25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 OCAK 2000 CUMARTESİ O L A Y L A R V E G O R U Ş L E R olay.gorus@cumhuriyet.com.tr 'TannUludur!..' Muhammed DAFİEmekii ann uludur'', Tûrk- i çe ezanın, yani na- maza çağnnın ilk sözleridir. 1950 yı- lının ikinci yansın- da, çağn yeniden Aıapçaya dönüştürülünceye dek ezan Türkçe okundu. Türkçe namaza çağn- nın tam metni şöyleydi: "Tann uludur, Tauın uhıdur (2 kez) / Şüphesiz bilirim bildiririm Tann'dan başka yoktur ta- pacak (3 kez) / Şüphesiz bilirim bildiri- rim Tann'mn dçisidir Muhammed (4 kez)/Haydin namaza (5 kez) Haydin fe- laha(6kez)/ Namaz uykudan hayırüdır (yahuz sabah namazı için 7 kez) / Tann uludur (8 kez)/ Tann'dan başka yoktur tapacak(lkez)L" Devrim, dini kovmamıs, kapı dışan et- memişti; hiçbir ussal (akli) dayancası ve tutamağı olmayan inanç karanlığından bilinç aydınlığına çıkarmayı; us ve bi- linç yoluyla yücelterek evcilleştirmeyi öngönnüştü. Her şeyi .bilen, bildiren Tann'nın Türkçeyi bilmemesi, inanan- lann Türkçe dua ve yakanlannı anlama- ması, bilmezlikten gelmesi düşünüle- mezdi. Ya da salt Arapçayı büip, Arap- ça konuşanlan kul seçerek ödüllendir- mesi; Arapça bilmeyen ve konuşmayan Müslümanlan ikinci sınıf insan sayma- sı... Tann'nın yüceliği ve Rahman olu- şuyla bağdaştınlamazdı. Kutsal belge Kuran'da, Urbanistan, Yemen, Habe- şistan ve Mısır Arapcasına... Arap dil- fcrini konuşturan ve Sümer, Elam, Akat dillerinden Süryanca, Fenikyece, Aram- ca ve eskil Türkçeye (*)_ Arapça olma- yan iki binden çok sözcükle tslamın peygamberini donatan Tann'nın Türk- çe bilmemesi, onun evrenötesiüğiyk de bağdaştınlamazdı kuşkusuz. Anadolu aydınlanmacLUğırun önderleri, Tann'nın öncesiz ve sonrasız bükiliğiııe saygısız- lık etnıemek için Kuran ve öteki tapınç söz ve nesnelerinin Türkçeleştirilme- sinde; dııa ve yakannın Türkçe yapüma- sında uyancı ve ısrarlı oldular. Usunu inancının önünde tutan insanı yaratma- ya çalıştılar. Devrim önderleri, her şeye, her ala- na olduğu gibi, dinsel-inançsal alan ve kurumlara da ussal yaklaşıyor, ussal ba- kıyorlardı. Çünkü onlar, tarihin hep ussallıktan, ussal edim ve eylemler- den yana çıknğını yaşayarak görmüş ve gözlemişlerdi. Ne var ki daha son- ra gelenler, öncellerinin (setef)yakala- dığı bu tarihsel gerçeği görmede yeter- sizkaldılar. Dinsellikle hiçbirilişiği, il- gisi olmayan, yalnızca Arap dilinin bir gelenegi olan Arapça ezan'ı geri getir- mekle, hem Tann'yı, her jeyi bilmez- Hğe düşürdüklerinin, hem de Türk di- lini yetersizlikle karaladıklanntn ayır- dında olamadılar. Hem Tann, her şeyi bilici ve görücü dediler, hem Türkçe tapıncın olmazlığını dayattılar. Tarihe ve insansal olgulara ussal yaklaşmadık- lan için, dayattıklan çelişkinin ayır- dında olmadılar. Bu çelişki, geçenlerde bir televizyon kanahnda bir kez daha ortaya çıkü. Tan- n 'ıun öncesizliği ve sonrasızlığı, her şe- yi görücülüğu ve biliciliği üstüne; Isfaun ıtininin akılcıüğı ve akıl dini oluşu üstü- ne konuşmalar yapan ve kendini ilahi- yatçı diye sunan konuşmacıya, Anka- *•*- ra'dan telefonla bir soru yöneltildi. So- rucu, "Ben Arapça bflmediğim içinKu- ran'dan vararfauup bilgilenemiyorum. NamımtanlmrtnktanıiMn ria «nfamnıı hü- mediğjm için, Tannflearamda nasıl bir kut-Tannfltşkisikunılduğunun ayırdın- da değOim. Kuran'ı Türkçesinden oku- yup bîigüensem, nam«7 dualannın da Tûrkçesiyle namazunı kılsam olmaz mı?" diye sordu. Konuşmacı açtı ağzı- nı yumdu gözünü. "Bir kerre Kuran'm Türkçesi olmaz" dedıkten sonra ekledi: "Tercüme, Knran değfldir. Kuran di- yenler,Türkçeikibadetohır diyenlerzır cabiDerdir, sakın ola ki onlara kanma- vasuuz-" Tam o sırada Edirne/Lapse- ki'den bir telefon geldi. Telefondaki ki- şi, "Tann her şeyi büir ve görür divor- sunuz, ama ilk de Arapça ibadet etme- miziistiyorsunuz.ÇevinsineKnran den- mez diyorsunuz. Başka dülerdeyazdmış bütûn din kitapJan, Zebur, Tevrat, tn- cfl, başka bflimsd idtaplar.- Başka dil- lere, bu arada Türkçeye çevrütyor, oku- nuyorveöğretiriohryordaKnran neden oünuyor?" diye sordu. Araya başka so- rular, başka konuşmacılar girdi. Fakat televizyondaki üahiyatçısözünden dön- medi, aynı sözleri; Gazzaü'nın dayattı- ğı, Islamda us'u, uslamlamayı kapı dı- şan eden görüşün ürünü olan konuşma- sını sürdürdü. Tarihsel gelişım ve oluşum yollannı, kurumlaşma yansunalannı izlediğrmız- de din de, bilim de birtakım ussal ve be- lirienimci (determinist)zorunluklan, kı- mi durumlarda göğüsleyerek, kimi du- nımlarda aşarak varlıklannı kanıtlaya- bilmişlerdir. Ne bilim dar, çapsız ve taş- laşmış bir kafanın ürünüdür, ne de din ve tapınç nesnelen. Fakat taşülaşmış beyin, hazır yiyicüiğe koşullanmış ka- fa, her şeyi yozlaştınnanın, doğrultu- sundan saptırmanın bir yolunu bulmuş- tur. Öyle olmasa, çöl denizinde birbiri- nin kanını emerek yaşayan ilkel Arap'ı devlet yapan tslamlık, bunca yozlaşabı- lir, Arap ulusçuluğuna, Arap sömürücü- lüğüne dönüştürülebilir miydi?.. Kü- çüklü büyüklü onlarca mezhebe bölü- nüp, beş bine yakın tarikata kuluçka ya- tabilir miydi... 1923 Devrimi, laik düzlemde ku- rumlaştırmayı ve örgenleştirmeyi ön- gördügü Türkiye toplumunu, Anado- lu Müslümaniığıyla donatmak amacın- daydı. Çünkü Anadolu insanı hiçbirza- man ortodoks Müslüman olmamış; üıancını kendi yaşamı ve ekmek kav- gası, erinci dışında bümemiş, düşünme- mişti. Islamın Tannsallığı da hiçbir za- man rahatsız etmemişti Anadolu insa- nını. Neden derseniz, Anadolu insanı, suyun akışı, güneşin doğup baoşı ve an- nm bal, ineğin süt vermesi gibi anhyor ve alımhyordu inancını. Anadolu in- sannun kafasında, bugün yaratılmak ve dayatdmak istendiği gibi yetküi yet- kisiz birtakım insanlarca sahiplenil- miş, gerektiğinde bankalaştırdmış, ge- rektiğinde siyasallaştınhnış, çarşıya pazara, giysiye, saça sakala bulaşnnl- mış bir Müslümanlık yoktu. Bir doğa harikasıydı Anadolu Müslümanhğı. Öyle olmasa yüzyıllarca Anadolu'da, en ükelınden en gelişmişine onlarca inanç bir arada yaşar rruydı... Bir Süleyman Çekbi çıkar, Anadolu insanının ezgı- leriyle yüklü bir Mevüdyazabilir miy- di... Ya da doğası ve insamyla Anado- lu'nun gızemlı felsefesini dillendiren Anadoiu gizemciliği oluşabilir miydi... Bugün halkı kandırmak ve yönlendir- mek için her davranışlannda, her söz- lerinde, Anadolu inancma yabancı bir kaynağa gönderme yapanlar, gerçekte ne dini biliyorlar ne de dünyayı. Oysa Anadolu insanı dini kendi yaşamı için- de ahmlar, doğaçlama ve işlevsel bir al- gıyla kavrar. Tarihimizdte Anadolu in- sanırun bu özelliğini kavrayan tek dev- let adamı Atatûrk ohnuştur. O, gör- müştür ki, Anadolu insanımn birtakım şeyhlere, dedelere, seyyitlere, çelebile- re, babalara, emirlere, üfurükçü ve mus- kacüara inanır görünmesi içten ve inanç- tan değildir. Salt birtakım insansal iliş- kılennden dolayı, onlann da aralann- da bulunmasına katlanmaktadır. Bugün bütün baskı ve dayatımlara karşın, Anadolu insanı, ortodoks Müs- lüman ilkelliğine tesüm olmamıştır. Öy- leyse Türk devrimi yaşayacak ve aydın- lanma sürecektir. Yeter ki Türk ulusu, varhğına kene gibi yapışan ve yüzyü- lardır kanını emen birtakım asalaklar- dan anndınlmış olsun. Çünkü özünde Türk devrimi, Türk ulusunu, onun in- sansal ve yaratıcı benliğıni emen birta- kım kan emicilerden kurtarma ilkesine dayamr. Ziya Gökalp'in dizeleriyle: "Bir ûlke ki camisinde Türkçe ezan okunur, "Köyiü anlar manasuu namazdaki duanın. "Bir ülke ki okulunda Türkçe Knran okunur, "Küçûk büyük herkes bitir buyruğu- nu HudanınL" Aydınlıga mum yakanlann durağı ay- dın olsun!.. (*) Muhammed Dafi, Kemanzm ve Din, Ardıç Yaymı, 1997, s. 42 EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Askerden Bir Uyarı Daha Fazilet Partisi sözcüsünün Ana- yasa Mahkemesi'ndeki savunma- sını okudunuz mu? Bay Çiçek'e gö- re, Fazilet Partisi, Refah'ın devamı değilmiş! Bayan Kavakçı'nın dav- ranışlanndan da Fazilet sorumlu değilmiş!.. Yedisinden yetmişine kadarTürk halkı Fazilet'le Refah arasında hiç- bir fark olmadığını biliyor. Aynı adamlar, aynı kafa, aynı amaç, ay- nı hedef... Bayan Kavakçı'nın Mec- lig'e türbanla girmeye kalkışması- nı aikışlarla destekleyenler; evini rn^letvekiUeriyle kolluk ve adalet güçlerine karşı konjmaya alanlar, her fırsatta Kavakçı'yı savunanlar kimler? Genelkurmay Başkanlığı'nın en son bildirisi, açıkça Fazilet'i hedef almıştır. Kutan, istediği gibi kıvır- mayakalksın, boşunadır... Yok, bir yazar yazmış, o da bu yazıyı oku- muş! O yazar kimse, neciyse, bel- K ki o da Fazilet kafasına yakın bi- ri!.. Hem silahlı kuvvetler gerçeği saklamıyor ki: "Biz hep irtica uya- nsı yaptık. Hizbullahlan, İBDA'cı- lan 28 Şubat uyansında da belirt- tik, bu ülkede irtica tehlikesi var- dırdedik!.." Fazilet kapatlacak mı, kapatılma- b mı? Bugünlerde herkes bunu dü- şünüyor. Kapatıtea ne olur? Yıne ay- nı adamlar bu kez vicdan partisini kurmazlar mı? Yine aynı kadro Mec- lis'e gelmez mi? Yine hep bildiği- miz irtica edebiyatı bir kez daha başlatılmaz mı? Genelkurmay bildirisi, "Daha ön- ce bunlann ûç partisi kapatıldı" diyor... Niye kapatıldı, kim kapat- t? Irbcayı kışkırttıklan, anayasaçiz- gisinden koptukları için Türk ada- leti... Aziz Nesin 1994 yılında Is- veç'in Göteborg kentinde bir top- lantıda bu konuda ne demişti: "Benim ülkem Türkiye, bugün Aındamentalizmin pençesi altın- dadır. Bana gittiğim yerierde so- ruyortar. Türkiye bu gidişle Suudi Arabistan olur mu, Iran olur mu, Cezayirolurmu diye. Onlara diyo- rum ki: Hayır, Suudi Arabistan olmaz, Iran olmaz, Cezayir olmaz. Onlar nasıl birbirinin aynı değillerse, biz de ayn bir fanatik ülke oluruz. Ay- n bir cumhuriyet oluruz. Bu, görü- lüyor... Çünkü, deselerdi bize, yir- mi yıl-otuz yıl önce, Türkiye bu- günkü hale gelecek, hiçbir aydın inanmazdı. fnanamadığımız şey- ler oluyor bugün. Daha da olacak, öyle görünüyor." Ortaya atılan bir önemli konu da devletin Hizbullah'ı koruduğudur. Bunu gşrici çevrelşr, ikinci cpm- huriyetçi adı verilen aydm takımı ikj- de bir yineliyor. Bir "derin devlet" tutturmuşlar. Evet, devlet içinde birtakım adamlar laikliğin, cumhu- riyetçiliğin, Kemalizmin yıkılması- nı destekler bir tutum almışlardır. önemli yenere de gelrrıişlerdir. Ama hep gördüğümüz gibi silahlı kuv- vetler içindeki, polis içindeki irtica yanlılan ilk fırsatta kapı dışan edil- mişlerdir. Bahçelerden, tarialardan ceset fışkınyor! Sıradan cinayetler değil, en iğrenç işkencelerle öldürülen insanlar!.. Bu gerçek ortada du- rurken Faziletçilerin ya da yardak- çılannın "balansayan", "NiyeHiz- bullah 'ın üstüne tankla gidilmedi" gibi kaçamaklan kimseyi kandıra- maz. Türk askerinin baş görevi, Atatürk Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamaktır. Bunu bir kez daha sa- kat kafalann anlaması gerekir. Yıl- lar önce bir soruyu yanrtlayan ga- zetemiz yazan Prof. Dr. Ahmet Ta- ner Kjşlalı'nın dediği gibi: "1970'te, 1980'de asker darbe yaparken niyeti hep solu ezmek- ti. Cumhuriyeti konjyacak kuşak- lan da yok etti. Halbuki şimdi as- ker, Cumhuriyetikorumakiçin 1980 darbesiyle daha da paJazlanan ir- tica ile mücadele ediyor. Bu mü- cadelede bizim yıllardır söylediği- miz doğrulara yönelik adımlaratı- yor." Örnek mi? Genelkurmay'ın ya- yımladığı son iki uyan... 'Yalova Kaymakamı' ya da Deprem Dersleri GiİİSÜn ÖZAKIN ÇYDD Bohrköy Şube Başkam V ıllar önce, bir pazar- tesi sabahı Yalova Atatürk îlkoku- _ hı'nda sevgüı başöğ- • retmenımız thsan ^ A . Özdemir'in sert se- siyle ha?ir ola geçmiş, Nail Öğret- men'in yönetiminde îstiklal Mar- şı'm söylerken birdenbire bir öğret- menimizin kollanm öne uzatıp uy- kuda gezer gibi gözleri kapah geri geri yürümeye başladığıru gördük. Sı- nıfından birkaç öğrencinin koşup tutmasıyla öğretmenimizin düsme- sinin son anda önlendiği, unuttuğu- mu sandığım o pfcartesi sabahım, L7 Agustos 'tan sonra çok sık arumsıyo- rum. Derlerdi ki, kuru bir dala benze- yen, o her zaman hüzünlü Seniye öğretmen, ilk kez, büyük Erzincan depremınde bütün ailesini yitirdiği- ni yaülı okuduğu öğretmen okulun- da öğrendiğinde bayümış. Ve öğret- men olduktan sonra her yıl ilk ders- lerinde öğrencilerine, bayılırsa kork- mamalannı söyler, nasıl davrana- caklannı öğretinniş. Çok uzak geçmiş zamanlarda Is- tanbul'da da büyük depremlerin ya- şandığnu, şehrin kaç kez neredeyse yok olduğunu, binlere insamn öldü- ğünü şöyle böyle bilir; yeniden o günlerin yaklaştığı endişesiyle top- lantılar yapanlar olduğunu duyar; hiç alınmaz ya da en çok "Benim ya- pabfleceğhn bir şey yok!" der geçer- dik. "17 Ağustos depremi, tümümüzü hazuiıksız yakaladıNe devlet kuru- hışUnne degönûltâ kuruhışiar böy- lesifelaketigöj,üsleiDeyehazırdüar n diye başhyor ÇYDD'nin "GendBaş- kan Prof.Dr. Tûrkân Saylan" imza- lı, 3 sayılı deprem raporu. Evet, hazır değüdik. Kimimiz Bod- rum'lann parlak güneşinde, kimi- miz yazlıklanmızda kış için enerji topluyor; IcimimiV ekonomik buna- hmm (krizin) giderek ağırlaştığı iş koşullanmızı düze çıkarmaya çalı- şıyor; kimimiz "Herkes tatflde, tek başnna ne yapabüirim kü" kolaycı- hğmda gün geçiriyor; kimimiz erte- lediğimiz sağhk, aile... sorunlarum- zı çözmek için "firsat bu nrsat!" di- yorduk. Evet, hazır değildik. Bizim ûlke- mizde her zaman deprem olurdu. Er- zincan'da, Varto'da, Dinar'da, daha dün Adana'da olmamış mıydı? Ora- lardaki şubelerimize birer geçmiş olsun iletisini ya yolladık ya yolla- madık ya da arkadaşlanmıza, bizden bir şey istemeyeceklerinden emin, "Sizin için ne yapabiliriz?" dedik. Evet, hazu- değildik! Ve bu neden- le her birimiz bir başkasını suçla- dık. Yıkıntılar altında kalanlarm ya- kınlan yüklenicileri (müteahhit); yüklenicıler mühendisleri, mimar- lan; onlar belediyeleri, kalfalan; be- lediyeleryasalan, secmenieri; kalfa- lar kendilerini eğitmeyen sistemi; medya Kızılay'ı; Kızılay bunalım masalannı; kriz masalan gönüllü ku- ruluslan; devlet bilim adamlarmı, onlar birbirini; aklı erenlerimiz şim- diye dek bilime yeterince yatırım yapmayanlan; aklı ermeyenlerimiz şeriata karşı olanlan; annem arsala- nnı kat karşılığı vererek Yalova'da- ki sokağımızı apartmanlardan oluşan iki duvara döndüren ve biri yıkılın- ca öbürleri domino taşlan gibi dev- rilen binalann sahibi komşulanmı- a; komşulanmız bu apartman işini bizim sokakta başlatan benim rah- metli babamı... Her birimiz bir başkasını suçla- dık. Bjrinci ders: Şimdi tümümüz ay- nı şarkıyı söylemeliyiz, Sezen Ak- su'nun o ünlü şarkısını: Masum de- ğiliz hiçbirimiz... Evet, kötü yakalandık! Ama en azından felaketin büyüklüğünü ça- bukkavradık. Gönüllüler olarak çok hızlı hare- ket ettik. Sandık ki bunahm (kriz) ma- salarma başvurduğumuzda birileri bıze"Senşunuyap,sendeşunu!"dı- yecek. Öyle ohnadı. Örgütsüz gidenler ya işe yarayamamanın üzüntüsüyle kahrolarak ya da kendisı de deprem- zede devlet görevUlerinin çaresizli- ğine öfke duyarak, faylaHan -kuru ka- labalık edip işleri zorlaştırdığı için- suçluluk duygusuyla geri döndü. ikinci ders: Örgütlüler, örgütlüle- re katılıp bir ekibüı parçası olabilen gönüllüler. hiçbir işin küçümsenme- mesi gerektiğini anlayabilenler, eme- ğini esirgemeyerJer işe yarayabildi, işe yaramayı sürdürüyor. Öyle ya, deprem bölgelerinde ça- hşan ÇYDD'nin profesyonel gönül- lüleri, arkalannda kendilerine "gak" deyince çadır, uyku tulumu, yiye- cek, su, ıslak mendil, yağmurluk, şemsiye, defter, boya, flüt (evet, flüt); '^uk" deyince ceset torbası, jenera- tör, araç, şoför.. akla ne gelirse gön- deren (neredeyse yağdıran) bir Tür- kân Saylan'lan, bir genel merkez yönetim kurullan', merkez bunalım masalan, şube yönetimleri, üyeleri ve onlara gûvenen şirketler, kunı- Juşlar, yurttaşlar olmasaydı bu gücü kendilerinde bulabilirler miydi? Elbette bugün ÇYDD, deprem böl- gesinde çocuk ve kadm eğitim evle- riyle, prefabrike yaşam alanlan, okul, yurt, kültür merkezi yapımlanyla var olamazdı (Övünmek gibi olma- sın, ÇYDD daha çok desteği ve katıumı hak ediyor). Üçüncü ders: Artık hiçbir felaket bizi hazırlütsız yakalamamah. Dev- let, sivil kuruluşlar ve yurttaşlar olarak olası felaketlere kentlerimizi, kendimizi hazu-lamalıyız. Her mahallede, her sokakta, her ev- de yurttaşük büinciyle örgütlenmeli; ilkyardım, sivil savunma eğitimleri almalı; acil eylem planlanmızı yap- malıyız. Özel ders: Üç derenin getirdiği verimli topraklarla olusmuş o güzeüm "yah ova"yı, çiçek kokan Yalovamı geri istiyorum. Zehir saçan Aksa'sız olarak... Sey- rine doyum olmayan günbatımıyla, güneşin, özellikle ağustos ayında deniz içinde yavaş yavaş yitip gider- kenki benzersiz Yalovamı... 1980 öncesi yapümış imarplanma göre en çok 15 bin kişinin yaşaması gereken Yalova'yı istiyorum. Deprem artık hiçbirimiz için ne acıklı bir öykü ne bir masal. Ne yazık ki anı bile değil! Kim demiş "Kim takar Yalova Kaymakamı'nı!" diye? "Yalova Kaymakamı"m geri is- tiyorum. PENCERE Hötl. 'Höt' bir "yansıma sözcüğü n dûr. •- Yansıma sözcüğü ne demek?.. Treni hepimiz severiz; lokomotifin çektiği va- gonlara yan gelmekten keyrf alınz. Çocuk için tren nedir. -Çufçuf.. Su nasıl akar - Şınldayarak.. Ocaktaki ateşi seyrederek ısınmak ne keyiftir!.. Odun nasıl yanar: -Çrtırçıtır.. Herifçioğlu nasıl uyuyor - Horul horuL • 'Yansıma' sözcükleri 'ünlem' sözcüklerinden ayndır; anlam yükJenirler Çocuk kediyi nasıl dile getirir - Miyav miyav.. Köpeği: -Havhav.. Ayının biri kalabalıkta ötekini berikini dirsekJe- yip yol açıyor. Ne denir: - HöstL • Sesin sözcüğe dönüşmesi kim bilir kaç yıl al- dı?.. Ben diyeyim bin, siz deyin yüz bin, bir baş- kası mityon dese ne yazar!.. Zamanın dipsiz kuyusuna belleğin kovasını sal- landıran insan, çoğu zaman su bulamıyor; geçmiş öylesine bir derinlik ki hiçbir iskandil dibi ölçemi- yor. Evrende insandan önce ses vardı.. Ne sesi?.. Rüzgâr sesi.. Su sesi.. Sürüngenin sesi.. Yağmur sesi.. İnsan sesi gezegenimizde ilk duyulduğu an, kuşkusuz söz yoktu. Doğada yalnızca ses yankılanıyordu.. Sözsüz... İnsan, sesi söze çeviren ilk hayvan oldu, ses za- manla dile dönüştü. • Başlangıçta tek ses çok sözcük için kullanılıyor- du; insanın elindeki söztük yoksul mu yoksuldu; bugün bile bir sözcük -ya da ses- zamana zemi- ne göre içerik değiştirir. 'Ha' nedir?.. Bir anlam çıkınıdır 'ha'; sözcüğün sesinden tü- reyen iletinin sayısı pek çoktun kultanıldığı yere gö- re nitelik kazanır; tonlamasına, vurgulamasına, tı- nısına göre algılanır, yorumlanır, anlaşılır - Ha.. ha. - HaaaaaL - Ha ha hai.. - Ha?.. Peki, 'höf ne demektir?.. 'Höt' içeriği bakımından en etkili sözcüklerden biridir; kimi zaman korkak, kişiliksiz, tıynetsiz, ka- lıbının kıyafetinin adamı olmayan yalancı ve ikiyüz- lû kişilere karşı kullanıhr. - - Höt!.. , A . £?' Karşıdaki kişi bu sözcÖğe karşı uyatitfı bir söz- cükle yanıt verdi mi, bilin ki adam değildir; hangi koltuk ya da makamda oturursa otursun, cüdam- dır. 0RHAN ERlNÇ'TEN İ Knk şutttetJk ÜİM. MUUSfM (MUHC ERİKÇ, Cmkudvl ÜMİT Ümit Yayıncılık Ltd.Şti. Konur Sok. 27/1 06640 Kızılay ANKARA Tel 0312 419 38 26- 27 • Faks: 0312 417 56 68 verelim. Bir giinde. Kefilsiz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle