı küçülten delice bir işten başka nedir ki!.." Ne zaman söylemiş bunu?.. 17'nci yüzyılda!.. • Üç yüzyıl önce terzi giysiyi belki de el dokumasından kesip biçıyor, ığne ıplikle, göz nuruyla, alın teriyle dikiyordu... La Bruyere çağımızda yaşayıp "blucin"\e tanışsaydı, kimbilir neler yazardı?.. Bugün "konfeksiyon" ile "yaratıcılık" el ele, işbirliği içinde... Modanın değişmezliği değişkenliğindedir... • Zorba Devlet: ABD... tbrahim TÜRKEŞ Felsefc öğretmeni /Avukut denilen bu ülkeyi "zorbalık'nla suçlayan bu niteleme, Amerikan toplumunu esir alan "elektronik diktatörlügü" eleştıren yazar Vance Packard'ın kitabının adıdır. Bir yandan insanlan gezegenlere gönderme çabalan sürüp giderken, öte yandan milyonlarca kent halkının geceleri yalnız başına sokakta dolaşmayı göze alamadığı Amerikan toplumunun içindeki çelişkiler, "elektronik göz" ve "clektronik kulak"larla bireyin özel yaşamına zorbaca el atmalar, kitapta ele alınan başlıca konulardır. Oysa bu ülke, "insan ruhıı üzerindeki terörün her türlüsüne karşı sonsuza dek düşmanlık aııdı içcıı Thonıas Jcfferson'ıın kalemc aldığı "Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi"ndeki "demokratik ilke"lerin apaçık, yani "kuşku duyulmaz" birer hakikat olduğu savı ile yola çıkmış olan bir ülkeydi. Bugün ise "Billof Rights" (Haklar Yasası), elektronik haberleşme alanında gerçekleşen bu akıl almaz ilerlemeler ve buradan insan haklarına yönelen saldırılar sonucu, büyük ölçüde zedelenmiştir. Yazarın anlatımı ile, "Bugtin milyonlarca Amerikah, elektronik gözlerin, elektronik kulaklann, biHnıııeycn ve bilincmcyen ispiyonlann, valan makinelerinin, gizli ses kayıt aygıtlannın, bürokratik soruşturmaların oluşturduğu bir atnıosferle çevrili ortamda yaşamaktadnf Gene yazarın anlatımına göre "özel yaşamı yok etmeyi amaçlayan ve IHI dogrultuda hizmet veren büyük bir özel sonışturma kuruluşunun varhgından, pekçok Amerikah'nın lıaberi büe yoktur. Retail Credit Company (IVlüşteri Kredi Komisyonu) gibi, "Özgürlüğün vatanı" Taksitcard'la yeni yıl alışverişinizde daha çok taksit, daha çok indirim varl Turkıyc'nın dort bir yanında on bını aşkın alışverış noktasında, taksitten ındirıme, bırçok olanak sunan Taksıtcard'ın, yerıı yıl cilışvenşınızdc sızın ıçın çok ozcl fırsatları var Şımdı Taksitcard'la alışverış çok daha karlıl Yeni yılınız kutlu, alışverışlerınız Taksitcard'la olsunl mayan bir ad altında, binlerce casusu ile düııyaııın her yanından bilgi derlemektedir." Bütün bu anlatılanlar, Amerika'da yaşanan 11 Eylül terörünün, Amerikan toplumunda, "özelyaşam"ın ve "kişiözgurlükleri"nin kuyusunu kazan bu "elektronik göz", "ekktronik kulak", "elektronik hafıza" olarak ortaya çıkan *yeni güç"ün elde ettiği sonuçlardan biri olduğu çıkarımını giiçlendirmektedir. (,'ünkü, "Elektronik güç"ün sağlamış olduğu "organize" u bilginin, bu bilgiden çıkar" sağlamak içırı çırpınan kinıselerin eline "dev" bir nrsat verdiği bir gerçektir. Işte terör, bu fırsatı kullanmıştır. Bu nedenle, Amerika'daki yüzyılın terör eyleminde, yine bu ülkede eyleme geçen ve bireyin özel yaşam alanına zorbaca el atnıaya kadar varan bu elektronik gücün ve onunla depolanan "organize bilgT'nin payı olmadığı söylenemez. Nitekim, C\ımhııriyet'in yazılannı ilgiyle okuduğunı yazarlarından Ergiıı Yddızoğlu'nun 4.6.2001 tarihli Cumhuriyet'te yayımlanan "Biri Bizi İzliyor" başlıklı yazısı, Vance Packard'ın kitabından çıkarılabilecek bu sonuçların "yerindclik" denetimini yapabilme olanağı veren verilerle doludur. Sayın Yıldızoğlu'nun bu yazısında, ABD önderliğinde kurulmuş ve tüm ulusların "elektronik iletişinıleri" de dahil, özel kişilerin ve/veya ticari kuruluşlann iletişimlerini izleyen "küresel" bir casusluk ağından söz edilmektedir. Bu dev kulak, Echelon diye adlandırılmıştır. Bu sistem, ABD'nin "küresel egemenlik kıırma" projesinın ilk adımıdır. yaptıgıişehJçdeuygunol Yazma Semineri Felsefeye Giri$/Felsefe Yazın İlişkisi Semineri Senaryo Yazım Teknikleri Semineri ile yaşamınızdaki sıradanlıktan sıyrılıp kendinizı gcliştirmck. kuramsal vc uygulamalı çalışmalarla duşüncclcrinızi güzel bir dille yazıya dökebılmek ıstıyorsanız, Emin Özdemir, Mehmet Eroglu, Ahmet İnam, Ali Cengizkan Yıldırım Doğan ile birlikte yazı dünyasında coşkulu bir serüvene hazırsanız, seminerlerimizin yeni dönemi 11 Ocak 2002'de bnşlıyor. Ayrıntılı bllglyl Vakfımızdan edınebilirsiniz. Son bafvuru tarihi: 10 Ocak 2002'dir MACI r Paııs Caddesı NÜ 14 Kavaklıdcre Ü664Ü ANKARA Tel (0 312) 417 77 20 (Pbx) Faks (0 31?) 417 57 46 Fposta uma3@ıımag org tr Sevgili Nihat Akseymen Birlikte büyümüştük. Seni unutmayacağız. Ilalit Gürşcncr, Scvinç Öztaş, Merih Kutsal (Emine Engin), Şeyda Talıı, Erdal Talu, Orhan Gazi Erdal YAPI^CKREDI "hizmette sınır yoktur"
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle