25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 KASIM 2000 SAU 14 J. U l \ kultur@cumhuriyet.com.tr TİYATRO DÜNYASINDAN DlKMEN GÜRÜN Bir oyımcııhık ziyafeti; 'Baa oyunlar vardır.. metin yapısı olduk- ça basittır, oyunun sonunu başından kes- tirebilirsiniz sanki. Ama izlerken düşün- mezsiniz bunlan. Çünkü karşınızdaki us- ta oyuncular sizi alıp götürüverirler ken- di mekânlanna. "Aynlış"ı izlerken bu duygulara kapıl- dım. Tom Kempinski bugüne kadar 50 oyun yazmış ve bunlardan 40' ı sahnelen- miş. Yazann bir özelliği on beş yıl boyun- ca yaşamını derinden etkileyen "agorafo- bi" (açık alan korkusu) hastalığıyla uğraş- mış olması. Bu oyunu da yaşadıklanndan yola çıkarak yazdığı söyleniyor. Ama, ka- lemını oynatırken hep aydıiüı- ğa bakmış Kempinski, duygu- sallıkla ince espriyı kaynaştır- mış. Ingıltere dışında da pek çok sahnede oynanmış "Ayn- bş". Zuhal Olcay ve HaJuk Bil- gjnertarafından geçen yıl kurul- muş olan Oyun Atölyesi de ba- şanlı bir ekiple bu oyunu bu yıl bizlere sunuyor. Zeynep Avcı'nın akıcı Türk- ^ ^ ^ ^ çesi, Vefi Kahraman'ın yönet- menin ve oyunculann hareket alanlannı kısıtlamayan 'saldn' dekoru, Sefim Ata- kanın olayın akışıyla çok iyı örtüşen mü- ziği ve de yönetmen Işd Kasapoglu'nun biri hasta diğeri özürlü iki insan arasında telefon aracıhğıyla kurulan ve gelişen iliş- kiyi son derecede tempolu ve abartıya yer vermeyen bir zemine oturtan yorumu "Ay- nlış w ı seyırciye sevdiren nedenlerden. îki olağan dışı yaşamın kendi içlerindeki mo- notonluğu, acılığı ve yine bu iki ayn ya- şamuı, iki ayn mekânda ama eşzamanda seyirciye taşınması yorum, tasarım, mü- zık arasında gerçekleştirilen doğru buluş- manın uzantılan. Özürlü olan ve böyle yaşamastnı öğre- nen, koltuk değneklerini bedeninin bir parçası olarak sindirmeye çalışan, yaşa- ma dört elle sanlan Sarah ile yaşamdan hiç zevk almayan, "agorafobi" hastalığı nedeniyle kendini adeta dört duvar arası- na hapsermiş olan oyun yazan Joe arasın- da geçen romantik bir aşk hikâyesi "Ay- nhş". Aslında, buna iki yalnız ve sorun- lu insanın hayata bakışlanndaki farklılık- lann, zıtlıklann birbiri içinde erimesi de diyebiliriz. Bu buluşmayı gerçekleştir- mek için fıtili ateşleyen de genç kızlığın- dan beri bedeninin karşısına çıkarttığı en- • Oyuncu, gerçekçi, duygularla iç içe bir oyunda oynarken bile bu duygulann içine girmenin ötesinde bir yerlerde dolaştığı, matematik hesaplara yöneldiği zaman taşlar yerine oturuyor. Haluk Bilginer ve Zuhal Olcay bunu çok iyi bilen sanatçılanmızdan ikisi. gellere direnen Sarah'nın kolay teslim ol- mayan yapısı. Joe ıse sürekli panik için- de yaşayan, sürekli bir şeylerden kaçan, ama aslında kaçmak da istemeyen cesa- retsiz bir genç adam... Bu iki insanın iliş- kisi bir telefon konuşmasıyla başhyor, ge- lişiyor, ileriye dönük umutlarla noktala- nıyor. Sadece iki kez yan yana geliyor Joe ve Sarah. Bu açıdan bakılınca, belli bir nok- tadan sonra durağanlaşmaya, tekdüze ol- maya müsait bir yapısı var tt Aynhş''m. Oyuncudan çok şeyler bekleyen, ama ay- nı zamanda oyuncuya geniş olanaklar ta- nıyan bir metin. Zuhal Olcay ve Haluk Bil- giner hem bu beklentiyi karşılıyor hem de olanaklan sonuna dek değerlendiriyorlar. Onlan izlerken salt yapılan işe gösterilen özen değil; yetenek, bilgi ve çalışma ara- sında kurulan denge de söz konusu olu- yor. Biryanda pinpon topu gibı New York- Londra arasında gidip-gelen sözcükler ve duygular; öte yandan bu sözcüklerin, duy- gulann okyanus ötesine uçuştuğu eşzaman- da kendi yaşama alanlannda kendileriy- le sürdürdükleri hesaplaşmalar, üstesinden gelmeye çalıştıklan sorunlar ve de birbir- lerini görmeden birbirlerinı hissetmeleri, sevmeleri... Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer'i izler- _ ^ _ _ ken, sahnede bir karakterinya- ratılması kadar hatta ondan da- ha çok oyuncunun kıvrak kışi- liğinin önemli olduğunu dü- şündüm. Bu da galiba oyuncu- nun arok biryorumcu olarak ta- nımlanmasından çok bir or- tak- yaratıcı olduğu gerçeği ile örtüşüyor. Yönetmenle birlik- te yaşanan ortak bir yaratım sü- reci oyuncunun da yönetmenin de ellerindeki malzemeyle da- ha rahat çalışabilmelerini sağhyor. Oyun- cu, duygu ile örülmüş bir oyunda oynar- ken bıle tamamen o duygulann içine gir- menin ötesinde bir yerlerde dolaştığı, matematik birtakım hesaplara yöneldiği zaman taşlar yerine oturuyor. "Avnhş"ta da Joe ve Sarah arasında gelişen ilişkide- ki gerçekliğın ardında yatan yoğun bİT ça- lışma, şeffaf bir oyunculuk, ritim duygu- su, zamanlama, beden kullanımındaki de- taylar. Yani, salt rolün içine girmek değil söz konusu olan, sahip olunan malzeme- yi çok iyi kullanabilmek ve kontrol ede- bilmek. Haluk Bilgıner ve Zuhal Olcay bu- nu iyi bilen sanatçılanmızdan ikisi. Oyun, biri hasta diğeri özürlü iki insan arasında geçen bir telefon konuşmasıyla başhyor, geiişryor ve ileriye dönük umutlarta noktalamyor. Ali Teoman Germaner'in belgesel nitelikteki desenlerini Yapı Kredi Yayınlan sunuyor Aloşname: 'BenöykiiseVbiranhıtı AYŞEGÜL GÜÇHAN Günümüz araştırmacısının önündeki en büyük engellerden biri, kuşkusuz, belge eksikliği- dir. Bugün, bir dönem araştır- ması yapmaya girişen araştır- macıyı bekleyen, hemen her kurumdan, ellerinde görsel ve yazılı belge olmadığı yanıtını almaktır. En azından, günü- müz sanatının belgesizlik ne- deniyle kronolojik bilgi zinci- rinde kopukluk yaratmaması için profesyonel çabalar ge- rekmektedir. Bu kopukluğu ön- lemenin en sağlıklı yolu da, sanatçı biyografisinden albüm- lere uzanan bir yayın skalası oluşturmaktır. Yapı Kredi Ya- ymlan, sanatçı albümleri seri- siyle bu eksikliği gidermede önemli bir adım atmış bulunu- yor. Seriden çıkan son çalış- malardan biri, herhangi bir yo- rumla okuyucuyu yönlendir- meyen bir albüm: Aloşname (1)- Aloş/name Çağdaş sanatın en önemli, önemli olduğu denli de çeliş- kin sanatçılanndan Aloş (AJi Teoman Germaner), birkaç sayfa yazıyla betimlenemeye- cek denli özgün bir sanatçı ve özgün bir kişilik. Kariyerine yontu ile başlamasına karşın, desen ve özgünbaskı alanmda da önemli bir bütünceye sahip olan Aloş, izleyiciye, sergile- rinde yontunun yanı sıra sana- tını daha da bütüncül kılan de- senlerini de sunmayı ilke edin- miş. Aloşname, sanatçının yapıt- lar bütününün 'açıhş'ı olarak nı- telenenve 1970'liyıllardabaş- ladığı bir desen dizisi (2). Se- rigrafi tekniği ile çoğaltılmış olan dizi, sanatçının, diziye admı vermesinden de anlaşıla- cağı gibi, 'benöyküsel' bir an- latı olarak tanımlanabilir. Bu- radan hareket edilerek 70'li ve 80'li yıllara tarüılenen dizinin, sanatçının 'notdefteri' olduğu rahatça söylenebilir. Ancak, çoğul okumalara açık olan Aloşname, bir yandan sanatçı- nın görsel günlüğü olarak işlev görürken, diğer yandan, Tür- kiye'nin bir dönemi üzerine 'yazılmış' üst düzeyde bir söy- lem olarak da okunabilir. Bu noktada, bir toplum üzerinde düşünürken iskân bakanının söylediklerine değil, o dönem- de yapılmış binalara inanma- yı yeğlediğini söyleyen Ken- nem Clark'a bir gönderme yap- mak, sanatm ve sanat yapıtımn bir değerlendirme ölçütü ola- rak kullanıhşı üzerine söyle- nenlere iyi bir dayanak olabi- 70'M ve 80'K yıllara tarihknen dizinin Ali Teoman Germaner'in 'not defteri' olduğu söylenebilir. En erken tarihli olanmdan başlayarak iyi/kötü ikilı kar- şıtlığı üzerine kurgulanan dizi- de görünür ve görünmez fîgür- ler birer 'eyleyen' (actant) ola- rak bir anlatıyı tamamlamak- tadır. Dizinin görünürdeki fi- gürleri melez yapıdadır. Hay- van kafatası, insan eli, hayvan ayağı, insan ya da hayvan be- deni, pençe, kuyruk, ilkel ah- şap protezler, 'yaraük' olarak nitelenebilecek bu melez fi- gürleri tümleyen öğelerdir. Her yaratık bu öğelerin birkaçının ya da tümünün bir bi- _ ^ _ leşkesidir. Sözü geçen 'görûnûr' eyleyenlerin kurgulanmasmda sanat- çı -yontularmda da ol- duğu gıbi- simgelere sıklıkla yer vermektedir. Bu simgeler -yontu- lanndan farklı olarak- genellikle ölüm ve şey- tan simgeleri olarak Ba- tı sanatı ikonografisin- de önemli yeri olan sim- gelerdir: kafatası, pele- rin, zn-h, silah, vb. gibi. Bu kötücül simgeler aracıhğıyla körülüğü ^""™ eğretileyen yaratıklar anlatıyı kötü yönde işletir görünmek- tedir. Kötücül yaratıklar kötü- cül niyetlerle körülük edimi hazırhğı yaparken izleyici kar- şısına çıkarlar. Bu yaratıklar silahlanarak savaşa hazırlanır- lar; ölüm karşısında duyarsız- lıklanyla tepki uyandınrlar; yeraltı tannsı Hades'in köpe- gi gibi kötülük bekçiliği ya- parlar; sürekli ürerler; her za- man her yerdedirler; her şeyi yapabilirler... mi? Hayır. Ya- ratıklann eyleme geçmeye ha- zırlandıklan an, anlatımn 'gö- rünmez' eyleyeni olan 'anlaö- cı' devreye girer ve olabilecek- leri 'oldurmaz'. Bu anlatıcı, anlatıda bir yandan 'özne' iş- levi üstlenirken, olacakları ol- durmayışıyla aym anda 'karşı çıkan' işlevini de üstlenir. Di- zinin anlatıcısı, hiçbir karede görünmeyen, ancak diziye adı- nı vererek bunun 'benöyküsel' bir anlatı olduğunu imleyen sanatçıdır (4). ^TMloşname, sanatçının yapıtlar bütününün 'açılış'ı olarak nitelenen ve 1970'li yıllarda başladığı bir desen dizisi. Serigrafi tekniği ile çoğaltılmış olan dizi, sanatçının diziye adını vermesinden de anlaşılacağı gibi, 'benöyküsel' bir anlatı olarak tanımlanabilir. Anlatıcı, Aloşname anlatı- sında salt anlatma işlevi üstlen- meyip anlatıyı yönlendiren ki- şi olarak aktif bir biçünde an- latıda yer alır. Anlatınm görü- nür kişileri anlatıyı kötücül yönde sürükler görünürken, anlatıcuıın bu edimleri olanak- sız kılacak her önlemi aldığı ay- nmsanır: Yaratıklann giysile- ri, kendilerini devinisiz kıla- cak biçimde tasarlanmışrır; ya- ratıklann anatomileri o denli sa- katlanmışnr ki, o bedenlerle, değil incelikle tasarlanmış kö- tücül edimler gerçekleştirmek, bir tek adım bile atamazlar... Ancak, anlatıcının yaratıklara kurduğu asıl tuzak, her zaman yaratıklann yapısıyla çelişen özellikler taşıyan plastik uzam- da gizlidir (5). Anlatıcmm uza- mı bir cezalandırma ve engel- leme aracı olarak kullanması çeşitli biçimlerde gerçekleşir. Ya kentin giriş kapısım bir ya- ratığm geçemeyeceği denli in- ce' tasarlar; ya zemini, anato- ^ _ ^ mik kusurlarla donat- tığı yaratıklann devi- nemeyeceği denli en- gebeli tasarlar ya da yaygm biçimde kullan- dığı biçimiyle, yaratık- lann varolmaya çalış- tığı uzam, ilk devinide yok olacak biçimde ve karton kalmlığında ta- sarlanır. Çoğu zaman bu en- gelleyici stratejilerhep bir arada kullamlır ve onulmaz biçimde sa- katlanan yaratık, devi- ~- mım nilerini engelleyici giy- siler içindeyken, çökmek üze- re olan bir zemin üzerinde de- vinmeye çabşır. Bu durumda, anlatıcırun kurduğu tuzaklardan en önce ve sadece haberdar olan izleyiciye, eğlenceli bir fdm izler gibi diziyi izlemek ve yaratıklann cehaletine, öngö- rüsüzlüğüne, budalalığma gül- mek kalır. Dizinin 1989 tarihli sahne- lerinden birinde, ayartıcı ko- numda bir yaratık İcaranlıklar ıçerisinde bir söylev vermek- tedir. Bu, alışılagelen bir 'sa- vaşa çağn' söylevidir. Ayartı- cının yapay pozunun Hamlet' i çağnştırmasına dayanarak, bu sahnenin İngiliz kökenli bir ol- guyu imlediği çıkanmmda bu- lunulabüir. Nitekim yapıt, Falk- land Savaşı üzerine bir yorum ve 'üzerinde güneş batmayan imparatorluk' söyleminin çö- küşü üzerine bir alegoridir. Söylev veren anlatı kişisi dra- matik bir sahne hazırlamış ve ateşli söylevin büyüsüne ka- pıhiuş görünen kişileri ikna et- miştir. Ancak, dikkatli bir iz- leyicinin ayu-dma varacağı gi- bi, sahnede, görünmeyen anla- tıcının varlığı duyumsanmaya başlamıştu". Anlatıcı öncelikle bir giysi tasanmcısı olarak an- latıya katılmış ve savaşa ha- zırlanan anlatı kişilerinin zırh- lannı, onlan devinisiz kılacak biçimde gerçekleştinniştir. öy- le ki, savaş için delı divane olan ann bile kıpırdaması olanaksız hale gelmiştir. Büyümüş de kü- çülmüş Büyük Britanya'nın, üzerinde güneş batmazken kap- kara kesilmiş panoraması... Sahici ve samimi Yukanda sözü geçen sahne, Aloşname'nin genel yapısuu yansıtır nitelikte bir örnektir ve anlatnım tüm sahnelerinde tüm olumsuzluklan üstlenen yaratıklann edimlerinin hep niyet ve hazırlık aşamasmda kaldığı gözlemlenmektedir. Ya- ratıklann olumsuz yönde işle- yen ve gerçekleşme şansı bu- lunmayan dilek kipine karşın, anlatıcımn iyicil edimleri so- nuca ulaşmakta, izleyici bu ol- guyu aynmsayarak bir tür arm- ma deneyimlemektedir. Büyük ölçüde gözlemledik- leri ve yaşadıklanm dönüştü- ren Aloş, belki de bu yönüyle her zaman sahici, her zaman sa- mimi. Salt sanat tarihçileri, sa- natçılar ve sanat öğrencileri- nin değil, yaşadığı dönemi, bi- lim adamlan ve gazetecilerin kaleminin dışında, bir de çağ- daş sanatçının kaleminden gör- mek isteyecek herkesin kitap- lığında bulundurması önerilen bir albüm Aloşname. (1) Aloşname, tstanbul, Yapı Kre- di Yayınlan, 1999. (2) Ayşegül Gûçhan, Aloş Ger- maner Heykelinde Form-Anlam llişkisinin Göstergebilimsel Çö- zümlemesi, YayımlanmamışDok- tora Tezi, tstanbul 1998, 5.57. (3) Kenneth Clark, Civilisation, London: BBB Books & John Murray, 1994, s.l. (4) Ayşegül Güçhan, age, s.38. (5) Ayşegül Güçhan, age, s.46. 40 dakika Esen Işık sonfilmini tamamladı Kühür Servisi- Esen Işık'ın son filmı 'Dönü- şü Olmayan Yolcu- lnk'un çekimleri ta- 'mâmlandı. Zürih ve Is- tanbul'da çekilen fiün, 40 dakikalık bir orta metraj denemesi. Görüntü yönetmen- liğini Jutta Trankle' in yaptığı filmde Sevinç Yıldn,Stefan Koflmuss. Füsun DemireL VVaher Küng, Catriona Gun- genbühl Eric Rohner ve Cemil Yıkünm rol alıyor. Fibn ülkeden politik nedenlerden dolayı ka- çıp partisinden de ayn- lan 'Emine'nin (Sevinç Yıldız) kendi yaşanösı- nı yenıden kurmak is- temesi üzerine Isviç- re'deki birmülteci kam- pına sığınmasıyla baş- hyor. Umut, güven ve gelecek kavramlannuı da işlendiği film Isviç- re'deki katı kurallan tar- tışmaya açıyor ve ör- gütlerin baskıcı politi- kalanna göndermede bulunuyor. YAZIODASI SELtM İLERİ İstanlıurılaGezntiteP (2) Refik Halid Karay, 1930'lann sonunda, galiba 1939'da kaleme aldığı bir yazıda Istanbul'u "bi- teviye" dolaştığını söyler. Başta Kadıköyü, Eren- köyü zaten çocukluğunun semtidir, Moda'dan çok hoşlanır, geçen gün Büyükada'ya gitmiş, Aya Yorgi'de yemek yemiştir... Florya, bir iki semt da- ha... Bununla birlikte Refik Halid'in gezmekten en çok hoşlandığı semt, Boğaziçi'dir. Refik Halid, Yahya Kemal'den ayrılarak, Boğa- ziçi'ni bir bütün olarak görür. Boğaziçi benim için de öyle olmalı, özellikle ilk izlenimler açısından. Kadıköyü'nde oturduğumuz yıllarda Boğaziçi'ne pek öyle sık gitmezdik. Üs- küdar'dan sonrası hemen hiç bilmediğim yerler- di. Boğaziçi bende Cihangir'e taşındıktan sonra başladı desem yeridir. Yalnız, Cihangir'e taşınma- dan önce, Anadolu yakasında bir Boğaziçi köyü- ne gittiğimizi hatıriıyorum. Neresiydi? Galiba Çen- gelköy. Sırtlara çıkmıştık. Koruyu andırır bahçe içinde bir ev. Madam Bilmemkim'lerin evi. Gün- batımının da yaşandığı bir akşam çayi... Madam Charîotte olabilir mi? Böyle bir ad yan- kıyor. O zengın hayat karşısında şaşırmıştım. Bel- leğimden çıkmayan, o şaşkınlık. Boğaziçi'ne sonra yine döneriz. Şimdi Kadıkö- yü'ndeki günlerimin izini süreyim. Bahar sonlannda Çamlıca'ya gidilirdi. Tıpkı meh- tapsız mehtap gezintisinde olduğu gibi, piknik se- petimiz doldurulmuştu. Kuru köfte, katı yumurta, kaşar peyniri, domates, kabuğu soyulmamış sa- latalık. Kâğrt peçeteyi ara da bul; elbezi devri ka- panmamış. O Çamlıca bomboştu. Bahar çiçekleriyle donan- mış ağaçlar, mevsimin ışık oyunlarıyla sanat ese- rini andınyordu. Orada ilk kez Istanbul'un silueti- ni ve sonra ışıklannı görecektim. Gün karanken be- liren gri siluete büyüklerimizin hayran ve dalgın ba- ktşlar konduruvermelerini, ne saklamalı, azıcık gü- lünç bulmuştum. Ama ışıklardan büyülenmiştim. Beni bu kadar büyüleyen bir ışık şenliği de, kim- bilir hangi gece, Istanbul yakasından Kadıköyü'ne Bahariye Caddesi'ne dönerken, vapurdan gör- düğüm, ışıl ışıl Kızkulesi'dir. Uçüncüsü, havaî fişek şenliği. Mazbut Istan- bul, her gece fişek yıldızlarının dökülüşüyle gös- teriş budalalığma kapılmazdı o zaman. Bütün ço- cukluğum boyunca bir kez yaşadım havaî fişek- lerin salkım salkım açılışını. Büyülenmek bile değil; esrimiştim, kendimden geçmiştim. Belleğin yazarlık üzerindeki etkisi, di- retişituhaf serüvenlerie yüklü: Fenerbahçe'de, kı- yıda durarak seyrettiğimiz fişekli geceyi, kırk-kırk beş yıl sonra ölü Bir Kelebek'te, Mihri Müşfık'in ağzından anlatacaktım, üstelik Paris'te bir gece- yi yaşatmak isterken. Semtimizden, Kadıköyü'müzden seyrek ayrılır, seyrek geçerdik Istanbul yakasına. Bir sonbahar günü, öğle yemeğinden sonra apar topar geçtik, Beyoğlu'nda babamla buluştuk. Lale Sineması! * VVald Disney'in çizgi fjlmi! Sinemalar, Beyoğlu, bir- den değişen dünya! Kadıköyü'müzün de sinemalan vardı elbette; Opera vardı, Süreyya vardı, Yurt Sineması, Hale... Yoğurtçu'daki yazlık sinema... Ne var ki Kadıköyü'müzden aynlma zamanı ge- lip çatmıştı. Önce Almanya'ya gidecektik, baba- mın yanına. Bahariye Caddesi'ndeki giriş katı bo- şattıldı. Eşyamız ne oldu? Böyle diyorum, çünkü Almanya dönüşü yeni eşya aldığımızı hatıriıyo- rum. Almanya dönüşü artık Taksim tarafında bir yer- lere taşınacaktık. Kadıköyü'nden ayrılırken 'astl' çocukluğumdan da ayrıldığımı bilemezdim. Bu ayrılış için en kü- çük bir üzüntü duymuyordum. Semtlerin, hele çehreleri hızla değişen semtlerin özlenebileceği ak- lımın ucundan geçmiyordu. Oysa şimdi, onca yıl sonra, Fenerbahçe Plajı'ndan çıkıp tenteli tramvaya binişimiz gönlümü sızlatı- yor. Kadıköyü vapur iskelesinde satıcılar, adadan gelmeyasemen satıyorlar; alınacak, kurutulacak, çamaşır arasına serpilecek. Çarşıda, kıpkırmızi tablalarda gümüşî balıklar... Takvimde lz Bırakan: "Ihtiyar dûnyanm çürümüş ve sızlayan temel- lerinden ve gönlünde birikmiş mazisinden gelmi- yor muydu, bütün bu mmltılar, bu sesler ve ben sanki duymuyormuydum?" Abdülhak Şinasi Hi- sar, Geçmiş Zaman Köşkleri, Varlık Yayınlan, 1956. Kasım Sall 2000, saat 18:30 Beyoğlu'nda Beyoğlu'nu Konuşmak Yöneten: Artun L nsal Vahan Kuoa< ıglu Sahaf UİVDBiiJ'ilUJl UJD2JJİİJ£ JiD llfJJ] müMUSÖVUŞIUR 30 Kasun Perşembe 2000. saat 18:30 Rum Müziği ve Tavernalar YAPI «-KREDİ KÛLTÜR SANAT rAYINCIUK Erol ürter ıBuzuki Canlı müzik ve söyleşi Yapı Kredi Kultür Merkezı Sermet Çıfter Kütüphanesı Istıklal Cad No 285, Kat 1, Beyoğlu
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle