11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 MART 1998 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 UYGARLIKLARIN İZİNDE OKTAY EKİNCİ SÎT'leri ve tarihsel mirası yapılaşmaya açmak, turizmin de sonunu hazırlıyor... Kiiltür yoksunu 6 Turizın'(!)Tarihsel dokuyu ve doğal çevreyi tah- rip eden bir turizm yatırımı politikası ül- kenin uygarlık değerleriyle biriikte toplu- mun kültür kimliğinı de yozlaştırıvor. Tu- nzm merkezleri de işte bu tahribatın ve yozlaşmanın hükümetçe desteklenen özel ve ayncalıklı rant bölgeleri... Bakanlar Kurulu'nun ilan ettiği "turizm raerkederi" arasında SİT'lerin v e tarihsel değerlerin giderek yoğunluk kazanması, bu uygulamanın bir "kültür kı>ımr oldu- ğunu da iyice açığa çıkardı. Nitekim. bir grup avdın ve bilim adamı- nm oluşturduklan "kültür girişimi" de ka- muovuna yönelik 4. bildirisini özellikle bukonuyaayırdı. Korunması gereken kültür \ e doğa var- lıklan üzerindeki imarkısıtlamalanmn tu- rizm merkezı uygulamasıyla devre dışina itilmesini "Türkhekühürüneçoktehlike- 11 etldleri olabüecek" bir tutum olarak de- ğerlendiren kültür girişimi. hükümete de şönelttiği genel çağrısında bu uygulama- nın bir an önce terk edilmesıni istedi... Acaba hükümetler. 1983 "ten sonra baş- lanan ve bugüne dek hep çev re ve kültür tahribatına yol açan bu kararlardan neden vazgeçemiyorlar? Özellikle Turizm Ba- kanlığı.(bu uygulamada bir dönem "Kül- tür ve Turizm BakanlığT olarak da yetki kullanmasına rağmen) tanh \e doğa yağ- malandıkça ülkenin "turizm değerlerinin" de yitirildiğini hâlâ nasıl da göremiyor?.. Bu sorulann başlıca iki temel yanıtı var: Birincisi; Türkıye'nın ekonomi-politi- kası artık önemlı oranda "arsa ve arazi ranü yaratmaya" dayanıyor. Koruma alan- lan da bu politikanın "en bereketli" kur- banları oluyorlar... İkincisi ıse aynı ekonomı- politikanın "engelsiz" olarak u\ gulanabılmesi için tu- rizm yatırımları alanında devreye sokulan Turizmi Teşvik Yasası. yürürlüğe gırdiği 12 Eylül (1980) döneminden bu yana rant çe\relerine eşi bulunmaz vağma olanak- ları sağlıyor. 12 Mart 1982 tarihli bu ya- >>anın "yatınmlara yer seçmek >e özel i- mar koşullan belirlemek" yönünde Tu- rizm Bakanlığf na \e hükümetlere tanıdı- ğı "sınırsız ve dcnrtinısiz yetldler" ise ik- tidarerkinesahıpolanlan-deyişyerindey- se- "baştan çıkartıyor". Hatta. belki de açıkça "tahrik" ediyor... Zaten böylesi bir "çügınca yetki şıma- nklığT olmasa, örneğin tstanbul'da Be- Swiss Otel'in Dolmabahçe SarayTnı ezen görünrüsü, "kültür yoksunu" rurumlann en çarpıcı örneği™ ( OKTAY EKİNCİ) şiktaştaki Barbaros Bulvan Parkı, Kunı- çeşme'deki Boğaziçi Kıyı Parkı. Sanyer'in Mavramoloz Ormanlan. Ataköy'ün aslın- da halka açık olması gereken kıyı kuşağı. Uludağ Millı Parkf nın elde kalan orman- lık alanlan. Amasya'daki kaya mezarla- rıyla bezeli arkeolojik bölgeler. Antal- ya'daki doğal SlTMer. Bodrum Yanmada- sı'nın ender kesimlerindeki ormanlar. Is- partanın Gölcük Gölü. Ordu'nun arke- olojik yerleşme bölgelerini de içeren Me- sudıye-Yeşilce-Topçam yaylalan.. ve di- ğer kültürel ve doğal koruma alanlan bir çırpıda yapılaşma bölgesi ilan edilebilir miydi?.. Bunlar. sadece son kararnamenin bazı örnekleri. 1982'den bu vana geçen 16 yı- lın uygulama örneklerinde ise "kültürel çevre tahribatının" bilançosu çok daha tüyler ürpertici nitelikte. Istanbul'da Park Otel. Gökkafes. Swissotel. Conrad... dıye başlav ıp uzayan lıste. Ege \e Akdeniz kı- yılannda "antik kcnrierin inşaat alanına dönüşmesine" bile neden olan sayısız ya- tınmlarla devam ediyor. Bunlar arasında vine Istanbuldaki Taşktşla'nın bile 1987 yılında turizm merkezi ilan edilerek şim- di yurtdışında bulunan Selim Edes'e otel yapması için verildiğini, neyse ki duyarlı İTÜ mensuplan ve Mimarlar Odasfnın hukuk savaşımlanyla. ancak bunun önle- nebıldiğini anımsamamak elde değil... Bütün bu kararlar arasında özellikle "tarihsel kent dokularT \ e "turizm kül- türü" açısından tartışılması gereken en çarpıcı iki turizm merkezi örneği ise Ga- lata ve Süleymaniye semtleri... Galata Kulesi merkezde olmak üzere, Şişhane-Tünel-Yüksek Kaldırım-Kara- köy ve Bankalar CaddeM'vle çevrilen ge- nış bir alan.30Ağustos 1989 tarihli bir Ba- kanlar Kurulu karanyla turizm merkezi i- lan edilmıştı Avnı şekilde Atatürk Bul- varından Beyazıt Meydanı'na ve oradan Halıç'e kadar inen bütün bir "Süleymani- ye semfi" \eçevresıde 12 Aralık 1991 ta- rihli karamaıneyle turizm merkezleri ara- sına katıldı... Bu kararlara bağlı olarak. Galata'da ilk büyük yıkım. Kule'nin hemen karşısında- ki tarihsel dokunun bir parçası olan eski binalann bulunduğu yapı adasmda 1996 yılının Ağustosayındagerçekleşti. Büyük bir otel projesi için ortadan kaldınlan bu tarihi yapı adasmda şimdi "açıkotopark" var ve üstelik "otomobilleri sigortak park cftirdiğini" duyuran bir ilanla çalışıyor. ls- tanbul'un tarihi ise "sigortasız'" bir şekil- de turizm yıkımlanna harcanıyor... Süleymaniye'de ise turizmi geliştirme adına henüz hiçbir adım atılmazken, bu semtteki eşsiz ahşap konaklar da sırayla "yanarak" yok oluyor ve arsalan otopar- ka dönüşüyor. Tunzm Bakanlığı. 6 yıl ön- ce turizm merkezi ilan ettiği bu bölgede ta- rihi sokakları ve ev leri "nasıl turizmeaça- cağını" bugüne dek açıklamış değil... Aslında bu iki semt (Galata ve Süley- maniye). turizm için gereklı yatak ve ko- naklama hizmetlerinde sadece çok yıldız- lı ve "tahrip gücü yüksek" dev otellerin değil, kentsel ve tarihsel dokuyu da koru- yacak olan 'pansiyonculuğun" daha çok teşvik edilmesi gerektigi yönündeki du- yarlı yaklaşımlara da olanak sağlayacak bölgeler. Orneğin 1980'lerin başlannda Galata- Beyoğlu (Pera) bölgesi için dönemin Tu- rizm Bankası mimarlannca geliştirilen bir "koruma içerikli turizm ve kültürprojesi'' vardı. Bu projeye göre bölgedeki eski bi- nalar ve yıpranmış kültür mirası küçük öl- çekli pansiyon türü işlevlerle "rehabiKte" edilebilselerdi. hem birkaç bin yataklık konaklama olanağı doğacak. hem de "Pe- ra dokusu* yeni bir ekonomik aktivite ve canlılık içinde korunacaktı... Ne v ar ki gözü sadece "rant tesisi" gö- ren ve bunun için de kente saygılı çözüm- ler yenne kenti ezen yapılaşmalara destek veren turizm politikasının temsılcileri. bu duyarlı ve "çağdaş" projeyi de adeta yok ettiler... Oysa ki, örneğin tarihi Avrupa kentle- rinde yaygın olan turizm amaçlı konakla- ma türleri sadece çok yıldızlı dev oteller değil. var olan konutlann "e>sahibi" kül- türü içinde hizmet verdikleri sev ımli pan- siyonlar değil midir? Böylesi biralçakgönüllü turizm anlayı- şıyla hem kentin kimliği ve kültür doku- su korunurken, hem de toplumun çok da- ha geniş bir kesimi turizmle kucaklaşmış olmuyor mu?.. Tıpkı. 1980'lerin başlan- na dek bizde de aslında yaygın olan pan- siyonculuğun, örneğin Amasra'da, Şi- le'de, Avşa'da, Av^TÜık'ta, Bodrum'da ve birçok yöremizde artık unutulmaya yüz tutan "tatil anılannda" olduğu gibi... Evet. 1980 sonrasmın turizm politika- sı. bütün bu insancıl turizm geleneklerimi- zi de tarihe gömen ve hemen her yönüyle tam bir "kültür yoksunu" ilkel bir politi- ka. Bunun en önemli yasal dayanağını ve yağma "olanağmı" oluşturan Turizmi Teş- vik Yasasfnı hangi iktidar yürürlükten kaldınrsa. sadece kültüre ve çevreye değil "turizme" de en büyük hizmetı yapmış olacak. Çünkü tarih. doğa ve kentsel de- ğerlerimiz ne kadar yok olursa. turizmin dayanaği ve çekiciliği de aynı oranda or- tadan kalkacak... Söyler misiniz; kültürü- nü yok eden ve betonlaşmış bir ülkeyi gör- meye artık kim gelebilir? Belki sadece silah tüccarian. uyuşturu- cu tacirleri ve kumarbazlar... Yani, bir an- lamda "Susurluk" dünyasi... ••»|-, r - - -,!,,.• p..^ İşlev, îlke ve Misyon. Bu mesajı kamuoyuna sunan biz Türkiye'deki tiim Reklamcılar Dernekleri, reklamcılık mesleğini ilgilendiren konularda, aşağıda açıklanan ortak misyonumuz çerçevesinde işbirliği ve güçbirliği yaparak ortak hareket etme kararı aJmış bulunuyoruz. Derneklerimizde ülkemizin 142 reklam ajansı temsil edilmektedir. Üyelerimizin mensubu olduğu ajanslar 1997'deki toplam reklam yatırımının % 80'den fazlasını gerçekleştirmişlerdir. Çokuluslu ortaklan dolayısıyla 'dünya toplam reklam yatırımı'ndaki temsili paylan ise, % 7O'tir. Reklamcılık mesleğinin bu denli önemli ortak gücü olarak Derneklerimizin temel kurumsal ilkesi, Türkiye'de reklamcılık mesleğinin ve reklam ajanslarının gelişerek, güçlenerek, belirli bir mesleki etik çerçevesinde ülke ekonomisine iç ve dış katkılarını artırarak devamını sağlamaktır. Dernekler, işlevlerinden ve temel kurumsal ilkelerinden aldıkları güç ve sorumlulukla, amaçlarına varmak ve ülkemiz reklam yatınmlarının gelişmiş ülkelerdeki reklam yatırımları düzeyine yükselmesini sağlamak için: * Rcklamın Tûrkiye ekonomisının iflcyişinde vazgcçilmcz bir götcv yaptığını, her fırsjtta somut gcrçelderle setgiler; boylecc toplum için yararh olduğunu göstcrirler. * Relclamda özdenetimin etkin biçimdc benimsenip ı;lemesi için çaba haıcarlar. * Drvlet ve kamuoyu önünde rcklamın sözcûlügünü yaparlar. * RekJamverenlef le ve onların meslek kuruluşuyla işbirliği yaparlar. * Medya kuruluşlarıyla (oluşursa meslek örgütleriyle) işbirliği yaparlar. * Gerek îektör içindeki gerek sektöre katılacak insan gûciıne yönelik eğitim programları sunarlar. * Mesleki standarrtarın geliştirilmesini ve yerle5tirilm«ini saglarlar. * Reldamcıhk mesleğini etkileyen bölgesel, ulusal ve küresel konuları ve bilgileri paylaşırlar. * Mesleğin çalışma standartlarının saptanmasında. - Meslek soruniarımn ve ulusal scktörel birliğin önündeki engellerin aşllmasında, - Sekıörde dûrüst rekabetin yerleştirilmesinde. - Mesleki yayinlar çıkarılmasında, - Reklamcılık mesleğinin tcmsili'nin söz konusu olduğu her platformda, - Nihai olarak rek üstyapı kurumunda cemsil edilme konusunda, ortak hareket ederler, işbölümü ve işbirliği yaparlar. R I? Reklamcılar Derneği Ankara Reklamcılar Derneği Izmir Reklamcılar Derneği Antalya Reklamcılar Derneği Bursa Reklamcılar Derneği Mustafa Izberk in kitabından Bir 'kent yoldaşı y ndan uyardar... Istanbul'u sevenler, ama "yürekten" sevenler, Mustafa tzberk'in >a kendisini ya da imzasını tanırlar. Hele bu derin sevgilerini "yürekli" bir kent savunmasıyla da dışa vuruvorlarsa. o zaman Mustafa tzberk sadece bir tanıdık değil. bir mücadele arkadaşı. bir "kent yoldaşı". hatta bir "esin kaynağı'" olur. Izberk. 1980"li yıllardan bu \ ana "Istanbul'un esenliği için" yazdığı yaklaşık 100 kadar yazısından 42 tanesini bir kitapta topladı. Anahtar Kitaplar'dan yayımlanan kitabın adı. lstanbul için bugüne dek üretilen en anlamlı ve "en doğru" bir tanımlama: "Düma Mirası İstanbuL." Pekı. vıne 19801i yıllarından bu yana tstanbul'u yönetenler. bu kenti "imar" edenler. ya da imanna karar verenler. tepe tepe kullananlar, ikide bir "düma kenti" derlerken. asıl özelliğinin "dünya mirası" olduğunun bilincindeler mi? Kuşkusuz eğer bilincinde olsalardı ne lstanbul bugünkü duruma düserdi. ne de Mustafa Izberk buncayılını "kentini savıınmaya" adar, bunca yazılaryazardı... Izberk, son zamanlarda bu kez SlT"lerde ve parklarda yeniden gündeme gelen ve lstanbuPun ilk "altyapısn gökdelenlerine" imar ayncalığı sağlayan "turizm merkezleri" kararlannın kökeninde "neyin >Tjtnğmr da şöyle özetliyor: "Gökdelenlerin kendi özgül tarihi 24 Ocak 1980(tstikrarPaketi)ile başlar. 12 Eylül 1980 ile sürerv* 12 Mart 1982 Turizmi Teşvik Yasası ile doruğa çıkar. 24 Ocak siyasal kararlan. kimi özel girişûncileri bulunduklan çıkmazdan kurtarma amacıyla rüm ülke değerlerini gözden çıkartıyor ve onlann emrine sunuyordu. 12 Eylül ve onu izleyen 'yasası' da bu kararlaruı e> kme dönüştürülmesinin somut amansız araçlarıydı." tzberk sadece yazılar yazmıyor, kent eylemlerine de katılıyor, aynı eylemleri örgütlüyor ve hatta kendisi "tek başına eylemler'' yapıyor. Böylece hem toplumu kente karşı duyarlıhk için uyanyor. hem de lstanbuFa saldıranlan sorguluyor ve açığa çıkanyor... Eğer bu saldın sürecinin ve "savunma serirveninin" 1980sonrasındaki tüm "suçlulannı" ve suçlannı görmek. öğrenmek isterseniz; artık işiniz kolay. tzberk"in kitabı sizi de "bilinçli bir kent yoldaşı" yapacaktır. ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Gençlik, Bir Hastalığın Adı mı? Son zamanlarda, "gençliğin sorunları"n\ ele alan -ama gençliğin pek konuşturulmadığı!- bazı panelleri izledim. Hemen hepsinde ortak olan bir tutum var: Söz alan yetişkinler. gençlerden san- ki gençlik bir hastalığın adıymış gibi söz ediyor- lar. Ama neyse ki (!) bu hastaJığa "geçici" gözüy- le bakıyorlar. Bugünkü gençlerin onların yaşına geldiklerinde ve daha da önemlisi. onlargibi olduklarında, iyi- leşeceğine inanıyorlar... Televizyonlardan birindeson izlediğim panelde bir delikanlı, geceyi bir kız arkadaşının evinde ge- çirdiğini, ama bunu ailelerinden gizlemek zorun- da kaldıklarını söyledi. Bunun üzerine söz alan bir hanımyef/sfc/n: "Bakın, buyaşta sevgilinizin evin- de kaldığınız için, bunu saklamakzorunda kalıyor- sunuz!" diye bir bilgelik yumurtladı. Ama asıl bilgelik ve yetişkinlik, delikanlının ona verdiğiyanıttaydı. "Ben, sevgili sözcüğünü kullan- madım; onu siz kullandınız! Bize gelince, yalnız- ca arkadaş olduğumuz için, o gece ayrı yataklar- dayattık!" Ayrı cinsiyetten iki insanın geceyi aynı çatı al- tında ancak sevgili olarak, yani birer "günahkâr" kimliğiyle geçirebileceklerine inanan yetişkinler, onlann karşısında ise dostluğu da, aşkı da. sev- giyi de onlardan çok daha iyi bilen ve çok daha dürüst yaşayan gençlert Kimin yetişkin, kimin ise henüzyetişememiş ol- duğu konusunda sanınm artık çok ciddi düşün- mek gerekiyor. Çünkü burada, çoğunluğu genç- lerden oluşan bir toplumda gençlere nasıl bakıl- dığı söz konusu ve bu bakış açısı. doğrudan Tür- kiye'nin yannını biçimleme bağlamında önem ta- şımakta. Ülkemizde bugünün yetişkinlerinin çoğunluğu- nun bir saptaması var: Gençlik, farklı. Gençlik ne bakımdan farklı? Düşünme biçimleri farklı. dav- ranışlan farklı, giyimleri farklı. düne, bugüne veya- nna bakışlan farklı. Saptama, buraya kadar doğru. Tartışmaya açık olan nokta ise, bu farklılıklar karşısında yetişkin- lerin büyük çoğunluğunun aldığı tutum. Bu ço- ğunluğa göre bu farklılıklar, en azından geçici, a- ma aslına bakılırsa sağlıksız göstergeler, bu yüz- den de sözü edilen farklılıklara olabildiğince ça- buk son verilmesi gerekiyor. Yani gençlik, bunla- n atlatmalı, en kısa zamanda arkasında bırakma- lı ve büyükler gibi olmalı. Üstelik büyükler, bu konuda umutsuz da değil- ler; çünkü onlara bakarsanız. onlar da bir zaman- lar gençtiler, ama şimdi neyse ki öyle değiller ve bu yüzden gençlere onlan kendilerine benzetme- nin yollarını gösterebilecek deneyime ve bilgiye sahipler! Yanılgı ve sakınca, işte burada başlıyor. Sonraki kuşaklann farklılığını yadsımaya kalkış- mak ve bu farklılığı önlemek için çaba harcamak, bir toplumun ileriemesini engellemenin en garan- tili yoludur. Çünkü ilerde bir önceki kuşağın mo- deli olacak bir gençlik yetiştirme çabası, saati dur- durmakla eşanlamlıdır. Yukarıda sözü edilen farklılıklar karşısında takı- nılan bu tutum, başlıca kaynağını yetişkinlerin kendi yetersizliklerinin yol açtığı komplekslerde bulur. Hele bunlar, bizimkisi gibi, özeleştirinin yay- gın olmadığı, başka deyişle büyük çoğunluğun olup bitenlerin hesabını bir defa da kendinden sormayı düşünmediği ortamların yetişkinleriyse, o zaman bütün kusurlannı ve dünyaya yönelik yanlış bakış açılannı gençlere birer erdem diye sunmak, neredeyse, doğal bir davranış biçimine dönüşür. Bugün ülkemizde, ilkokuldan üniversiteye ka- dar eğitimin bütün aşamalannda ve başkaca alan- larda egemen olan bu davranış biçimi, en az dü- nün ve bugünün yetişkinlerinin büyük çoğunluğu kadar sevgisiz, anlayışsız ve belki de hepsinden önemlisi, özgür düşünebilmenin, tüm yanlanyla kendi kimliğini yaşamanın ne demek olduğunu bilmeyen kuşaklaryetiştirmekten başka birsonuç veremez. Bugünün hep kendilerini haklı ve akıllı, gençle- ri de haksız ve akılsız sayan yetişkinlerine sormak gerekiyor. Eskiden beri sokaklarda, meydanlarda dövüşmelerinden yakındığınız gençler, sizin. sınıf- larda ya da aile çevresinde kendi fikirierini diya- log yoluyla açıklamalanna izın vermediğiniz, bu yüzden de önce konuşarak anlaşmayı deneme- ye yabancı kalmış gençler değil mi? Bugün fazla "serbest yaşadıkları" için suçladığınız gençlere, sakın bir zamanlar sizin yaşamak isteyip de, tür- lü tabular yüzünden yaşayamadıklarınızdan kay- naklanan bir acının kefaretini ödetiyor olmayası- nız? O gençlere baktığınızda, türlü kuşatılmışlık- lara, kısıtlamalara ve zehirlenmelere karşın, hâlâ sizden çok datıa dürüst sevebildiklerini. davrana- bildiklerini ve çok daha özgür düşünme yüreklili- ğini sergilediklerini gerçekten göremiyor musu- nuz? On yıllardır gençlerin kavgalara, öldürmele- re ve ölümlere, hapislere ve işkencelere sürüklen- melerinde ya da daha erken yaşlarda ruhlannda iyileşmez yaraların açılmasında sizlerin o bilgece ve doğru sandığınız yönlendirmelerinizin hiç mi payı olmadı? Ve son bir soru: O umarsız yetişkinlik ve büyük- lük saplantılarınızı bir yana bırakıp, biraz da siz gençleşmeye çalışsanız, aynca onlara hep verdik- lerinizin hesabını sormak yerine, biraz da vereme- diklerinizin dökümünü yapsanız, nasıl olur? 1001 BELGESEL FtLM FESTİ\ALİ BUGÜN • Belgesel Sinemacılar Biıiiği'nde saat 11.00- 12.00 arası Bedr Sinemada Bir Dolunay. 12.00- 13.00 arası Ismaıl Beşikçi. 13.00-14.00 arası Zilname. 14.00-15.00 arası Fikriye. 15.00-16.00 arası Bedr Sinemada Bir Dolunay. 16.00-17.00 arası Ismail Beşikçi. 17.00-18.00 arası Zilname, 18.00-19.00 arası Fikriye izlenebilir. • Evrensel Sanatlar Müzik Merkezi'nde saat 11.00-12.00 arası Kamerayı Bırak Çayını İç, 12.00-13.00 arası Ayağını Yorganına Göre Uzat. 13.00-14.00 arası Söylemek Güzeldir. 14.00-15.00 arası Acısıyla Tatlısıyla Hayatımız Arabesk. 15.00- 16.00 arası Kamerayı Bırak Çayını İç. 16.00-17.00 arası Ayağını Yorganına Göre Uzat, 17.00-18.00 arası Söylemek Güzeldir. 18.00-19.00 arası Acısıyla Tatlısıyla Hayatımız Arabesk. 19.00- 20.00 arası Adem Sönmez'in Anadolu'da İnsan Yaşamı konulu dia gösterisi ve söyleşisi yer alıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle