Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
-16 ŞUBAT 2000 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA
17
FiPüna
yasagı!
Rize Valisi Erdal
Ata, Rize'de 15
günde bir yayımlanan
Fırtına gazetesinden
pek hoşlanmıyor.
Fırtına'da sık sık, bazı
usulsüzlük iddialanna
yer verilmesi ve
gazetenin beigelediğj
konulann takipçisi
olması Erdal Ata'yı
fazlasıyla rahatsız
etmişe benziyor. Vali
Erdal Ata ise
hakkındaki iddialara
yasal yollardan yanrt
vermek yerine hakaret
içeren tekzip metnini
usulsüz şekilde tebliğ
ettikten sonra şimdi
de farklı bir yol seçip
Fırtına 'nın Valiliğe
sokulmasını
yasaklıyor. Ne ki,
devletin valisi bu
tutumuyla yasalan
çiğnemiş oluyor.
Çünkü ilgili yasa,
yayımlandığı yerde her
gazeteden iki adedinin
cumhuriyet
savcılığına, beş
adedinin emniyet
müdürlüğüne ve iki
adedinin de valiliğe
verilmesini öngörüyor.
Fakat Fırtna,
Rize Valiliği'ne
veıilemiyor. Gazeteyi
vilayete getiren
gazete çalışanlan,
valinin koruması ve
özel kalem müdürü
tarafından küfürlerle
karşılanıp "al gazeteni
defol" diye dışan
atılryor.
Etektronikposta: someposta.cumhunyotcom.tr Tet: 0.212.512 05 05 Faks: 0.212.512 44 97
- Ünfversitelerde irtica
temiziiği yapıltyormuş...
"Arao sabunu
kullanıvortardırr
K
ahramanmaraş'ta Fazilet Partili Belediye
Başkanı Hanefe Mahçiçek tarafından dü-
zenlenen ve imam hatipli öğrencilerin kul-
lanıldığı "kurtuluş günü oyuncTnun doğru
olduğunu bir an için varsayalım... Fazilet Partisi Ge-
nel Başkanı Recai Kutan'ın pek hoşuna giden ve
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in dealkışladı-
ğı bu "oyun"da neler olduğunu bir kez daha anım-
sayalım...
Işgalci Fransız askerleri yolda yürüyen karaçarşaf-
lı kadınlann peçesini kaldırınca tam da ezan oku-
nurken ortaya Sütçü İmam çıkıyor ve "Bir din ölü-
yor... Ecdanımızdan devraldığımız bu topraklarda
Fransız bayrağı dalgalanıyor... Her gün ölmektense
bir gün ölmek daha üstündür... Sizi Allah adına, Pey-
gamber adına, Kuran adına cihata davet ediyo-
rum..." diyor. Sütçü İmam, silahını ateşliyor ve Fran-
sızlan öldürüyor; cihat başlamış oluyor.
Sekiz ay boyunca Ingiliz işgaline karşı çıkmayan,
Cihat yetkisi
Sıvas Kongresi'ne delege göndermeyen, Ingilizler'in
işgali Fransızlar'a bırakması üzerine Fransız kuv-
vetlerini ziyafet vererek karşılayan Maraş'ta "kurtu-
luş günü'nün böyle bir senaryo ile kutlanmasının bü-
yük bir talihsizlik ve tarihe saygısızlık olduğunu dün
yazmıştık.
Maraş'ı "kahraman" yapan direnişin Fransız üni-
formasının altından Ermeni fedailerin çıkması ile
başladığını; Mustafa Kemal Paşa'nın talimatı ile Kı-
lıç Ali Bey'in örgütlediği Müdafayı Hukuk Cemiyet-
terinin bölgede karaçarşafsız kadınlaria da çatış-
malara girdiğini ve Maraş'ı işgalden Kılıç Ali Bey'in
kurtardığını biliyoruz.
Konuya dönersek... Ermeniler, karaçarşafın altı-
na bakmak isteyince Faziletliler'in senaryosuna gö-
re stradan bir insan "cihat" ilan ediyor ve bir kenti
gavurdan kurtanyor!
Şimdi bugüne bakalım...
Hizbullahçılar, karaçarşafın altına sakladıklan ka-
dınlan da kullanarak sürdürdükleri terörün sonun-
da cihat aşamasına gelince, yıllardır dini siyasete alet
eden çevreler apışıp kalıyor. Şeriatçı gruplar, bulaş-
masalar da sessiz kalarak destekledikleri terörden
kendilerini nasıl sıyıracaklannın telaşını yaşıyor.
EmekJi vaiz ve "iyi tarikatçı" Fethullah Gülen'e ya-
kınfığı ile bilinen Aksiyon dergisinde bir fetva yayım-
lanıyor:
"Islam'a göre cihadı ancak seçilen yönetimler ilan
edebilir. Ferdin kendi kendine cihat ilan etmek gibi
bir yetkisi yoktur."
Kahramanmaraş'ta ezan sesleri arasında sahne-
lenen "oyun"da Sütçü Imam'a eline silahı alıp cihat
ilan etme yetkisini kim verdi? Faziletli Belediye Baş-
kanı mı, Fazilet'in Genel Başkanı mı?
SESSİZ ŞEDASIZ (!) NUttİKURTCEBE
Yüksek Yerilim Hattı
Erdinç UTKU
KAHPE MEDYA sanatsal fılmlere
yeterince yer vermiyo!
Cüppeli Hoca neden gülümsiiyordu!
Kamuoyunda "CûppeJi Ahmet Ho-
ca" olarak tanınan ve topladığı para-
larla Beykoz sırtlannda inşaat yapan
Ahmet Unlü adındaki yobazın "vaaz"
kasetlerini de gördük...
Yobaz, depremde yaşamını yitiren
insanlara hakaretler yağdınyor ve ca-
milerin depremde yıkılmasını bunla-
rın faiz parasıyla, haram parayla ya-
pılmasına bağfıyor.
Sonra bir bakıyoruz ki, "yangında
yanmama", "hasta olmama" gibi "du-
alar"ı satmak için Adapazan'nda "tez-
gah açtığı" ve onbeş günde bir gelip
"vaaz" verdiği kendi mescidi de dep-
remde yıkılmış...
Etme bulma dünyası!
Bu "tarikat" ve 'ticaret" yuvası beş
yıl önce bu köşede yazılmış; Adapa-
zan'ndaki yurttaşlar da Valiye, Emni-
yet Müdürüne, Tugay Komutanına ve
dönemin Refah Partili belediye baş-
kanına şikâyet dilekçeleri vermişti.
Hiçbir sonuç çıkmadı; mescidin kar-
şısındaki arsaya bir de kız Kuran kur-
su yapıldı.
Ve depremde mescit gibi Kuran kur-
su binası da ağır hasar gördü. Kuran
kursu binası için "ağır hasarlı" rapo-
ru verildi ve "acil yıkım" karan alındı.
Fakat ne olduysa Bayındırlık Bakan-
lığı Afet Işleri Genel Müdürlüğü bürok-
rasisi iki hafta içinde raporunu değiş-
tirdi ve acrlen yıkılması gereken Ku-
ran kursu binasının "orta hasar-
lı" olduğuna karar verildi!
Cüppeli tutuklanırken neden'
gülümsüyordu dersiniz?
Çevreciler ve Gıda Güvenliği
TÛRKSEN BAŞER KAFAOĞLU
Dünyada tarım üretiminde
özellikle ABD ve Kanada'da
gelistirilen yenı yörttemler ve bu
yöntemlere dayanılarak elde
edilen ürünler, ortaya yeni so-
runlar çıkardı. Ancak önce ta-
nmsal ürünlerdeki gelişmeleri
sunmaktayararvar. Bilındiği gi-
bi her bitkinin bir tohumu var-
dır ve bu tohumlann pek ço-
ğu tnsanJık taribi boyunca bit-
ki çeşidi için doğal koşullar
içinde bugüne kadar gelmiş-
tir. Doğal koşullara dayanama-
yan tohum ve brtki türieri de
yerbilimin gelişen akımı içeri-
sinde doğadan silinmişlerdir.
Ancak doğal yok oluş dışında
son yüzyıla gelinceye dek faz-
la da etken ortaya çıkmamış-
tır, denebilir. Her bir bitki için
tek tür olduğu söylenemez.
örneğin Meksika buğdayı to-
humu ile Türkiye'de yetişen
buğdaydan elde edilen tohum;
dayanıklılık, ürün verme, çev-
reye uyum bakımından olduk-
ça farklıdır. Bunun gibi mısır-
da, pamukta, pancarda, pa-
tateste vb. farklı fiziksel özel-
likler tohumlar doğada üretil-
miştir. Çiftçiler ya da tarım ku-
rumları ve hükümetler, kendi
topraklanna uygun en bol ve
en kaliteli ürünü verecek to-
humlan çeşitli "tohum iyileştir-
me'yöntemleriyle arayıp bul-
muş ve ekimleri böyle yapmış-
lardır. Ülkemizde de bu yön-
temler kullanılmaktadır. Ancak
daha yakın bir tarihi süreçte
bununla da yetinmeyip bitkile-
rin tohumlannı epeyce değiş-
tirme, yeni besinler üretme ça-
balannı geliştiren insanoğlu,
buru başlı başına bir uğraş
haline getirdi. Pek çok tartış-
malara da yol açan bu olguya
genetik, genetikle değiştirilen
ürürlere de (kısaca GDÜ) de-
niycr. GDÜ'ler fiziksel ve kim-
yasal nitelikleriyle, doğal ürün-
lerden epeyce farklı olabilmek-
te. Daha çok üretmek ve eko-
norik verimliliği arttırmak vd.
degşik bir tür ortaya konmak
arrKcıyla dünyada bu olguya
epe/ce hız ve önem veriliyor.
Gefetik uygulamalann en bü-
yükjstası, Amerikalılar. Bu ül-
kece şimdiden mısır, soya gi-
bi ii esasU ürünün yarısının
bu sekilde üretilmiş tohumla-
ra ayandığı yazılıyor.
CDÜ konusunda ilk akla ge-
len soru, bu yöntemle elde edi-
len eni besin ürünlerinin, sağ-
lığ^jygun olup olmadığı. Özel-
liklfAB ülkelerinde bu konu-
dajittikçe yaygınlaşan kuş-
kutr var. Gelişmekte olan ül-
keteden de kuşkulara ve itiraz-
lar«atılanlarvarsa da asıl çe-
kişne, ABD ve Kanada ile AB
araında. AB, bu ülkelerden
ge*ı GDÜ'lerin birkaçına ithal
yaaklaması uyguladı. ABD
röymeti derhal Dünya Tica-
röiİrgütü'ne (DTÖ) giderek
itirzlabulundu. Bu uygulama-
lann bu örgütün kuruluşuna
dsınak oluşturan ticaret ser-
bediği ilke ve esaslarına ay-
kıw3İduğu yolundaki itiraz,
DTÖ tarafından kabul edildi.
AB ayrıca bu uygulamalardan
dolayı cezaya çarptinldı. Ancak
GDÜ'lere kamuoyu tepkisi o
denli güçlüydü ki DTÖ'nün bu
kararlan uygulanmadı. Konu
uluslararası görüşmelere kal-
dı. İlk uluslararası konferans
Kolombiya'da Catagena'da
geçen yıl toplandı. Birçok ge-
lişen ülkeyi de yanına alan AB,
çevrecilerin ağzından tezini
şoyle savundu:
"Herkes neyediğini bilmeli ve
bilimsel biçimde niteliği açık-
lanmayan besinlerin ilgili hükü-
metlerce yasaklanması engel-
lenmemelidir. Genetikte değiş-
tirme, aynca bitki tüıierinin dün-
yada azalmasına neden olma-
sı ve ekosisteme verilen zarar-
lan da düşünülüp öyle değer-
lendirilmelidir. Ticari çıkarlar
uğnjna insan sağlığı ve eko-
sistem tehlikeye atılmamakta-
dır. Bir ürün gerçekten yarariı
bulunup satılmak, ihraç edil-
mekisteniyorsa, ambalajıüze-
rinde genetikle tamamen ya
da kısmen değiştirildiği yazılıp
satışa bu şekilde sunulmalıdır.
Avrupalılann ve azgelişmiş-
lerin bu önerisi konferansta
ezici çoğunluk desteği topla-
dı. Ancak başını ABD'nin çek-
tiği Miami Grubu, bu görüşün
protokolde bağlanmasını en-
gelledi.
ABD'nin bu konuyu SEAT-
LE'de kargaşa içinde kendi le-
hine geçirme gibi bir niyeti var-
dı. Ama burada toplantı bilinen
nedenlerle yapılamadığı için
iş, Kanada'da Montreal'de ya-
pılacak olan 24 Ocak Konfe-
ransı'na kaimıştı. Frans Press
Ajansı haberterine göre bu kon-
feransta Miami Grubu, çoğun-
luk tezine yanaşmış ve gıda
güvenliği konusu 130 ülkenin
imzaladığı bir protokole bağ-
lanmıştır. 29 Ocak 2000 tarih-
li bu habere göre gıda güven-
liği konusunda vanlan uzlaşma
şöyledir:
Ulkeler, insan sağlığı ve çev-
reye zararlı saydıkları genetik
değiştirmiş ürünlerin ithalini
yasaklayabileceklerdir. Amba-
laj üzerinde GDÜ için verile-
cek açıklamada (LABEL) ABD
bir ödün almıştır. AB ve yan-
daşlan bu LABEL'de yapılan
değişikliğin anlatılması görü-
şünde iditer. Konferans sonun-
da, LABEL'de ilk iki yıl için sa-
dece genetik değişiklik geçir-
diği yazılmakla yetinılecektir.
Uzmanlar bu iki yıl içinde da-
ha ne gibi açıklama yapılma-
sınm doğru olduğunu saptadık-
tan ve bu esaslarda anlaşma-
ya varıldıktan sonra kesin ya-
zım biçimlerine geçilecektir.
Protokolle saptanan ulusla-
rarası anlaşma yürüriüğe gir-
diğinde genetik işlemlerine uğ-
ramış mallann ticaretinde bü-
yük gelişmeler olacak, ama
bundan doğan sorunlar da da-
ha ciddi boyutlara ulaşacaktır.
Anlaşmalara kimlerin ne ka-
dar uyacağını, zaman göste-
recek.
Biz tüketicilere de çok iş dü-
şeceğe benziyor.
KİM KİME DUM DUMA BEHÎÇAK behicak@turk.net
-'. -
:
' •! .'•>•». ... 'rı
ÇlZGÎLİK KÂMİL MASARACI
i < ^
HARBl SEMIH POROY semihporoy@yahoo.com
BULUT BEBEK MRAYÇÎFTÇÎ
batanrzr gâzdmn g-
y
yürümek
zor
TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN HŞubot
MİLLE7VEKİU MAASIARINA ZAM MP/LIYOR!.
A 8UGÜM, ,
AA/fTT. MECl-İS SALOUUAIUH £UO£B GÖKÜLMM BıÇı'MDE
OLOUĞU OTUKUMDA, PEMOKRATP^RTİt-t MIU-£71s£*2LLERt
ö'/ çrt ö f C
Ş Ç GÜÇ.LÜfC Ç
M) £ÖrL.Ey£/££K, * İKİB/N Lİ/Z4NIN ÜSTİifjO>£fCi
M/tSfL \Sİ(1DAM HUZUBtjyLA ALABfClGİZ p
Ö
24-3 OYLA MCABUL £DİLM/Ç~rt. OEMOK-
PA/ZTt'OEN YALNtZCA H<4LİL
Ot-UMSUZ O>
PANO
DENÎZ KAVUKÇUOGLU
Yanlış Olan Kim (4)
197O'li yıllann başıydı... Nürnberg'de çalıştığım fab-
rikanın, eski bir amiral olan Dış Ticaret Müdürü Herr
von Davidson bir akşam üzeri, mesai bitimıne doğ-
ru telefon etmiş, beni hem "biriikte bir kahve içmek"
hem de 'bir şeyler konuşmak" üzere odasına çağır-
mıştı. Dünyaca tanınmış beyazeşya markalarından bi-
rinin üretildiği fabrıkanın en tepesındeki üç adamdan
biri olan bu yaşlı adam, kendisiyle hiçbir iş ilişkisi ol-
mayan bir proje yönetmeni ile ne konuşmak isteyebi-
lirdi? Hele o biriikte kahve içme önerisi...
Herr von Davidson beni koridorda, görkemli çalış-
ma odasına açılan kapılardan birinin önünde "Hoşgel-
diniz, değerii dostum.." diyerek karşılamış, elini eski
bir "baba dostu" gibi omzuma koyarak içeri buyur et-
mişti, "Size ihtiyacımız var!.." Yüz ifadesinden, patro-
nuyla aramızdaki "yakınlığa" en az benim kadar şa-
şırdığı anlaşılan sekreteri kahve servisi yaparken o
anlatmaya başlamıştı... "Biliyor musunuz? Biz her yıl
çeşitli ülkelerden bınlerce konukağırlanzburada..." Son-
ra sözü Türkiye'ye, Türklere getirmişti. "önümüzdeki
hafta, sıra sizinkilerde... Türklerde yani..." Türkiye'nin
değişik kentlerinden gelecek altmış "başanlı" beya-
zeşya bayıı ile havalimanından başlayarak Nürnberg'de
kalacakları üç gün boyunca biriikte olmak, benım gi-
bi vatan özlemı çeken biri için bulunmaz fırsattı ddğ-
rusu... Yanıtım sevindirmışti yaşlı Almanı... Ağzımdan
çıkan, 'Peki" sözünün bir felaketler zincirinin ilk hal-
kası olduğunu, ne bu "iş"î üzerine yıkacak birini bul-
duğuna sevinen Herr von Davidson bılebilirdi ne de
kafasında uç gün boyunca hangi lokantalarda, hangi
birahanelerde fink atacağının planlarını kurmaya baş-
layan ben bılebilirdım o an!..
İki otobüsle Nürnberg Havalimanı'ndan fabrikaya
doğru hareket eden bayiler yolda, Alman görevlileri ne
yapıp edıp kandırmış, otobuslen, fabrikaya beş yüz met-
re uzaklıktaki ûuelle adlı büyük bir mağazanın önün-
de durdurmuşlardı. Yanm saat sonra çıkış kapısında
buluşacaktık. Daha on dakika geçmeden mağazanın
hopariörlennden şırketimizin adının anons edıldiğini du-
yunca şaşırmıştık. Ne oluyordu? "{...) firmasından bir
yetkili, lütfen güvenlik bürosuna!.." Koşar adım gitti-
ğimiz "güvenlik amiri"nin odasında karşılaştığımız
manzara karşısında ne yapacağımızı bilememiştik on-
ce... Güvenlik görevlileri üç "konuğumuzu* yüzûstu ye-
re yatırmış, "etkısiz hale" getırmışlerdi. Birının konu-
şan bebek, öbürünün saat çaldığı söyleniyordu. "Su-
çüstü" yakalanmışlardı. Üçüncüsü ise yürüyen mer-
divende bir kadının kıçını mıncıklayıp da, kadın bağır-
maya başlayınca, çevredekıler tarafından derdest edil-
miştı. Olayın polise yansımaması ıçın, güvenlik görev-
lilerinekonuklanmızın, "psikolojikdepresyon"\anr\öan
yasadıklan "an/ kültür şoku'na kadar kendimizin de
inanmadığı birsürü "/)Jtiye"anlatmış, kıçı mıncıkla-
nan kadına bir tomar para vermiş, sonunda Herr von
Davidson'un telefonla yıAa/idan araya gırmesiyle kur-
tarmıştık adamlan... Utançtan yerin dibine geçmiştim.
Olay fabnkada hemen duyulmuştu. Alman mesaı ar-
kadaşlarım aynı fabrıkada, üretimde çalışan yüzlerce
"derli toplu Türk"û göstenp beni teselli ediyor, "Böy-
le mikroplar her yerde çıkar, aldırma " diyorfardı. Ama
rezaletin daha büyüğü, "Türk konuklar onuruna" ve-
rilen akşam yemeğinde yaşanacaktı. Bir "hoşluk" ola- -
rak masalara konan rakılar tükendikçe, başarılı beya-
zeşya bayilerinin bir bölümü laciyert takımlarının ce- '
ketlerini fora etmiş, masalara servis yapan garson kız-
lara tebelleş olmaya başlamıştı. "Dur, otur" demeye
kalmadan, yemek salonunun lavabolara uzanan dar
koridorundan gelen acı bir feryatla irkilmıştik. Garson
kızlardan biri, kapı aralığından arkasından saldırıya
geçen irı yan bir konuğumuzun yanağına tırbjşon sap-'
lamıştı. Adamın üstü başı kan ıçindeydı. "Yandım
anam.." diye bağınyordu. Onu bir arabayla en yakın
hastaneye yolcu ederken kız peşinde koşan bir baş-
ka konuk yere kapaklanrnış, burun kemiğini kırmıştı...
Davet sahibı Almanlarfattaşı gibi açılmış gözleriyle bu
rezillikleri izliyorlardı... Ben daha fazla dayanamamış,
kimseyle vedalaşmadan terk etmiştim yemeğı... Hiç-
birfnin yüzünü görmek istemiyordum artık.. Türkiye'ye
döndükleri gün, üç gece kaldıklan Viktoria Oteli'nden
gelen "çağn" üzerine "mahal"de yapılan hasar tespit
çalışmalanna da katılmamıştım. Sökülen musluklar, yü-
rütülen haylular, kesilen perdeler, kınlan klozet kapak-
ları... Yirmi bir odası kullanıjamaz hale gelmişti otelin..
"bir daha Türk müşteri mi? Asla.." diyordu otelci...
Şirket, otele yüklüce bir tazminat ödeyince, "olay" ye-
re) basına yansımamıştı.
Aradan birkaç gün geçip de yavaş yavaş kendime
gelince düşünmeye başlamıştım... ParaJan pullan ye-
rinde, çoluk çocuk sahibi insanlardı bunlar. Akşamla-
n "ŞehirKulübü'ne gidiyorlar, polıtikadan konuşuyor-
lardı. Yasadıklan kentlerde önemli ağırlıkları vardı. Ço-
ğu sağ partilere parasal destek sağlıyordu. Delege
seçimlerinde öne çıkıyorlar, milletvekili adaylarını be-
lirliyorlardı. Klasik "sınıf tarifi"ne göre, Anadolu'da
1960'lı yıllarla biriikte oluşmaya başlayan "orta tica-
ret burjuvazJsi"n'm petrol bayileri, tüpgaz bayileri gibi
öncüleriydi bu beyazeşya bayileri de. Ne var ki, yeni
sınrfsal konumlan, maddi varlıklan hırsızlıktan, cinsel
tecavüze kadar her türlü rezalete her an hazır olduk-
lan gerçeğini değiştirmiyordu bu adamlann. "Lüm-
penlık'm sınıflar dışı bir olgu olduğunun somut örnek-
teri değil miydi bunlar?
(Faks:0212-723 84 97) "
BULMACA SEDAT YAŞAYAN
SOLDANSAĞA: 1 2 3 4 5 6
1/Osmanlılarda
önde gelen dev-
let adamlannın 2
giydiğibirtürsa- n
murküık.2/Fok
balığı derilerin- 4
den dikilerek ya- g
pılan ve taştma
ışlennde kulla- 6
ıulanEsknnoka- j
yığı. . Serbest
meslek adamla- 8
nnı içinde top- g
layan resmi bir-
lik. 3/ Kadınlann kaşla-
nnı ve saçlannı boyatnak -|
için sürdûklen sıyah bo-
ya... Radon elementinin
simgesi. 4/ Bir cismin
hareketi nedeniyle ka-
zandığı enerji. 5/ Şöh- 5
ret...lçinemendil,gece- 6
lik gibi şeylen koymaya
yarayan kumaştan ko-
runcak. 6/ Samanlık...
Kısık sesli küçük keman.
II Madenleri yontmaya yarayan çelık araç... "Oğuz —":
Çizenmiz. 8/ Madenleri ergitme... Hayvanlara vurukm dam-
ga. 9/ Cılız, zayıf... Vücutta bınken azotlu madde.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Divan edebiyatında şehzadelerin sünnet düğünleriyle
hanım sultanlann doğum ve evlenme törenlerinı anlatan
şiirlere verilen ad. 2/ Eski dilde bağırsaklar... Sıncap. 3/
Zarara uğrama tehlıkesi... tnce talaş. 4/ Bır yapıt ya da
yazının son bölümü... Ender, seyrek. 5/ Baskın, hücum ..
"Yüz —'den yeğrektır/ Bir gönül zıyareti" (Yunus Em-
re). 6/ Yağı alınmış sütten ya da yoğurttan yapılan pey-
nir... Renyum elementinin simgesi. 7/ Bir nota... Doğu
Karadeniz yöresine özgü bır tür kıyı teknesi. 8/ 789-974
yılları arasında Fas'ta hüküm süren Müslüman Arap ha-
nedanı 9/ Herhangi bir konuda ilgili kışilere soru yönel-
terek bilgi toplama ışi... Bir soru sözü.