19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14OCAK2000CUMA CUMHURİYET SAYFA J. L J 1 \ [email protected] 15 Belgeselle kurmaca arasında, şimdiden işkence-baskı üstüne klasikleşen, tokat gibi bir film! 'Tiim cumartesi annelerine...' SUNGU ÇAPAN Garage Olimpo / Yönetmen: Marco Bechis / Senaryo: M. Bechis, Lara Fremder / Kamera: Ramiro Civita / Müzik: Jacques Lederlin / Oyuncular: Antonella Costa, Cartos Echeverria, Dominique Sanda, Chiara Caselli, Enrique Pineyro, Paolo Bechis, Pablo Razur / Italya-lspanya 1999 (Belge Film) Maria- Antonella Costa, işkencecilerinden biriyle garaja götürülürken başına geleceklerden tedirgjn. Maria'nm gözieri, şikayetedercesine göğe çevriti. Bir hafta kadar önce sona eren tkinci Uluslararası Sinema-Tarih Buluşması'nda göstenlıp Sinema Yazar- lan Odülü'nü kazanan 'OfcnpoGarajf. festrvalden he- men sonra Belge Film sayesinde Alkazar'da sinema- severlerin karşısına çıktı. Şimdiye dek kauldığı Can- nes, Toronto, Havana, Selanik, vb. gibi festivallerden ses getirip ödüller toplayarak adından söz ettiren 'Olimpo Garajı', tutkulu, hatta sapıkça bir karasevda öyküsü fonunda, askeri cuntanın, Arjantin'de 1976- 82 arasındaki baskı döneminden, insanın insana ne- ler yapabileceğıne ilişkin inanılmaz boyutlardaki kı- yıcılık ve barbarlık görüntüleri sergileyerek seyirciyi tokat gibi çarpan, çağdaş bir politık sınema örneği. 1994 Istanbul Film Festrvali'nde, ilk fümi 'Alamb- rado'yla tanıdığımız, 1955 Şili doğumlu, çocukluğu- nu geçirdiği Arjantin'den sımrdışı edilmiş, kısa film- den yetişmiş, Italyan asülı yönetmen MarcoBechis in, kuşkusuz yaşanan gerçeklerden esinlenerek Lara Fremder'le birlikte yazdıği senaryodan çektiği ve iş- kenceye maruz kakp yok edilenlerie işkencecilerini baş- role oturttuğu, belgeselle kurmaca arasında gidip ge- len 'Olimpo Garajı', sert, acı, keskin, zehirzemberek ve kâbus gibi bir film, baştan belirtmek gerekirse. Si- nemaya geviş getirip eğlenmeyi amaçlayarak giden se- yirciye göre değil kesinlikle. Öteden beri ABD'nin CIA eliyle habire kurcalayıp kanşnrdıği, hükümet darbelerinebulaşuğı Latin Arne- rika ülkelerinden, özellikle kaynayıp fokurdayan, 1970'li yıllarm, binlerce insanın havadan, yerden 'kay- bedildiği' Arjantin'inde estnüen korkunç terör ve yıl- gı atmosferine kamera tutan, renkli bir etnik kökene sahip yönetmen Bechis, "kenduerine duyduldan say- gryı yitinneden hayatta kalma mücadeiesi verenlerk gerçek hapishanevi insanlarm ruhianna inşa eden iş- kencecikrinin hikâvesTnı anlattığı bu ıkıncı fılmıyle kolayca unutulmaz bir siyasal sinema başyapıtı ger- çekleştirmiş. Yıllar önce CostaGavras'ın'Z','ttiraT ya da'Mis- sing- Kayçf gibi filmleriyle yaygınlaşan politik sine- ma anlayışını yeniden güncelleştiren bu ıilme ilgisız kalmak, aydın sinemaseverler için olası değil. Kahra- manımız, Italyan asıllı annesiyle (Dominique Sanda) birlikte, annesinin geniş ama eskimiş, dökülen evin- de yaşayan Maria (Antonella Costa), Buenos Aires'in kenar mahallelennde, yoksullara okuma yazma öğre- ten ve cunta baskısına karşı eyleme geçmış bir örgü- tûn militanı olan, 18 yaşındaki, güzel bir genç kız. Ansızm baalan evier ve derdest edilenlen- Ana-kızm haline acıyıp evin bir odasını kiraya ver- dikleri Felixse (Cartos Echeverria) bir garajda çalı- şarak hayatını kazandığını söyleyen, yalnız, kimsesiz, tuhaf bir genç ve güzel Maria'ya fena halde abayı yakmış, gızlıden gizliye. Günün birinde ansızın evi ba- san 7 kişilik bir askeri tim, Maria'yı derdest edip gö- türüveriyor, Olimpo Garajı denen, kentin namlı iş- kence merkezlerinden birine, nutku tutulmuş annesi- nin gözlen önünde. Boşu boşuna, olmayan bır 23 nu- maralı karakolu arayan çaresız anne, tanıştığı, yakın- lan göz göre göre 'kaybedümiş' başka kadınlarla da- yanışmaya girişiyor mecburen. Nerden bilsin, kendi tıalındeki. umutsuzcasına sevdalı, suskun kiracısı Fe- lbc'in, garajın hücrelerinden birine ükılmış, işkence- lerden geçirilmiş kızırun, Maria'ya kol kanat geren, âşık işkencecisi olduğunu? Garajdakı görev saatleri- Siııeıııaya aktanlması zor bir yazardan... Çeyrek yüzyıl kadar önce, ABD'de, baştan girdiği en çok satan kitaplar listesine aylarca kök saldıktan hemen sonra, 1974'te dilimize çevrilerek e^ _, "* r Yayınlan'ncayayırnlanmış Knrt Vfonnegut romanı 'Şampiyonlann Kahvatosı'ndan, 'Bağımsız Sinema' çıkışlı yönetmen Alan Rudolph eliyle perdeye uyarlanmış filmi, koşa koşa gittik seyrettik bu hafta. Hep yerip eleştirecek yanlannı bulduğu 'sistem'le sürekli dalgasını geçen, kendıne özgü bir kara mızaha yaslanan ve heT şeye karşm, sonunda iyimser mesajlara bağlanan, değişik taddaki hikâye ve romanlanyla 1960'lann sonundan beri özel hayranlar edinmiş, kimilerince günümüzün Mark Twain'i, kimilerince de 'Amerika'nın yaşayan en büyûk yazar'ı sayılmış, genelde bilimkurgusal etiketi altında hep yergiye-parodiye yelken açmış Kurt Vbnnegut Jr., günümüzde insanın içıne düştüğü anlamsızlığı yıllar öncesınden betimleyen, cevval, civelek, esprili üslubuyla seçkinleşmiş, doğrusu görsel karşılığımn biraz zor bulunacağı, sinemaya aktanlması güç, çağdaş yazarlardan biri. En son geçen yıl 'After Gkw-GizJi Kaçamaklar'ını seyrettiğimiz, genelde duygusal dramlann, dramatik çatışmalann uzmanı geçinip, Robert Altman'ın çıraklığından yetişme Alan Rudolph, pek de ahşık olmadığı bir kara komedı tarzma yönelerek bu zorlu işe soyunmuş. Zaten uzun yıllardanberi üstünde çalıştığı, sürekli ertelenmiş, sonunda Altman ustanın yapımcılığmda gerçekleştirilmiş, çok Filmde, zenoe kılıklı sarjş müdürü Nick Nolte ile çok bilmiş kansı Glenne Headley. eski bir tasansıymış 'Şampiyonlann Kahvatası' uyarlaması. Dvvayne Hoover karakterinin öne çıkanhp yazar Kilgore Trout'un geri plana itıldığı bir özetleme yapmış senarist-yönetmen Rudolph. Sonuç: Onca özenihnesine, bezenilmesine karşm, son tahlilde Vonnegut'un hem yazıp hem de çizdiği, 317 sayfalık kitabınm enerjisine, coşkusuna, panltısına pek sahip olamayan bır fılmle karşı karşıyayız. Günümüz dünyasınm koşullanna sıkışmış, refah toplumu bireyinin çıkmazına ilişkin, anlamsız gibi görünse de, yer yer anlamlı bir çığlığa dönüşen, parlak bir kara mizah denemesi niteliğindeki kitaptan yapılmış, iyi seçilmiş, ünlü ovunculann bir araya getirildiği ama yer yer sıkıcı olmaktan kurtulamamış bir yergı-uyarlama 'Breakfast of Champions'. Başansız bir bilimkurgu yazan Kilgore Trout'un (Albert Finney) eserlerine körkütük hayran, zırt pırt ekrandaki- sokaktaki reklamlarda bızzat görünen, yitirdiği kafadan çatlak kansını (Barbara Hershey) sık sık aklına düşüren, müzisyen oğlunun eşcinselliğıni de kabullenmiş, bu dünyadaki herkesin robot olduğuna kafayı takarak gıtgide aklını kaçırmaktaki, sabahlan cintonikle şampiyon kahvaltısı yapan, otomobıl satıcüığından zengin olmuş, işadamı Dwayne Hoover'la(rolüne cuk orurmuş Breakfast of Champions Yönetmen, senaryo: Alan Rudolph, Kurt Vonnegut Jr J m aynı adlı romanından / Kamera: Elliot Davis / Müzik: Mark Isham / Oyuncular. Bruce VVillis, Albert Finney, Nick Nolte, Barbara Hershey, Glenne Headley, Lukas Haas, Buck Henry / 1999 ABD(Özen Film) nı bitınnce buyruklanna evinde devam eden, aile ba- bası müdür Tiger (Enrkjue Pineyro) tarafından, Ma- ria'yı çözüp konuşturmakla görevlendınldığıni? Olimpo garajı'nda, normal bir mesaideymişçesine, tutuklular üstünde sakın sakin çalışan, oysa son dere- ce tehlikeli, bozuk kışilıkli, sapık, gaddar, acınası sa- distlerden ibaret, Felix, Texas, Tiger, Turco(!) gibi isimler taşıyan, çeşit çeşit işkenceci tiplerden bir de- met sunan filmde, görkemli Buenos Aires'in üstü ışü ışıl ancak alu kocaman bir işkencehane ve her halü- kârda hayat devam ediyor, kentin üstünde ve altında. "Insan insanm kıırdudur" özdeyişini doğrularca- sına gerçekleştirilmiş, bir an önce uyanılmak istenen bir kâbus gibi akıp giden filmde, Marco Bechis'in ka- merası, bütün bunlar da reva mı dercesine, sık sık ha- vaya yükselıp gökyüzünden bakıyor olana-bitene ve aciz karakterlerine. Bechis'in değişmez rnüzıkçisi Jacques Lederlin'in eseri olan, sinır törpüleyici, ya- lın kontrbas tınılan da gerilımın yükseldiği, şiddetin dolup taşüğı sahnelerde, görüntülere eşlikediyor, özel- likle ve ısrarla Mirgulanmış bir tarzda. 1976'da ordunun Isabd Penm'u devirmesiyle Arjan- tin'm yönenmine gelen, general Yideb komutasında- ki cuntanın, başta devrimci kesim olmak üzere, her sı- nıftan, her türlü muhalefete karşı çok sert davrandığı. bin- lerce kjşınin işkenceden ge- çiriüp öldürüldügû, ınsan hak- lannın çiğnenip paspas ya- pıldığı, ülkeyi büyük bir top- lama kampına dönüştüren 6 yılda 30 bin kadar kayıbın hasıraltı edildiğinı, sonradan toplu mezarlarbulunduğunu filan öğrendığımiz (ve ancak Falkland yenilgisiyle sona eren) baskı dönemini karşı- mıza geüren 'Ofimpo Gara- jı', meraklısını başından itı- baren allak bullak edip etkı- leyerek düşündürüyor ve bo- ğazma da yumruk gibi otunı- yor sonunda. bir Bruce VVuüs götürüyor fıhni), zenne kılıklı baş adamı (Nick Nolte), metresi- sekreteri ve tüm çevresindekilerin başını çektiği, hayalı bir Mıdland kentinde geçen bir fanteziyi aktanyor film. Vonnegut'un romanından, modern bir kapitalistin kafayı yemesi şeklinde özümsenmiş ve özetlenmiş bu Alan Rudolph imzalı bir kara komedi denemesini biz sonuna dek ilgiyle seyrettik ama Beyoğlu Sineması'm doldurmuş genç seyirci kitlesi bir türlü fîlmin havasma, mizahına giremeyip oldukça sıkıldı nedense. YENİ BAŞLAYANLAR...YENİ BAŞLAYANLAR...YENİ BAŞLAYANLAR...YENİ BAŞLAYANLAR... Mickey Blue Eyes - Bclalı Aşk Bütünüyle Hugh Grant'a endekslenerek tasarlanıp gerçekleştirilmiş, KdhyMa- Idnadındaki Kanadah genç bir yönetmenin imzasını ta- şıyan "Mkkey Bhıe Eyes - Betalı Aşk". Bugün göste- rime giren yeni bir roman- tik komedi. Sevdiği kızın babasının gerçek bir mafya babası olduğunu neden son- ra fark eden, nicedir bir mü- zayede evini işlettiği New Yoik'tayaşamaktaki Ingılız Michael Fegaleti'in (Hugh Grant) hikâyesini anlatan "Belah Aşk", tam romantik komedi türü tutkunlannı memnun edecek şekılde tez- gâhlanmış, seyirciye hoşça vakit geçirtmeyi hedefle- miş, ahşümış türden bir duy- gusal komedi. Sevdiği Michael Felga- te'in, ailesinın gangsterha- yatına kanşmasmı isteme- yen Gina rolünde Jeanne Iriplehorne'un, Gına'mn babası Frank Vilate rolün- deyse JamesCaan'ın rol al- dığı filmde, muhtemel ka- yınpederinin büyüleyici et- kisine kapılan, kendi halin- deki müzayedeci tngiliz kahramanımız, istemeden cinayete suç ortağı ohryor ve kendini, adı kötüye çıkrmş Mickey Blue Eyes olarak göstermek zonmda kalı- yor... The World is not Enough - Pünya Yetmez. Yaklaşık40 yıldn-, beyaz- perdenin en tamnmış gizli ajanı olan 007'nin en son se- rüvenlerini aktaran "The VVorklisnotEiKMigh-Dûn- ya Yetmez", ilki 1962'de çevrilmiş James Bond film- lerinin (şimdilik) on doku- zuncusu. Bond hayranlan, bu rolü Sean Connery ve Roger Moore'dan devralan Pierce Brosnan'ı ilk kez on yedinci Bond filmi "Gol- deneye"da tanıyıp benim- semişlerdi. 18. Bond filmi "TomorrowNeverDies''dan (1998) ikiyü sonra, Micha- el Apted'ın yönettiği, bu- gün başlayan "Dûnya Yet- mez"de üçüncü kez Bond'u oynuyor Brosnan. Bros- nan'a eşlik edenlerse, Sop- hieMarceau'yla Denise Ric- hards gibi dilberler ve Ju- di Dench'le Robert Carry- le gibi nitelikli oyuncular. Süıemamn en ünlü ve en uzun ömürlü gizli ajanınm yeni macerasında, petrolün gücünü kullanarak dünya- ya hükmetmek isteyen ulus- lararası çılgın terörist Re- nard'ı (R. Carb/le) mutlaka durdurmaya kararhdu- 007. Çekimleri Londra, Türki- ye, Azerbaycan, Ispanya ve Fransız Alpleri'nde gerçek- leştirilen film, Ispanya'nm BUbao kentındeki bir mü- zede başlıyor, Londra'da Thames Nehri'ndeki bir bot yanşıyla hız kazamyor, Is- koçya'nm yüksek yaylala- nndan Kafkasya dağlanna uzanıyor ve çığ altından sağ salim çıkmayı başaran Bond, Türkiye'deki petrol boru hattmdald nükleer pat- lamayı engellemeye çalışı- yor... Aksiyonun ağır bastığı, kaçma-kovalamacalı sah- neleri, heyecanh temposuy- la tipik bir James Bond at- mosferi taşıyan "Dûnya Yet- mez", 007'yi ve yeni James Bond kızlannı özleyen bü- tün sinemaseverler için. 'Dflnya Yetmez'in üçlüsfi Denise Richards, Pierce Brosnan ve Sophie Marceau bir arada. îşkence filmi ba^upıü Garaj müdürü, Felix'in amiri olankomutan Tiger' in, kızmm devrimci arkadaşı (gü- zel ttahyan oyuncu Chiara Ca- sdH) tarafından yatak altına konmuş bir bombayla hava- ya uçtuğu, kızını görebilmek uğruna evini değerinin çok altında satan annenin alçak- ça katledıldıği. yabancı ga- zeteciyle konuşacak kayıp ya- kınmın izlendiği, Maria'nın karanlık garaja dışanmn ay- dınlığının süzüldüğü kapıdan umutsuzca kaçma girişimi- nin fos çıktığı ya da gardiyan Feüx'in, annesı için kaygıla- nan, tam teslimiyet psikolo- jisindeki zavallı Maria'yı dı- şan çıkanp gezmeye götüre- rek sahncağa bındırdiği gi- bisinden dramatik sahneler- le bezeli, gerçekçi, aynntıu, belgesel ağırİıklı bir anlaü- ma sahip 'Ofimpo Garajı', günümüzün modern barbar- lanyla kurbanlan üstüne, 'kay- boknak'sözcüğüne yanıt ara- yan, yaman, zorlu, farklı bir film sonuçta. Bechis, asıl bombasını da sona saklamış, Tiger' in bom- balanmasına cuntanın misil- lemesi olarak, dışardan gara- ja henüz dönmüş Maria da- hiL, garajdakılenn tümü, baş- ka hapishanelere sevk edil- mek üzere topluca cemsele- re doluşturuluyor ve ölüme postalanıyorlarfınalde. Ölü- ler askeri uçaklardan denıze boşahıhyor,hem de köpekba- lıklarmin yoğun bulunduğu bölgelere!.. Uçağın arkasında açılan kapı.. son görüntüsü bu deh- şetengiz fılmin. Toptan te- miylik, denizin enginlerinde sona eriyor ve 1976-82 ara- sında, cunta yönetımindeki Arjantin'de bütün bunlann yaşandığı kafamıza dank ede- rek çıkıyoruz 'Oümpo Gara- jı'ndan. Tam anlamıyla sar- sıcı, etkileyici, tedirgin edici, dokunaklı. ız bırakan bir po- litik film niteliğindeki (ve sa- dece Alkazar'da gösterilen) 'Oümpo Garajr, çekene, oy- nayana, getirtene, seyredene de helal olsun dedirten sıra- dışı bir fıim özetle. KEDİGOZU VECDİSAYAR Şen Ne Çılgın Bir İhtiyarsın Arkadaş SaJı akşamı, Türkteteyizyonlannın az sayıdaki de- ğerii programından biri olan "Bir Yudum lnsan"\ izlemişsinizdir umanm. Nebil Özgentürk'ün ha- zırtayıp sunduğu bu güzel programı kedilerin dlk- katle izlediğini biliyorum. Nebil, bu kez programı- na bir "dinozor'u konuk etmişti. Türkiye aydınının yüz akı Mîna Urgan'ı. Kafasının aydınlığı yüzüne vurmuş bir "dinozor"u... "Komünist ve ateist" olduğunu gururla belirten bu insanı atv ekranlanndan tüm Türkiye'ye tanıt- tığı için (kitap çok sattı, ama televizyonun etkisi fark- lı elbette) Nebil'e ne kadar teşekkür etsek azdır. Mîna Urgan programı, bir bireyin portresi olmanın ötesine geçiyor, Türkiye'nin Cumhuriyetten günü- müze uzanan bir portresini çiziyordu. Falih Rıfkı'la- nn, Nâzım'lann, Halet Çambel'lerin arkadaşı Mî- na Urgan'ın "BirDinozorun Anılan"ndayer verdi- ği insan portrelerinden bazıları birkaç sözcükle de olsa ekranlara yansıdı, Nebil Özgentürk sayesin- de. Azımsanacak şey mi? Hele televizyonlanmı- zın şu acınası program politikası içinde... Bazı çok- bilmişlerin "Bir Yudum Insan'öa yansıyan Can Yücel portresi için yönetttikleri eleştirileri okumuş- sunuzdur. İçinde yaşadıklan sistemin tüm olum- suzluklanna karşm bir şeyler yapmaya çalışan in- sanlan incitmek, yapılanlan küçümsemek alışkan- lığından ne zaman vazgeçeceğiz? Mîna Urgan'ı geniş kitlelere ulaştırmak, onun inatla savunduğu değerierin anlaşılmasına katkı- da bulunacaktır kuşkusuz. İnanılmaz bir değerter erozyonunu yaşadtğımız şu günlerde "nafile" bir çaba gibi gözükse de, bu çabaya omuz vermek gerekmez mi? ••• Mina Urgan'ın "Dinozor" tanımı ile ne kastetti- ğini kediler çok iyi bilir. Ama acaba gençler de ay- nı şeyi mi anlıyor bu sözcükten? Yoksa çağdaş- lıktan uzak, birtakım klişelere körü körüne baglı "es- ki kafalı" insanlan mı çağnştınyor bu sözcük? Gü- nümüzün basın yayın organlannda sıkça yineteni- yor bu sözcük. Çogu kez, bu ikinci anlamı ile. Oy- sa Mîna Urgan'lann savunduğu "dinozoriuk", bu anlama hiç mi hiç yakın düşmüyor. Urgan gibi "di- nozor"lann savunduğu değerter de "eskimiş" g&- rünüyor ilk bakışta. Ama içerikleri eski falan değil. Tazeliklerinden, içtenliklerinden hiçbirşeyyitirme- diler. "Demode" otealar da Dürüsöükten, insan onu- rundan taviz vermeyen, her türlü çıkarcılığa karşı duran, yeniliğe, gelişmeye ve insan sevgisine açık bir devrimcilikten söz ediyorum. Bu kavramlan "bağnaztık"^ bir tutmanın kasrtlı bir tavtr olduğu- nu göremiyor musunuz? Bunlan söyleyenlerin, çı- kar ilişkileri ile belirlenmiş kısır dünyalannı olum- lamak ve kendilerine benzememekte direnenleri ka- ralamaktan başka amaçlan olabilir mi? Neyse ki sayılan giderek azalıyor olsa da Mîna Urgan'ın söz ettiği cinsten "d/nozor"lara rastlanıyor ülkemizde. 11 Ocakgünü, yani ülkemizin yetiştirdiği şn önem- li aydınlardan biri olan Onat Kutlar'ı yitirişirnizin beşinci yıldönümünde, Onat'ın mezan başında bir avuç "dinozor" toplanmıştı. Hüseyin Baş, Arif Erkin, Komet, Metin Deniz, Alaattin Aksoy, Er- gin Ertem, Hülya ve Ali Uçansu, Üstün Akmen, Orhan Erinç, Filiz Kutlar ve Onat'ın yakın akra- balan (adlannı unutmuş olduklanm varsa beni af- fetsinler). Ünlüyönetmenlerimizoradadeğildi, ün- lü yazarianmız da... Yeterince "medyatik" bulun- mamıştı demek ki bu mütevazı tören. Sözü Mîna Urgan'dan Onat Kutlar'a getirmem boşuna değil elbet. Onat da artık örneklerine pek rastlanmayan "c//nozor"lardandı. Yaşamını para- nın ardından koşmak yerine, ideallerinden ödün ver- meden, topluma yaraıiı olacağına inandığı işler yapmaya adamtştı. Kimileri için, boşuna harcan- mış bir yaşam... Kuşkusuz, o da bir yaşam kav- gası veriyordu. Onu da köşeye sıkıştırmıştı düzen. Bu koşullarda yapabileceğinin en iyisini yapmak için didindi durdu. Bu kavgaya sahip çıkan kişile- rin sayısı ne kadar da azdı. Bunu, bu satırlann ya- zan kadar yakından bilen çok az kişi vardır. Bu yüzden "dinozor^ara duyduğum saygı gün- den güne artıyor. Keşke çocuklanmıza her sabah "Türk'üm, doğruyum, çalışkanım" diye bağırtaca- ğımıza, bu dinozorlann yaşamöykülerinden birer paragraf okutsak. Keşke gencecik insanlara "di- nozor" olmanın sakıncalannı öğreteceğimize, on- lara saygı duymayı öğretebilsek. Belki her gün, tek bir çocuk, içinden "Ben de bû- yûyünce dinozor olmak istiyorum" diyebilirdi o za- man. "Çok satan" biryazar ya da "popüler' birfilm- ci olmak yerine, topluma yararlı bir "insan" olma- ya karar verebilirdi. Tek bir çocuk, az şey değil. Ad- lan, Mîna... Onat... Aziz.. ya da... Unkı tenorlar depremzedeler için konser verecek • ANKARA (AA)-Ünlü tenorlar Placido Domingo ve Jose Carreras Ue Andrea Bocelli, geliri depremzedelere bagışlanmak üzere Türkiye'de konser verecek. Cum- hurbaşkanhğı Senfoni Orkestrası yönetiminin ücret al- madan konser verme teklifme, tarihini kendileri belirie- mek şartıyla ohnnlu yanıt veren sanatçılar, masraflannı da kendileri karşüayacak. Sanatçılar böyle bir konser için normal şartlarda 200'er bin dolar alıyor. Müzftte Türt-Yunan dostkığu • ANKARA (AA>Deprem felaketi dolayısıyla yakm- laşan Türk-Yunan dostluk ih'şkileri, bu kezde müzikte kuruldu. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası(CSO), Türk-Yunan haftası nedeniyle 28-29 Ocak tarihleri ara- sında iki konser verecek. CSO konser salonunda düzen- lenecek olan konserieri şef Alexander Rudin yönetecek ve soprano Feryal Türkoğlu solist olarak yer ajacak. Progrâmda, Yunanh besteci A. Neseritis'in, "Üç Senfo- nik Dans" adh eseri ile Ferit Tüzün'un, "Çeşmebaşı bale suiti" seslendirilecek. Nazi tarbşması İnflfliz yazarian mahkemetk etti • Kiiltflr Servisi-tkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesi- nin üzerinden yanm yüzyüı aşkın bir süre geçmesine karşın, Naziler ile ilgili tartışrnalann sonu gelmiyor. In- güiz tarihçi yazar David Irving bu konu ile ilgili iddi- alan sonucunda mahkemelik oldu. Irving, ABD'li mes- lektaşı akademisyenDeborah Lipstadt'ın yazdığı"Soy- ktnmı Ret, Gerçeklere ve anılara giderek artan saldm- lar"adlı kitapta kendısının Nazi sempatızanı olmakla suçlandığını gerekçe göstererek yazar ve yayınevini mahkemeye verdi. Ingiltere'de Yüksek Mahkeme tara- fından ele alınan davada, David Irving, bu kitapla mes- lektaşının kendisinin meslek hayatını bitirdiğini ve zarann tazmin edılmesını ıstediğinı bildirdi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle