Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 5EKİM1999SAU
O L A Y L A R V E G O R U Ş L E R olay.gorus@cumhuriyet.com.tr
Yazgı ve Fırsat
Prof. Dr. Erendiz ATASU
D
okunun dayamklılık öl-
çütû, tûm ilmeklerin te-
kil sağlamlıgıdır. Tek il-
mek olsun fire verme-
ye hazırsa, örgü eninde
sonunda sökülecektir. Hiçbir yanıl-
sama sonsuza dek sürmez. Hiçbir ya-
ma örttüğü yırtığı sonsuza dek gizle-
yemez. Kopuşu, dağılmayı yazgıya
(kadere) yormak gerçekle yüzleşebi-
lecek denli büyüyememiş insanın ço-
cuksu davranışıdır. Ya da devlerin,
amansız ejderhalann, al atlı kahra-
man şehzadelerin. sonsuzca kudretli
babalann, tansıklann (mucizelerin)
büyüsüne kapıhp dalgın yaşamayı,
bilincin can acıtıcı aydınlığına yeğle-
yen çocuksu bir harkın tarihsel alış-
kanlığıdır.
17 Ağustos sabahı doğanın darbe-
sini yiyen Tûrkiye'nin kırk yamalı
dokusunda, gözlerden kolay gizlene-
meyecek kocaman bir oyuk yırtıldı.
Savas daha kötüsûnü yapamazdı. Düs-
man uçakları bu kadar geniş ve haya-
ti bir alanı bir anda yerle bir edemez-
di. On binlerce ınsanımız öldü, on
binlercesi sakatlandı. Duygularonul-
maz yaralar aldı. Ülke yasa ve agla-
tıya gömüldü. Çok büyük bir kitle
doğrudan ya da dolaylı olarak etkilen-
di. Hepimizin içi tarifsiz acılarlayan-
dı.
Ne hayat ne doğa göründüğü gibi-
dir. Katı ve hareketsiz sandığımız ci-
simlerin hücre çekirdeğinde akıllara
durgunluk veren bir parçacık hare-
ketliliği sürüp gider. tnsanın en can-
lı görûnen yanlan, ışıltılı, pınltılı saç-
lar, yumuşacık ten, ölü dokulardan
ibarettir.
Ancak. bizim gibi çocuksu toplum-
lann gûndelık yaşarruna egemen olan
yanılsama, doğanın ve yaşam-ölüm bi-
leşkesinin derin diyalektiğinden çok
farklı... Kitleleri büyûklûk, varsıllık,
gösteriş yanılsamalanna sürükleyen,
düpedüz yalan odaklannın egemen-
liğindeyiz biz!
Ne zamandan beri ve niye kapıldık
bu girdaba? Ya da aslında hep sürmüs
tarihsel alışkanlığımız niye bunca
güçlendi son on yıllarda?
Burada hepimizin bildiği şeyleri,
depremin büyûk bir faciaya dönüşme-
sine yol açan bozuk kentleşmeyi, çü-
rük^apılan sayıp dökecek değilim. Ne
de Ozal döneminde işi kolaylaşan in-
şaat kesimindeki kimilerinin (elbette
tüm kesimin değil) arazi yağması, si-
lah ve uyuşturucu mafyası şeytan üç-
genine gönüllü kıstınlmışlığından,
bunlara göz yuman rûşvetçi bürokrat-
lar kesiminden, hepimizin bildiği ve
niyeyse kımsenin kanıtlayamadığı
bağlantılardan söz etmek niyetinde-
yim. Üzerinde yazamayacak denli acı
veriyor bunlar bana.
Sorgulamak ve vurgulamak istedi-
ğim, bu haksız, bu aç gözlü, bu hain
düzene neden kapıldığımız!
Buzlu bir kış gûnü, son model ara-
basını kaldınma çekip, bol sularla yı-
kayan, boynu kıravath, bileği kalın
gümüş köstekli, bol bıyıkh, çam yar-
ması bir adama, düşüp bir yanırru kı-
rarsam, hastane masraflanmı kendi-
sinin mi karşılayacağını sormuştum.
Kereste duruşlu zatın kıh kıpırdama-
dı ve futursuzca,
- Kaderinde varsa düşersin, hanım,
dedi.
O ana kadar kaderciliğin insan te-
kini kişisel sonımluluk ve kişisel suç
kavramlanndan nasıl da uzak tutabil-
diği zihnimde böylesi berraklaşmamış-
tı. Dini inancını çoktan yitirmişlerde
bile süren kaderciliği, bunalımdan
korunma sağlamak gibi olumlu sayı-
labilecek bir işlevden ve kişisel yaşam-
da akılcı önlemleri almamak gibi
olumsuz bir diğer yandan ibaret sa-
nıyormuşum anlaşılan, garip bir saf-
lıkla! Oysa işin başkalarına zarar ve-
ren, hatta toplumsal facialara yol aça-
bilen diğer bir boyutu vardı ve karşım-
da bir 'şehir magandası' kimliğinde
somutlaşmıştı.
17 Ağustos sabahı on binlerce in-
sanımızın karşısında işte bu boyut,
deniz kumundan yoğrulmus, hiç yer-
leşime açılmaması gereken bataklık-
lara kurulmuş binalar olarak tuzaklaş-
tı! Doğa canım denizlerini lağım ve
kimyasal atık batağına çeviren, elma
bahçelerini, findıklıklan, zeytinlik-
leri, her aileye bir yazlık furyasıyla çü-
rük betona dönüştürürken içi sızla-
mamış biz, yeni moda Tûrklere öfke
mi kusuyordu? Alçak gönüllü zaman-
larda kurulmuş ve firtınadan sağlam
çıkabilmiş, güngörmüş yapılar, gözü
yükseklerdeki bizlere acıyarak mı ba-
kıyordu?
Eşi bulunmaz dindarlar Türkiye'de
yaşıyor. Felaketten plajda güneşle-
nenleri sorumlu tutmaya yeltenen gü-
dük zekâlar niçin yukardaki sorulan
sormuyorlar? Niçin saçı bitmemiş ye-
tim hakkı yiyen aç gözlü yapsatçıyı,
Bosna felaketi için toplanmış yardım-
lan hırs uğruna yağmalayan siyaset-
çiyi sorumlu tutmak akıllanna gel-
miyor dersiniz? Şehir magandasımn
bana verdiği yanıtın mantığını anım-
saym! Bütün kötü şeyler, ancak kişi-
sel kaderinizde yazıhysa başınıza ge-
lir! Kader suçlanamayacağına göre,
aracısı niçin suçlansın?
Toplumsal vicdanında suçluyu 'ka-
der kurbaru' olarak gören ve dilinde
öyle adlandıran halkımız, kökenin-
deki ümmet toplumundan yola çıkmış,
kaderciliğin yan ürünleriyle donatıl-
mış, nereye koşuyor? Nereye?
Dizginlerinden, yüzyıl sonunda hep-
ten boşalmış bir kapitalizmin firsat-
lanna! 'Birey' söylencesınin 'yüdızj-
nın pariadığı anlar'ım yakalamaya
azmetmiş insanımız, başkalanmn ca-
nına okuyarak! Ülkemiz kendi yok-
sullannın sırtına basarak acımasız ve
aç gözlü dünya pazanndan pay kap-
maya heveslenmiş! Ayıptır! Nüfusu-
nun çoğunluğu yoksulluk içinde ve-
ya smınnda yaşayan bir ülke için, ki-
mi yurttaşlan dünyanın sayıh zengin-
leri arasına katıldı diye övünmek ayıp-
tır ve abestir! Atalar sözünün konu al-
dığı, içecek ayraru olmadığı halde dö-
nemin lüks taşıtı ata binen adamın
proteinsizlikten gözleri karanr, başı
döner ve attan düşer. Dimyat'a pirin-
ce giden, evdeki beğenmediği bulgu-
ra sahip çıkamaz!
Özel girişim zihniyetinin firsatçılı-
ğıyla, geleneksel kaderciliğimizin bir-
birine cuk oturduğu noktada, 'Doğu'
ile 'Baö' arasındaki sentez girişimle-
rinin en korkunç ürünü, deyim yerin-
deyse bir 'hilkat garibesi' oluşmakta-
dır. Işte biz -Türkiye- yüzyılın ikinci
yansı boyunca, giderek hızlanan bir
tepkimeyle bu canavan üretrik.'80 dar-
besi sonuçlan ve Özal dönemi, ardm-
dan günümüzde 'küreseUeşme' diye
adlandınlan süreç tepkimeyi doruğu-
na çıkarttı ve şimdi ürettiğimiz acı
meyvelerle zehirleniyoruz. Son on
beş yılın otoyollar saltanatında dö-
şenmiş asfaltlar, kurulmuş özensiz
köprüler can alarak çöküyor!
17 Ağustos faciası bizim -Türkiye
yurttaşlannın- hiçbirimizin hiçbir yer-
de güvencede olmadığımızı, her an he-
pimizin doğal veya politık veya yan
doğal-yan politik facialara açık yaşa-
dığımızı zihinlerimize kazıdı mı?
1978 Maraş komşu kınmı, 2 Tem-
muz 1993 'te yobaz ateşinde yakılma-
lan için sekiz saat basiretsizce seyret-
tiğimiz aydmlanmızın acı sonu bilin-
cimize ne katabıldi ki... lliklerimize
işlemiş kaderciliğimizle.birtakım ters
rastlantılara yormayı yeğlediğimiz,
aslında yıllar sürmüş savsaklamala-
nn ve kasıtlann birike birike büyüdü-
ğü tasma noktasında patlayan bütün
bu felaketlerin ne kişilerin -kahplan
ne denli yüksek kamusal makamlara
yerleşmiş olursa olsun- ne toplumun
bılincine fazla bir şey katamadıgını
acıyla gözlemliyorum.
17 Ağustos büyük bir felakettir.
Ama başımıza geleceklerin en büyü-
ğü değildir. Bunu anlıyor muyuz?
Seziyoruz ve öfkeliyiz. Kime? Dev-
lete. Haklı tepkimizi söze dökme bi-
çimimiz yanlış. eksik. Talan ekono-
misinden köklenen ilkel Osmanlı em-
peryalizminin bunak kalıntılanyla ve
kapitalist sömürüye dayah 20. yüzyıl
emperyalizminin kurnaz ve acımasız
saldırganlığıyla, canım dişine takıp
mücadele etmiş kuşaklann kurduğu,
dünyanın ilk antiemperyalist cumhu-
riyetine niçin kızıyoruz? Kendine ye-
ten, onurlu, aydmlanmış bir ülke ya-
ratmaktı onun kuruculannın amacı.
Türkiye Cumhuriyeti'ni kendi ken-
disinin iri kıyım bir karikatürüne, pa-
zulan gelişmiş kafası küçük-kalmış bir
devlet taslağına dönüştürenlere, elli yıl-
dır ülkeyi biçimlendiren kaderci-fir-
satçı düzen yandaşlanna ve onlann hiz-
metindeki siyasi iktidarlara öfkele-
nelim!
17 Ağustos hepimiz için, alışık ol-
madığımız bir kişisel yaşantının, vic-
dan hesaplaşmasının başlangıcı ol-
sun. Bir kez olsun korkusuzca içimi-
ze bakalım ve kadercifırsatçı ortama
küçücük çıkarlar, değersiz övgüler,
geçersiz korkular, kısır hırslar, boş
hayaller uğruna verdiğimiz büyük
ödünlerle yüzleşelim. Bir kez olsun
içimize bakalım ve sevmektense se-
vilmeye, vennektense almaya, kapma-
ya, emektense şansa yatkın olgunlaş-
mamış kişiliklerimizle yüzleşelim.
Kişisel hamlıklanmızla, bizi yoğu-
ran, güncel fırsatçılığa sapmış kader-
ci gelenek arasındaki bire bir ilişkiyi
lütfen kavrayalım. Islam kadercili-
ğiyle kapitalist firsatçıhğın buluşma
noktasında pek çoğumuzun felaket-
ten felakete sürükleneceği gerçeğine
gözlerimizi açalım.
Toplumsalı kavramaya yönelik ki-
şisel bilinçlerimiz şasaalı anılar sabuk-
lamalanndan, gösterişli hırs masal-
lanndan, öte dünya söylencelerinden
ve başka uluslann tarihsel gelişimi-
ne imrenip öykünmelerden vazgeçe-
bilecek mi? Düşüncemiz ve eylemi-
miz bireysel, toplumsal ve tarihsel
ilişkilerin bugünü oluşturan alçakgö-
nüllü somutluğunda odaklandıkça,
kişisel ve toplumsal sentezlerimiz tu-
tarhlığa kavuşacak, yasamlanmızda-
ki yalan azalacaktır. Kaderin uyuştu-
rucu, fırsatuı azgınlaştıncı çekimin-
den kendimizi kurtarabildiğimız öl-
çüde, içinde debelendiğimiz felaket
dızgesinden uzaklaşma olasılığımız
güçlenir.
"Derslerinde kültürün her dalında dalının ko-
münizm propagandası yapması gerektiğini öğ-
rencilerine telkin etmek; Türk şiirini, mizahı,
karikatürübuaçıdanelealmak... Marksistolan-
lan övmek..."
İlk baskısı 1972'de yapılan, Server Tanil-
K'nin 'Uygartık Tarihi' adalet önünde böyle auç-
'' lanmıştı!.. Doç. Dr. ServerTanilli, kitabı yüzün-
den uzun süre yargılandı, sonunda aktandı. Is-
tanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nin şu kararty-
la:
"...öğretim üyesi olan sanığın ilmi mahiyet-
te yazdığı eserin ve ders verdiği sırada ilmi
görüşlerini açıklamasmın komünizm propa-
gandası olarak kabulune ve gene komünizmi
övme fiili olarak kabulune ımkân görülmediğin-
den aklanmasına..."
Dünyayı, olaylan, geçmişin getirip götürdük-
lerini başka' bir gözle görüp yorumlamak bir
suçmuş gibi! Manc'çı açıdan ele almak durum-
lan, kişileri, sanat ve edebiyat olaylannı... Da-
ha doğrusu sanat yaprtından topluma, insana
yararlı bir şeyler istemek, beklemek... Tanil-
li'nin kitabtnın 'suçu' bu...
EVET/HAYIR
OKTAY AKBAL
'Uygarhk Tarihi'ni Okupken...
'Uygartık Tarihi'ni ilk okuduğumda, özellikle
küttür ve edebiyat bölünnlerinde kattlmadığım
görüşlerie, kesirtlemeli yorumlarta karşılaşmış,
bir gün gazeteye geldiginde de bunu kencfişi-
ne söylemiştim. Ne var kı o günlerde Tanilli ağır
cezada bu kitapla ilgıli yargılanıyordu. Bize dü-
şen, onu savunmaktı. Bir bilim adamı, tarihin
olaylannı kendine özgü biçimde yorumlamak
özgürlüğüne sahip olmamalı mı? Neden, inan-
dığı, geçerli saydığı düşüncelere uygun yaprt-
lan övmek bir suç olsun? Bir başkası da çıkar,
tam tersi görüşleri savunur, o görüşlere göre
yaratılmış yapıtlan değerti bulamaz mı?
Tanilli sanatçıdan, yazardan birgörev bekli-
yor; içinde yaşadığı toplumun gerçeklerini gör-
mesi, yazması, bireyden çok toplumun sorun-
lannın, güncelde yaşananlann sanatta yer bul-
ması... Oysa birey de bu toplumun bir öğesi de-
ği| mi? Bireyi iç ve dış zenginliğiyle anlatarak
toplum soaınlannın çözülmesine katloda bu-
lunmak yanltş bir şey mi?
Tanilli'nin kitabındaki sanat ve edebiyatla il-
gili düşünceler, yorumlar, onun öykü alanında
en çoksevdiği, beğendiği yazann Bekir Yıldız
olmasıyla iyice ortaya çıkıyor... Resim alanın-
da da en çok tuttuğu ressam, Balaban'dır... Ama
konu Sait Faik'e ve onu izleyen öykü yazarla-
nna gelince Tanilli çok kesin, çok katı konuş-
maktadır!
Ona göre, Sabahattin Ali ile Sait Faik birbir-
lerinden ayn dünya görüşlerinesahiptirler; Sa-
rt Faik öyküleri çelişkiler toplamıdır; küçük in-
sanlar arasında bocalar, ınsanlan sınrfsal temel-
lerinden kopanp soyut bir sevgiyle yüceltir, si-
yasal iktidann baskısıyla ön plana geçmiştir
vb!
Yine Tanilli'ye göfe, Mge Karasu, Adnan Öz-
yaJçıner, Demir Özlü, Onat Kuöar, Nezihe Me-
riç, Yusuf Ablgan gibi öykücüler de Batı'nın
posasını çıkardığı tekniklerte, Türk insanını de-
ğil Batı'nın bunalan insanlannı yazmtşlardır. Oy-
sa belli bir dönemin baskılanyla bunalan bir
gençliği anlatmak neden toplum sorunlannı
anlamada, çözümler aramada önemli bir kat-
kı sayılmasın?
Evet, o duruşma günlerinde, sonra da o kor-
kunç suikast sonrasında, Tanilli'nin 1972'de
yayımlanan kitabındaki bu görüşlerini eleştir-
mek olanağını bulamamıştk. Onu savunmak ön-
de gelen bir konuydu. Ama onuncu baskısı çı-
kan bu önemli kitapta bana göre bu çok yan-
lış yorumlann yinelendiğini görünce bu konu-
daki düşüncemi belirtmekte yarar gördüm.
Gerçi kendisi de sanınm bu yanlışlığı fan< et-
miş, önsözde bunu şu sözlerie belirtiyor. "6u
arada ben de değiştim elbet, kitaptaki bazı
düşüncelerie bugün savunduklanm arasında
kimi noktalarda farklılıklar var."
KAPALI KAPILAR ARDINDA
SİYASET,EKONOMİ
VE DIŞ POLİTİKADA KONUŞULANLAR
\
HÜRRİYET GAZETESİ YAZARI
EMİN ÇÖLAŞAN
SABAH GAZETESİ YAZARI
YAVUZ DONAT
CUMHURİYET GAZFTESİ YAZARI
MUSTAFA BALBAY
Üniversite Adayları
Gelecek elinizdei
www.ntv.com.tr
BU AKŞAM
21:05
Dergi
BAYİLERDE
BASİDAV BASİSENLtLER DAYANIŞMA VE
YARDIMLAŞMA VAKFI
DUYURU
Vakfimızın II. Olağan Genel Kurulu Abdi Ipekçi Cad. No: 75 Maçkayîstanbul adresin-
deki Destek Reasürans T.A.Ş. toplantı salonunda 30 Ekim 1999 tanhinde saat 10.00'da aşa-
ğıdakı gündemle toplanacaknr. Çoğunluk sağlanamadığı takdirde ıktnci toplantı ikı gün
sonra aynı yer ve saatte yapılacakür.
Delegelenmıze duyurulur.
GÜNDEM
1. Açıhş, ~ -—;•- • • * —
2. Başkanlık Divanı'nın oluşması, ' ^
3. Saygı duruşu,
4. Vakıf Başkanı'nın açış konuşması,
5. Başkanlık DrvanTna, Genel Kunıl Tutanağı'nı imza yetkisi verilmesi,
6. Yönetim Kurulu faalıyet raporu ve denetleme kuruluraporlannınokunması ve görû-
şülmesı,
7. Yönetim denetleme kurallannın ıbrası,
8. Vakıf senet değışikliğının görüşmeye açılması ve onaylanması,
9. II. Dönem Tahminı Bütçe'nin görüşülmesi ve karara bağlanması,
10. Vakıf Genel Kurulu'nca seçilecek4 Yönetim Kurulu, 2 Denetleme Kurulu, 3 Disip-
lin Kurulu asıl ve yedek üyelerinin seçımi için aday tespiti,
11. Genel Kurulca, gelecek dönemle ilgili olarak Yönetim Kurulu'na önerilecek konu ve
çalışmalann tespiti ve karara bağlanması,
12. Vakıf Genel Kurulu'nca seçüecek 4 Yönetim Kurulu, 2 Denetleme Kurulu, 3 Disip-
lin Kurulu asil ve yedek üyelerinin seçımi,
13. Dilek ve temenniler,
14. Kapanış. Basın: 46809
PENCERE
Şeriat Istepük!..'
Üstad Cemal Kutay 90'ı devirmiş 91 'e bas-
mış!.. Pazar günü TV8'deki programını izlerken
öğrendim. Kendisi söylemese, inanamazsınız!..
Gençiik heyecanıyla konuşan bu güzel insan, ta-
ne tane sözcüklerini en değerii kehribardan yapıl-
mış tespih taneleri gibi ipek ibrişim üzerine dize-
rek nasıl da aydınlık mantığının imamesine bağlı-
yor?.. 90 yıllık geçmişin taze heyecanını nasıl sım-
sıcak bir geleceğe dönüştürüyor... Kutay yaşa-
mın gizeminı çözmüş, zamana meydan okumuş,
tarihsel bilincin kaynağından ab-ı hayatı kana ka-
na içmiş, yeni kuşaklara örnek oluşturuyor.
• •
Dincilik Türkiye'yi sardı.
Tüm dünyada 2000'e doğru bu yolda salgın
vari.. Libya'dan Sudan'a, Iran'dan Afganistan'air-
tica depremi şiddetleniyor; toplumsal rasathane-
lerde siyasetin göstergeleri kayrtlara tek tümce
olarak geçiyon
"-Şeriat isterûkL"
Dincilik salgını yeni bir şey değil, 1923 Devri-
mi'nden önce de vardı; sanmayın ki irtica yalnız
"/a*ç/"lere karşı tezgâhlanmış bir tepkidir.
Yıl 1909...
Osmanlı Devleti teokratikti...
Başta padişah vardı..
Halife vardı..
Şeyhülislam vardı..
Şeriatın "muamelat"ında geçerii koşullann ço-
ğu toplumsal yaşamı biçimlendiriyor; koca, kan-
sını boşamak istediği an ne diyordu:
"-Boşo/L"
Beş harften oluşan iki sözcük şeriata göre ye-
teriiydi; ama bütün bunlar şeriatçılara yeterii de-
ğildi. 31 Mart isyanı bu yüzden çıktı. Yobazlar Der-
saadet'in altını üstüne getirdiler; kelle avcılığına çı-
kıp can aldılar. Cemal Kutay'ın bu konuya ilişkin
kitabında belgelendiğıne göre 31 Martçılar'ın is-
tekleri özetle şöyle vurgulanıyordu:
"Şeriatın uygulanması!.."
31 Mart'ın başını çeken "Vo//can"yazan Derviş
Vahdeti, isyanı "herkesin hissiyat-ı diniyesi gale-
yana geldi" diye açıklıyordu. Bir başka Volkan ya-
zan, Ahmet Rasim Efendi, kız lisesi kurulması-
nın şeriata aykın olduğu görüşünü dile getiriyor-
du.
Şeriatçılığın sonu yoktur!
Olsaydı, Afganıstan'da Müslümanlarta Müslü-
manlann dipsiz kiler boş ambar savaşı bir ömür
boyu sürebilir miydi?.. 31 Mart isyanının elebaşı-
lanndan birine Saray'ın Mabeyn Başkâtibi Ali Ce-
vat'ın (Açıkalın) verdiği yanrt ilginçtir:
"Hoca Efendi, biz bu kadar ümmet-i Muham-
met, şimdiye kadar dinsiz miydik?." (Bir Geri Dö-
nüş'ün Mirası, s. 421, Cemal Kutay)
Osmanlı bile mürteciye göre yeterince şeriatçı
değildi; bugün aynı oyun sürüyor, laik Cumhuri-
yetçi yurttaş, bir şeriatçının gözünde zındığın ta
kendisidir; "laikçi"d\r o, defteri dürülmelidir. Üs-
telik 31 Mart'tan bu yana mürtecinin hedefi de de-
ğişmedi...
Nedir o hedef?..
Ordu'yu ele geçirmek!..
Şeriatçı -namı diğer mürteci- Ordu'yu ele geçir-
diği gün, şimdi demokrasi adına irticanın yanında
yer alarak dincilikle işbıriiği yapan enteller dizleri-
ni dövecekler; ama, -Iran'daki gibi- iş işten geç-
mişolacak!..
Doksan yıllık yaşam birikiminin imbiğinden çek-
tiği laik Cumhuriyet bilincini her pazar öğle saat-
lerinde topluma heyecanla aşılayan Cemal Kutay'ı
izlemek bir mutluluk...
IzleyinL
Kabilemizi Assos'ta kurduk.
Denizden mangala, her öğün balık!
Özel teknemızle çapari turlân, dılersenız trekking.
Guneş, deniz, sız ve biz .
EylüJ 1999 -.2000 1 kîsi T.P. 8.00O.0OO.7t,
İHabiUİ
MOTEL BALIK LOKAMTASI
, Balatartı Ktyl, Sûtûct Koyu Tet: 0286 723 46 02 GSM' OS32 663 34 95
Sevgili Sedat,
Seni seviyoruz
ve özlüyoruz.
TÜREL AİLESİ
CATERING ve
TÜM ZİYAFET
ORGANİZASYONU\RINIZ
ÇOK SEÇENEK, ÖZEN,
KALİTE İLE HAZIRLANIR
VE SUNULUR.
Tel.: O.212 657 32 85
ŞİŞIİ 5. ASLtYE HUKUK
MAHKEMESt'NDEN
Sayı: 1998/300
Davacı Halime Karataş vekili tarafından davalı
Mehmet Karataş aleyhine açılan boşanma davasında;
Oruç Reis Mah. 577 Sok. No: 23/3 Esenler Istanbul
adresinde mukim davalı Mehmet Karataş'a tebligat ya-
pılamamış, emniyetçe yapılan araştırmada adresinde
tespıt edilememiş olduğundan davalı Mehmet Kara-
taş'ın duruşmanın atılı bırakıldığı 23.11.1999 günü sa-
at 10.00'da mahkememız duruşma salonunda hazır bu-
lunması veya kendisini bir vekil ile temsil ettirmesı,
mazeretsiz olarak daruşmaya gehnedığı takdirde yok-
luğunda cereyan eden işlemlere ıtiraz edemeyeceği hu-
susu, davetiye ile kaım olmak üzere ılanen tebliğ olu-
nur. 24.09.1999. Basın: 45302