Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 7 AĞUSTOS 1998 CUMA
12 KULTUR
Bavyera Radyosu'nun düzenlediği beste yanşması 'Musica Viva 98'de ikinci olan Özkan Manav:
Gençlerîn besteleri seslendirilmeli
NURDAN CİHA1SŞÜMUL
Bavyera Radyosu'nun BM Wnin des-
teğiyle düzenlediği 'Musica Viva 1998'
kompozisyon yanşmasında ıkincilık ödü-
lünü Ozkan Manav 'Sforzandi' (vurgu-
lar) adlı yapıtıyla aldı. Manav, aynı ya-
pıtıyla bu yı! ikincisi düzenlenen Nejat
Eczacıbaşı Ulusal Beste Yanşması'nda
da birincilik ödülünü Hasan Uçarsu ile
paylaşmıştı.
Manav, müzık eğitimine ortaokul yıl-
larında Hürya Saydam'dan aldığı piyano
dersleriylebaşladı. Sanatçının kompozis-
yon yeteneğini de Saydam keşfetmişti.
Manav, 1984 yılında Mimar Sınan Ünı-
versitesı Devlet Konservatuvan Kompo-
zisyon Bölümü'negırdi. Konservatuvar-
da. Erçivan Sa\dam. Adnan Saygun ve
Afşar Timuçin lc çalıştı. 1991 yılında
okuldan nıezun olduktan sonrada İlhan
l'smanbaş'la kompozisyon üzerine yük-
sek lisans ve sanatta yeterlilik çalışma-
lan yaptı. Aynı yıl Mimar Sinan Üniver-
sitesi Devlet Konservatuvan'na araştır-
ma görevlisi olarak atanan Özkan Ma-
nav, Boston Üniversitesi'ndeki doktora
çalışmalarını Lukas Foss ve Marjorie
Merryman ile sürdürüyor.
'Yanşmalar adeta zorunluluk'
Özkan Manav. Bavyera Radyosu'nun
düzenlediği yanşma ile ilgili ilk bilgile-
ri Hollanda'dabir vakfın yayımladığı bir
bültenden almış. Bunun üzerine kendi-
sine Nejat Eczacıbaşı ödülünü getiren
Sforzandı adlı yapıtı üzerinde bazı değı-
'şiltlikleryaparak katılmışyarışmaya. Ya-
rışmanın ödül töreni 16 Ekım'de gerçek-
leşecek. Bavyera Senfoni Orkestrası da
önümüzdeki sezon sanatçının yapıtını
seslendirecek.
Genç besteci 2. Nejat Eczacıbaşı Ulu-
sal Beste Yanşmasında birincilik ödülü-
nü paylaştığı Hasan Uçarsu ile Adnan Say-
gun'un kompozisyon sınıfından arka-
daş. Çağdaş müzik dünyasındaki genç
bestecilerin ve yapıtlann çok olmasından
dolayı yarışmalann adeta bir zorunluluk
. lk yapıtım
da dahil olmak
üzere
yapıtlanmın
hiçbirinin ilk
seslendirilmesi
Türkiye'de
yapılmadı.
Türk hocalarla
çahştım ve
Türkiye'de
yetiştim. Ama
seslendirilme
aşamasına
gelindiğinde şu
ya da bu
nedenle bir
takım engeller
kanşısında
kahyoruz.
haline geldiğini belirtiyor: "Yanşmalar,
eserierin seçilmesi ve seslendirilmesi için
bir zorunluluk gibi ortaya çıloyor. Çok sa-
yıda eser ve besteci olduğu için orkestra-
İar \e çeşitli kurumlar bu tür yanşmalar-
la belli savida eseri ön plana çıkarmaya
çalışıyoriar. Genç bir bestecinin Bavyera
Senfoni Orkestrası düzeyindeki toplu-
iuklara kendi başına başvurup da olum-
lu bir sonuç alması çok küçük bir olası-
lık. Yanşma dışında bu eseri göndermiş
olsaydım. şansım çok az olurdu. Bu tür
kurumlar seslendirecekleri \apıtın beste-
cisinin kariyerini göz önünde bulunduru-
yorlar. Ancak vine de \ansmalann son
noktada eserin niteliği üzerinde söz sahi-
biolduğunu düşünmüyonım. Enindeso-
'EBavyera Senfoni
Orkestrası'na
yanşma dışında
gönderseydim,
şansım çok az
olurdu. Bu tür
kurumlar
seslendirecekleri
yapıtın
bestecisinin
kariyerini göz
önünde
bulunduruyorlar.
Ancak yine de
yanşmalann
eserin niteliği
üzerinde söz
sahibi olduğunu
düşünmüyonım.
nunda yapırJannız toplumun beğenisine
sunulacak. Ödüllere bir sistem sorunu
olarak bakmak gerek belki de."
Özkan Manav. Türkiye'de de durumun
aynı olmasından yakınarak yenı kuşak
bestecilerin fazla destek görmedigini ve
bu konudaki en büyük desteğin Nejat
Eczacıbaşı Ulusal Beste Yarışması ol-
duğunu söylüyor.
Manav 'ın ilk kez. bundan 8-9 yıl ön-
ce yazdığı 'Şinfonietta' adlı yapıtı ses-
lendirilmiş. Önce Moldavya'da seslendi-
rilen yapıt daha sonra Cemal Reşit Rey
Konser Salonu'nda dinleyicilerin beğe-
nisine sunulmuştu. Manav. yapıtlannın
hiçbirinin ilk seslendirilmesinin Türki-
ye'de yapılmamasına üzülüyor:
"tlk yapıtım da dahil olmak üzere ya-
pıüanmın hiçbirinin ilk seslendirilmesi
Türki)e'de j apılnıadı. Bu. ö> le ö\ ünerek
söylevebtleceğim bir durum değil. Türk
hocalarla çalıştim ve Türkiye'de vetiştim.
Ama seslendirilme aşamasına gelindiğin-
de şu ya da bu nedenle bir takım engel-
ler kanşısında kahyoruz. Ancak bundan
sonrası için birtakım umutverici gelişnie-
ler var."
Çağdaş müzik için mücadele
Önümüzdeki aralık ayında Açık Rad-
yo'nun desteğiyle Çağdaş Müzik Festi-
vali yapılması planlanıyor. Bu kapsam-
da. 6O'lı kuşak bestecilennin yapıtlan
seslendirilecek. Özkan Manav. bu etkın-
lık sayesinde genç bestecilerin yapıtla-
nnın seslendirilmesinin umut verici ol-
duğunu söylüyor.
Ozkan Manav'ın bundan sonra da ki-
şisel olarak mücadelesıni vermeyi dü-
şündüğü projeleri var. Bunlardan birisi
İstanbul'da 15-20 kişiden oluşan bir Çağ-
daş Müzik Topluluğu kurmak: "Bu,de-
ğişik kadrolarla değişik çalgı gruplan-
nın >*er alacağı bir toplulukolacak. Bu pro-
jeyeçevremdeki arkadaşlanm. hocalarve
sanatçılar da destek verivor. Bu savede M-
zim kuşağın ve bizden önceki kuşağın
seslendirilmemiş, yapıtlannı seslendirme
olanağımız olacak. Ne yazık Id ilk Türk
beşlerinin de benüz hiç seslendirümemis
yapıtlan bulunuyor."
Sanatçının birdiğerprojesi de konser-
vatuvaröğrencilerinin yapıtlannı seslen-
dirmek üzere öğrencilerden oluşan bir
topluluk oluşturmak: "EğJtimimizfe ilgi-
li en önemli eksikkrden biri de bu. Bu-
rada sanaönın zirvesine gelmis besteci ve
eğitimcilerieçahşbm ama mezun otona dek
hiç bir eserimin sesiendirilmesini duyama-
dım. 1991 > ılında seslenduikti ilk yapıtım.
Eserierin sıcağı sıcağına seslendirilmesi-
nin çok öğretici bir yanı var genç besteci-
ler için. Yazmanızın üzerinden çok geç-
meden seslendirilmesi gerekiyor."
Yurtdışındaki genç bestecilerin ola-
naklannın daha fazla olduğunu belirtiyor
Manav: "vurtdışjnda canlı bir ortam ys-
şanıyor. Yurtdışındaki genç bestecierin ya-
pıtlan kav dedüiyor. > ayımlanr>w. Türki-
ye'de de önce rapıtlar seslendirilerek uyan-
dıracağı ilgiyegöre, kayıtiaryapılabiiir,no-
ta yayınevi kurulabilir. tlhan L'sman-
baş'ın,CengizTanç'ın,MuammerSun'un
bile birçok güçlüklerle mücadele ettiğini
saıuyorum. Bizden önce geien kuşaklar da
sorunlar yaşadı" dıye anlatıyor.
Yurtdışındaki birçok orkestranm bes-
tecilere eserler ısmarladığından söz eden
Özkan Manav. "Türkiye'de bizden önce-
ki bestecilere böyle bir şey yapılmadı.
Bundan sonra böyle bir şey başlar mı bfl-
nüvorum" dedı.
Trakya-Bitinya ve Blzans eserleri
Tarih Arkeoloji
Müzesi'nde canlandı
KültürServisi-lstanbul Arke-
olojı Müzesı'nın hazırlıklarını
ikı yıldır sürdürdüğü 'Istanbul
Çev re Kültürleri Trakya-Bitinya
veBizans' bölümünün açılışı dün
Kültür Bakanı İstemihan Taİay'ın
katılımıyla gerçekleşti. tstanbul
Arkeoloji Müzesi'nde geçen yıl
açılan "ÇağlarBmıı İstanbul' ser-
gısınin ardından açılan bölümde
Elaios eserieri, Pe-
rinthos Anıtı. Bo-
layırTümülüsKa-
pısı, Vize Tümülü-
sü'nünmezaroda-
sı. VezirhanveAşa-
nevAelsteUeri.me-
zaranıtlan.tümülüs
bulantulan, kabart-
ma ve heykeller
sergilenecek. Ga-
ranti Bankası'nın
sponsorluğunda
gerçekleştirilen ser-
gisürekli olarak iz-
leyicilere sunula-
cak.
Açılan iki yeni
sergileme salonun-
dan ılkmde Trakya-
Bıtanya Sergileme-
si ile Istanbul'un
çe.Te kültürleri tanı-
tıhyor. Arkaik Dö-
, nem'den Roma Dev-
JriSonuna kadar olan (IÖ 7. yy -
* IS 4. yy) süreyi kapsayan sergi-
Jemede salona girişten itibaren
< sağda Bıtınya. solda Trakya ol-
s mak üzere kültür belgelen kro-
«nolojık bir düzenleme içinde kar-
' şılıklı olarak yer alıyor. Trakya
5 Sergilemesi 'nde sadece Türkiye
l Trakyası'nda bulunmuş Yunan-
,* Roma dönemi eserleri yer alıyor.
J Ancak Türkiye dışında birkaç
buluntu da kültür birlikteliğini
vurgulamak amacıyla alınmış
sergiye.
tkinci sergi salonunda ise Do-
Azize Eudokia tkonu
ğu ile Batı arasında bir köprü
oluşturan bın yıllık Bizans uygar-
lığının kalıntılarının değerlendi-
rilip sunulduğu Bizans Sergile-
mesi yer alıyor. Büyük eserlerin
açıkta, küçük objelerin ise vit-
rin içinde sunulduğu sergileme
kronolojık bir aynm içinde bı-
limsel, eğitsel ve tematik bir bi-
çimde düzenlenmiş. Sergide ay-
rıca, Khalkedon,
Bolu-Göynük, Hı-
dırşıhlar Tümülü-
sü, Tersiye Tümü-
lüsübuluntulanıle
t.Ö.3-l.S.3.yüz-
yıllara ait çeşitli
stellervelahitpar-
çalanna da yer ve-
rilecek. Nikome-
dia(Izmit)veCla-
udıopolis (Bolu)
eserlen de bölge-
nin Roma dönemi-
ne ait iki önemli
merkezininbulun-
tulan olarak izle-
yicilere sunuluyor.
'istanbul Çevre
kültürlen Trakya-
Bitinya ve Bizans'
bölümünün açılı-
şında İstanbul Ar-
keoloji Müzesi Mü-
dürii Alpay Pasinli
ve Garanti Bankası Genel Müdü-
rü Akın Öngör'ün ardından söz
alan Kültür Bakanı İstemihan Ta-
lay sponsorluk hizmetlerinin yüz-
de beş oranında vergiden kesil-
mesinin sağlayacağı katkılan vur-
gularken. Kültür Bakanlığı'nın
müzeciliğin gelişimi konusun-
daki aityapı çalışmalanru da açık-
ladı. Yeni düzenlemelere göre
belediyelerin müze gelirlerinden
aldıklan pay yüzde kırktan yüz-
debeşe, Maliyebakanlığı'nın al-
dığı pay da yüzde yirmıden yüz-
de ona indirilecek.
Iris Murdoch, Alzheimer hastalığı nedeniyle artıkyazdıklannı anımsayamıyor
Yiürilen bilinç, keşfedilengerçek
Kühür Servisi - tngiliz ulusal
bilincinin büyülü kâhını, Iris
Murdoch... Çapraşık akıl gü-
cüyle, yazdığı 26 romanda fel-
sefenin katılığım \e ınsan bilin-
cinin dönemeçlerini hiç zorlan-
maksızın kuşatan Murdoch şim-
di başka bir dünyada, Alzhe-
imer'in bilinmeyen dünyasında
soluk alıyor. Olaganüstü güçle-
ri gitgide çarçur olurken, o bu-
gün her zamankınden daha gi-
zemlibir figür...
Böylesine parlak bir ateşin
sönmesi. insan yazgısının acı-
masızlığını anımsatıy or ister is-
temez. Kuşağının en büyük ro-
mancılanndan biri olan Mur-
doch'un, nerede olduğunu, ne
yazdığını bile anımsayamadığı-
nı öğrenmek, derin bir sessizli-
ğe sürüklüyorbizleri. Prof. John
Bayley ise, eşi Murdoch'a itha-
fen yazdığı ağıtta. yaşanan bu
kolektif üzüntüyü hafifletmeye
çahşıyor. Bayley. 'gerçek Iris'in.
karakterinin koruyucu perdesin-
den sıynlıp asıl şimdi ortaya çık-
tığını söylüyor.
'Yolculukçoktanbittr
Yabıızhğın paylaşıldığı 53 yıl-
lık evliliğin ardından, bugün bir-
birlerine biraz daha yakınlaştık-
lanru belirtiyor Bayley: "Iriska-
ranlığa yelken açmıyor. Yolcu-
luk çoktan bttti ve o,Aizheimer'in
karanlığı eşliğinde bir yerlere
vardL Şimdi ben de o yerdeyim.".
Bayley, New Yorker'da yayım-
lanan makalesinde. Murdoch 'ta
kendisini çeken ilk şeyin 'tüm-
den bir cinsel çekicih'k yokluğu'
olduğunu söylüyor: "Hiçbirka-
dınsı cazibeve sahip olmadığın-
dan. kesinlikle erkeklerin ilgisi-
ni çekmez gibi görünüyordu".
Oysaki klasik ölçülerde bir
güzelliği olmamasına karşın
Murdoch, Mona Lisa'yı andı-
ran gülüşü ve entelektüelliğini
yansıtan mavi gözleriyle Ox-
ford'da birçok kadın ve erkeğin
kalbini çalmıştı.
Bayley ve Murdoch'un ilk ran-
devulan 1954 yılında gerçekleş-
ti. Bayley' in 26 yaşında bir çay-
lak olduğu o günlerde, Murdoch
34 yaşında bir öğretim üyesiydi
\e söylentileregöre deOxford'da
herkesâşıktıona: "Oldukça dol-
gun ve sevimliydi. Sarı saçlan
vardı ve üst kısmı \ üctıdu saran.
etekleri bol bir elbise gjymişti.".
Bayley'e göre yalnız erkek
Kazanovalann değıl, bayan aka-
demisyenlerin de ilgı odağıydı
Murdoch. 1950'lerde tanıştığı
feminist Brigid Brophy, her za-
man arkadaşlıktan fazlasını is-
tedi ondan. Murdoch ise
Brophy"le bir araya gelip kitap-
lar üzerine konuşmaktan büyük
keyif alıyordu sadece.
Murdoch'u, Bayley'in Ox-
ford'daki odasına ve kollarına
akıl gücüyle, yazdığı 26 romanda
felsefenin katılığım ve insan bilincinin
dönemeçlerini hiç zorlanmaksızın kuşatan Iris
Murdoch şimdi başka bir dünyada, Alzheimer'in
bilinmeyen dünyasında soluk alıyor.
sürükleyen dürtü, çok eskilere
dayanıyordu. Daha sonra yaptı-
ğı açıklamalarda belirttiği gibi.
kendisini roman yazmaya iten
şey de, ailenin tek çocuğu ola-
rak düşsel bir kardeş arayışına
düşmesiydi.
ilk aşkı sümüklü böcek
Murdoch 1938 yılında Somer-
ville'de üstün yetenekler sınıfı-
naalındı. Sıradışı kişiliğiyle dik-
kat çekiyordu. Erkek arkadaşı
Frank Thompson'ın etkisiyle
Komünist Parti'ye katıldı. Daha
sonra Bulgaristan'da öldürülen
Frank. barış yanlısı tarihçi E.P.
Thompson'ın kardeşiydi.
Murdoch savaş başladığında
dev let hazinesinde çalışıyordu.
Burada bir ya da iki evlenme
teklifi aldı. O günlerde cinsel
ilişki kurmanın kabul görür yo-
lu buydu.
1996da *Onlar,çokhoşlandı-
ğım tatlı genç adamlardı" satır-
larıyla o günlere gönderme ya-
pıyordu Murdoch, "Amaonlara
âşık ohnadun. Bir tanesi, evlili-
ğin güvenü bir yatak demek ol-
duğunu. çünkü kendisi öldükten
sonra onun emekli maaşını ala-
bileceğimi söylemişti bana. Ruh-
lanmızı yüceitmek için onunla
birlikte oldum. Sonra zavallı
adam gerçekten de öldü. Derin-
den üzülmüştüm. Ama yine de
ilk aşkım o değüdi."
Var olan tüm hayranlanna kar-
şın Murdoch, Bayley'in "O bir
dişi değildi ve böyle bir çekicili-
ği de yoktu" sözlenne kanıt ola-
bilecek bir tutum içersindeydi.
İlk aşkının, 4 yaşındayken bah-
çede bulduğu bir sümüklü böcek
olduğunu söylemişti. Büyük ola-
sılıkla sıradışı hormonlara sa-
hipti. Bir kız okulunda öğren-
ciydi. Ergenlikdönemindegüç-
lü istekleri olmadı hiç.
Somerville yıllannda da yaşıt-
lanna benzemeyeçahşmadı: "Sa-
runm vücudunıda hâlâ österojen
eksikligi vardı. Komünist Par-
ti'de yoldaşlar arasında sürege-
len düzenli ilişkilere karşın genç
adamlann tekliflerine rahatlık-
ladirenebiliyordum.". Murdoch,
savaştan sonra bir iki ciddi iliş-
ki yaşadığını itiraf etti, ancak bu
ilişkilerde de aşk yoktu.
1946 yılında Birleşik Devlet-
ler'de eğitim görmesini sağlaya-
cak bir burs kazandı, ancak Ko-
münist partiyle olan ilişkileri,
Murdoch'un bu macerayı yaşa-
masma engel oldu. Avusturya
ve Belçika'da, yerlennden edil-
miş insanlann İcaldığı kamplar-
da Birleşmiş Milletler adına ça-
lıştı. Bu dönemde matematikçi
romancı Raymond Queneau ve
varoluşçulann peygamberi Je-
an-Paul Sartre ile dost oldu.
Savaş sonrası yıllarda Nobel
ödüllü dâhi Elias Canetti ile de
yakınlaştı. Hiçbirzaman sevgi-
h olmadılar, ama bazılanna gö-
re Murdoch fena halde âşıktı Ca-
netti'ye. Murdoch ise bu ilişki-
leri şöyle açıklıyordu: "Onlara
hayrandım, akılve kişiliklerine-.
Orüardan bir şeyler öğrenmek
hem bir ihtiyaç. hem de bir ar-
zuydu benim için."
Bayley'in sonsuz desteğt
Bayley ve Murdoch, kusursuz
bir evlilikleri olduğunu düşün-
dülerhep. Bayley, kitaplannı ya-
zabilmesi için eksiksiz bir or-
tam ve duygusal güvenlik sağ-
lıyordu Murdoch'a. Yazarlıgı-
nın ve yaratıcılığının en verim-
li dönemlerini yaşadı böylelik-
le. 'Çan', 'Kesik Bir Baş' gibi
kitaplannı 1960'lardayazdı. Bo-
oker ödüllü kitabı 'The Sea, The
Sea' ise 1970'lerde yayımlandı.
Daha sonra gelen 'Ateş veGüneş'
kısa sürede best-seller oldu.
Bazı çevreler tarafından, üst sı-
nıftan insanlann öyküsünü an-
latmakla, kitaplannın çok uzun
ve disiplinsiz olduğu gerekçe-
leriyle eleştirildi. Ancak Mur-
doch bu eleştirilere, "Kötü bir
göriiş, Patagonv-a'dayağmur yağ-
masından biledaha önemsizdir"
sözleriyle yanıt verdi. Son kita-
bı 'Jackson'sDflemma' 1995 yı-
luıda yayımlandı.
Murdoch'a göre bir roman,
"her şeyin" ifade edilebildiği de-
vasa ve harika bir yer olmalıy-
dı. Yine de kendisini hep ikinci
sınıf bir yazar olarak tanımladı.
" Benim derdim, mükemmel ol-
mak degil'' diyordu, "Ben ikin-
ci sıradayun,Jane Austen, Henry
James, Tolstoy gibi tannlar ara-
sında degil."
Fantastik bir dünyada, bir ya-
nı lsamalar dünyasında yaşadı-
ğımıza ve yaşamdaki en harika
görevimizin gerçeği bulmak ol-
duğuna ınandı hep. Eşi Bayley
ise, şimdi o anın gelip çattığını
söylüyor. Eğer bu doğruysa,
Murdoch-Bayley çifti en büyük
felsefî bulmacayı çözdü demek-
tir.
YAZIODASI
SELtM İLERİ
Sanatkârca Yaşamak...
Televizyonda, radyoda, gazetede, dergide sık sık
karşımıza çıkıyor: Sanatçılıkla, sanatla uzak yakın iliş-
kisi olmayan bir hanım, bir bey, ille 'sanatçı' srfatıyla
anılmakta...
Bakıyorsunuz, olmayan sesiyle yıllar yılı şarkıcı ge-
çinmiş o hanım ya da o bey bilgiççe sözler söylerken
televizyon ekranının tam altından bir saydam şerit ge-
çiyor ve önce bir ad, adın tanıtımı da 'sanatçı' sözcü-
flü-
Türkçe Sözlük'e başvurmaya ne dersiniz?
Sözlük, 'sanaf'ın Arapça'dan geidiğini saptıyor. İlk
anlamı 'zanaat1a karşılamış.
Zanaat, hep biliyoruz, el uzluğu, el ustalığı isteyen
birçaba. Bazı maddigereksinimleri karşılıyorama, sa-
nattan büsbütün uzak değil. lyi bir marangozculuk ça-
lışmasının emeğinde sanat nasıl hissolunmaz? Bakır,
demir, ahşap... Ustanın eli değmiş. Gören göz bir an-
da kavrar...
Sözlük, öteki 'sanat'ı şöyle tanımlamış:
"Güzellik karşısında duyulan heyecan ve hayranlığ
uyandırmak için insanın kullandığı yaratacılık."
Sözlügün göndermesi 'güzel sanatlar'a:
"Edebiyat, müzik, resim, heykel, mımarlık, tiyatrog
bi insanda heyecan ve hayranlık uyandıran sanatlar."
Bu durumda 'sanatçı': "Sanatkollanndanbirindeba-
şan gösteren kimse." Sözlük, 'başan' üzerinde duru-
yor.
Birzamanlar, sanatkâr yerine sanatçı denmeye baş-
landığında, eski dile bağlı kışılerden itiraz gelmişti. Ha-
tırlryorum, "Nediro sanatçı, zerzevatçı gibi.." diyorlar-
dı.
Böyle derken iyi düzenlenmiş bir manav camekânı-
nın güzel bir natürmort coşkusu yarattığını, yaratabi-
leceğini akıllanndan geçirmiyorlar, zerzevatçıyı ille sa-
nat dışı bırakıyorlardı.
Tezgâhlarda yeşil salata-kırmızı turp-limon üçlüsü ba-
zen öyle yan yana getırilmiştır kı durup dakıkalarca
bakmak istenm. Bazen sonbahar meyveleri, nann ya-
nında kestane, kestanenin yanında ilk mandalın. Ba-
zen yaz sebzeleri, kış sebzelerı. demet demet pırasa,
tül tül dereotu, bir çiçek gibi karnabahar...
Herhalde televizyonlarda boy gösteren hanımlardan
ve beylerden daha yakın sanata.
Dünya sanat tarihine eğildiğimizde 'sanatkâr haya-
tı"y\a da yüzyüze geliriz. Sıkıntıdan sıkıntıya savrulmuş
hayatlar, çekilmiş denn acılar, mahkûmıyet gibi kuşa-
nılmış yalnızhklar söz konusudur.
Bizim kültürümüzde ise her şeyden önce alçakgö-
nüllülük başı çekiyor. Eserine ımza atmaktan özellikle
kaçınan, herkesten biri olarak kalmayı tercih ediyor, seç-
kinleşmeyi, seçkin görünmeyi reddediyor.
Böylesi bir tercih, kuşaktan kuşağa, sanatçıyı büs-
bütün alçakgönüllü olmaya, büsbütün alçakgönüllü
yaşamaya yönlendirmemeli mi?
Fakat şimdi her şey karmakanşık.
Sanatçı sıfatını nasılsa kazananlar tüyter ürperitci
görgüsüzlükler sunuyor.
Sanatkârca yaşamak dendiğinde, magazin haber-
lerinde, dedikodu programlannda çoğu kez midemiz
bulanarak izlediğimiz, okuduğumuz, dinlediğimiz ya-
şantılar karşımıza çıkıyor.
Genç kuşağın temsilcileri, üstelik krtte iletişim alanın-
da çalışanlar, 'sanatçı' sözcügünün eskıden şair, roman-
cı, tiyatrocu, heykettıraş için de kullanıldığını sanınm bil-
miyorlar.
Bu hüzünlü sapmaya, yoldan çıkmışlığa rağmen sa-
natı için yaşamayı ülkü edinmiş nice kişi var Türki-
ye'de. Adlannı bildiklerimiz var, gızli köşelerinde adsız
sansız kalarak sanat coşkulannı bir inanç gibi sürdü-
renler var. Sanatkârca yaşamayı ilke edinmişler var.
Acaba nasıl yaşıyorlar?
Nasıl geçiniyorlar? Ne yiyip ne içiyorlar?
Sanatlan dışmda çalışmak zorunda kalınca nelere gö-
ğüs geriyorfar?
Keşke biraz araştırsak, keşke biraz dinlesek onlan...
Hep ister hiç doymazhğın bir dünya görüşü haline
getinldıği ülkemizde. her meslekte, her alanda, her
üretimde sanatkârca yaşamayı göze almak, başlı ba-
şına bir çıkış yolu, kurtuluş çaresi değil mi?
Takvimde tz Bırakan:
Jokond: "Zamanlar dışı bakar I Yavaşça silin tozu
I Sonsuzluk öyle kokar I Gülümsergüzel ağzı.
"Küçûk evi Louvre'da I Güneşle koşar cama I Çı-
kar dolaşır kırda I Girer yalnız akşama." Sabahattin
Kudret Aksal, Sürek, 1979.
1. Ulusal Senaryo ve
Yapım ödülterr
• Kühür Servisi -FlMa, 'Kültürlerarası Medya
Çalışmalannı Destekleme Derneği'nin gercekleştirdiği,
'FlMa 1. Ulusal Çevre Senaryo ve Yapım Odülleri'
sahiplerini buldu. Eserler arasında bir sıralamanın
olmadığı değerlendirmenin sonucunda Çağan Dıkenelli
'Su ve Insan'la, Rıza Kıraç 'Rengini Yitirirse Kork'la,
Ilker Aksoy 'Gelecek Zaman Olur Ki'yle, Nilgün
Özdek 'Bir Varmış Bir Yokmuş'la ödüle hak kazandılar.
tFSAK'ta yapılan törenle katılımcılara odülleri verildi.
Törende alternatif yapımlara ve genç sinemacılara
sürekli destek veren Haşmet Topaloğlu, Pınar
Demirkapı, Murat Özcan, Nevzat ve Behice Basım,
Tugrul Eryılmaz, Zarife Oztürk, Handan Şenköken,
Emel Engin, Serpil Gülensoy ve ÎFSAK, birer plaketle
ödüllendirildi. Ekim ayı sonuna kadar tamamlanacak
eserlerin çekimi, kurgusu için gerekli ekıpmanı, çekim
ortamında kahşlan, beslenme giderleri, çekim ve kurgu
ortamlanna ulaşma ve aynlma bedelleri FlMa tarfindan
karşılanacak.
K Ü L T Ü R » Ç İ Z İ K
K Â M İ L M A S A R A C I