23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 EYLÜL 1999 ÇARŞAMBA HABERLER Merhum Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'uı Sana'dakiakrabüları Yetnen lyurtedhıenlerdenl DÖNÜŞ ÖZLEMt - Muhammed Nuri'nin evmin du- varlanndan birini kumaşa basıh İstanbul posteri süs- lüyor. Nuri Ailesi'yk yer döşeklerinde afle boyu sohbet ettik. tki oğlundan tek isteği şu olmuş: "Türk kökenli bir ailenin kızıy la e\ leneceksiniz." Dediğini yapbrmış. 'Yemen'den artık dönmeyiz'ski Sana iki merkezden oluşuyonTürk mahalle- si, sur içi... Her ikisi de Sana merkezinin parça- sı. Yakın geçmişe dek, büyükelçilikler Türk mahallesindeki ko- nutlan tercih edermiş. Bu da beraberin- de Türk mahallesinin iyi korunmasını getirmiş. An- cak elçilikler zamanla yeni semtlere taşınınca Tûrk mahallesinin payına "ahşveriş" merkezi olmak düş- müş. Türk mahallesine giden ana caddelerden bi- rinin adı Bir el Azep. Yani Bekâr Kuyusu. Anlatı- lan o ki, bu tarafta Osmanlı dönemınde çok bekâr asker otururmuş. Yolun gidiş yönûne göre solun- daki uzun bina halen polis merkezi olarak kullanı- lıyor. Sağ tarafta insana eski tstanburdayrruş hissi veren binalar var. Rasgele sokağa girdik... Bunlardan birinin önünde, ağzındâ hiç dişi olma- yan yerel giysili 80 yaşlannda bir kişi oturuyor. Mahallenin en eski sakinlennden, Hoca ailesinin hayatta kalan en yaşlı üyelerinden Abdullah Ho- ca'yla taruşıyoruz. Güleryüzlü, zorlanarak da olsa konuşmayı seven bir kişi. Tanışmadan sonra bizi içeri buyuretti. Ye- men'de böylesi durumlann olağan hareketliliği... Kadınlar hemen başka bir odaya... Kapılar açıldı- kapandı, misafir odasına buyur edildik... Osmanlı'nın Yemen"e iki büyük seferi var. Biri 16. yüzyılda Portekizlilerin bölgeye geldiği dö- nemde. Öteki de 18. yüzyılın sonunda... Hoca ai- lesinin Yemen'deki tarihi 200 yıl öncesine dayanı- yor. Abdullah Hoca Türkçeyle Arapçayı birbirine kanştınp geçmişlenni anlatıyor: "Benim baba, büyükbaba, onun babası hep bura- da doğdu. Burası bizim memleket Mahmız mülkümüz hep burada. Türkiye'de akra- balanmız var. Birinci Cihan Harbi'nden sonra bazdan gftti. Sonradan bizi çağırdı- lar. ama gJtmedUt" Abdullah Hoca, "Ne- den dönmediniz" soruma şu karşılığı ver- di:" Biitiin düzeni burada kurduk. Bu ma- haDenin büyük kısnıı birimdi. Parlamen- to binası yaptıklan yer de bizüudi. Biz sat- ük. Türkiye'deki akrabalanmız da aüe bü- yükleri ölünce bizi çağırdılar, " Gelin, mi- rasta sizın de payınız var. Biz de ölürsek, ne olur ne biter belli olmaz' dedikr. Bizinı buradaki varlığımız bize yeter, oradakiler sizin otsun dedik." Yemen'de Tûrk kökenlilerle yaptığımız her görüşmede olduğu gibi sohbetin 10- 15. dakikasında, sıra sıra çerçeveli fotoğ- raflar geldi. Baba, büyükbaba, onun baba- sı... Türkiye'deki akrabalann fotoğrafla- n... Abdullah Hoca'nın Türkçesi çok az, Reşat aracılığıyla anlaşıyoruz. Bizim Ye- men'de bulunduğumuz sırada Islam dün- yasındaki kadın hareketleriyle ilgili bir konferans vardı. Bu konferansa konuşma- cı olarak katılan bir Türk kadın da gezimi- zin bu bölümüne katılmıştı. Türkçesi kıt Abdullah Hoca, sohbette bir ara Hfilya Ha- nım'a döndü, dişsiz ağzıyla, çok hoş bir gülümsemeyle Türkçe olarak aynen şun- lan söyledi: "Su sıcaaak, oda sıcaaak, gi- delim çabucak.-" Hülya Hanım, Abdullah Hoca'yı iyi dinlememiş bir havada etrafa bakıyordu. sordum: - Ne dediğini anladınız mı? "Sıcak sıcak konuşuyor" dedi... Abdullah Hoca'nın torunlan bahçeleri- nin çok güzel olduğunu söylediler. Çıktık, dış kapının ters yönündeki kapıdan bahçe- ye geçtik... İlk bakışta. nar, elma, kayısı ağaçlanru gördüm... Kıyıda asmalar. He- men yan binadan Abdullah Hoca'nın kar- deşi geldi. AbdülmeBk. O, tarihleri. uzak-yakın akrabalan daha iyi anımsıyor. Babası 5. Cumhurbaşkanı- mız Cevdet Sunay'ın babasıyla amca ço- cuklarıymış. Bir çırpıda Kafkaslar'dan Gazze'ye, oradan Çanakkale'ye sülalesi- nin katıldığı savaşlan anlattı. Yemen'in kuruluşunda Türklerin büyük payının ol- • Osmanlı'nın 1918'de Yemen'den çekilme karan almasının ardından binlerce Anadolu insanı bir yolunu bulup geri döndü. Ancak, Yemen'i vatan belleyenler de oldu. Oıüarın torunlan bugün de Türk kökenlerinin ayırdında, ancak çoğu geri dönmekten yana değil. duğunu söyleyip devam etti: "lmam Yahya, Os- manhlar'la anlaşma yapıp bağımsız devlet kurduk- tan sonra, baktı elinde yetişmiş adam yok. Ye- men'den aynlmak üzere olan Türklerin çoğuna iyi tşler teklif etti. Özellikie askeri işlerde, bir de ulaş- tırma bakanlığında çok Türk çalışü. Yemen'in ilk dışişleri bakanı Ragıp Paşa bu kişflerin başmda ge- Kr. Ragıp Paşa çokesaslı dışişleri bakanlığı yapü. Dd kızı vardL biri Imam Yahya"nın oğluyla evlendL." Abdülmelik Bey konudan konuya atlarken sıra Cevdet Sunay'a geldi. Cumhurbaşkanlığı dönemin- de kendilerine çağn yapmış, "Dönün, size yardnn- cı olacağım" demiş. "Burada düzenimizi kurduk, Türkiye'ye gidip yeniden düzen kurmayı göze ala- madık. Sağ olasın dedik. kaklık" dıyor. Abdülmelik Bey. babası Muhammed Tahir bin lsmail'ın 40 yıh aşkın süre Ulaştırma Bakanlı- ğı'nda önemli işler yaptığını söyleyip ekledi: "Burayı biz adam ettikJ" Kumaşa basılı istanbul posteri Yemen türküsündeki, "Giden gefaniyor, acep ne- dendir" nakaratındaki o ince soruya verilen ilk ya- nıt şu: "Yemen dağlannda, çöllerinde, imam Yah- ya ile çatşmada şehit otup, toprağa duştüler-" Ama türküdeki soruya verilecek başlıca yanıt bu değil. Türk mahallesindeki Türk kökenli ailelenn yanı sıra Sana'nın ötekı semtlerinde de "Yaşamını jitirmeyen, ama Yemen'den dönmeyen" Türklerin çocuklan, torunlan var. Onlardan birinin evine gi- diyoruz... Saba kavşagının hemen arkasında 3-B so- kakta... Adı Muhammed Nuri. tki kişinin güçlük- le sığacağı dış kapıdan girdik, bir kişinin sağa-so- la sürtmeden geçmesi zor merdivenden ikinci kata çıktık. Yine kadınlar telaşla öteki odaya geçtiler. Biz misafir odasındayız. Girişte hemen sol duvan, kumaşa basılmış kocaman bir İstanbul resmi süs- lüyor. Aynı res'mi daha sonra Sana'nın çarşı bölge- lerinde satılırken gördüm. Duvar köşelerinde aile büyüklerinin, aile üyele- rinin fotoğraflan var. Diptekı kocaman döşek mi- safir için, yandaki daha küçük minderlere kendisi ve iki oğlu ayn ayn oturdular. Sohbetten önce fo- toğraflar, Türkiye damgalı mektuplar, Osmanlıca yazıh belgeler geldi. Sohbete başlamadan önce iki oğlundan biri hemen koştu dışandan soğuk kola ge- tirdi. Ben onu içerken kendisi naylon torba içinde- ki gatını çıkardı. Usul usul çiğnemeye koyuldu... Muhammed Nuri'nin anlattıklan tarih kokan, insan 'AKTIK YEMENLtYtZ' - Cevdet Sunav 'ın Yemen'deki akrabalan başkent Sana'nın zengin aüelerin- den. Parlamento binasmın inşa edildiği arsayı onlar satmış. Aüe, "Biz arbk Yemenliyiz" diyor. Aile bü- yüğü Abdullah Hoca, tonınlannın Türkiye'ye dönme isteğine, "Onlar biMr" karşüığını veriyor. kokan güzel bir öykü konusu... Dede Mu- hammed Haşimyüzbaşı olarak Yemen'e ge- liyor. Görev süresi uzuyor. Yemen'de evle- niyor. 1918'de çekilme başlayınca Imam Yahya, Muhammed Haşim'ı bırakmıyor, "Siiahtan iyi anlıyorsun, istediön koşuÜan sağlanz, burada kal" diyor. Imam Yah- ya'nın bu istemi aslında emir niteliği taşıyor. Ye- men'den aynlmasına izin verilmiyor. Türkiye'den kendisine gelen mektuplar da yine Yahya'nın em- riyle, ona ulaştınlmıyor. "O öklü, burada böyle bi- ri yaşamıyor arük" notu düşülüp mektuplar geri postalanıyor. Imam Yahya, onu tsmet Paşa'dan bi- le gizliyor. Mektuplardan biri bir şekilde eline ula- şıyor. tstem kısa: "Memleketine dön." Sonunda dede, imam yönetimine isteğini kabul ettırmiş. "Ama" demişler, "löyaşındakioğluniçin bir şey diyemeyiz. O silah bakınundan da anhyor. lşimize yarar. Yolda başuuza ne geleceği belli olmaz, onu bırakm." Dede ~Buna da şükür" deyip yollara düşmüş. Yemen'de kalan oğul büyüyüp evlenmiş, ama on- da da Türkiye'ye dönme sevdası giderek alevlen- miş. Türkiye'den gelen mektuplardan birinde dö- nüş yöntemi de anlatılmış: "Suudi Arabistan Büyükelçiligi'De gir, seni ora- dan alıp Türkrye'ye getirteceğiz.'' Bunun üzerine hazırlık yaparak baba evini sat- ma girişiminde bulununca Imam Ahmet yönetimi kendisini çagınp. "Hiç hazırlık yapma, seni bura- dan çıkarmayız'' demiş. 1962'de imam yönetimi gidip cumhuriyetçiler iktidara gelince ortam biraz rahatlamış. Baba yaşlanmış, büyük oğul Muhammed Nuri serpilip gelişmiş. 1976'da baba ölünce, Muhammed Nuri soluğu Türkiye'de almış. Dogru Adapaza- n'ndaki akrabalanrun yanına. Onlan bul- muş, acı haberi iletmiş. "Sen gekfin ya, sen de oodan bize mirassın, aruk ghme" demişler. "Nüfiıs cuzdamm yok" demiş. "Çıkarönz" demişler. Ama o dinleme- miş. "Yemen'de evlendim. Kanm, çocuk- lanm var. Onlaria birlikte döneriz beUd" deyip geri dönmüş. Terbiye verlp gttmell' Muhammed Nuri, "Yaş 50'ye gelince, nedense Türkrye'ye dönme duygum daha bir yoğunlaşü. Ne yapıp edip ghmek isti- ytMTim" diyor. Bunun için önce nüfiıs cüz- danının obnası gerekiyor. Eldeki belgele- ri benim önüme de serdi. Hangisi ne işe yarar bilmiyorum. ama benden yardım is- tiyor: "Şimdi sen Türkiye'ye gittiğinde bu işin kolayı nedir öğrensen. Benim bu bel- geleri yanında götürsen. Türkiye'ye dön- mey i istediğimi söylesen_ Bak biz atadan Türküz. Akrabalanm Türkiye'de_" Muhammed Nuri'nin iki oğlu, Sadettin ve Hayati de bizi dikkatle dinliyor. Sor- dum: - Onlar da dönmek istiyor mu? "Elbette" deyip devam etti: "Onlar ev- lendüer. Geün için bir şartun vardı, Türk kökenli bir ailenin kızını bulacağiz, dedim. BuJdum, o kızlaria evlendiler. Bak, görii- yorsun biz Türküz_" Muhammed Nuri artık Yemen'in hiçbir şeyini sevmez olmuş. Ne söylesek, "Bu- rada iyi değfldu*" diyor. tmam döneminin daha kötü olduğunu, cumhuriyet döne- minde biraz daha rahatladıklannı söylü- yor, ama bir inancını da açığa vurmadan edemiyor: "Biz kanaat getirdik, Türkiye bizi buradan ahp götürecek. Nezaman gö- türecekbilemem, ama bir gün mutiaka bi- zi ahp götürecek.-'' Sohbetin sonunda aynlırken herhangi biryanıt abnakaygısı olmaksızm sordum: - Peki ne olacak bu işlerin sonu? -Vallahi" dedi. "Buralara tekrar gelip, bir terbiye verip gitmek lazun™" SÜRECEK GLOBAIJ^IİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU Geri Kalmaya Devam Etmek... Türkiye, 21. yüzyıla, "kalhnma/gelişmekonseptini" terk etmiş, geri bıraktmlmış bir kapitalizmi sürdürme- ye kararlı bir ülke olarak giriyor. Başbakanın ABD ge- zisi, bu karariılığın bir kez daha sergilenmesi açısından güzel bir örnek oluyor. "IMF'denyeşilışıkbekleniyor"... "1 Ocak2000sa- bahı başlayacak olan 3 yıllık istikrar ekonomisi prog- ramına ABD finansrnan kunımlannın Dünya Bankası, IBRD ve IMF'nin desteği sağlanmaya çalışılacak", "Yeni bütçe ve vergiler gelirken Türkiye de Tele- kom'un başını çektiği satışlaria tam bir özeHeştirme yılı olacak"... "İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Tür- kiye-ABD ilişkilerinin en mükemmet dönemi" (Cum- huriyet 27/9/99). Belli ki hükümet, 1980'den bu yana izlediği ekonomi politikalanna devam edecek. işte bu yaklaşım, yöneticilerinin, Türkiye'yi yeni yüzyılda da geri kalmış bir ülke olarak tutmaya karariı olduklannı gösteriyor. Yöneticiler olayın farkında degiller de ondan bunlar oluyor demeyin. Gerçi ortada bayramlan birbinne ka- nştınmaya başlayan bir başbakan var, ama ülke yal- nızca başbakanla yönetilmiyor ki. Bence sorun, bilme- mek sorunu değil "bilerek yapmaya devam etmek!" Gelin bu bildikleri gelişmelere kısaca bir göz atalım. 1980'lerin başında IMF yapısal uyum programlan, "gelişme stratejilerinin' yerini alana kadar, getişmek- te olan ülketerde, bir gün kalkınmış, gelişmiş bir kapi- talist ülke olmak gibi uzun dönemli bir hedef. bu he- defin arkasında bir dönüşüm, değişim, kalkınma paradigması vardı. O dönemde, hükümet polıtıkala- nnı. kalkınma stratejleri bağlamında değeriendirmek, istikrariı sürdürülebilir ekonomik büyüme, gelir dağıtımı, dengeli ekonomik yapı, ulusal bağımsız- lık vb. gibi ölçutlerie, diğer bir deyişle ülkede yaşayan nüfusun büyük çogunluğunun ekonomik ve siyasi ya- şamında yapacağı değişiklıkler bağlamında irdelemek ve eteştinmek olasrydı. Devietin görevi bu gelişmeyi dü- zenlemek, en azından sınrflar üstü, tarafsız ve adil gö- rünmeye, toplurnsal bütünlüğü korumaya azami dik- katetmekrj. Bu paradigma, IMF programlannın, diğer adıyla "VVashington Consensus" denen yaklaşımın yaşa- ma geçmesiyte gündemden kalktı. Bundan sonra bir ülkenin ekonominin işleyışinde, ülke içindeki demok- ratik halkçı dinamiklerin değil, uluslararası mali piya- salann, kredi kaynaklannın istekleriyle, uyumluluk de- recesi geçerli ölçütier durumuna geldi. Devlet buna gö- re değişti; hukuk, ahlak ve kamu alanlan piyasalaşt- nldı, parayla alınıp satılmalannın meşruluğu egemen ideolojinin ana bileşeni, salt kendi gereksinimini te- mel alarak yaşayan birey de ana hücresi oldu. Şim- di bu ekonomik ve siyasi model dünya ekonomisinin zirvelerinde bile şiddetle eleştiriliyor! Dünya Bankası Başkan Yardımcısı ve Baş Eko- nomisti Josep Stiglitz'in geçen yıl birçok kez vurgu- ladığı gibi "birçok ülke, VVashington consensus ola- rak da bilinen. liberalizasyon, özelleştirme ve sta- bilizasyon, politikalannı benımsediler, ama yine de büyümedıler. Belli ki VVashington Consensus yeteriı değil" (örneğin: 1998 Prebisch Lecture, UNCTAD, 19/9/99. Cenevre). Stiglitz'in birçok konuşmasında (örneğin VVhither Reform? Ten years of Transition Nisan 1999), aktardığım yerde tespit ettiği gibi VVas- hington Consensus son yüzyılın en belirieyici geliş- meterinden ikisinde (Rusya'da piyasa ekonomisinş geçiş girişimi, Asya -mucizesinin- krizi) tümüyle ters bir tepki yaratmış, yetersiz kalmak bir yana, yıkıcı ol- muştu. Stiglitz, geçen sene ocakta Helsinki konuşmasın- da, "VVashington tarafından dayatılan, yanlış hedef- lere yönelikpolitikalara son verilmesini' istedi "VVas- hington Consensus'u oluşturan politikalar, makro-is- tikrar ve uzun dönemli gelişme için ne yeterii ne de gerekli değildir" dedi. Stiglıtz'e göre bu politikalar "te- mei konulan ihmal ediyor, çoğu zaman yanıltıa olu- yor, can alıcı konulan gündeme bile almıyordu." Daha sonra Prebisch seminerine tekrar atrfta bulu- narak bir kez daha vurguladığı, bu Helsinki konuşma- sında Stiglitz, bugünün egemen olan yapısal uyum ve stabilizasyon anlayışının tüm bileşenlerine şiddetle sakJırdı. Enflasyona odaklanmak uzun dönemli eko- nomik büyûmeye yaran olmayan politikalar yola aç- ft..." "...llkokul eğitimı, altyapıyatınmlan, özellikie yol ve enerji kaynaklan gibi alanlara yapılan hükümetyatınm- lannda yüksek venm sağlanıyorsa, bûtçe açıklannın birsakıncasıyoktur..." "VVashington Consensus en te- mel artlamda stabilızasyonu, üretimi ve işsızliği önem- semez..." "ûzelleşmeyisavunanlarkazançlanabartır, maliyetini görmezden geliner..." "Özelleştırme olma- dan da kazanımlar elde edilebilir..." "Hükümet müda- haJesinin piyasalardan kötü olduğu varsayımı yanlış- tır..." "Kendi kendıne bırak/ldığında piyasa insan-ser- mayesi denen kaynağı sağlamakta başansız kalır..." "Hükümet inısiyatifi olmadan yeni teknolqınin üreti- mi ve benimsenmesi konusunda pek bir gelişme ol- maz..." "Liberalizasyon dogması daha iyi birmalisistem için bir araç olmaktan çıkıp kendi başına bir amaç haline geldi" diyen Stiglitz, Eylül 1999'dakı Cenevre konuş- masında ("Two Principles of the next Round. How to bring developping countries from the cold") ti- caretin serbestleştirilmesine de değindı: "Gelişmekte olan ülkelere hızla serbestleşmeleri için baskı yapılı- yor. Kaygılannı belirttiklerinde 'piyasalar işsızliği azal- br' biçiminde nutuklarla dinliyoriar... Ama yeni iş ola- naklan, işlerini kaybedenleri kapsayacak bir hızda oluşmuyor, çoğu durumda işlerini kaybeden işçiler herhangi bir sosyal güvenlikten yoksunlar..." Bunlar, dünya ekonomisinde kapitalizmin gelece- ği açısından kaygılananlann eleştirileri. Türkiye'yi yö- . netenler bunlan neden göz önüne almıyoriar? Bunun cevabı bence "aslında kımi temsıl edıyoriar" sorusun- dayatıyor. . • •-• 24 ülke ve 230'dan fazla uluslararası kuruluşun katıldığı IDEF Türkiye '99 Fuarı Cumhurbaşkanı tarafından açıldı Demirel: Caydırmak için sflatdanıyoruz İfade özgürlüğü ihlal edildi AÎHM'den Türkiye'ye tazminat cezası • Fuann açılış konuşmasını yapan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, savaş için kullanılan silahlann artık banş için kullanılacağını belirterek "Yani silahlar bundan sonra savaş sanayiinin mamulleri değil, savunma sanayiinin hizmetinde olacaktır" dedi. zenlenen IDEF '99 fuan, dün Türkkuşu tesislerinde açıldı. Cumhurbaşkanı De- mirel'in açılış konuşmasını yaptığı töre- ne Başbakan Vekili DevletBahçeii, Genel- kurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıv- nkoglu, TBMM Başkanı Yıldınm Akbu- lut, Milli Savunma Bakanı Sebahattin Çakmakoğlu, kuvvet komutanlan. üst dü- zey generaller ve çok sayıda yabancı as- keri temsilci katıldı. Demirel, yaptığı açılış konuşmasında, savaş için kullanılan silahlann artık banş ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Uluslararası Savunma Sanayii, Havacılık ve Denizcilik Fuan (IDEF) Türkiye '99 Fuan dün açıldı. 24 ülke ve 230'dan faz- la uluslararası kuruluşun katıldığı fuan açan Cumhurbaşkanı Süleyman DemireL Türkiye'nin, savunma sanayiini bölgesel tehditlere karşı caydıncı olması için kul- landığı belirtti. Savunma sanayii alanındaki teknolojik gelişmelerin sunulması ve ülkelerin ürün- lerini pazarlamasma yönelik olarak dü- için kullanılacağını belirterek "Yani si- lahlar bundan sonra savaş sanayiinin ma- mulleri değil. savunma sanayiinin hizme- tinde olacakür. Caydırıcıhk terimi, insa- noğlunun orta\a ko> duğu en önemli kav- ramlardan birisini ifade ediyor. Silahlar savaşmak için değü, savaşmamak için var" dedi. Türkiye Cumhuriyeti'nin kııruldu- ğu günden bu yana caydıncılık özelliği sa- yesinde banş içinde yaşadığını anlatan Demirel şu görüşleri iletti: "Atatürk, 'Elde edilmesi mümkün ol- mayan hedeflere yönehnek maceradır' di- yor. Maceralardan kurtulmanuı yolu yine sUahh giıcü savunma gücünii elde turrnak- br. Bugün yine yans şeklinde olmasa bile kontroUü biçimde uluslararası banşa hiz- met edecek her ülkenin silahlı gücü me\- cuttur. Savunma sanayii, bir ülkenin vük- sek sanayi gficünün eseridir. Yani sanayi- leşmeyi başaramamış ülkelerin savunma sanayii olamaz. Türkiye'nin güzel bir sa- vunma sanayii vardır. Çünkü Türkiye,ge- çen 75 sene zarfinda bir tannı toplumu ol- maktan bir sanayi toplumu haline geuniş- tir. Ve bunun neticesi olarak da bir savun- ma sanayii kurmuştur. Türkiye'nin silah- lı gücü, savunma sanayii hepsi cay dıncdık içindir, bölgemizde banşı korumak içindir. dünyadaki banşa hizmetetmekiçindir. Bu da Bosna-Hersek. Kosova ve Somali gibi çeşHh' yerlerde görülmüştür." Konuşmalann ardından Demirel, fu- ann açılışını yaptı ve bazı firmalann standlannda incelemelerde bulundu. ABD'nın General Dynamics firmasının ürettiği ve Savunma Sanayii Müsteşarlı- ğı'nın açtığı tank ihalesinde yer alan "Ab- raham" tankının üstünde poz veren De- mirel, daha sonra Türk Havacılık ve Uzay Sanayii (TAI) standında yetkililerden bil- gialdı. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) 25 yılda 150 milyar dolarlık modernizasyon programından pay kapmaya çahşan ulus- lararası firmalar IDEF"te boy gösteriyor- lar. Fuarda en çok ilgi çeken ürünler, TSK'nin yakın gelecekteki en önemli iha- leleri olan taarruz helikopterleri ile tank- lar oldu. Akrobasi timi Türk Yıldızla- n'nın gösterileri de izleyicilerden büyük alkış aldı. Milli Savunma Bakanlığı'nın desteğinde, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni Güçlendirme Vakfı'nın yönetim ve so- rumluluğundaaçılanIDEF'99,1 Ekim'e kadar Etimesgut Türkkuşu Tesisleri'nde gezilebilecek. STRASBOURG (AA) - Avrupa Insan Haklan Mahkemesi'nde görülen bir davada Türkiye, "ifade özgürlüğünü ihlal ettiği'' gerekçesiyle suçlu bulunularak maddi tazminat ödemeye mahkûm edildi. Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi'ne şikâyet başvurusunda bulunan yayıncı Ünsal Oztürk, yazar M. Nitaat Behram tarafından kaleme alınan "Hayatın Tanıkhgında- İşkencede Ülümün Gûncesi" adlı kitabı 1988 yılmda yayımladığı gerekçesiyle Türkiye'de yargılandığım ve kitabın toplatıldığım belirtmişti. Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi, Türkiye'nin İnsan Haklan Sözleşmesi'nin ifade özgürlüğü hakkıyla ilgili 10'uncu maddesinin ihlal edildiği görüşüne vararak Öztürk'e maddi kayıplan için 10b<n dolar, diğer masra/lar için 20 bin Fransız Frangı maddi tazminat ödenmesini kararlaştırdı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle