17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 ARALIK 2000 SALJ 14 [email protected] SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL i Hava Kötü Hava'ya geç gîrmceResmi ve özel yaklaşık yirmi ku- ruluşun katkılanyla düzenlenen 5. Ankara Uluslararası Tiyatro Festiva- li, 16-26 Kasım tarihleri arasında ger- çekleşti. 13 Kasım akşamı Şinasi Sah- nesi'nde düzenlenen açüış kokteyli ile başlayan festivale, programa göre Italya, Fransa, Hollanda, Yunanistan, Bulgaristan ve Azerbaycan'dan birer topluluk yanında, deneysel çalışma- lara ağırlık veren Istanbul tiyatrolan ve Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde oluşmuş (Bartın, Kınkkale, Diyar- bakır, Antalya, îzmir) belediye tiyat- rolan ile yan amatör/profesyonel An- kara tiyatrolan katılıyordu. Toplam el- li etkinlik... Kentin çok çeşitli (bir bölümünü de bildiğim) gösteri alanlannda birkaçı neredeyse aynı zamanda yapılan et- kinliklerin tümüne katılmak doğal ki olanak dışıydı. Bu nedenle her bir gösteriye katılım düzeyi geçmiş yıl- lara oranla düşük olmahydı. Oyunlann çoğunlukla bir kez ser- gilendiği bir festivalin dûzenleyicisi de, izleyicisi de olmak zor. Her şey son anda gerçekleşiyor. Bana ulaşı- lamadığı içın bırakılan "panelekatü- ma" çağnsına, kimin tarafından ne amaçla gönderildiğini anlayamadı- ğım için yanıt veremediğim gibi, dü- zenleyicilerden gelen açılış çağnsı da elime son dakikada ulaştı. Geçen yıllara oranla çok daha şık ve düzen- li bir görünüş kazandığını sevinçle gördüğüm festival programına ulaş- tığımda ise oyunlann yansı sergilen- mişti bile. Çok üzgünüm. tki hafta ön- cesinden bilebilseydim, ne yapar eder, oyunlann hiç değilse görraemiş, yaz- mamış olduğum 5-6'sına daha ulaşa- bilirdim. Ancak son gün oyunlann- dan birine, Bilsak Tiyatro Atölye- si'nin "lyi Hava Kötü Hava"sına ye- tişebildim. Zor koşullara karşın büyûk bir öz- veriyle beşincisini de gerçekleştir- miş olan Ankara Uluslararası Tiyat- ro Festivali'nin sürdürülmesi, özellik- le genç kuşaktan seyircilerin yoğun- laştığı Ankara kenti için çok önemli. Düzenlemedeki tüm aksamalara kar- şın geçmiş yıllardaki olağanüstü coş- kuyu kıvançla antmsıyorum. Dûzen- leyicilere Ankara'daki resmi ve özel kurumlardan gelecek parasal katkıla- nn artmasını ve festivale tüm baş- kentlilerin sahip çıkmasını diliyorum. Böylesine geniş çaph bir etkinliği gerçekleştirmek için aylar önce çalış- maya başlayacak ve emeğinin para- sal karşılığını da alacak geniş bir dü- zenleme ekibinin kurulması, festiva- lin sürekliliğini sağlamanın en önem- li koşulu olacak... BHsartan lyl Hava Kötü Hava' Türk tıyatrosunun çok özel "özel" topluluklanndan biri olan Bilsak Ti- yatro Atölyesi'nden izlediğim ilk oyun, "lyi Hava Kötü Hava" oldu. Bunca yıldır Ankara'ya gelmemişler. Benim Istanbul'da olduğum zaman- larda da, kötü rastlantı bu ya, oyna- mamışlar. Geçen yıllar içinde bir do- lu ünlü sanatçı çıkmış aralanndan; ar- kalanndan yenileri gelmiş. Çoğunluk- la "yeni" olanı denediklerini, alışıl- mışlığın dışında bir tiyatro çizgisi iz- lediklerini okumuşum onlarca tanıt- ma ya da eleştiri yazısında. Salona so- luk soluğa daldığımda "tyi Hava Kö- tü Hava" başlamış bile... Sonradan öğrendim. Bu oyunu Is- tanbul 'da gerçek bir ev uzamında su- nuyorlarmış. Festival seyircisi için Ankara'da geleneksel sahneye taşımış.- lar çahşmalannı. Sahnede bir Oci is- kemle, bir sehpa, her tablonun so- nunda sahne gerisine taşınan bir iki sahne gereci. Fonda büyük bir pano. Gamdan dışansını yansıtan pencere işlevi görüyor. Çamda kimi zaman yağmur damlalan, kimi zaman içeri sızan güneş ya da ay. Hava karanlık ya da aydınlık, yağmurlu ya da açık. Odada devinen insanlara göre de ha- va yaiyi, yakötü... Oyuna geç girdiğim için elmıde broşür yok. Çoğunlukla Anton Çe- hov'un öykülerinden uyarlanan bir sahne gösterisi olduğunu bilmiyo- rum. Tasanm ve kurgunun Nihal G. Koldaş'ın elinden çıktığım biliyo- rum yalnızca. Koldaş'ın daha önce- kı çahşmalannı da izleyemediğim için, merakla öylece bakıyorum sah- neye... Oyunu başlatanjenerik bölümünü de kaçırmışım. Geriye kalıyor 9 tab- lo. Doğal ki 9 tablo izleyeceğimi de bilmiyorum. Beş oyuncunun (Şeh- suvar Aktaş, Ayün Deveci, Nihal G. Koldaş, Göze Saner, Şerif Erol) ıkıli, üçlü, beşli ekipler oluşturarak canlan- dırdıklan tablolann tek bir öyküyü bü- tünleme amacı taşımadığını anlamak- ta (Bravo!) gecikmiyorum. Bir ara Çehov'un "Marn"sından kısacık 3- 4 replik yakalayıveriyorum. (2. Bra- vo!) ve sahnede Çehov'un dünyasın- dan bir aktanmın sunulduğunu anla- yıveriyorum (3. Bravo!). Böylece 70 dakika süren oyunun ortasuıa gel- mişken, oyun başlamadan önce kol- tuklanna otumıuş ve broşüre bir göz atmış olan öteki seyircilerle aynı nok- taya ulaşıyorum. Çok geç... Oyunu baştan beri Çe- hov niyetine izlemediğim için fark- lı bir algılama düzlemıne girmişim. Ne bekleyeceğüni bilmediğim ıçın de, yalnızca sahnede olan biteni izlemi- şim; "merak" katsayım yüksek... Belki de bu nedenle, izlediğımden kolay unutulamayacak bir tat alıyo- rum. Sahnede birbirini izleyen tablolar- da, "geçmiş"in binktırdiği biryaşan- tı yığınının içınden "şimdi"ye süzül- müş kişilikler görüyorum. Jestleri, mimikleri ve "ses"teki dalgalanma- lan, o anda yaşanmakta olanlar de- ğil de, geçmişte yaşanmışlann silin- mez-giderilmez tortulan belirliyor. Ikı ya da üç kişi arasındaki doğal (ti- yatro için kurgulandığı zaman da "sahte"ce doğal) sayılan bir iletişim ortamında değiliz. Karşılıklı konuşu- lan kişiye verilen her tepki, o anda "oluşan" değil, "birikmiş" olan bir tepki... Birden özdeşleşiveriyorum sahne- deki olayla. Başkalanna "rol" yap- ma durumunda olmadığımız günde- lik ev ya da aile yaşantımızdaki "de- nedenmemiş" konuşmalanmızın ez- gisini ve uyumunu görüyorum sah- nede. Tıpkı sahnedeki kişiler gibi, günlük/sıradan giysilerimiz içinde, öylesine söyleşnğimizde ne çok "ses- sbük" böler konuşmayı... Ne gerek- sız görünen jestler, mimikler, hare- ketler ve ses dalgalanmalanyla söy- leriz, yüzlerce kez yinelediğimizi... Nasıl da coşkuyla patlatınz, bir ön- ceki sessizlikten önce söylediklerimiz- le pek de ilgili olmayan sözlerimizi... Biriyle konuşurmuş gibi yapıp, ashn- da içünizde biriktirdiğimiz ve kişili- ğimıze mıhlanmış duyarlılıklan "tek başma konuşurcasuıa" boşaltmaz mı- yız? Bunu yaparken de iç dünyamı- zın başkasıyla paylaşılamazhğını, üs- tesinden gelinemez yahuzhğımızı dı- şavurmaz mıyız? Bırakın Çarlık Rusyası 'nın son dö- nemının "arafta sıkışıp kalmış tra- jikomik insanlannı, bırakınız Çe- hov'un sahnede ve öykülerde yansı- yan yan-kurgusal gerçekçiliğüıi, bı- rakınız yapıtlann yazıldığı dönemin yaşama, konuşma ve giyinme biçim- lerini; kazıyınız Çehov'u, altından evrensel "yalnızlık" ve "iletişimsiz- Hk" duygulan çıkar. Bilsak Tiyatro Atölyesi, Çehov'un anlaşılabilir-izlenebilir bir kurguyla biçimlendirdiği yapıtlanndan kopar- dığı kısacık "an"lan tablolara dö- nüştürüp günümüz insanıyla bağdaş- tınrken oyuncuyu da Ionesco'nun "cam fanus"lan içine hapsederek "doğal" olan (gündelik yasamımızm sereserpeliği) ile "teatraT olan (tiyat- roya özgü, tadına doyum olmaz "sah- teük") arasında "örtüşüm" sağlıyor. lonesco, insanlann dunnadan birbi- riyle konuşurgöründüğünü, oysa her biri camdan yapılmış telefon kulübe- leri benzeri nesneler içine tıkılı oldu- ğu için, kendi söylediklerini yalnız- ca kendilerinin dınleyip anladıklan- nı, bu nedenle de insanlar arasında ile- tişimin olanaksız olduğunu dile ge- tirir. Bilsak Atölyesi oyunculan, işte böyle "görünmez" cam fanuslar için- de konuşurken bu 1 yandan (her oyun- cu o andaki iç dünyasından aktanla- nı yansıttığı için) "doğal", bir yan- dan da (sahnede "görünmez" cam fanuslan içinde başkalanyla birlikte olduklan ve karşılıklı konuştuklan için) "teatral" olabilen bir tiyatro söylemine imza atıyorlar. Baştan sona "doğaçlama" olan bir "bekleme" sahnesi var oyunda. Bir- birini tanımayan beş kişinin "sessiz- ce", ama hareket, jest ve mimikleri- nüı buyruğu altında, bir taşıtın gel- mesini beklediği sahne. Kaç dakika sürdüğünü bilmiyorum, ama yanm sa- at de sürse izleyebilirdim. İşte o sah- nede yaşamla tiyatronun nasıl örtüş- tüğünü görüyorsunuz. Kendi doğal ya- şantınız içinde ve çeşitli "bekleme" deneyimlerinizin ışığında, sahnede- ki "bekkyen JQŞüer n in her biriyle na- sıl özdeşleşebildiğinizi... Bilsak Tiyatro Atölyesi'ne gecik- miş bir merhaba! İlk kez 1956yılında sahnelenen oyunda rol alan Jessica Lange, performansıyla göz dolduruyor Uyuşturucu bağımltsı olan zarifbir anneKültür Servisi - Amerikan gerçekçilığinin başyapıtlann- dan bin olarak bilinen Euge- neO'Nefll'ın ünlü oyunu 'Long Day^sJourneyintoNight' (Uzun Günün Geceye Yolculuğu) Londra Lyrics Tiyatrosu'nda Robin Phillips'in rejisiyle sah- neleniyor. Jessica Lange'm morfin ba- ğımhsı anne rolünde başanh bir performans sergilediği oyun, et- kileyici ve karamsar bir hava- da sahneye konmuş. Ağır bir atmosferde, kasvetli ve gergin bir ortamda mutsuz bir ailenin (Tyrone ailesi) yaşamının ser- gilendiği oyun O'Neill'ın ya- şamından otobiyografik öğe- ler içeriyor. Tüberküloz hasta- sı genç bir adam (O'Neill'ın kendisi), küçük yaşta ölen bir erkek kardeş (yazar bu karak- tere tuhaf bir biçimde kendi vaftiz ismini vermiş) ve mor- fin bağımlısı bir anne. Oyun 1941'de yazılmış ve ilk kez 1956'da sahneye kon- muş ohnasına karşın günah çı- karma eğilimi ve uyuşturucu bagımlılığına yönelik açık söz- lü yaklaşunı nedeniyle günü- müze ait öğeler taşıyor. Biraz eski ve oldukça kesin dihyle ya- zıldığı dönemin etkisi de hıs- sediliyor. Oyunun en göze çarpan is- mi Jessica Lange, anne rolün- de başanh bir performans ser- giliyor. Tüm görkemiyle sah- neye girip ailenin toplandığı masaya oturduğu anda bu gör- kemin arkasında hüzünlü ve sorunlu bir karakter sakladı- ğını yansıtıyor. Zairif ve kibirli bir kadının uyuşturucu bagımlılığına doğ- ru usulca kayışını başanh bir biçimde sergileyen Lange, se- yirciye zihniyle nüfuz edebilen bir oyuncu olarak değerlendi- rildi eleştirmenlerce. Aktörba- ba James Tyrone'ı Charies Dance. veremli oğulları Ja- mie'yi Paul Rudd ve küçük kardeş Edmund'u Paul Nic- hoüs oynuyor. Geleneksel bir ailenin otur- ma odasından oluşan dekor Si- nıon Higjett tarafından yapıl- mış. Aynı oyunu üçüncü kez sahneye koyan Robin Phillips, eleştirmenler tarafından oyu- nun temposunu yakalayama- makla ve oyuncu seçiminde yaptığı hatalarla (örneğin ve- remli bir karakteri oldukça iri yapılı bir oyuncu olan Rudd'a oynatması) eleştiriliyor. Robin Phillips'in rejisiyle sahnelenen 'Uzun Günün Geceye Yolcuh>ğu' günûmüze ait öğeler taşıyor. YAZIODASI SELİM İLERİ Sandıklar O zamanın evlerinde sandıklar hâlâ vardı. Bun- lann son sandıklar olduğunu nereden bilebilirdik... Abdülhak Şinasi Hisar Geçmiş Zaman Köşk- leri adlı eserinde "Sandıklar^ yazmıştır. Benim 'o zamanlar'ımdan yıllar öncesine, hem de çok uzun yıllar öncesine ait bir zamandan konuşmasına kar- şın, Abdülhak Şinasi sandık töresinin sona erdi- ğini söyler. Yaşama koşullarının sereserpe olduğu günler- de, ikişer üçer katlı evlerde, "yukan katlarda, mut- laka bir iki sandık odası" bulunurmuş. Bir değil, bir iki sandık odası. Sandık odalarında ev sahiplerinin kişisel eşya- lan, hep kilitli sandıklarda saklı dururmuş. 'Sandık odası', çocukluğumda, kırk-kırk beş yıl öncesinin Istanbulu'nda dilden henüz yeni aynlı- yordu. Almanya dönüşü Cihangir'de, şurda bur- da kiralık ev ararken, "Sandıkodası varmı?"I lyi de, sandık odası yok," gibisinden sözler kulağım- da çınlıyor. Gerçi apartman dairelerinin sandık odalan her- halde aynı işlev için kullanılmayacaktı. Hatırianan, anılan sadece bir sözdü. Bu oda kimbilir ne amaç- la kullanılacaktı. Abdülhak Şinasi sandıklann zaman zaman açıl- dığını söyler. Sandıklar açılır açılmaz, geçmiş za- manın "gönül açan kokulan " sandık odasını lavan- ta çiçeğine, Bursa sabununa, çiçek suyuna, am- bere boğarmış. Bunlar hepsi "şark kokulan'yrcvş. Bizim Cihangir'de ille sandık odalı bir ev arar- ken bir türiü öylesini bulamayarak, kiraladığımız, sandık odasız evimizde, kendisi gökmavisi de, üstü goblen kaplı, gobleninde pembe güller ge- zinen sandığımız dar koridorda dururdu. Eski ama güzel bir sandıktı. Yalnız açılınca "şark kokulan" fiian ortalığı sarmazdı. Kıbns'tan, baba- mın akrabalarının hediye getirdiği, o zamanlar 'lüks' sayılan Camay sabunları sandıkta saklı du- rurdu, ne var ki kokulan çoktan uçup gitmişti... Abdülhak Şinasi, eşyanın kullanılmadan sönüp gitmesine yas tutuyor. özellikle hanımlann sakla- dıklan eşya: Kadife bohçalarda ipek mendiller, ye- meniler, yaldızlı çevreler, sırma işlemeli hamam takımlan... Daha:"(...) birtakımpudra, lavantaku- tulan; mineli bir kutu, bağlı anahtan yanında, bir tarafı billur, bir tarafalı mineli bir saat (...)" Gerisi- ni niye sayayım: Bütün o yaşanmamışlık eşyası! Insana yalnızca hüzün veren. Her defasında aklıma Sefçuk Baran'ın hariku- lade hikâyesini, "Konuk Odalan"n\ getirir: Zoraki evlilikler, gelenek yürüsün diye gerçekleştirilmiş ev- lilikler ortasında umarsız bir aşkın aranışı ve kapı- sı ancak öylesi aşklann hissedileceği misafir için açılan, geriye kalan zamanlarda ev halkının uğra- madığı, evin en büyük, en özentili döşenmiş oda- sı! Bakın onu yaşadım, o amansız duyguyu tattım. Hayatımtzdan geçip gidişine en çok sevindiğim şey- lerden biri: Konuk odası! Sandığımızdan da pek hoşlanmazdım. Gramo- fon Hâlâ Çalıyor'da bir iki satırda geçiştirmişinv^ Hayır, hoşlanmak şöyle dursun, gecenin karanlP ^ ğında ürkerdim sandıktan. Her biri nice yalvanlar- - la yakılmış, fıtrek ışıklı mumların ürkünç gölgele- re boğduğu sandukalar belirirdi gözümün önün- de. Sandıktaki yaşanmamış eşya arasında simli ve kadife çiçekli biryorgan vardı. Bu yorgan açılır, ha- valandınlır, sonra naftalin serpilerek yeniden kat- lanır, sandıktaki köşesine yerleştirilirdi. Eylül ayın- da, sıcak bir günde, sünnet yatağıma serilmişti. Çok sevdiğim, sanat eserinden ayırt edemediğim yorgan altında hem sünnet acısı, hem yorganın bo- ğucu ısısı... Günün birinde altın ışıltılı simleri karardı, kadife çiçekleri epridi. Abdülhak Şinasi Hisar diyor ki: "Ve o zamanlar o kadar kıymetli telâkki ettikleri bütün bu sandık- lar şimdi ne oldu? Kendileri, içlerindeki eşyalany- la birlikte, şimdi niçin kayboldular?" Kaybolmamışlar; bir iki belleği daha meşgul et- mişler. Bilmem neden, şimdi "Keşke kaybolsaydılar..." diyorum. Takvimde Iz Bırakan: "Ben yürümeye başlayınca denizlerîn üstünde/Ka- ralarda koşanlar durup bana baktılar./Ben de git- tim/Sığınacağım adalan birer birer batırdım." Oz- demir Asaf, "Macera". Koreli nessam kardeşler bir araya geMi • SEUL (AFP) - Kore'nin en ünlü ressamlanndan Kim Ki-Man ve Kim Ki- Chang kardeşler elli yıl aradan sonra bir hastane odasında buluştu. 88 yaşındaki sağır ve dilsiz Çhang, hasta yatağında 71 yaşındaki kardeşini karşısında görünce gözyaşlannı tutamadı. Kore Savaşı'ndan sonra farklı ideolojileri • • nedeniyle aynlan kardeşlerden sanat profesörü Man, Kuzey Kore'nin ünlü halk ressamlan arasında yer alırken büyük kardeş Chang ise Güney Kore'de geleneksel yapıtlanyla tanınıyor. Bugüne kadar dokuz filmde oynayan Eisenberg, geleceğin senaristleri arasına girdi HoDywood9 ıın 8 yaşmdakî senaryo y • Başanh çocuk oyuncular arasında yer alan Hallie Eisenberg, 3 yaşında keşfedildi. Birçok ünlü isimle fılmlerde oynayan Eisenberg, şimdi en genç senaryo yazarı olmayı hedefliyor. Kültür Servisi - Bugüne kadar dokuz filmde rol alan ve bir reklam filminde oynayan 8 yaşındaki Hallie Eisenberg, Hollyvvood'un en başanh çocuk oyunculanndan birisi oldu. Eisenberg şimdi en genç senaryo yazan olmayı hedefliyor. Edebiyat temsilciliklen Eisenberg tarfindan yazıhnış 'TheGenerations' adlı, üç kadının aile ve özel yaşamında yaşadıklan kanşıklıklan ve değişiklikleri konu ettiği film senaryosunu ilk gören olmak için rekabet ediyorlar. Jamie Lee Curtis'in bir bölümünde rol almayı kabul ettiği senaryonun, milyonlarca dolar kazandıracağı tahmin ediliyor. Edebiyat temsilciliklennden bir yetkili, senaryoda Eisenberg'in isminin bulunmasının bile en azından 250 bin dolar edeceğini söyledi ve Eisenberg'in son derece ilginç ve güzel işlenmiş bir hıkâye örgüsüyle başanh diyaloglar yaratarak senaryosunu daha da değerli kıldığını ekledi. Hisenberg, bir tiyatro temsilciliği tarafından 3 yaşındayk^T> keşfedildikten sonra birçok ünlü isimle filmlerde oynadı. 'The Insider'da Al Pacino ve Russell Crowe ile, 'Bicentennial Man'de Robin VVilliams'la, 'Beautiiul'da Minnie Driver'la oynadı. Fakat Pepsi Cola reklamlannda derin gamzeleri ve bukleli saçlanyla göründükten sonra tüm Amerika'da bir anda meşhur oldu. Tüm bu olan bitenler için Eisenberg'in tek bir yanıtı var: "Bütün bunlan yalnız kendün içinyazıyorum''. Eisenberg'in annesi, kızının yaşıtı diğer çocuklardan farklı obnadığını söyledi ve çalışmalannın okul yaşamına, patenle kaymak ya da Pokemon kartlanyla oynamak gibi zevklerine engel olmadığını ve olmamasını da sağlayacağmı ekledi. İjjjJjjjlıkj Aralık Sah 2000. saat 18:30 Beyoğlu'nda Beyoğlu'nu Konuşmak Yöneten:Artun Lnsal WPI*r KREDf KÜLTÜR SANAT YAYINCIUK Nevzat Ayaz Vitali Hakko Haluk Öztürkatalay B^'iglu Guzeücçtırıne N*1 Koruma Dtrnegi Yapı Kredı Kültür Merkezı Sermet Çıfter Araştırma Kütûphanesi Istıklal Cad No 285, Kat 1. Beyoğlu
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle