18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
-|Q EKİM 2001 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 17 Eiektronik posta: denizsom0cumhyriyetcom.tr Tel: 0.212.512 05 05 Faks: 0.212.512 44 9? - Incirtik, ileri karakol oluyormuş... "Artık üs de yok. tesis de: karakol var!" Romaüzma Romatizma hastalan dikkat.. Ağn kesici olarak kullanılan ve halk arasında "süper aspirin" olarak bilinen iki ilaç için Ingittere ve Amerika'daki tıp araştırma kurumlan uyanyor... Türkiye'ye yurtdışından getirilen "Celebrex" ve "Vioxx" adlı ilaçlann kalp krizi riskini arttrdığı bildiriliyor... Hemen belirtelim ki bu ilaçlann kullanılması sakıncalı değil... Sakıncası, uzman hekim tarafından önerilmeden kullanılmasında... Eğer romatizma hastasının, kalple ilgili bir sorunu varsa, ilacın yan etkileri enfarktüsten kalp damannı tıkamaya kadar bir dizi yan etki gösteriyor... Bu bakımdan adı geçen iki ilacın uzman hekimler tarafından önerilmesi gerekiyor... Peki bu yazı niye yazılıyor? Çünkü Sağlık Bakanlığı geçenlerde aldığı bir kararia, bu ilaçlann reçetesinin yazılması yetkisini uzman hekimlerden aldı, pratisyen hekimlere de yetki verdi... alon ayakta... Yetmiş dakika boyunca ara verilmediği için seyircilerin avuçlannda sak- lamak zorunda kaldığı alkışlar, bir arının ka- nat çırpışı kadar yoğun ve iki bulutun çar- pışması kadar gür, göz pınarlanndan süzülen duygu yüklü damlalarla birlikte bir sel gibi akıyor sahneye... Kültür Bakanlığı'nın "Türk Bestecilerinin Eser Üre- timlerini Teşvik Projesi" kapsamında Fazıl Say'ın, Na- zım Hikmet'in dizelerinden yola çıkarak bestelediği ve tuşlarıyla yetinmeyip tellerini de kullandığı piyano- sunun başına geçtiği... Naci Özgüç'ün yönetiminde- ki Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın, Kültür Ba- kanlığı Devlet Çoksesli Korosu ve TRT Ankara Rad- yosu Çoksesli Korosu'nun eşliğinde seslendirdiği... Tuncer Tercan ve Sertab Erener'in solist olarak ka- tıldığı... Genco Erkal'ın bir bakıma başrol üstlendiği ve bir kez daha devleştiği "Nâzım"ın Lütfi Kırdar Kon- ser Salonu'ndaki Türkiye prömiyerindeyiz... Melodramatik bir eser olduğu yazıyor sunu kitap- Alkış! çığında... Nazım'ın dizelerie anlattığı çileli ve hasret dolu yaşamı Say'ın notalarıyla sarmaş dolaş ol- muş... Uzmanı daha iyi bilir ama çok sesli müziğin evrensel tınılan haJk müziğinin ezgiieriyte biıieşmiş... Şiir müzik olmuş; müzik şiire dönüşmüş... Salon ayakta... Alkış dinmiyor... Giderek azalaca- ğına artıyor.... Salon, sahneyi alkışa boğuyor... Dün Hiroşima'da ölen çocuklar ve Kore'ye gön- derilen "Memet"ler kadar bugün Afganistan'da do- ğarken ölümü bekleyen bebeler ve yarın Kâbil'e gönderilecek Mehmetler de sanki alkışın içine gir- miş; "Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ" dizesi aynen dün gibi bugün de geçerii... Sa- natın ve sanatçının ölümsüzlüğü bu olmalı... Belki Genco Erkal'ın anlatımından sonra "Amerikan em- peryalizminin yan sömürgesiyiz dedi, Hikmet" de ol- malıydı koronun haykınşında... Salon, alkıştan inliyor... Davete icabet edeceklerini bildirenler koltuk nu- marası almalan için sıraya sokulurken lütfedip ce- vap verme gereği duymayan davetlilere de yer gös- terildiği için konser 20 dakika gecikmeli başlasa da, müziğe birkaç cep telefonu eşlik etse de her şey unu- tulmuş, şimdi de sanatçılar alkışlıyor salonu... Alkış alkış üstüne... Mikrofonu ele geçiren cılız bir ses; alkışı kesmek istiyor, kesemiyor... Say, Erkal, Erener, Tercan, Öz- güç kulise gidiyor; sahneye dönüyor; alkış brtmiyor; alkış yükselerek sürüyor... Sonunda o ses; mikro- fondan sesini yükseltiyor iyice... Amacına ulaşıyor, kesiyor alkışı: Kültür Bakanlığı'ndan biri, sanatçıla- ra plaket verecekmiş... Bir adam çıkıyor sahneye; plaket dağttıyor herke- se; bir çuval inciri berbat edercesine... SESSİZ SEDASIZ (!) NURÎKURTCEBE Yüksek Yeritim Hatb [email protected] ABD Afganistan'da KRALDAN FAZLA KRALC1! Son kitabı Salman Rüştü'yü korkuttu Şeytan Ayetleri'ni yazdığı için Mran tarafından hakkında ölüm fetvası verilen Hint asıllı yazar Salman Rüştü, 11 Eylül'de ikiz ku- lelere yapılan saldından sonra uçağa binmeme karan almış... Yolcu uçaklannın terör amacıyla ka- çınlma olasıliğından değil... Konusu New York'ta geçen ve Amerikan uy- gariığının başansızlığını anlattığı son kitabı "Büyük öfke"de anlattıklann- dan korktuğu için: "Başka bir roman üzerinde çalışır- ken bu roman adeta kendini dayattı. Diğer romanı bir kenara bırakıp, san- ki bitmek üzere olan bir altın çağın son yansımalarını ve aynı zamanda gelecekteki yıkımın tohumlannı yaka- lamak için çabucak ve mutlaka onu yazmam gerektiğini söylüyordu. As- lında, çabuk yazamayan biri olmama karşın romanı birkaç ayda bitirdim. Romanın bir entelektüel olan kahra- manı profesör Solanka, heryerde do- lann hışırtısının duyulduğu New York'u anlatırken, 'Amerika dünyanın kalan bölümüne küfrediyor' diye düşünü- yordu. Bu sonsuz refahın, kendine olan sonsuz güvenin, sınırsız ihtirasın ilanihaye sürüp gitmeyeceğini düşü- nen salt kendisi değildi. Bu, aynı za- manda dünyanın her yerinde Ameri- ka'ya duyulan nefretin de kaynağını oluşturuyordu. Nefretin kaynağında ise ABD'nin ekonomik emperyalizmi ya da dış politikası vardı. Ama her şe- ye karşın asıl düşmanın kimliği konu- sunda da yanılmamak gerekiyordu." ÇED KÖŞESt OKTAY EKlNCl Söz yine Seattle'da... tik kez 1970'lerdeki "çevre ve insan hakkı" gündemiyle anım- sanan, Şadan Gökovalı'nın çe- virisiyle Türkiye'de okunup sa- yısız toplantıda "küresel bilin- cin" tarihsel belgesi olarak anı- lan ünlü "Kızılderili Mektu- tau"nn yülar sonra yenıden ar- şivden çıkarbyorum... 11 Eylül 2001'deki acımasız operasyonla "başlatüan", şim- di de sözde "cezalandırma" adına yine acımasız bir "misil- leme" ile sürdürülen "küresel terör" karşısında, Kızılderili Şef SeatÜe'nin, topraklanna göz koyan ABD Başkanına 1854te yazdıklanndan başka ne söyle- nebilirki?.. Hepimiz adına bugün bu kö- şe ve söz, sadece Seattle'nin... ••• "Washington'daki büyük şef bize dostluk ve iyiük dilek- leriyle birlikte bizden toprak- Unmızı satın almak istediği- ni bildirmiş. Bunu anlamak bizler için çok güç. Ormandaki ağaçların da- marlannda dolaşan su, atala- nmızın anılannı taşır; biz bu- na inanınz." (...) "Bu topraklan size satar- sak, bu sulann ve top- raklann kutsal ol- duğunu çocuk- lannıza öğret- meniz gereke- cek. Biznehirie- ri ve ırmak- '. lankardeşi- ! miz gibi se- '. veriz. Siz de \ aynı sevgiyi ; gösterebile- ; cek misiniz kardeşlerimi- ze? Biliyorum beyaz adam bi- zim gibi düşünmez. Beyaz adam topraktan iste- diğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder. Çünkü toprak beyaz ada- mın dostu değil, düşmanıdır. Beyaz adam topraktan iste- diğini alınca başka serüven- lere atüır. Beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, iş- lenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki, top- raklan çölleştirecek ve her şe- yi yiyip bitirecektir." "Beyaz adamın kurduğu kentleri de anlayamayız biz KızılderilUer. Bu kentlerde huzur ve barış yoktur. Beyaz adamın kurduğu kentlerde, bir çiçeğin taç yap- raklanmn açarken çıkardığı tatk sesler, bir kelebeğin kanat çupışlan duyulmaz. Iasan bir su birikintisinin etrafına toplanmış kurbağala- rın, ağaçlardaki kuşların ve doğanın seslerini duymadıkça, yaşamın ne değeri olur? Toprak satmamız için yap- tığınız öneriyi inceleyeceğiz. Eğer önerinizi kabul edecek olursak, bizim de bir koşulu- muz var: Beyaz adam bu top- raklar üzerinde yaşayan bütün canlılara saygı göstersin. Ben bir vahşiyim ve başka türlü düşünemiyorum. Yaylalarda cesetleri kokan binlerce buffalo gördüm. Beyaz adam trenle geçerken vurup öldürüyor bu hayvan- ları, sadece eğlcnmek için. Dumanlar püskürten bu de- mir atın bir buffalodan daha değerli olduğuna aklım ermi- yor. Biz sadece yaşayabilmek için avlardık buffaloları. Bütün hayvanlan öldürecek olursanız nasıl yaşayabilirsi- niz?" (...) "Canlıların yok edildiği bir dünyada insan ruhu yalnızlık duygusundan ölür gibi geli- yor bize. Unutmayın, bugün diğer canhların başına gelen yann insanın başına gelir. Çünkü bütün hepsinin arasında bir bağ vardır. Şu gerçeği iyi biüyoruz: Toprak insana değil, in- san toprağa aittir. Ve bu dünyadaki her şey, bir ailenin fertlerinibirbiri- ne bağlayan kan gibi. ortaktır ve birbirine bağ- hdır. Bu nedenle de dünyanın başına gelen her felaket, insanoğlunun da ba- şına gelmiş sayılır. BUdiğimiz bir gerçek daha var: Sizin Tannnız bizimkinden başka bir Tann değil. Aynı Tann'nın yaratıklan- yız. Siz Tannnızın başka oldu- ğunu düşünmekte serbestsi- niz. Ama hepimizi yaratan Tan- rı için Kızılderili ile beyazın farkı yoktur. Ve Kızılderililer gibi Tann da toprağa değer verir. Bu toprağa saygısızlık, Tan- n'nın kendisine saygısızhktır. Beyaz adamı bu topraklara getiren ve Kızılderiliyi boyun- duruk altına alma gücünü ve- ren Tann'nın adaletini anla- yamıyoruz. Tıpkı bufTalolann öldürülüşü, ormanlann yakı- lışı, toprağın klrletilişini an- lamadığımız gibi..." Oekincifecumhuriyetcom.tr KİM KİME DUM DUMA BEHIÇAK [email protected] HARBİ SEMtH POROY semihporoy(nyahoo.com BULUT BEBEK NURAYÇtFrçt [email protected] TARİHTE BUGÜN MVMTAZARIKAN lOEkim HEYKELCf GJACOMBTTf tsoı'peBueüN.ÛNLû ISVKKELİ HEYKELCJ ve eESSAU AL8ESTO GIACOUerrtÇİAKOlAETTİ) POĞPü. G€NÇLİĞİNO€ aİRKAÇ YTC. İ1AL1* VE FRAHSA'DA KALACAKOLAN&ACOMeTT7, ı RINI tNC£ÜyeCBKT/IS.SU AEAPA ÜNLÜ HEY- KBLCİ BGANGUSl'PEN ÇOC £T*:iL£NeC£KrİG. /3SD'LAeC¥t G££Ç&eİJsnj(£ÜieeE/Uj£f) HEY- KELLER iHPACAKfAMA 1324'FEAUİDefJ Bil MüMl TEEXE0eC£*7İg. 6IACOMETTI, SigSÜ. ee SONGA MOP£LO£fJ ÇALIŞMAYA KZtYULA- OVCTIR.ONUN KİŞSEL. TPRZH/I £U İYİ OR- TAYA ÇlKARACAK OLAU BU He/KEU£R, UZLIN,CtLIZ VÜCUTUJ, İŞK£NCE Ç£*Mİf GİBİ ACILI, ÇO&U HAZEJC£TSİZ Pİ6Ü/ZISHPİR.. MUCUR ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ'NDEN DosyaNo: 2001/32 Davacı Yeter Bozdağ vekilı Av. Doğan Koca tarafından davalılar Divan Süt Ürünleri Dağıtım ve Pazarlama Ltd. Şirketi ile Ertuğrul Nobel aleyhine mahkememizde açılan tazmınat davasının yapılan yargılamasında verilen ara karan gereğince; Davahlardan Ertuğrul Nobel'in adresı tespit edilememiş ve bilinen adreslenne tebligat yapılamatnış olup, dava dilekçesi ve dunışma günü- nün ilanen tebliğıne karar verilmiştir. Dava dosyasının duruşması 01.11.2001 günü saatO9.3O'daMucur Adliyesi'nde yapılacaktır. Yukanda ismi yazıh davalı Ertuğrul Nobel'in belirtilen gûn ve saatte duruşmaya gelmesi veya bir vekil tarafından temsil edilmesi, duruş- maya gelmediği ve bir vekil tarafından da temsil edılmedığı takdirde tahkikat ve yargılamaya yokluğunda devam edileceği ve hûküm venlece- ği dava dilekçesi ve duruşma günü yerine geçmek üzere ilan olunur. Basın: 55581 PANO DENİZ KAVUKÇUOGLU aedi Özgürliik' Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George VValter Bush'un günlerdir sözünü ettiği "Ebedi özgürlük" hedefinin nasıl bir strateji ile izleye- ceğini aşağı yukarı tahmin edebiliyor olsam da, pazar akşamı saat 19.29'da Kâbil'e düşen ilk bom- bayla birlikte, "Ne olur, ne olmaz.." diyerek te- levizyonumun karşısına geçip, otumnuştum... Televizyon kanalları çok hazırlıklıydılar... Harita- lar, planlar, grafikler hazırlamışlar, habercilerini VVashington, Islamabat, Kâbil, Peşavergibi mer- kezlere göndermişlerdi. "Harekâf'ı dakika daki- ka duyuruyorlardı... Saldınların ilk iki saatinde "GBU-28lazergüdümlü füzeleri", "JSOVVGPU- 54akıllıfûzeler", "Cruise"lerve "akıllı bombalar" ile altı Afgan kenti vurulmuştu. İlk elde hava- alanları, komuta merkezleri ve enerji tesisleri bombalanmış, ülke karanlığa gömülmüştü. Ha- berciler vurulan kentlerden dağlara doğru kitle- sel kaçışların başladığını bildirmişlerdi. Bu ara- da ABD yöneticileri de birbiri ardınca ekranlara geliyortar, dünyaya "Afgan halkının ve Müslü- manlann dostu olduklannı", "banş ve özgürlük için savaştıklanm" açıklıyoriar, "Taleban, işbirii- ğiyapmamanın bedeliniödeyecek" diyoriardı. Sa- atler ilerledikçe haberlerde belli birtavsama göz- lemlenmeye başlamıştı. Kentlerden dağlara doğ- ru kaçmaya çalışan on binlerce "sivil" Afganlı- dan hiçbirhaberalınamıyordu... Kaçıp kurtulmuş- lar mıydı? Yoksa karanlıkta kim vurduya mı git- mişlerdi? Bilemiyorduk... Yıllar önce Vietnam'daki, o tarihsel rezaletfe ya- rıda kalan "özgürlük harekâtı"r\da da böyle ol- muştu... Pirinç tarialarında çalışırken ilk saldırı- larda "avlanan" on binlerce yoksul Vıetnam köy- lüsünün akıbeti, ancak cesetleri kokmaya baş- ladıktan sonra öğrenilebilmişti. Irak çöllerine gö- mülen Arap köylülerinin sayısını ise bugün bile tam bilemiyorduk... Tek bildiğimiz ABD'nin yer- yüzünde giriştiği hertüriü "özgürtükherakâtı'nöa kabağın sivil halkın başına patladığı, patlayaca- ğı gerçeği idi. ABD'nin hedef ülke için öngördü- ğü "özgürlük"ür\ bedelini önce o ülkenin kadın- ları, çocuklan, yaşlıları, masum insanlan ödüyor- du. Erkeklere sıra daha sonra geliyordu. Çok ölü, çok "özgürlük" demeM. Pazar akşamı baş- latılan saldınnın adına bakılacak olursa, Afganis- tan'daki özgürlük gereksiniminin çok daha bü- yük olduğu anlaşılıyordu. Çünkü Dominik Cum- huriyeti'nden Vietnam'a, Grenada'dan Irak'a ka- dar on yıllardır çeşitli ülkelere düzenlediği saldı- nlardan hiçbirine "Ebedi özgürlük" adını verme- mişti ABD... Ama özgürlüğü "ebedi" kılmak, hele bunu tek bir McDonald's bile bulunmayan "gerinin geri- si" bir yerde gerçekleştirmek kolay değildi. Bel- ki de en doğrusu her şeyi yıkıp, sonra yeniden kurmaktı. Bunun daen "rasyonel" yolu, varola- nı topyekûn ortadan kaldırmak olabilirdi. Yeryü- zünde kaç Afganlının olduğu ya da hiç olup ol- madığı New York'taki Birleşmiş Milletler Istatis- tik Bürosu'nda çalışan bir avuç memurdan baş- ka kimi ilgilendiriyordu ki? O halde Afganistan dağları un ufak edilebilir, dağlarovayadönüştü- rülebilir, ovanın tam ortasında da dünya insan- larının kuşaktan kuşağa "ebed; özgürlük" denil- diğinde "Işte!" diye gösterebilecekleri dev bir anıtdikilebilirdi... Gerçekten bu çok anlamlı olur- du. "ölüm" de sonuçta "ebedi özgühük"e ka- vuşmak demek değil miydi inançlı bir Hıristiyan için? Afganlılann Hıristiyan değil de Müslüman olmaları yalnızca bir talihsizlikti... O kadar... öte yanda Afganistan harekâtı, özgürlüğü kur- ma girişimlerinin de artık küreselleştiğini ortaya koyuyordu. Dünyanın dört bir yanından "Biz de geliyoruz!", "Bize de biraz Afganlı bırakm!" ses- leri yükseliyordu. Oysa korkacak bir şey yoktu aslında... Çünkü terörden arındırılacak, ebedi özgürlüğüne kavuşturulacak daha o kadar çok ülke vardı ki yeryüzünde. Herkese sıra gelecek- ti. Biraz sabır gerekiyordu. Biraz sabır... Sabre- de sabrede üzüm bile sirke olmuyor muydu bir gün?.. (Faks: 0212 - 723 84 97) (e-posta: [email protected]) B U L M A C A SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6SOLDANSAĞA: 1/Astımınön- lenmesi ve te- davisinde, ay- rıca koroner 3 damar geniş- letici ve idrar söktürücü ola- rak kullanılan alkaloit. 2/ Deseni, rengi ve atkısı bo- z\ıkhalı...Bir ilacın bir kezde ya da bir günde alınması gereken miktarı. 3/ 2 Bir nota... Kalkan ve zırh gibi korunma aracı... Derviş sela- mı. 4/ Küçük su ka- nah... Vergi. 5/Lenf ^ düğümleri yangısı. 6/ _ Bir yüzü havlı, pa- muklu ya da yünlü kumaş. II Anlama yeteneği... Hindistan'da hal- kın aynlmış olduğu birbirine karşı kapah smıf- lann adı. 8/ Eğik olarak kesilmiş kenar... Müslü- man ülkelerde oturan Yunan asıllı kimse. 9/ Bü- yük tencere. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Dahcı bir ördek cinsi. 2/ Orta Anadolu'da bir göl... Açıklama. 3/ Müstahkem yer... Sert ve faz- la kızarmayan bir domates türü. 4/ Yer çatlağı... Afyon'un bir ilçesi. 5/ El ve yüz hareketleriyle gösterme... Bir nota. 6/ Dar bir elbise üzerine gi- yilen, ince kumaştan üstlük. II Ilkel benlik... Bü- yük zoka. 8/ Baklagillerden birbitki... "Gözüm- de bir damla — deniz olup taşıyoT" (Ö.B. Uşak- lı). 9/ Optik kaydırma... Ateşte kızartılmış taze buğday ya da mısır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle