Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 28 KASIM 2000 SAU
14 J. U l \ kultur@cumhuriyet.com.tr
TİYATRO DÜNYASINDAN DlKMEN GÜRÜN
Bir oyımcııhık ziyafeti; 'Baa oyunlar vardır.. metin yapısı olduk-
ça basittır, oyunun sonunu başından kes-
tirebilirsiniz sanki. Ama izlerken düşün-
mezsiniz bunlan. Çünkü karşınızdaki us-
ta oyuncular sizi alıp götürüverirler ken-
di mekânlanna.
"Aynlış"ı izlerken bu duygulara kapıl-
dım. Tom Kempinski bugüne kadar 50
oyun yazmış ve bunlardan 40' ı sahnelen-
miş. Yazann bir özelliği on beş yıl boyun-
ca yaşamını derinden etkileyen "agorafo-
bi" (açık alan korkusu) hastalığıyla uğraş-
mış olması. Bu oyunu da yaşadıklanndan
yola çıkarak yazdığı söyleniyor. Ama, ka-
lemını oynatırken hep aydıiüı-
ğa bakmış Kempinski, duygu-
sallıkla ince espriyı kaynaştır-
mış. Ingıltere dışında da pek
çok sahnede oynanmış "Ayn-
bş". Zuhal Olcay ve HaJuk Bil-
gjnertarafından geçen yıl kurul-
muş olan Oyun Atölyesi de ba-
şanlı bir ekiple bu oyunu bu yıl
bizlere sunuyor.
Zeynep Avcı'nın akıcı Türk- ^ ^ ^ ^
çesi, Vefi Kahraman'ın yönet-
menin ve oyunculann hareket alanlannı
kısıtlamayan 'saldn' dekoru, Sefim Ata-
kanın olayın akışıyla çok iyı örtüşen mü-
ziği ve de yönetmen Işd Kasapoglu'nun
biri hasta diğeri özürlü iki insan arasında
telefon aracıhğıyla kurulan ve gelişen iliş-
kiyi son derecede tempolu ve abartıya yer
vermeyen bir zemine oturtan yorumu "Ay-
nlış
w
ı seyırciye sevdiren nedenlerden. îki
olağan dışı yaşamın kendi içlerindeki mo-
notonluğu, acılığı ve yine bu iki ayn ya-
şamuı, iki ayn mekânda ama eşzamanda
seyirciye taşınması yorum, tasarım, mü-
zık arasında gerçekleştirilen doğru buluş-
manın uzantılan.
Özürlü olan ve böyle yaşamastnı öğre-
nen, koltuk değneklerini bedeninin bir
parçası olarak sindirmeye çalışan, yaşa-
ma dört elle sanlan Sarah ile yaşamdan
hiç zevk almayan, "agorafobi" hastalığı
nedeniyle kendini adeta dört duvar arası-
na hapsermiş olan oyun yazan Joe arasın-
da geçen romantik bir aşk hikâyesi "Ay-
nhş". Aslında, buna iki yalnız ve sorun-
lu insanın hayata bakışlanndaki farklılık-
lann, zıtlıklann birbiri içinde erimesi de
diyebiliriz. Bu buluşmayı gerçekleştir-
mek için fıtili ateşleyen de genç kızlığın-
dan beri bedeninin karşısına çıkarttığı en-
• Oyuncu, gerçekçi, duygularla iç içe
bir oyunda oynarken bile bu duygulann
içine girmenin ötesinde bir yerlerde
dolaştığı, matematik hesaplara yöneldiği
zaman taşlar yerine oturuyor.
Haluk Bilginer ve Zuhal Olcay bunu çok iyi
bilen sanatçılanmızdan ikisi.
gellere direnen Sarah'nın kolay teslim ol-
mayan yapısı. Joe ıse sürekli panik için-
de yaşayan, sürekli bir şeylerden kaçan,
ama aslında kaçmak da istemeyen cesa-
retsiz bir genç adam... Bu iki insanın iliş-
kisi bir telefon konuşmasıyla başhyor, ge-
lişiyor, ileriye dönük umutlarla noktala-
nıyor. Sadece iki kez yan yana geliyor Joe
ve Sarah. Bu açıdan bakılınca, belli bir nok-
tadan sonra durağanlaşmaya, tekdüze ol-
maya müsait bir yapısı var
tt
Aynhş''m.
Oyuncudan çok şeyler bekleyen, ama ay-
nı zamanda oyuncuya geniş olanaklar ta-
nıyan bir metin. Zuhal Olcay ve Haluk Bil-
giner hem bu beklentiyi karşılıyor hem de
olanaklan sonuna dek değerlendiriyorlar.
Onlan izlerken salt yapılan işe gösterilen
özen değil; yetenek, bilgi ve çalışma ara-
sında kurulan denge de söz konusu olu-
yor. Biryanda pinpon topu gibı New York-
Londra arasında gidip-gelen sözcükler ve
duygular; öte yandan bu sözcüklerin, duy-
gulann okyanus ötesine uçuştuğu eşzaman-
da kendi yaşama alanlannda kendileriy-
le sürdürdükleri hesaplaşmalar, üstesinden
gelmeye çalıştıklan sorunlar ve de birbir-
lerini görmeden birbirlerinı hissetmeleri,
sevmeleri...
Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer'i izler-
_ ^ _ _ ken, sahnede bir karakterinya-
ratılması kadar hatta ondan da-
ha çok oyuncunun kıvrak kışi-
liğinin önemli olduğunu dü-
şündüm. Bu da galiba oyuncu-
nun arok biryorumcu olarak ta-
nımlanmasından çok bir or-
tak- yaratıcı olduğu gerçeği ile
örtüşüyor. Yönetmenle birlik-
te yaşanan ortak bir yaratım sü-
reci oyuncunun da yönetmenin
de ellerindeki malzemeyle da-
ha rahat çalışabilmelerini sağhyor. Oyun-
cu, duygu ile örülmüş bir oyunda oynar-
ken bıle tamamen o duygulann içine gir-
menin ötesinde bir yerlerde dolaştığı,
matematik birtakım hesaplara yöneldiği
zaman taşlar yerine oturuyor. "Avnhş"ta
da Joe ve Sarah arasında gelişen ilişkide-
ki gerçekliğın ardında yatan yoğun bİT ça-
lışma, şeffaf bir oyunculuk, ritim duygu-
su, zamanlama, beden kullanımındaki de-
taylar. Yani, salt rolün içine girmek değil
söz konusu olan, sahip olunan malzeme-
yi çok iyi kullanabilmek ve kontrol ede-
bilmek. Haluk Bilgıner ve Zuhal Olcay bu-
nu iyi bilen sanatçılanmızdan ikisi.
Oyun, biri hasta diğeri özürlü iki insan arasında geçen bir telefon
konuşmasıyla başhyor, geiişryor ve ileriye dönük umutlarta noktalamyor.
Ali Teoman Germaner'in belgesel nitelikteki desenlerini Yapı Kredi Yayınlan sunuyor
Aloşname: 'BenöykiiseVbiranhıtı
AYŞEGÜL GÜÇHAN
Günümüz araştırmacısının
önündeki en büyük engellerden
biri, kuşkusuz, belge eksikliği-
dir. Bugün, bir dönem araştır-
ması yapmaya girişen araştır-
macıyı bekleyen, hemen her
kurumdan, ellerinde görsel ve
yazılı belge olmadığı yanıtını
almaktır. En azından, günü-
müz sanatının belgesizlik ne-
deniyle kronolojik bilgi zinci-
rinde kopukluk yaratmaması
için profesyonel çabalar ge-
rekmektedir. Bu kopukluğu ön-
lemenin en sağlıklı yolu da,
sanatçı biyografisinden albüm-
lere uzanan bir yayın skalası
oluşturmaktır. Yapı Kredi Ya-
ymlan, sanatçı albümleri seri-
siyle bu eksikliği gidermede
önemli bir adım atmış bulunu-
yor. Seriden çıkan son çalış-
malardan biri, herhangi bir yo-
rumla okuyucuyu yönlendir-
meyen bir albüm: Aloşname
(1)-
Aloş/name
Çağdaş sanatın en önemli,
önemli olduğu denli de çeliş-
kin sanatçılanndan Aloş (AJi
Teoman Germaner), birkaç
sayfa yazıyla betimlenemeye-
cek denli özgün bir sanatçı ve
özgün bir kişilik. Kariyerine
yontu ile başlamasına karşın,
desen ve özgünbaskı alanmda
da önemli bir bütünceye sahip
olan Aloş, izleyiciye, sergile-
rinde yontunun yanı sıra sana-
tını daha da bütüncül kılan de-
senlerini de sunmayı ilke edin-
miş.
Aloşname, sanatçının yapıt-
lar bütününün 'açıhş'ı olarak nı-
telenenve 1970'liyıllardabaş-
ladığı bir desen dizisi (2). Se-
rigrafi tekniği ile çoğaltılmış
olan dizi, sanatçının, diziye
admı vermesinden de anlaşıla-
cağı gibi, 'benöyküsel' bir an-
latı olarak tanımlanabilir. Bu-
radan hareket edilerek 70'li ve
80'li yıllara tarüılenen dizinin,
sanatçının 'notdefteri' olduğu
rahatça söylenebilir. Ancak,
çoğul okumalara açık olan
Aloşname, bir yandan sanatçı-
nın görsel günlüğü olarak işlev
görürken, diğer yandan, Tür-
kiye'nin bir dönemi üzerine
'yazılmış' üst düzeyde bir söy-
lem olarak da okunabilir. Bu
noktada, bir toplum üzerinde
düşünürken iskân bakanının
söylediklerine değil, o dönem-
de yapılmış binalara inanma-
yı yeğlediğini söyleyen Ken-
nem Clark'a bir gönderme yap-
mak, sanatm ve sanat yapıtımn
bir değerlendirme ölçütü ola-
rak kullanıhşı üzerine söyle-
nenlere iyi bir dayanak olabi-
70'M ve 80'K yıllara tarihknen dizinin Ali Teoman Germaner'in 'not defteri' olduğu söylenebilir.
En erken tarihli olanmdan
başlayarak iyi/kötü ikilı kar-
şıtlığı üzerine kurgulanan dizi-
de görünür ve görünmez fîgür-
ler birer 'eyleyen' (actant) ola-
rak bir anlatıyı tamamlamak-
tadır. Dizinin görünürdeki fi-
gürleri melez yapıdadır. Hay-
van kafatası, insan eli, hayvan
ayağı, insan ya da hayvan be-
deni, pençe, kuyruk, ilkel ah-
şap protezler, 'yaraük' olarak
nitelenebilecek bu melez fi-
gürleri tümleyen öğelerdir. Her
yaratık bu öğelerin birkaçının
ya da tümünün bir bi- _ ^ _
leşkesidir. Sözü geçen
'görûnûr' eyleyenlerin
kurgulanmasmda sanat-
çı -yontularmda da ol-
duğu gıbi- simgelere
sıklıkla yer vermektedir.
Bu simgeler -yontu-
lanndan farklı olarak-
genellikle ölüm ve şey-
tan simgeleri olarak Ba-
tı sanatı ikonografisin-
de önemli yeri olan sim-
gelerdir: kafatası, pele-
rin, zn-h, silah, vb. gibi.
Bu kötücül simgeler
aracıhğıyla körülüğü ^""™
eğretileyen yaratıklar anlatıyı
kötü yönde işletir görünmek-
tedir. Kötücül yaratıklar kötü-
cül niyetlerle körülük edimi
hazırhğı yaparken izleyici kar-
şısına çıkarlar. Bu yaratıklar
silahlanarak savaşa hazırlanır-
lar; ölüm karşısında duyarsız-
lıklanyla tepki uyandınrlar;
yeraltı tannsı Hades'in köpe-
gi gibi kötülük bekçiliği ya-
parlar; sürekli ürerler; her za-
man her yerdedirler; her şeyi
yapabilirler... mi? Hayır. Ya-
ratıklann eyleme geçmeye ha-
zırlandıklan an, anlatımn 'gö-
rünmez' eyleyeni olan 'anlaö-
cı' devreye girer ve olabilecek-
leri 'oldurmaz'. Bu anlatıcı,
anlatıda bir yandan 'özne' iş-
levi üstlenirken, olacakları ol-
durmayışıyla aym anda 'karşı
çıkan' işlevini de üstlenir. Di-
zinin anlatıcısı, hiçbir karede
görünmeyen, ancak diziye adı-
nı vererek bunun 'benöyküsel'
bir anlatı olduğunu imleyen
sanatçıdır (4).
^TMloşname, sanatçının yapıtlar
bütününün 'açılış'ı olarak
nitelenen ve 1970'li yıllarda
başladığı bir desen dizisi.
Serigrafi tekniği ile çoğaltılmış
olan dizi, sanatçının diziye adını
vermesinden de anlaşılacağı
gibi, 'benöyküsel' bir anlatı
olarak tanımlanabilir.
Anlatıcı, Aloşname anlatı-
sında salt anlatma işlevi üstlen-
meyip anlatıyı yönlendiren ki-
şi olarak aktif bir biçünde an-
latıda yer alır. Anlatınm görü-
nür kişileri anlatıyı kötücül
yönde sürükler görünürken,
anlatıcuıın bu edimleri olanak-
sız kılacak her önlemi aldığı ay-
nmsanır: Yaratıklann giysile-
ri, kendilerini devinisiz kıla-
cak biçimde tasarlanmışrır; ya-
ratıklann anatomileri o denli sa-
katlanmışnr ki, o bedenlerle,
değil incelikle tasarlanmış kö-
tücül edimler gerçekleştirmek,
bir tek adım bile atamazlar...
Ancak, anlatıcının yaratıklara
kurduğu asıl tuzak, her zaman
yaratıklann yapısıyla çelişen
özellikler taşıyan plastik uzam-
da gizlidir (5). Anlatıcmm uza-
mı bir cezalandırma ve engel-
leme aracı olarak kullanması
çeşitli biçimlerde gerçekleşir.
Ya kentin giriş kapısım bir ya-
ratığm geçemeyeceği denli in-
ce' tasarlar; ya zemini, anato-
^ _ ^ mik kusurlarla donat-
tığı yaratıklann devi-
nemeyeceği denli en-
gebeli tasarlar ya da
yaygm biçimde kullan-
dığı biçimiyle, yaratık-
lann varolmaya çalış-
tığı uzam, ilk devinide
yok olacak biçimde ve
karton kalmlığında ta-
sarlanır.
Çoğu zaman bu en-
gelleyici stratejilerhep
bir arada kullamlır ve
onulmaz biçimde sa-
katlanan yaratık, devi-
~-
mım
nilerini engelleyici giy-
siler içindeyken, çökmek üze-
re olan bir zemin üzerinde de-
vinmeye çabşır. Bu durumda,
anlatıcırun kurduğu tuzaklardan
en önce ve sadece haberdar
olan izleyiciye, eğlenceli bir
fdm izler gibi diziyi izlemek ve
yaratıklann cehaletine, öngö-
rüsüzlüğüne, budalalığma gül-
mek kalır.
Dizinin 1989 tarihli sahne-
lerinden birinde, ayartıcı ko-
numda bir yaratık İcaranlıklar
ıçerisinde bir söylev vermek-
tedir. Bu, alışılagelen bir 'sa-
vaşa çağn' söylevidir. Ayartı-
cının yapay pozunun Hamlet' i
çağnştırmasına dayanarak, bu
sahnenin İngiliz kökenli bir ol-
guyu imlediği çıkanmmda bu-
lunulabüir. Nitekim yapıt, Falk-
land Savaşı üzerine bir yorum
ve 'üzerinde güneş batmayan
imparatorluk' söyleminin çö-
küşü üzerine bir alegoridir.
Söylev veren anlatı kişisi dra-
matik bir sahne hazırlamış ve
ateşli söylevin büyüsüne ka-
pıhiuş görünen kişileri ikna et-
miştir. Ancak, dikkatli bir iz-
leyicinin ayu-dma varacağı gi-
bi, sahnede, görünmeyen anla-
tıcının varlığı duyumsanmaya
başlamıştu". Anlatıcı öncelikle
bir giysi tasanmcısı olarak an-
latıya katılmış ve savaşa ha-
zırlanan anlatı kişilerinin zırh-
lannı, onlan devinisiz kılacak
biçimde gerçekleştinniştir. öy-
le ki, savaş için delı divane olan
ann bile kıpırdaması olanaksız
hale gelmiştir. Büyümüş de kü-
çülmüş Büyük Britanya'nın,
üzerinde güneş batmazken kap-
kara kesilmiş panoraması...
Sahici ve samimi
Yukanda sözü geçen sahne,
Aloşname'nin genel yapısuu
yansıtır nitelikte bir örnektir
ve anlatnım tüm sahnelerinde
tüm olumsuzluklan üstlenen
yaratıklann edimlerinin hep
niyet ve hazırlık aşamasmda
kaldığı gözlemlenmektedir. Ya-
ratıklann olumsuz yönde işle-
yen ve gerçekleşme şansı bu-
lunmayan dilek kipine karşın,
anlatıcımn iyicil edimleri so-
nuca ulaşmakta, izleyici bu ol-
guyu aynmsayarak bir tür arm-
ma deneyimlemektedir.
Büyük ölçüde gözlemledik-
leri ve yaşadıklanm dönüştü-
ren Aloş, belki de bu yönüyle
her zaman sahici, her zaman sa-
mimi. Salt sanat tarihçileri, sa-
natçılar ve sanat öğrencileri-
nin değil, yaşadığı dönemi, bi-
lim adamlan ve gazetecilerin
kaleminin dışında, bir de çağ-
daş sanatçının kaleminden gör-
mek isteyecek herkesin kitap-
lığında bulundurması önerilen
bir albüm Aloşname.
(1) Aloşname, tstanbul, Yapı Kre-
di Yayınlan, 1999.
(2) Ayşegül Gûçhan, Aloş Ger-
maner Heykelinde Form-Anlam
llişkisinin Göstergebilimsel Çö-
zümlemesi, YayımlanmamışDok-
tora Tezi, tstanbul 1998, 5.57.
(3) Kenneth Clark, Civilisation,
London: BBB Books & John
Murray, 1994, s.l.
(4) Ayşegül Güçhan, age, s.38.
(5) Ayşegül Güçhan, age, s.46.
40 dakika
Esen Işık
sonfilmini
tamamladı
Kühür Servisi- Esen
Işık'ın son filmı 'Dönü-
şü Olmayan Yolcu-
lnk'un çekimleri ta-
'mâmlandı. Zürih ve Is-
tanbul'da çekilen fiün,
40 dakikalık bir orta
metraj denemesi.
Görüntü yönetmen-
liğini Jutta Trankle' in
yaptığı filmde Sevinç
Yıldn,Stefan Koflmuss.
Füsun DemireL VVaher
Küng, Catriona Gun-
genbühl Eric Rohner
ve Cemil Yıkünm rol
alıyor.
Fibn ülkeden politik
nedenlerden dolayı ka-
çıp partisinden de ayn-
lan 'Emine'nin (Sevinç
Yıldız) kendi yaşanösı-
nı yenıden kurmak is-
temesi üzerine Isviç-
re'deki birmülteci kam-
pına sığınmasıyla baş-
hyor. Umut, güven ve
gelecek kavramlannuı
da işlendiği film Isviç-
re'deki katı kurallan tar-
tışmaya açıyor ve ör-
gütlerin baskıcı politi-
kalanna göndermede
bulunuyor.
YAZIODASI
SELtM İLERİ
İstanlıurılaGezntiteP (2)
Refik Halid Karay, 1930'lann sonunda, galiba
1939'da kaleme aldığı bir yazıda Istanbul'u "bi-
teviye" dolaştığını söyler. Başta Kadıköyü, Eren-
köyü zaten çocukluğunun semtidir, Moda'dan
çok hoşlanır, geçen gün Büyükada'ya gitmiş, Aya
Yorgi'de yemek yemiştir... Florya, bir iki semt da-
ha... Bununla birlikte Refik Halid'in gezmekten en
çok hoşlandığı semt, Boğaziçi'dir.
Refik Halid, Yahya Kemal'den ayrılarak, Boğa-
ziçi'ni bir bütün olarak görür.
Boğaziçi benim için de öyle olmalı, özellikle ilk
izlenimler açısından. Kadıköyü'nde oturduğumuz
yıllarda Boğaziçi'ne pek öyle sık gitmezdik. Üs-
küdar'dan sonrası hemen hiç bilmediğim yerler-
di.
Boğaziçi bende Cihangir'e taşındıktan sonra
başladı desem yeridir. Yalnız, Cihangir'e taşınma-
dan önce, Anadolu yakasında bir Boğaziçi köyü-
ne gittiğimizi hatıriıyorum. Neresiydi? Galiba Çen-
gelköy. Sırtlara çıkmıştık. Koruyu andırır bahçe
içinde bir ev. Madam Bilmemkim'lerin evi. Gün-
batımının da yaşandığı bir akşam çayi...
Madam Charîotte olabilir mi? Böyle bir ad yan-
kıyor. O zengın hayat karşısında şaşırmıştım. Bel-
leğimden çıkmayan, o şaşkınlık.
Boğaziçi'ne sonra yine döneriz. Şimdi Kadıkö-
yü'ndeki günlerimin izini süreyim.
Bahar sonlannda Çamlıca'ya gidilirdi. Tıpkı meh-
tapsız mehtap gezintisinde olduğu gibi, piknik se-
petimiz doldurulmuştu. Kuru köfte, katı yumurta,
kaşar peyniri, domates, kabuğu soyulmamış sa-
latalık. Kâğrt peçeteyi ara da bul; elbezi devri ka-
panmamış.
O Çamlıca bomboştu. Bahar çiçekleriyle donan-
mış ağaçlar, mevsimin ışık oyunlarıyla sanat ese-
rini andınyordu. Orada ilk kez Istanbul'un silueti-
ni ve sonra ışıklannı görecektim. Gün karanken be-
liren gri siluete büyüklerimizin hayran ve dalgın ba-
ktşlar konduruvermelerini, ne saklamalı, azıcık gü-
lünç bulmuştum. Ama ışıklardan büyülenmiştim.
Beni bu kadar büyüleyen bir ışık şenliği de, kim-
bilir hangi gece, Istanbul yakasından Kadıköyü'ne
Bahariye Caddesi'ne dönerken, vapurdan gör-
düğüm, ışıl ışıl Kızkulesi'dir.
Uçüncüsü, havaî fişek şenliği. Mazbut Istan-
bul, her gece fişek yıldızlarının dökülüşüyle gös-
teriş budalalığma kapılmazdı o zaman. Bütün ço-
cukluğum boyunca bir kez yaşadım havaî fişek-
lerin salkım salkım açılışını.
Büyülenmek bile değil; esrimiştim, kendimden
geçmiştim. Belleğin yazarlık üzerindeki etkisi, di-
retişituhaf serüvenlerie yüklü: Fenerbahçe'de, kı-
yıda durarak seyrettiğimiz fişekli geceyi, kırk-kırk
beş yıl sonra ölü Bir Kelebek'te, Mihri Müşfık'in
ağzından anlatacaktım, üstelik Paris'te bir gece-
yi yaşatmak isterken.
Semtimizden, Kadıköyü'müzden seyrek ayrılır,
seyrek geçerdik Istanbul yakasına. Bir sonbahar
günü, öğle yemeğinden sonra apar topar geçtik,
Beyoğlu'nda babamla buluştuk. Lale Sineması!
* VVald Disney'in çizgi fjlmi! Sinemalar, Beyoğlu, bir-
den değişen dünya!
Kadıköyü'müzün de sinemalan vardı elbette;
Opera vardı, Süreyya vardı, Yurt Sineması, Hale...
Yoğurtçu'daki yazlık sinema...
Ne var ki Kadıköyü'müzden aynlma zamanı ge-
lip çatmıştı. Önce Almanya'ya gidecektik, baba-
mın yanına. Bahariye Caddesi'ndeki giriş katı bo-
şattıldı. Eşyamız ne oldu? Böyle diyorum, çünkü
Almanya dönüşü yeni eşya aldığımızı hatıriıyo-
rum.
Almanya dönüşü artık Taksim tarafında bir yer-
lere taşınacaktık.
Kadıköyü'nden ayrılırken 'astl' çocukluğumdan
da ayrıldığımı bilemezdim. Bu ayrılış için en kü-
çük bir üzüntü duymuyordum. Semtlerin, hele
çehreleri hızla değişen semtlerin özlenebileceği ak-
lımın ucundan geçmiyordu.
Oysa şimdi, onca yıl sonra, Fenerbahçe Plajı'ndan
çıkıp tenteli tramvaya binişimiz gönlümü sızlatı-
yor. Kadıköyü vapur iskelesinde satıcılar, adadan
gelmeyasemen satıyorlar; alınacak, kurutulacak,
çamaşır arasına serpilecek. Çarşıda, kıpkırmızi
tablalarda gümüşî balıklar...
Takvimde lz Bırakan:
"Ihtiyar dûnyanm çürümüş ve sızlayan temel-
lerinden ve gönlünde birikmiş mazisinden gelmi-
yor muydu, bütün bu mmltılar, bu sesler ve ben
sanki duymuyormuydum?" Abdülhak Şinasi Hi-
sar, Geçmiş Zaman Köşkleri, Varlık Yayınlan, 1956.
Kasım
Sall 2000, saat 18:30
Beyoğlu'nda
Beyoğlu'nu Konuşmak
Yöneten: Artun L nsal
Vahan Kuoa< ıglu
Sahaf
UİVDBiiJ'ilUJl
UJD2JJİİJ£ JiD llfJJ] müMUSÖVUŞIUR
30
Kasun
Perşembe 2000. saat 18:30
Rum Müziği ve
Tavernalar
YAPI «-KREDİ
KÛLTÜR SANAT
rAYINCIUK
Erol ürter ıBuzuki
Canlı müzik ve söyleşi
Yapı Kredi Kultür Merkezı Sermet Çıfter Kütüphanesı
Istıklal Cad No 285, Kat 1, Beyoğlu