Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
26 MAYIS 1999 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA
17
Eğindir'in
doktoru
Isparta'nın Eğirdir
ilçesine bağlı Tepeli
köyünün sağlık ocağı
doktoru Mehmet
Çelik, geçen ay önce
kendi odasının
duvanndaki Atatürk
fotoğrafını alıp bahçe
duvannda parçalamış
sonra Eğirdir
Belediyesi'nde
belediye doktoru
olarak çalışan eşi
Şükran Çelik'in
odasındaki Atatürk
fotoğrafını camdan
fıriatıp atmıştı.
Nurculuğun kurucusu
Kürt Sait'in ruhunun
fazla dolaştığı
yöredeki bu olay
üzerine
- gözaltına alınan
Dr. Mehmet
Çelik'in
psikolojik sorunlan
otduğu açıklanıp
serbest bırakılmış ve
hakkında soruşturma
başlatıldığı
bildirilmişti. Aradan
bir ay geçti,
soruşturmanın
sonunda ne olduğu
henüz belli değil.
Daha en başta
"psikolojik" sorunlar
gündeme getirildiğine
göre doktorun
"siyasi" sorunlannın
ortaya çıkmayacağı
belli gibi. Ancak,
doktorun "psikolojik"
sorunları gerçek ise o
zaman vatandaşın
sağlığı nasıl
korunacak!
Elektronik posta: som@posta.cufnhuriyetcom.tr Tel: 0.212.512 05 05 Faks: 0.212.512 44 97
- Eski eserler
özelleştiriliyormuş...
"Yakında tarihi de
satacaklar!"
S
:
I on yıllarda yetiştirilmiş en değerli, en de-
mokrat, en kıymetli, en düşünür yazarlar-
dan ve ABD vatandaşı türbancı Merve Ka-
ı ' vakçı'nın şahsında kendi kıyafetini kendi
giyme özgürlüğü savunucularından Etyen Mah-
çupyan, Köln'deki toplantılarında başı açık iki genç
kıza tahammül edemeyen yobazlar gibi sinirlerine
hâkim olamamış.
Kendi kıyafetini kendisi giyen "bazı laik"leri, akıl
ve ruh sağlığını koruyabilen arkadaşlarıyla birlikte Si-
vil Haklar Inisiyatifi'nde birleştirip bütünleştiren ve
böylece laik kesimin çatır çatır bölündüğünü müj-
deleyen Etyen Mahçupyan, oniki günlük bir intikal
süresinden sonra bendenize yanıt vermiş:
"Deniz Som adlı biri, inisiyatif üyelerinden 'kendi
kıyafetini kendisi giyen laikler' olarak söz etmeyi
besbelli bir aşağılama sanmış. Ama ben hiç yadır-
gamadım, çünkü Deniz Som'un kendi kıyafetini ken-
disi giymediği çok belli. Hatta üzerindeki tüm giy-
Şüphe
sileri çıkartsaydık geriye bir şey kalır mıydı şüphe-
liyım. Bay Som çamur atmaya kalkmış ama kolu-
nun gücü ancak kendisini pisletmeye yetmiş. Ama
dertlenmesine gerek yok; zaten üstü başı o halde
ki pek fark edilmiyor."
Etyen Mahçupyan'ı şüphelerinden kurtarmak her
şeyden önce bir insanlık görevidir. Geriye ne kaldı-
ğını görüp şüphelerinden kurtulması için kendisini
davet ediyor ve gelişini dört gözle bekliyorum...
Mahçupyan, Radikal'de kendisine verilen köşe-
de dünkü yazısına gazetecilik üzerine ahkam kese-
rek başlamış, sonra sözü bendenize getirmiş.
Gazetecilikle ilgisi olmayan Etyen Mahçupyan,
Türkiye'de yetiştirilmiş en düşünür yazar sıfatıyla
bu ülkede ünlenmenin yollarını iyi bilir:
Televoleye ya da mahkemeye çıkmak.
Hele Türk Ceza Yasası'nın 159. maddesinden da-
va açıldı mı yeme de yanında yat.
Devletin ve kurumlarının manevi şahsiyetini ale-
nen tahkir ve tezyif etmek savıyla 159'dan sanık
sandalyesine oturunca Avrupa'dan Amerika'ya ka-
dar bütün dünyaya poz ve demeç verme fırsatını ya-
kalarsınız! Kuzey Kutbu'ndan bile destek gelir...
Devletin gerçek gazetecilerden hoşlanmadığı sa-
vıyla yola çıkıp bendenizi gazeteciliği devlet me-
murluğu sananlar kategorisinde değerlendiren Et-
yen Mahçupyan'a, şüphelerini gidermek için geldi-
ğinde reklam konusu yapılmamış 159'dan açılan
dava dosyalarımı da göstereceğime şimdiden söz
veriyorum!
Ancak bir koşulla... Çalıştığı medya grubundaki
televoleciarkadaşlarınadahaberversin. Ki, şüphe-
lerinden kurtulurken çekilecek görüntüleri ile reyting
rekorları kırıp hak ettiği şöhreti yakalasın!
SESSİZ SEDASIZ (!) NURlKURTCEBE
Yüksek Yerilim Hattı
Erdinç UTKU
Bırakın uzayı, dünyada hayat var mı!
Angarya, çay alımı dışında yasaktır!
Anayasa'nın 18. maddesinin yaş
çay alım kampanyası sırasında
yürürlükten kalktığını söylüyor
devletin çay fabrikalarında çalışan
bazı memurlar ve sözleşmeli
personel...
Anayasa'nın 18. maddesinin ilk
paragrafında şöyle deniyor:
"Hiç kimse zorla çalıştırılamaz.
Angarya yasaktır."
Angarya için sözlükler şu tanımı
getiriyor:
"Bir kişi ya da topluluğa zorla, ücret
vermeden yaptırılan iş."
Kamunun çay fabrikalarında çalışan
memurlar ve sözleşmeti personel
de şöyle diyor:
"Iklim koşullarına göre mayıs ayı
içinde açılan yaş çay kampanyası
boyunca cumartesi-pazar ve diğer
resmi tatil günlerinde çalışmaya
zorlanıyoruz.
Çalışanlar öyle koşullandırılmış ki
kimse sesini çıkartmıyor.
Günlük çalışma saati 12 saatin
altına düşmüyor ve bazen 24 saati
bulduğu oluyor.
Karşılığında da hiç bir ücret
ödenmiyor.
Yöneticilerin mantığı şu:
'Bütün yıl fazla yorulmuyorsunuz.
Kampanya döneminde çalıştığınız
süre 90 günü geçmez.
Biraz özveri gösterin.'
Yöneticiler sıcak yataklarında
yatarken nedense özveriyi
gösteren, angaryaya katlanan hep
memurlar oluyor!"
Creenpeace'in kirlilik raporu
'Akdeniz arkadan
hançerleniyor'
İstanbul Haber Servisi - Bir-
leşmiş Milletler'in Akdeniz ça-
pında. ağır metaller. tanm ilaç-
lan gibi birçok kirleticiyle ilgili
ölçümleri. bolgede b\ı maddele-
rın tehlikeli 'toksik kokteyl'
oluşturduğunu ortaya çıkardı.
Greenpeace Araştırma Labo-
ratuvan tarafından hazırlanan ra-
pora göre, Akdeniz'e dökülen
atık sular ciddi bir tehlike oluş-
turuyor. Evsel ve endüstriyel ol-
mak üzere ikiye aynlan atık su-
lar. Akdeniz'in ekosislemini doğ-
rudan etkiliyor. Ağır metal, kur-
şun ve kadmiyum kirliliğinde ilk
sırada Akdeniz geliyor. Akde-
niz"i Kuzey Denizi ve Karadeniz
takip ediyor. Raporda Akde-
niz'deki kirliliğin etkileri şöyle sı-
ralanıyor:
" Palamut, gri uskumru, ke-
fal gibi balıklarda kitlesel üre-
me bozukluklan, deniz kuşla-
rında iireme bozukluklarının
yanı sıra ölümler. Tuna ve Mı-
sır'a kadar uzanan alanda ba-
lık nüfusunu vuran bilinme-
yen hastalıklar. ton balıkları
ve sardalyaların dokularında
tehlikeli oranda civa birikimi,
toplu yunus ölümleri. birçok
kı\ı bölgesinde oksijensizleş-
mc. yoğun biçimde kirlenmiş
jzun kıyı şeritleri. insanları et-
kileyen ishal. dermatitis. kon-
jonktüvit, kolera, tifo gibi has-
talıklar."
Greenpeace Toksik Maddeler
Kampanya Sorumlusu Tolga Te-
ınuge. Akdeniz'in dünyanın en
lerinden biri olduğunu bildirdi.
Akdeniz'e kıyısı olan ülkelerde-
ki sanayi tesislerinin antmalan-
nın yetersiz olduguna dikkat ce-
ken Temuge. bazılannda da hiç
antma tesisi bulunmadığını be-
lirtti. Sanayilerdeki ağır metal
kirliliğinin yanı sıra besin tuzu ite
klor kirliliğinin de denizleri et-
kilediğini kaydeden Temuge.
"Akdeniz'de çok ciddi bir klor
kirliliği var. Klorlu bileşikler
dünyadaki kirlilikle ilgili çev-
re sorunlannın tcmcl kayna-
ğını oluşturuyorlar" dedi.
Temuge. bu kirlilik kaynakla-
nnın durdurulmaması halinde
kıyıya yakın bölgelerde ve açık
denizlerde toplu balık ölümleri
olacağını dile getirdi. Temuge, bu
balıkları tüketen insanlann da
besin zinciri yoluyla toksik mad-
delerden etkileneceklerini vur-
guladı.
Temuge. "Kültürlerin, din-
lerin doğum yeri olan Akde-
niz, insanlar tarafından arka-
dan hançerlenmiş deniz haline
geldi. İnsanlar Akdeniz'i öl-
diirdüklerinde. kendilerini de
yok etmiş olacaklar" şeklinde
konuştu.
'Romatizmal Hastalıklar Sempozyumu'
'Akdenizateşi, akraba
evliliklerinden doğuyor'
İstanbul
Haber Servisi -
Akdeniz ülke-
lerinin hastalığı
olan "ailesel
akdenizateşi",
Türkiye'de 30-40 bin kişide gö-
iilüyor. Teşhis edildigi zaman
;ontrol edilebilen hastalık, teda-
'i edilmezse öldürücü olabiliyor.
1Ü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
5ürekli Eğitim Komisyonu'nca
r
eni mezun olan hekimlere. eği-
im amacıyla. düzenlenen "Ro-
natizmal Hastalıklar" konulu
empozyum dün yapıldı. Cerrah-
ıaşa Tıp Fakültesi Iç Hastalıkla-
ı Anabilim Dalı ve Romatoloji
Jilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.
)r. Huri Özdoğan, genetik özel-
igi taşıyan hastalığın akraba ev-
iliklerinden doğan çocuklarda
aha sık görüldüğünü söyledi.
)zdoğan, Türk. Arap, Ermeni ve
'ahudi toplumlannda görülen ai-
îsel akdenizateşi hastalığının be-
rtilerini "karın ağrısı, ateş ve
öğüs ağrısı ve eklem şişliği"
larak sıraladı. Özdoğan şöyle
e\am etti:
"Ailesel akdenizateşi hasta-
ğııda. zamanla böbrekte ami-
>id denilen bir madde biriki-
ar.Bağırsak ve böbreğe çöken
bu madde zamanla böbrek yet-
mezliğinden hastanın ölümü-
ne neden olabiliyor. "Kolşisin'
etken maddeli bir ilaç böbrek-
lerde amiloid birikimini önlü-
yor. Bu nedenle hastalığı zama-
nında teşhis edebilirsek amilo-
id birikimi önlenebilir. Hasta-
lığa neden olan gen bulundu.
Önüntüzdeki yıllarda hastalık
anne karnında tespit edilebile-
cek. Tanı kovmak için 7-8 yıl
beklenmesi gerekmeyecek."
Özdoğan, hastalığın Türkıyeüe
en sık görüldüğü illerin ise Sı-
vas, Tokat, Kayseri ve Malatya ol-
duğunu söyledi. Kronik eklem
hastalığının da Türkiye'de her 10
bin çocuktan 6'sında görüldüğü-
nü ifade eden Huri Özdoğan, be-
lirtileri ise "ağrı, ateş, hareket
kısıtlılığı, büyümede gecikme
ve kilo kaybı" olarak sıraladı.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Iç Has-
talıklan Anabilim Dalı Öğretim
Üyesi Prof. Dr. Vedat Hamuryu-
dan da her yaşta ortaya çıkabilen
romatizmal hastalıkların ülke-
mizde önemli bir sağlık sorunu ol-
duğunu söyledi. Prof. Hamuryu-
dan, bu nedenle Dünya Sağlık
Teşkilatı'nın 2000-2010 yıllannı
"Kemik ve Eklem 10 Yılı" ilan
ettiğini belirtti.
KÎM KİME DUM DUMA BEHIÇAK behicak a turk.net
ÇİZGİLİK KİMtL MASARAC1
HARBİ SEMİH POROY
[•••&&) SüfA SIV5...J
r/
BULUT BEBEK NLRAYÇtFTÇt
M'aapsaydım yani ?
kökmaya rnı
TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN 26 Mayıs
NAPOLEON ITALYA KRALl
IBOS'TE SU6ON, NAPOLEON BOHAPAgIE(NAPoL.YO*İ)
MİLANO KATEDtiALİ'NPE TAÇ G/YEREK İTnLYA
KRALl OLOÜ. CkAHA ÖNCE A\/USTUİZX4 fMPAKA-
TOGLUĞU'NUN ELİNPE BuUJUAM İTW.VA'NlN
KUZ£Y K/SMf, ARALA/SINDAKİ MÜCAOELE N£-
[>ENİYi-E BiH S.ÜBEDİR. FgANSlZ yÖNETıMiNE
GEÇMİŞTİ- 18O4-'TE &SANSA TAC/NI GİYEN
NAPOLEON, Bi/S. Y/L SONGA PA İTAiyA KSALI
İLAAJ EOİLiYOeOU. 18O€ SONLAHINA DO&-
RU, AVUSTIJ/İYA'YA KAfîŞl AUSTERLIT2
ZAFEGJ KA2AN/LACAK, /TALYA K&ALLIĞl
161S'E D£ĞİN FRANSA'YA &A&LI KALA-
CAKT/e. NAPOLYON'UN tCES/M YE/JİLGİ-
SİNPBN SONSA, tUJZey imt-YA
AvuSnjRYA TOPRAtOAetNA
PANO
DENİZ KAVUKÇUOĞLU
Niçin Oradaydılar?
1980'li yıllann sonunda, Hamburg'un Veddel sem-
tinde bir süre, haftada dört saat gönüllü olarak ça-
lıştığım 'Gençlik Evi'nde ilk gün karşılaştığım görün-
tülerden, doğrusu ürkmüştüm... İlk bakışta davra-
nışlarında herhangi bir 'olağandışılık' göze çarp-
mayan Türk gençleri arasında kaynağını anlaya-
madığım bir 'şiddet' egemendi. Türk ailelerinin yo-
ğun olarak yaşadıklan bu semtte, özellikle yaşlan
14-18 arasındaki gençler için açılmış bu Gençlik
Evi'nin en kalabalık grubunu Türk çocuklan oluş-
turuyordu. Iç donanımı çocuk psikologlannın öne-
rileri doğrurtusunda, özel olarak tasarianmış iki kat-
lı yapırnn çeşitli saJonlannda masatenisi, bilardo, okey
oynayan ya da bir eğitmenin gözetiminde spor ya-
pan gençler, birden kavgaya tutuşuyoriar, birbirle-
rinin kafalannı gözlerini yanp burunlannı kınyoriar-
dı. Tanık olduğum ilk olaytarda bir 'büyük' olarak ara-
yagirmek, kavgacılar arasında 'yatıştıncı', 'uzlaştı-
ncı' bir rol üstlenmek için her davrandığımda, de-
neyimli birer 'sosyalpedagog' olan Monika ile Wotf-
gang, "Dur, bekle!" diyerek beni engellemişlerdi. Ken-
dileri de araya girmiyorlar, bekliyorlardı...
Çocuklar bir süre birbirlerini hırpalayıp yara be-
re içinde kaldıktan sonra duruluyorlar, sanki hiçbir
şey olmamışçasına, kaldıkları yerden oyunlarına
devam ediyoıiardı. Dudak patlaması, kafayanlma-
sı, kemik kınlması gibi 'acil' durumlarda VVolfgang
çocuklan arabasıyla en yakın hastaneye yetiştiriyor;
sargılar, alçılar içinde geri getiriyordu. Uzmanlık
alanlan yabancı gençlerve çocuklar' olan bu iki sos-
yal pedagogun uyguladıklan "Bırakınız, ne halleri var-
sa görsünler"! yöntemini ilk haftalarda oldukça ya-
dırgamıştm. Yine böyle bir gün, 16 yaşındaki bir Türk
çocuğunun kendi yaşındaki bir Faslı çocuğun ka-
fasında bilardo ıstakasını kırdığına tanık olunca,.
"Başlanm slzin sosyal pedagojinize!.." diyerek ba-
ğırrnaya başlamam üzerine, Monika beni üst kat-
taki yönetim odasına almış, duvardaki raflarda di-
zili klasörieri göstererek "Lütfen bunlan bir incele,
sonra konuşunız!" demişti...
Gençlik Evi'ne gelen Alman, Afgan, Boşnak, Ar-
navut, Faslı, ama büyük çoğunluğu Türk olan ço-
cuklann her biri için kişisel bilgiler, aile yapılanna iliş-
kin notlar, sosyal davranışları ve ikili ilişkilerdeki tu-
tumlan üzerine değerlendirmeler içeren özel dos-
yalar tutulmuştu. Birkaçına benim de tanık olduğum
küçüklü büyüklü kavgalarda 'öğrenilebilen neden-
leri' ile birlikte bu dosyalarda yer alıyordu. Bu dos-
yalan inceleyerek, çocuklar üzerindeyeterli bilgiye
sahip olabiliyordunuz.
Yönetim odasından çıktığımı gören Monika ya-
nımagelmiş, "A/as//?"diyesormuştu, "şimdibizian-
layabiliyor musun?" Gerçeği söylemem gerekirse,
pek anlamış sayılmazdım. O ise üsteliyordu: "Dilnot-
lannıgördün mü?" Kızın 'dilnotlan' dediği şey, dos-
yalann iç kapaklanna tutuşturulmuş, birtakım sayı
ve grafikler içeren sayfalardı. Bunlan 'es' geçtiğimi
anlayınca, "Esas bunlan okuyacaktın! Sorun bura-
dayatıyor!" deyip anlatmaya başladı... O ve VVolf-
gang, çocuklarla oynarlarken ya da çocuklar ken-
di aralannda Almanca konuşurlarken çocuklann
'sözcükdağarcığı'ru gözlemliyorlar, bunu belirli ara-
lıklarla dosyalara işliyortardı. Anadillerine ilişkin göz-
lemler içinse benim gibi gönüllülerden yararlanı-
yorlardı. Dosyalardaki değerlendirmelere göre, ço-
cuklann dağarcıklanndaki, önemli bir bölümü 'kû-
für'den ve yazılı dilde hiç kullanılmayan çeşitli 'ün-
/em'lerden oluşan sözcük sayısı 300'ü pek geçmi-
yordu. Kendilerini dilleriyle diledikleri gibi ifade ede-
meyen çocuklar en küçük bir 'çatışma'da saldırgan-
laşıyorlar, ufak itiş kakışlar birden kanlı kavgalara
dönüşüyordu. İki sosyal pedagog da 'dışandan mü-
dahale'um biryarar sağlamayacağı, tam aksine bu
tür iyi niyetli girişimlerin, kavgaya tutuşmuş taraf-
lar gözünde 'ortakbir düşman' yaratacağı, "az da
olsa var olan otoriteyi büsbütün yok edeceği", bu
durumun ise sonuçta "Gençlik Evi'nin dağılması"
anlamına geleceğini düşünüyorlardı. 'Dilyoksunu'
bu genç insanlann, kendilerini ifade edebilmek için
'bilek gücü'ne başvurmalan, -kısa erimde yapıla-
cak pek fazla bir şeyin olmadığı bu ortamda. olası
sonuçlanyla birlikte- doğaldı! Dolayısıyla, birbirle-
rinin kafasını gözünü yardıktan sonra hiçbir şey ol-
mamışçasına ilişkilerini, arkadaşlıklarını sürdürme-
lerinin de yadırganacak bir yanı yoktu!
CHP Kurultayı'nda havada uçuşan koltukları,
yumruklaşmalan, kavgalan görüp ağza alınmaya-
cak küfürleri duydukça, iki dil, iki kültür, iki kimlik
arasınasıkışmış "Veddel'li çocuklar"\ anımsadım...
Onlar, yabancısı olduklan birkültürdeyaşamaya,
kendi iradeleri dışında zorlanmışlardı. Bulundukla-
rı yer kendi tercinleri değildi. Kenetlenmiş dişleri-
ne, gerilmiş kaslanna. öfkeli gözlerine rağmen 'saf
ve 'masum'dular...
Ya CHP Kuruttayı'nı baştan sona bir 'skandal'a
çeviren 'merkez provokatörleri', 'korsan listeciler',
kottukfıriatan, şişe, çakmakatan, yumruklaşan be-
yinsizler?.. Onlan orada olmaya kim zorlamıştı? Ni-
çin oradaydılar?
Faks:0216-418 8410
BULMACA SEDAT YAŞAYAN
SOLDAN SAĞA:
1/ Herhangi bir
biçimde edini- '
len deneyımle- 2
rin vebilgilerin
toplamı. II
Özen... Büyük
erkek kardeş. 3/
Kötü, çirkin...
Kürkü değerli
yırtıcı bir hay-
\an. 4/Kuran'da
birsure... Hava-
daki su buhan. °
5/ Bir nota...
Yünden dövü-
1 2 3 4 5 6 7 8
?.ta
:.- 9
lerek yapılan kalın ve
kaba kumaş... "Saçla-
nma ak düştu/Sana —
bulamadım" (Şarkı).6/
"'Eğri büğrü, ufak te- 3
fek" ömeklerinde oldu-
ğu gibi, anlatımı güç- c
lendirmek için sesçe
benzer sözcüklerin üst
üste kullanılmasına ve-
rilen ad. II Yurdumuz- Q
da kurulmuş yirmi bir „
köy enstitüsünün biri.
8/ "Çok uzaklardan — kuşlan geçiyor'Tüyleri diken di-
ken." (B.R. Eyüboglu)... Kuzu sesi. 9/ Soy, sülale... Öz-
bekistan'ın para bırimi.
YUKARIDAJN AŞAĞIYA: 1/ Akdeniz çevresinde çok
yetişen. yapraklan güzel kokulu birbitki. 2/ Piston... Bir
gösterme sıfatı. 3/ "— Hayworth": ABD'li sinema oyun-
cusu... Kira. 4/ Yabanıl hayvan bannağı... Kahve, hin-
distancevızi, süt ve alkolden oluşan bir içki. 5/ Şarap mah-
zenı... Saç örgüsü. 6/ Sermaye. II Kerestesi dayanıklı bir
orman ağacı... Hane. 8/ Bir zekâ oyunu... Istek, arzu. 9/
" — başıma olsam şaha gedaya kul olmam Yiran olası
hanede evlat ü lyal var" (Dertli).... Ritim...