21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 EYLÜL 1998 ÇARŞAMI 12 KULTUR 55. ULUSLARARASI VENEDİK FİLM FESTÎVALİ Dünyane kadarküçük... VECDJ SAYAR \"ENEDİK - Dünyanın en eski film festivalı Venedık. Felice Laudadio'nun yönetımınde sıkı bır programla çıktı sinema dünyasının karşısına. Program- da 57'sı dünya prömıyen olan 80 ko- nulu fılm. 20 kısa film ve 20 \ ideo fil- mi ve ilk kez bır "Film Pazan" yeralı- yor. Çok sayıda ustanın yanı sıra yeni isimlere de yer \eren programda şu ana dek Venedik'te karşımıza çıkan en gü- zel siirpnz bır Türk yönetmeninin im- zasını taşıyor. Almanya'da sinema oku- yan ve ılk filmi ıse San Sebasöan 'da ödül kazanan YılmazArslan henüz otuz ya- şındaçiçeğı bumundabiryönetmen. Ve- nedik'te yarışma dışı bölümde izledi- ğimız "Yara"da, Alman kültürü ile Türk kültürü arasında sıkışmış üçün- cü kuşağın kımlık sorununu irdelıyor. Ve pek çok yönetmenimizin ele aldığı bu konu>a "içerden" ve taze bir bakış getirerek seyirciyi etkilemeyi başanyor. 'Yara' için beş yü mücadele Almanva'da yaşayan babasından ve Türkiye'de yenıden evlenmiş annesin- den ayn. amcasının evinde yaşamak zorunda kalan ve >eniden çocukluğu- nu geçırdiği Almanya'ya gitmek özle- mi ile yanıp tutuşan % e ev den kaçan Hül- ya'nın öyküsünü anlatıyor yönetmen. Bu kaçış sırasında türlü sorunlarla kar- şılaşan. bu arada tımarhaneye kapatı- lan genç kadının seçimini "vatan ha- inliği'" ile suçlayanlar, hatta filmin Al- manya'ya yaranmak için yapıldığını söyleyenler çıkacaktır. Kanımca, ya- kından tanıdıgı insanların dünyasını anlatırken. duygulannı a sansürsüz"bir biçimde yansıtabilmesi yönetmen için olumlu bir puan. Genç yetenek Yelda Reynaud'nun büyük birbaşan ılecanlandırdığı Hül- ya'nın u seçim"ını tartışmak yerine. onu bu seçime yönelten gerçekleri tartışmak çok daha doğru olmaz mı? Belli ki. tı- marhaneyi bir metafor olarak kullanı- yor Arslan. Haklı mı. haksız mı oldu- ğunu tartışmak yerine, düşüncesiru "na- sıT aktardığını tartışmakta yarar var. Üstelik, Almanya ile Türkiye ara- sında seçim yapmak durumunda ka- lan gençlenmizden yüzde kaçı ülkesi- ni tercih ediyor acaba? Hele bir de söz konusu genç kadın. üikesinde annesi da- enedik'te karşımıza çıkan en güzel sürpriz "Yara"da, yönetmen Yılmaz Arslan, Alman kültürü ile Türk kültürü arasında sıkışmış üçüncü kuşağın kımlik sorununu irdeliyor. Jurgen Jurges'in görüntülerinin, Rabih Abu Khalil'in müziğinin yanı sıra Yelda Reynaud'yla çok iyi bir diyalog kuran Nur Sürer'in usta işi oyunculuğunun altını çizmek gerekli. hil hemen herkes tarafindan dışlanmış- sa ve başından bir de tımarhane dene- yimi geçmişse, bu seçimini nasıl yadır- gayabiliriz? Arslan'ın gerek Türkiye'yi ve Türk insanını, gerekse Almanya'yi ve Al- man ınsanını betimlerken klişelerden kaçınmaya çalıştığı, bunu da büyük öl- çüde başardığı söylenebilir. Polislerin, doktorlann hiçbiri "kötü" insanlar de- ğil, sorun tümüyle baskıcı olan sıste- min kendisinde diyor yönetmen (Bu arada yönetmeni hiç tanımadığımızı, kendisi ile karşılaşma fırsatı olursa onun düşüncelerinı de aynca yansıt- maya çalışacağımızı belirtelim). Festival kataloğundakı kısa metin- de, "Şeytanla dans etmeye ve gizlice ge- linini baştan çıkannaya çahştun" diye açıklıyor çabasını Arslan. "Yara">ı çekmek için beş yıllık bır mücadele verdiğini anlattıktan sonra, "Keşkeben de başkalan gibi dünyanın bir köşesin- de kravatütülemeyi başarabilsey dim!" diyor. Filmi yapma gerekçesini ıse ^an- larüğı insanlara duyduğu büyûk sev- gi" ile açıklıyor. Evet, filmden kahra- manımızı ve çe\Tesindeki insanlan se- verek çıkıyoruz. Bu yüzden Türk düş- manı bır fılm değıl bu. Tam tersine ü)- kesi için kaygı duyan, yüreği sevgi do- lu bir genç insanm filmi. Kuşkusuz, bazı zaaflan da var filmin. Örneğin, düş -daha doğrusu kâbus- sahneleri (Ah, bu Türk yönetmenlerin düş sahnelerine duyduklan zaafl) hiç olmasaydı filmin bütünlüğü çok daha sağlam olurdu. Sonra, tımarhane bölü- münün gereksiz biçimde uzun tutul- ması... Ama, genelde başanlı bir film "Yara"; söyleyecek sözü olan, duyar- lı bir film ve belki de en önemlisı Ars- lan'ın sinema dilinin yetkinligı. Yılmaz Arslan'ın başansında. Jur- gen Jurges'ın görüntülerinin, Rabih Abu Khalil'in müziğinin yanı sıra tüm oyuncu kadrosunun da payı büyük. Yrf- da Reynaud'yla çok iyi bir diyalog ku- ran Nur Sürer'in usta işi oyunculuğu- nun altını çizmem gerekli. Füsun De- mirel, Özay Fecht, HaHI Ergün. Nec- mettin Çobanoğlu da bu başanlı takı- mın diğer üyeleri. Bu ısimierin hepsi de uluslararası projelerde sıkça rol ve- rilen, uluslararası film piyasasına "aşi- na" yüzler. Türk sinemasının dünyaya açılımı, zor koşullar altında olsa da sü- rüyor. Bu süreçte, Almanya'da yetişen genç yönetmenJerimizin önemlı bır rol üstleneceğinin işaretleri görülmeye baş- landı. Umanm, piyasamız onlan dış- lamak yerine, bağnna basmayı seçer... "Yara"nın en güzel sahnelerinden birinde, karşısına çıkan kukJa(cı), "Dün- ya ne kadar büyük" dıye sorar Hül- ya'ya. O da ellerini açarak, "Bu kadar" diye işaret eder. "Hayır" der kukla, "Dünya aslında şu benim içine sıgdığım çanta kadar küçük..." Yaşam bir yolculuktur Bizim için en güzel sürpriz "Yara" idi ama, kuşkusuz daha iyi filmler de Jzledik Venedik'te. Örnsşğin, yıllann.. eskitemediği "bir sinemâcı Eric Roh- mer'in "Sonbahar Masalı". Kanımca şu ana dek izlediğimiz en başanlı film. Her zamanki gibi genç, taptaze bir si- nema, yepyeni yüzler, yaşamın kendi kadar gerçek karakterler ve inandıncı ilişkiler... Rohmer, yaşama, aşka inan- cını sürdürüyor. Kahramanlan gene yalnız kadmlar, yalnız erkekler. Ozel- İikJe de, hayatlannın sonbahanna yak- laşan. ama yürekleri hâlâ kıpır kıpır in- saniar... Bıtip tükenmek bilmeyen aşk arayışlan, düş kınklıklan, yeni heye- canlar... "Yaşam bir yolculuktur" diyor Roh- mer ve büfün zorlukianna karşm aşkı aramaktan vazgeçmemeyi öğütlüyor ınsanlara. Filmin son tümcesi, filmin ve belki de Rohmer'in tüm filmografisinin öze- ti: "İyi yolculuklar çocuklar!" Sinema sanatında yalınJıgı bu dere- ce yetkin biçimde kullanan, gerçekli- ğe bu derece yaklaşabilen sinemacıla- nn sayısı ne kadar azdır. Yaşamı, tüm hafifliği, tüm güzelligi içinde yakalı- yor yönetmen. Bir kelebeğin kanatla- nnı tutarcasına, incitmeden, sevgiyle. fşte, "has* sinema... Iran'dan bir dost, Muhsin Makmal- baf da bir ucundan yakalamaya çalışı- yor yaşamı. "SessJzlik", yönetmenin en iyilerinden bin degilse de, gene de güzel bir film. Kör bir çocugun gözle- rinden dünyayı anlatıyor Makmalbaf. Mekân olarak, Tacikistan'ın küçük bir kentini seçmiş bu kez. Belki de, daha çok pratik nedenlerle. Iran'da anlatama- yacagı bazı şeyleri orada daha kolay an- latıyor. KahramanımızHurşit'in karşı- sına aşk şarkılan söyleyen bir müzis- yen çıkar bir gün. Ondan çok etkilenen Hurşit, izini kaybettigi bu müzisyenin peşinden gider. Ya da, kendi "iç se- si"ninpeşinden... Öyküyü anlatmanın fazla bir anlamı yok, çünkü her zamanki gibi görsel bir şiirMakmaJbaf'ın filmi. Ama, sanki bi- raz aceleye gelmiş bir şiir. Keşke, se- naryo üzerinde daha çok çalışabilsey- di. Gene de, Iran toplumu -ve belki onu örnek almayı düşleyenler- için önem- li şeyler söylüyor Makmalbaf. Dün'e ya da yann'a takılmaksızın, bugünü yaşamanın öneminden söz açıyor. İn- sanların tüm bekJentilerinin ölümden sonraki yaşama kilitlendiği bir toplu- ma Hayyam'ın sözcüklen ile sesleni- yor:" Dünyada en önemli şey >-aşamdır. Ve yaşam, şimdiki zaman dcmekrir". 'Cumhuriyet 'in bilge mimarı' Prof. Sedad Hakkı Eldem 7 10yıl önceyitirmiştik... Mimarlıkta 'ulusalkimliğin'direnişçisiydi OKTAY EKTJVCİ • Cumhuriyet'in "Batı Uygarlığı" ile olan yakınlaşmasını mimarhk alanına da "ulusal kültüre bağlı bir aydınlanma bilinci içinde" taşıma mücadelesi veren Sedad Hakkı Eldem, 7 Eylül 1988'de öldüğünde sadece bir bilge hoca olarak değil, tarihsel birikimlere saygının çağdaş yorumcusu olarak da zengin bir birikimi bizlere armağan etmişti... hoca olmanın çok ötesıne taşıyan ve O'na hemen her yönüyle bir "yol gösterici" ve "esin kayna- ğı" kimligiyle bütünleşmiş "bil- ge" bir mimar-düşünür özelligı kazandıran sanatçı kişiliginin te- melinde, hiç kuşkusuz derin bir "yurt sevgisi'' ve köklü bir "aj- dinlanma bilinci" vardı. Yurt sevgisi, bu toprakJarda v e özellikle de çok sevdigi İstan- bui'da tarihten gelen zengin uy- garlık kazanımlannm "çağdaş Türkiye mimariığına'' da evren- sel bir saygınlık ve güçlü bir "ulu- sal karakter" olarak yansıtılma- sı yönündeki ısrarlı ve bilimsel çabalannın bir anlamda maya- sıydı. Aydınlanma bilinci ise tarihe Cumhuriyefin 75. yılı nedeniy- le düzenlenen etkinliklerin yo- ğunlaştığıbirdönemde 1923 son- rası mimarlığımızın tarüşınasız en önemli ısimlennden Sedad Hak- kı Eldem i de 10. ölüm yıldönü- münde anıvoruz. Hem bızim ku- şağın hem de "hocalanmızın ho- cası"olan Prof. Sedad H. Eldem. 7 Eylül 1988 günü 80 yaşınday- ken aramızdan aynldığvnda, "uhı- sal mimarhk kavgamızın" tarihe geçen çaba ve birikimlerini de yine bizlere \e gelecek kuşakla- ra eşi bulunmaz bir "kültür aa- raa" olarak bırakmıştı... Sedad Hakkı Eldem'i herhan- gi bir mimar ya da herhangi bir Yıl 1986, Arahk avı... Sedad Bey, ölümünden kısa bir süre önce, eündekalemiyleçahşma masasında™ (Fotoğraf: UĞ LJR G UNYUZ) olan bu kültür bağlılıgı içinde O'nu "tutucu" olmaktan kurta- nyor ve geçmişe gözü kapalı bir biçimde öykünmek yenne. aynı geçmişın sanat ve yaratıcılık de- gerlerine sahip çıkarak geleceği de kimlikli ve kişilikli kılma > ö- nünde bu degerleri "bilimsd bir birikime" dönüştürmeyi sağlı- yordu... Nitekim. henüz iki yıllık genç bir mimarlık asistanıyken. daha 1934% ıhnda GüzelSanaüar Aka- demisi'nde başlattığı "Milli Mi- mari Semineri'* çalışmalannın amacı da işte bu duygu ve düşün- celeri)le belirlenmişti. "Cum- huriyet Türkiyesi", çağdaş uy- garlığı yakalayabilmek için "Ba- n"nın felsefe, bilım ve hukuk alanındaki ilerlemelerini de ku- caklamak çabası içindeydi. Ne var ki bu çabalar özellikle kültür, sanat ve mimarlıkta Türkiye'nin zengin tarihinden gelen birikim- lerini yadsıyan ve ulusal kimli- ği yok edicı bir "Ban taklitçüigi- ne"asla yol açmamalıydı. Zaten aynı Batı da kendi özgün deger- Ierini "koruyarak" uygarlık ala- nındaki gelişmesıni bir tür "kül- türel güvenceye" bağlamamış mıydı?.. Sedad Hakkı Eldem'in işte bu tarihsel çabası. ilerleyen yıllarda Türkiye'ye ne jazık ki dal budak salan ve hatta egemen olan "kül- tür yoksunu rantyapılaşmasma" karşı Cumhuriyet'ın aydınlan- macı ılkelerinin mimariık ala- nındaki "direnişine" dönüştü. Birçok öğrencisi ve O'ndan et- kilenen birçok mimar bu direni- şe kendi duyarlılık ölçüleri için- de katılmış olsalar bile, ülkeyi Boğaziçi'nin hüzünlü sevdalısıydı... 19O8'de tstanbul'da doğan Sedad H. Eldem, diplomat olan babası Atişanza- de fsmail Hakkı Bey'in görevleri nede- niyle ilk v e orta öğrenimini Cenevre ve Münih'te yaptı. Türk müzeciliğinin ön- deri Osman Hamdi Bey dayısıydı ve yeğeni Sedad'ı kendi kurmuş olduğu Sanayi-i Nefîse Mektebi'nin (sonraki Güzel Sanatlar Akademisi ve şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) Mimarhk Bölümü'nde okumaya teşvik etmişti. 1924'te girdigi bu okuldan 1928'de bi- rincilikle mezun olan S. H. Eldem, Pa- ris ve Beriin'de ilk mesleki pratikierini yaşadıktan sonra Ankara'da Cumhuri- yet döneminin ilk yapılanru tasarlayan mimar Mongeri'nin yanında çalıştı. 1932'de asistan olarak girdiği Akade- rrü'de de 1934'te "Milli Minıari Semi- neri"ni başlattı ve 1978"de emekli olun- caya dek aynı çizgide hocahğını sür- dürdü... 1983 te Kültür Bakanhğı Büyük Sa- nat Ödülü'nü alan Sedad H. Eldem özel- likle Boğaziçi konusunda hem çok du- yarlıydı hem de Boğazici'ndeki tarih- sel geçmişi belgeleyen en önemli kay- nak kitaplan bizlere kazandırdı. Bunlar- dan "Bc^aziçi YahJan'' adlı kitabın yi- ne Sedad H. Eldem'in imzasuıı taşıyan şu "önsözü" de daha 1979yıhndan bu- günleri görebilen bir Istanbul sevdah- sınınadeta "de^şendünva" karşısında- ki serzenişlerini yansıtıyor: "tstanbul'da büyük biryerleşme akt- mı şehircilik dengesini altüst etti; bun- dan Boğaz da etkilendi. Zevksiz, oranttsız, gelir getirici ve Sedad H. Eldem, Boğaziçfndeki 1980'lerde başlayan bu görüntûleri 1970'lerde görmüş ve kitabının önsözüyle uyarmtşû... spekülatifyapüarm yanı sıra Boğaz 'a bakan bütün sırtvetepelereyaydmışge- cekondular kalan son yeşillikleri de yok etmeye başladı. Bunlardan başka kent hayatma tama- men yabancı bir tabakanın yerleşmesi arta kalan pek az şeyi deyıkıpyok etti. Politikyapı buyıkımın durdurulma- sınayardımcı olamadu Tam tersinege- cekondu denilen konutlarsiyasiyaünm konusu haline dönüştürüldü. Ne bir kültürkuruluşu, neplanlama. ne de ida- ri merci bufelaketi önleyecek veya sı- mrlayacak kudreti bulamadu Önümüzdekiyıllardabirkaçthariç ço- ğu yalıların yok olacaklannı tahmin etmek zor değildir. Baştboş birşehiries- me neticesinde Boğaziçi 'ninyalüarın- dan başka bütün eski köy ve SİTgö- rüntülerini de kaybedeceği kesindir. Böylece biricik ve efsanevigüzelligi ile dünya tarih ve literatüründe yer almış olan Boğaziçi sadece bir hatıradan iba- ret kalacaktır." Sedad H. ELDEM Boğaziçi Anılan, 1979 giderek "imar yağmasırun" ba- tağına saplayan politikalar, ta- rihten esinlenmek şöyle dursun, kültür mirası niteliğindeki yapı- lann bileyıkılarak yerine kimlik- siz ve kişiliksiz (Batı 'da da örne- ği hiç olmayan) apartmanlann dikilmesini "çağdaşlaşma" (!) söylemiyle topluma yutturmaya başladılar. Düşünün ki yine Sedad Hak- kı Eldem'in Dolmabahçe Sara- yı arkasındaki tarihi bahçeyi yıl- larca süsleyen ünlü "TaşhkKah- >esi" binası da işte böylesine gö- zünü rant bürümüş bir sözde mo- dern mimarhk ürünü olan Swiss Otel'in inşa edilebilmesi için yı- kılmıştı. Unkapanı-Saraçhane arasında, Atarürk Bulvan üze- rinde •'ZevTekevieriyte" mükem- mel bir peyzaj bütünselligi ve kültürel uyum gösterecek biçim- de tasarladığı "SSKİhtiyarnkSi- gortaa BinalarT da egerj 986 "da- kı Ağa Han Mimarlık Ödülü 'nü almasaydı. belki de şu özelleştir- me salgını içinde üzerine kat çı- kılabirir, hattadaha yüksek birbi- na dikmek için yeni projeler bi- le gündeme getirilebilirdi... Prof. Doğan Kuban, ölümü- nün 7. yılı nedeniyle 7 Eylül 1995 tarihli Cıımhuriyet'te yayımla- nan yazısında Sedad H. Eldem için şunu vurgulamış: "O'nu iz- Ievenlerin içinde hocalannın dü- zeyineerişen olduğunu henüz gör- nıedim. Kuşkusuz bu, artık tü- müyle defişmiş bir dünyada ya- şamamızuı sonucu da oiabilir..." İşte bu "tümüyle değişmiş" dünya. birbakıma Cumhuriyet" in o ilk coşkulu yıllanndaki ulusal değerlere ve ülke zenginlikleri- ne bağlılık bilincinin giderek "terk edildiği'' ve Türkiye'yi ko- rumanın değil, talan etmenin "ge- lişme" (!) kabul edilmeye baş- landığı şu son dönemleri tanım- lamıyormu?.. Belki de aynı nedenle Cum- huriyefin 75. yılı için her türlü parlak gösteriyı yapmayı marifet sayanlar, bu 75 yılın "kimlikli ve onurlu bir mimarükla" yaşan- ması yönünde bütün ömrünü ver- miş Sedad Hakkı Eldem'i artık akıllarına bile getirmiyorlar. O'nun bıraktığı yapıtlar, araştır- malar, yayınlar ve "gelenek" ise 20. yûzyîl tarihınde tıpkı kendi- si gibi ağırbaşlı ve duygulu say- falar olarak yenni alıyor... DEFNE GOLGES TURGAY FİŞEKÇİ Öğretmenler Kimi zaman, oradan buradan, şairierimizin yt şamöykülerine dönüp bakıyorum. Çoğunun yaşj mında, öğrenim yıllanndaki kimi öğretmenlerin ta lirteyici bir yer tuttuğunu görüyorum. Sanki biryeraltı suyu gibi genç insanın içinde al makta olan -ve belki de hep öyle kalacak- o şi duygusunu, hayatı ve yazını tanıyan biröğretme çekip günyüzüne çıkarıveriyor. Anımsadıklarımı sıralayayım burada: Ahmet Hamdi Tanpınar, Ortıan Veli ve Okta Rifat'ın Ankara Lisesi'nde; Halit Fahri Ozansos Melih Cevdet Anday'ın Kadıköy Ortaokulu'nda Zeki Ömer Defne, Rrfat llgaz'ın Cide Ortaoku lu'nda, Ahmet Kutsi Tecer, Cahit Külebi'nin Sı vas Lisesi'nde; Hasan Tannkut, Arif Damar'ın Ye nikapı Ortaokulu'nda, Sabahattin Kudret Aksal Metin Eloğlu'nun Üsküdar Sultantepe Ortaoku lu'nda... Vedat Günyol ve Rauf Mutluayın Taksim Ata- türk Lisesi'nde; Behçet Necatigil'in Kabataş Li- sesi ve Istanbul Eğitim Enstitüsü'nde yıllar boyu yetiştirdikleri yüzlerce aydın öğrencı... Bir de yazarlara da öğretmenlık ettiklerini söy- leyebileceğimiz Nurullah Ataç, Sabahattin Eyu- boğlu, Arif Dino gibi yazın dünyamızın ululan var. Onların yanından geçip de, dünyanızın değişme- mesi, başka bir insan olmamanız neredeyse ola- naksız. Ataç yaşadığı sürece ne düşündüğü ilgiy- le izlenen, ağzının içine bakılan biri oldu. Sabahattin Eyuböğlu, çevresinde öyle bir yapı kurdu ki, kendini geri çekip başkalarını çalışmaya, üretmeye özendirdi. Yıllar boyu ekin ve yazın dün- yamızdan çeşitli kimseler her pazartesi akşamı onun evinde buluştular. Ürünler, düşünceler pay- laşıldı, geliştirildi, çoğaltıldı. Ölümünden sonra bu toplantılar sürdürülmeye çalışılsa da, yöneticisi ol- mayan bir senfoni orkestrası gibi işlevsizleşip da- ğıldı. Arif Dino'nun etkisini anlamak için YaşarKemal Kendini Anlatıyor adlı kitaba bakmak yeter. Bu büyük yazanmızın yetişmesindeki payı yadsınacak gibi değil. Doğrusu bugün elim kalem tutuyorsa, bunu, or- taöğrenim yıllannda bizlere okuma yazma sevgi- si aşılayan yazın öğretmenlerim Gönül Ağabe- yoğlu ile Sevinç Eryaşar'a borçluyum. Günümüzde öğretmenlerle öğrenciler arasında artık yazınsal ilişkilere rastlanmıyor. Üniversite gi- riş sınav testlerinde başanlı olabilmek ortaöğreni- min tek ereği durumuna geldi. Bunun sonucunda üniversiteler dünyadan habersiz öğrencilerle dol- du. Yüksek öğrenimdeki kültür dersleri düzeyi düş- tü. 1980'lerden bu yana öğretmenlerin kötü eğitil- meleri, sağ siyasal hareketlerin militanlan olmala- n için her şey yapıldı. Bugünün öğretmeni bir yan- dan siyasal baskıların, ötede yüz kızartıcı gelir dü- zeyiyle yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Ama öğretmenlik sıradan bir uğraş değildir. Nasıl bir hekim, en olağanüstü koşullarda insan sağljğı için çalışmaya yeminliyse, öğretmen de" bulunduğu yere aydınlıft ğötüren insandır. Işığıyla' 1 hem kendini hem çevresini aydınlatacaktır. Baş- ka türlü öğretmen olunamaz. öğretmen de, günümüzün yoz değerlerini iyice yüklenmiş toplumun bir parçası olur, yaşamın an- lamını yalnızca tüketim tutkusunda bulursa, gele- cek için umutlu olmaya olanak kalmaz. Günümüz öğretmeni, kişiliğini, görevini ve top- lumsal sorumluluğunu bir kez daha sorgulamalı- dır. Forbes, eğlence dünyasmın milyoneplerini belirledi • kültür Servisi - Forbes dergisi, eglence ve sanat dünyasında yılın en çok kazanan isimlerinin listesini yayımladı. Derginin yıllık olarak yayımladığı İistede, geçen yılın birincisi film yönetmeni Stephen Spielberg üçüncü sıraya düşerken birinci sıraya. 225 mılyon dolarlık geliriyle ABD'li komedyen ve televizyon yıldızı Jerry Seinfeld yükseldi. Birçok ünlü yıldızın yer aldığı İistede rock'ın efsanevi grubu Rolling Stones 57 milyon dolarla 12. sıradan 9. sıraya yükselirken. genç yıldız Leonardo Di Caprio 37 milyon, Julia Roberts da 28 mılyon dolarlık gelirleriyle geçen yıl giremedikleri "en zengin 40" listesinde. alt basamaklarda da olsa, yer aldılar. James Cameron 115 milyon dolarla beşınci, Celin Dion 55 milyon dolarla on ikinci, Kevin Costner da 41 milyon dolarla yirmi sekizinci sırada yer aldı. Köy Enstitiileri tiyatroda • Kümlr Servisi - Kocaeli Bölge Tiyatrosu (KBT), Mehmet Ba^aran'ın Köy Enstitüleri'nin yok oluşunu konu alan 'Oğrermenimiz Acıya Sürgün' adlı eserini tiyatroya uyarladı. Sahne gerisi de dahil olmak üzere toplam 12 kişinin görev aldığı oyunun müzik danışmanlıgını. Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nden mezun olan müzik öğretmeni Ahmet Akyol yapıyor. Mehmet Başaran'ın da Izmit'e gelerek, çalışmalannı izleyeceği oyun, Köy Enstıtüleri'ni sahneye taşıyan ilk oyun olma özelliğini de taşıyor. K Ü L T Ü R # Ç İ Z Î K K Â M İ L M A S A R A C I
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle