19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 ŞUBAT 1998 ÇARŞAMBA OLAYLAR VE GORUŞLER Yükseköğretimde Özelleştirme ve Küreselleşme PlX)f. Dr. H A M Z A BULUTİC Öğr. Elemanlan Derneği (İZÜNİDER) Başkam T ürkiye, yükseköğretimde özelleştirme olgusuyla ilk kez, l9l2'deRobertKolej'in yüksek kısmının açılmasıy- la tanışmıştır. 1960'lıyıllar, özel yüksekokullar furyası- nın yaşandığı yıllar olmuştur. O yıllarda, çok sayıda işhanı ve apartman girişlerin- de 'ÖzeL. Yüksekokulu' yazılı okullar, ge- celi-gündüzlü öğretimiyle hizmet vermiş- tir. Bu furya okullar, binlerce kişiye mü- hendis, eczacı, muhasebeci, iktisatçı, ida- reci vs. diploması vermiştir. 1971 'e gelindiğinde, bu furyanın 1961 Anayasası'na aykınlığı fark edüdi. Aynı yd, Anayasa Mahkemesi'nin karanyla tüm özelyüksekokullar devletkştirildi. Buokul- lann bazılan üniversitelere, bazılan aka- demilere bağlandı ve Robert Kolej'in yük- sek kısmı da Boğaziçi Üniversitesi'ne dö- nüştürüldü. 1961 Anayasası, yükseköğretimin yal- nızca devlet eliyle kurulabileceğini hükme bağlamaktaydı. 1982Anayasasıilebuhük- mün kapsamı genişletilmiş ve vakıflann üni- versıtekurabilmesininyoluaçılrruştır. 1982 Anayasası'run DO.maddesindevakıfüni- versiteleri için, "Kanunla gösterilen usul ve esaslara göre. kazanç amacma vönelik olmamak koşulu ile vakıflar tarafından devletin gözetim ve denetimine tatn yükse- köğretim kurumlan kurulabflir. Yakıflar ta- rafından kurulan yükseköğretim kurum- lan. mali ve idari konular dışındald akade- mikçahşmalan.öğretim elemanlannın sağ- lanması ve güvenlik vönlerinden. devlet etiyle kurulan yükseköğretim kurumlan için anayasada bdirtilen hükümlere tabi- dir" hükmü getirilmıştir. Yükseköğretim kunımlannı, üst kuru- luşlannı ve özel hükümlere bağlı olanla- nnı düzenleyen 1982 Anayasası'nın 130., 131. ve 132. maddelerinin kaynağını, 6 Kasım 1981 'de yürürlüğe giren 2547 say> b Yükseköğretim Vasası oluşturmuştur. 2547 sayılı yasa ile yaşam bulan YÖK (Yüksek Öğretim Kurumu), böylece hem kendini anayasal bir kuruluş haline getir- meyı ve hem de merkeziyetçi, antidenıok- rarjk, hiyerarşik ve bu>"urgan donanımıy- la bugüne değin yaşamayı başarmıştır. 6 Kasım 1981 'den bugüne değin geçen 16 yıl boyunca, 2547 sayılı yasanın birçok maddesi onlarca kez değiştirilmiş, satır aralanna yapılan kurnazca eklemelerle "vakıf üniversitelerinin harcamalannın yüzde 45'inin devlet tarafından karşılana- cağı ve bu üniversitelere Hazine arazikri- nin tahsis edileceğF yasal çerçeveye otur- tulmuş ve yükseköğretimin paralı riale gel- mesinin yollan aralanmıştır. Bu da yetmi- yormuş gibi, YÖK'ün 2547 sayılı yasada önerdiği son değişiklik taslağında, 196O'lı yıllan çağnştınrcasma, vakıflann yükse- kokullar da açabilmeleri ve işgal ettikleri Hazine arazilerinin tapulanna sahip olabil- meleri yasal çerçeveye oturtulmak isten- mektedir. Bilkent Üniversitesi, yukandaki olanak- lan yaratan ve kullanan ilk vakıf ünıversi- tesidir. Son yıllarda, patronlar, cemaatler, tarikatlar ve öbürleri herhalde bu durumu iştah kabarncı olarak görmüş olmalılar ki ünıversite kurmak için yanş yapmaktadır- lar. Bugün itibanyla 16 vakıf üniversitesi vardır. Gelecekte, bu sayının daha da ar- tacağı sanılmaktadır. Vakıf üniversiteleri, aslında özel üni- versitelerdir. Bu üniversitelerde, öğrenci- ler, yılda 3-5 bin dolar arasında para öde- yerek okumakta ve öğretim elemanlan ay- da 2-5 bin dolar arasında maaş almakta- dırlar. Oysa, devlet üniversitelerinde en yüksek maaş alan birprofesörün aylık ge- liri bin dolann altmdadır. Devlet üniversi- telerinde büyük bir kaynak sıkıntısı yaşa- nırken özel üniversitelerin harcamalannın (ne denli gerçekçi olduğu tartışılabilir) yüzde 45'inin devlet tarafından karşılan- ması ve bunun dışmda her türlü kapılann açılarak olanaklar sergilenmesi düşündü- rücüdür. Şimdi kendi kendimize şu soru- lan soralım ve yükseköğretim kurumlan- mızdaki özelleştirme ve paralı eğitim gi- rişimlerini anlamaya çahşalım: "Ozefleş- tirmeçağunızmbirotgusunıudur?r , "Ça- ğı yakalamak için, özel üniversiteler özen- dirilmeli midir?". "Geleceğin toplumunu yaratmak için. \ ükseköğretimde özelleş- tirme bir zorunluluk mudur?'1 . "Gelece- ğin toplumunda. eğitim bir kamu hizmeti olmaktan çıkanlacak mıdır?". "OzeUeştir- me, küreselleşme yada yeni dünya düzeni- nin bir dayatması nudır?1 ", "İkri geüşmiş ülkelerdeki üniversiteleri vearaşOrmamer- kezlerini devlet, elinde tutmasına ve gctiş- tirmesuıe karşın, geri kalmış \e sosyal çe- lişkilerin derin olduğu ülkelerde bu dunım neden tersineçevTİlmeveçabşılmaktadır?" Bu sorular ve benzer sorulann yanıtla- nnı bulabilmek için, bilgi ve bilgi tekno- lojilerini elinde bulunduran ileri gelişmiş ülkelerin, bilgi çağı ve büimsel teknolojik devrim ikilisinin getirdiği güçle, emperya- Bst begemonya uğraslannda yerli destek- çılerle olan başanlı ilişkilerinin incelenme- sinin > ararlı olacağı kanısındayım. Zengin- ler kûlübü ülkeler. kendilerine yakın Ku- zeyimsi ülkelerde ve hegemonyalanna gir- miş Güney ülkelerinde yeni dünya düzeni yandaşlan mandacılar, çıkar odaklan, po- litik dinciler ve etnik aynlıkçılar ile işbir- lıği içinde, bir dirençle karşılaşmadan prog- ramlannı yürütmektedirler. Yükseköğre- tim kurumlanmızdaki bu tablo. Batı'nın so- ğuk savaş sonrası tek başına kaldığı dün- yada. rekabet endişesınden ve güç göste- risinden uzak, yeni dünva düzeni yapılaş- masına uygun olarak, her türlü korumadan anndınlmış, serbest piyasa koşullannın geçerli olduğu rekabetçi bir ortam yaratıl- ması ve yaranlmaya çalışılmasının 'nev'i şahsına' özgü bir sonucudur. Geri kalmış ülkelerdeki üniversitelerin ve ulusal araştırma merkezlerinin yerel araşörmalara. sadece akademik kariyer almaya. sonuçlan sorgulamayan fason va datahültürü araştırmalara hizmet verirko- numa getirilmeye ya da kapılanna kilit (özelleştirerek) vurulmaya çalışüması, ye- ni dünya düzeninin sunduğu ve dayattığı bir reçetedir. Bu reçetede; geri kalmış ül- kelerde özgün araştırmalann yapılmama- sı. düşünmenin ve sorgulamanın yasak- lanması, tek kitap ve tek görüşle insanla- nn kardeşliğe davet edilmesi de yazılıdır. Ülkemizde de durum bundan farklı de- ğildir. YÖK ile başlayan dönem içinde, küreselleşme için ne gerekiyorsa yapıl- mıştır. Aşağıdaki saptamalar, bizleri bu konuda düşündürmek için bazı ipuçlan verecektir: • Maksirnıırn kazanç-rninirnum maliyet ikilisi, ekonominın ve özelleştirmenin iki ayağıdır. Üniversiteler ve araştırma mer- kezleri, pahalı yatınm gerektiren kurum- lardır. Özelleştirmenin iki ayağının. bu pa- halı yükü taşıyacağı tartışılır. • "Özel üniversiteler, belli bir sosval sı- nıfin diploma fabrikası olmanınötesine gi- demeyecek, sosval devlet ve eğitimde firsat eşitiiğitıi zaafa uğratacak ve sosyal çe&şld- \i artnracaknr" yönündeki kanı, daha şim- diden meyvelenni vermektedir. • Özel üniversiteler, 1924 öncesi eğiti- min yolunu açmaya aday gözükmektedir. • Özel üniversitelerde albeniyi arttır- mak için yapılan yabancı dilk eğitim, teh- likeli gidişin ve sömürge ülkelerindekı ko- şullann habercisidır. • Özel üniversitelerin bir eli devletin cebindedir. Bu el, devlet üniversitelerinin aşınması pahasına tutulmaktadır. • Oniversitelerimizin ticari kurumlara dönüştürülmesi, bu kurumlann işlevsiz- leştırilmesini beraberinde getirmektedir. Sonuç: Üniversiteler bilimi ve teknolo- jik gelişmeleri öğrenmek-öğretmek. özüm- semek-özümsetmek, yenilemek-vvnfleOnek ve katkı kovmak-katkı koydurtmak ikili- lerinin yaşama geçirildiği kurumlardır. Bu kurumlann düzeyi, o toplumun gelişmiş- lik düzeyini gösterir. Bu nedenle; üniver- siteler, bir toplumun dinamiğidir, gelece- ğidir ve o toplumu uygar dünyaya. çağdaş dünyayataşıyan lokomotıftir. llen gelişmiş tüm ülkelerde, bu lokomotifi devlet çalış- tırmaktadır. Anayasamızın 130. maddesi, bu lokomotifi işlemez hale getirmeyi, yük- seköğretim kurumlanruticarikurumlara dö- nüştürmeyi ve özel üniversitelerin bir eli- ni devletin cebinde tutmayı kimseye hak olarak vermemektedir. Bu hakkı verenler ve alanlar. ancak küreseUeşmeye hizmet ederler. Üniversitelerimizı kurtaralım, çağdaşla- nnın düzeyine ve işlevlerine kavuştura- lım. Çünkü; geleceğimizin formülasyonu orada yapılmaktadır. Bu konudaki en bü- yük sorurnluluk ve görev bilim çevreleri- ne düşmektedir. 250 Yıllık Kavafyan Konağı ' t '- X NECDET SAKAOGLU L ale Devn (1718-1730) ile öncesi ve son- rası için lstanbul'da kaç srvil mekân gös- terebiliriz? On binlercesini yakıp yıkıp ls- tanbul'un güzelim semtlerini çirkin be- tonyığınlanylasıvadık. Boğaz'dakı çök- mekte olan KöprülülerYaba ile restoras- yonlarla kılıktankılıgasokulmuş Şerifler Yafcabıreravun- tu öğesi. En az bu iki eser kadar tarihsel ve kültürel de- ğer yansıtan Bebek'teki Kavafyan Konağı ise aynntılı olarak birçok keztanıtılmasına karşınyetennce dikkat- leri çekmemiştir. (1) Sofa çeşmesindeki kitabesine göre 1750 yılıyla ta- rihlenen Kavafyan Konağı, Bebek'te, lstanbullu gay- rimüslimlerle yabancılann ıskân izlerini taşıyan, ^TII dönemlerden kalma kilise. yetimhane, ilahiyat okulu vb. yapılann bulunduğu Yoğurtçu Zülfii Sokağı'nda- dır. Buradakı doku; Istanbul sivil mimarisi için birin- ci derecede önemli Kavafyan Konağı'ykbirHkte uyum- lu bir semt manzarası sergiKyor. Sak Hahm Paşa Yalı- sı'nı bile cayır cayır yaktığunız bu "Sodom ve Gomo- ra" ortamında, içinin dışının özelükleriyle Kavafyan- larca korunmuş olan bu konak; ele güne karşı bir "yüz akhğT olmalıdır. Halen içinde, Kavafyanlann 5. ku- şaktan lorunu 90'lık Samoel Kavafyan ile Madam Be- atris oturuyorlar. Lakin. her nasılsa binanın mülkıyeti Vakıflar'a geçmiş; Kavafyanlar da kendi asırdide ata ocaklannda "kiracı" konumunda kalmışlar. Onlann bu hukuksal yazgıdan şıkâyetleri yok ama, "elatbndan" yeni bir tezgâhlama epeyce yol almış. Bu tezgâhın amacı besbelli: Kavafyan Konağı yıkılacak; yerini, dı- şı vemikli tahtalarla "kapfannuş" (yani restore edılmiş!) betondan bir hilkat garibesi alacaİc; tavanlan, kirişlen, duvarlan, kapılan renklendiren aşı boyası desenler, ba- rok süslemeli yüklükler, kafa pencereleri, sekiler, kö- şe çalıklan, zarif sütunlar, kinşler, raflar, Türkvari di- vanhane, kubbeli, nişli ibadet odası, eliböğründelerin omuzundan Bogaz'a bakan sedır pencereleri... Altta- ki at ve araba ahın; kademeli bahçe... Hepsi hepsi ls- tanbul'u bir soygun yatağı bilen ve o anlayışla tahrip eden yeni rantçılann elinde yok edilecek! Vakıflardan Sorumlu Devlet Bakanı'nın, KültürBa- kanı'nın,lstanbulValisı'nin,belediyebaşkanlannın, Va- kıflar Bölge Müdürü'nün, li Külrür Müdürü'nün, Is- tanbul III Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklannı Ko- ruma K.urulu'nuı\Çevracılenru-sivil toplum örgütte- rinin, mahalle muhtanndan semt sakinlerine kadar so- rumlulann ve herkesın, bu "yokedüme" planı bir "olup bHtiye" dönüşmeden önlemler almalannı. şu gerekçe- lerle zorunlu görmekteyiz: içinde aileden oturanlar varken Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün Kavafyan Ko- nağı'nı bir özel okul sahibine kiralamast *iyi niyetler- le" olamaz. Yeni "kiraa"; hemen ve sessizce "bina- nın röjövesjni" yaptırmış! Bunun açık anlamı ise, söz- de "korumak" koşulu ile konagın yıkılması yerine dış görünüşü eskısine "benzeyen" yüksek kazanç getirici betonarme bir yapı kondurulacak olması demektir. Türkiye Tarihi Evleri Koruma Derneği'nin "Istan- bul"un en eski geleneksel Türkevi özeOiğini taşıvan Ka- vafvan Konağı"nın kaçıııa grup eski eserokhığununaci- len bikürilmesi- yazısına: III Numaralı Koruma Kuru- lu Müdürlüğü'nün "sözkonusu parseldeki yapuun ku- ruhımuz arşKinde kaydı bulunmamaktathr'' yanıtını vermesı de anlamlı, (2) Oysa Kavafyan Konağı Istanbul'un 1. derecedenta- ' rihi eserleri kapsamına çoktan alınmış bulunmaktadır. Şu halde binanın "rölöve" yutturmacası ile yıkılıp ye- niden yapılması olanaksız. Çünkü yapmın dışından çok iç dünyası kültürümüzü ve mimarimizi ilgilendı- riyor. Sayın ilgililer, yetkililer, üniversiteler, sivil toplum kuruluşlan. Bebekliler. Beşiktaşlılar, Istanbullular: Kavafyan Konaju- yaptırtan müteveffa Balkapan- lı'dan günümüze kadar, bize özgü kültürün ve dünkü soylu yaşantımızuı ayakta kalabilmış önemli bir me- kânı. İki yüz ellı yıldır müzısyen bir tstanbul aılesini banndırmış. Ailenin Amerika'daki torunlan Ani ve Ay- da Kavafyanlar, dünyaca ünlü bırer virtüöz. Konağın orta sofalannda, odalannda dolaplan, raf- lan dolduran nota defterleri, yüzlerce cilt kitap; duvar- lardaki fotoğraf ve resimler; hâlâ çalınan organola, or- gan, piyano ve viyolonseller; eski yaşama düzenimi- zin kab kacaktan, şiltelere kadar hemen tüm öğeleri, her nasılsa bu büyük konakta korunmuş... Giderek alevleri her tarafı saran talan cehennemının Yoğurtçu Zülfü Sokagı'nı ve Kavafyan Konağı'nı da yutmasına ızin vermemelıyız. Boğazıçı'nın seçkin bir semtındekı bu konağın, 250 yıldan ben, lstanbullu müzisyen bir Ermenı ailesine me- kânlık edegeldiğini ele güne göstermemizin ulusal ben- liğımız, ınsanhğımız Türk-Ermeni ılişkileri ve kültü- rel kaynaşmalar için ne denlı önemli; onu bir aymaz- lığa kurban etmenin de ne korkunç bir cinayet olaca- ğını unutmamalıyız. (1) Bahnız: Prof. Seddad Hakh Eldem: 1. Boğaziçi YahlarıRumeli Yakası, Istanbul 1993s 164-171, Prof.Dr. Nurhan Atasoy' 7. Mahmut Devrinden Kalma BirIstan- bul Evi" Türkıyemiz (Sanal dergısı). Sayı 14 Ehm 1974 i. 10-16, TülayArtan "Kavafyan Konağı"Dünden Bu- güne tstanbul Ansk. cilt'41 s 493-494 (2) Derneğın 15.12.1997gün ve 1370 sayılıyazısı; III Numaralı Kurul Müdürlüğü nün 22.12.1997 gün ve 2213 sayılıyanıtı, Dernegin 5.1 1998gün ve 1371 sayılı, Koru- ma Kurulunu, konağm özellilderini vurgulayarakbilgilen- dırdiği ıkincı yazısı. PENCERE 17 Şubat'ın Anlamı Tanzimatı Hayriye 'nin ünlülerinden Âli Paşa 'Fran- sız Yurttaşlık Yasası 'nın ülkede olduğu gibi benimsen- mesini Suttan Aziz'e önermiş; Cevdet Paşa işe ka- nşmış,'Mece//e' ortaya çıkmış. Âli Paşa'nın önerisi devrimci bir yaklaşım, çünkü o dönemde Avrupa'da bile durum kanşık... Almanya 15 yüzyıl önce oluşturulmuş Roma huku- kuna bağlıyken ülkenin doğusunda ve kuzeyinde böl- gesel hukukla kanşık Prusya hukuku geçerli; kimi böl- gelerde Fransız hukuku uygulanıyor, Mahmut Esat Bozkurt Medeni Kanun'un gerekçesinde bunu şöy- le açıklıyor "Âlman halkının yüzde 33'ü Roma hukukuna, yüz- de 43'ü Prusya hukukuna, yüzde 7'si Saksonya hu- kukuna, yüzde 17'si Fransız hukukuna bağlıydı. Ai- man Yurttaşlar Yasası'nın yayımlanmasından önceAl- manya'da biradamın herhangi bir olayda hangi ku- rala bağlı olacağını bilmesi olanaksızdı." Peki, "Alman Yurttaşlar Yasası" hangi tarihte ya- yımlandı?.. 1896'daL. Napoteon'un çıkardığı "Fransız YurttaslarYasası"nm (Code Civil) en çetin düşmanı "Kilise" olmuştu. Avrupa'da hukukun büyük dönüşümü "Aydınlan- ma Devhmi"n\r\ gerçekleşmesiyle olanak kazandı. Türkiye bu alanda çok gecikmiş sayılmaz; Kemalist devrim "Medeni Kanun"u (Yurttaşlar Yasası) 17 Şu- bat 1926'da hayata geçirdi; Cumhuriyet'in belki de en büyük atıhmıdır bu... • 17 Şubat, bir tarihsel dönüm noktasıdır; 72 yıl ön- ce "Medeni Kanun'u Meclis'e sunan Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt "gerekçe"sinde şöyle söylü- yordu: "... Insanlıkyaşamı, her gün hatta heran köklü de- ğişimlerie karşı karşıyadır. Yasalan dine dayalı dev- htlerkısa birzaman sonra yurdun ve ulusun istehe- rini karşılayamazlar. Çünkü dinler, değişmez kurallar kapsartar. Yaşam yürür; gereksinmeler hızla değişir, din yasalan, herne olursa olsun ilerleyen yaşamın kar- şısında, biçimden ve ölü sözcüklerden ileri bir de- ğer, biranlam taşıyamazlar. Değışmemek dinler için bir zorunluktur. Bu nedenle dinlerin yalnız bir vicdan işi olarak kalması, çağdaş uygaıiığın temellerinden ve eski uygariıkla yeni uygariığın en önemli ayıncı ni- teliklerinden biridir. Köklerini dinlerden alan yasalar, uygulandıklan toplumlan, gökten indikleri ilkel çağ- lara bağlahar ve ileriemeleri engelleyici belli başlı ne- den ve etkenler arasında bulunuriar." Mahmut Esat'ın "Medeni Kanun'a yazdığı gerek- çe, Cumhuriyet devriminin gerekçesidir. • Paris Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi'nden François Georgeon diyor ki: "Cumhuriyet kuşağı için, geçmiş hiçbir çözüm sunmuyordu; geleceği ise yaratmak gerekiyordu." Mahmut Esat gerekçesinde diyor ki: "Adalet Bakanlığı bu yasada (Medeni Kanun) ulu- sumuzun duygulannın ısınıp alışmayacağı hiçbirnok- ta düşünmemektedir." Gerçekten de öyledir, bugün Türkiye'de şeriat hu- kukunu kişisel ve toplumsal olarak benimseme ota- nağı yoktur; halk, uygar insanlığın çağdaş yaşamını çoktan benimsedi. Yurttaşlar Yasası'ndan değil vazgeçmek, özellikle kadın haklarında yasayı daha ileri götürmek toplum- sal btr iticf güce dönüşmemtş midir?.. "Geleceği yaratmak işte buna denir. - . * v f I Özetle 1997 1997, Osmanlı Bankası için bir değişim ve gelişim yılı oldu. İnsan kaynaJdanmızdan teknik altyapıya, ürünlerimizden hizmet aniayışımıza kadar yaşadığımız hızlı değişim, bilançomuza da yansıdı. Toplam aktifierimiz %213 artışla 96 trilyon TL'den 301 trilyon TL'ye gktı. Kânmız %97 artarak 12,6 trilyon TL'ye ulaştı. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da kânmızın tamamını sermayemize aktanyoruz. Böylece sizin kazandırdıklarınız, 1998 yılında daha iyi hizmet için yeni ürünlere dönüşecek. Yeni ürünler ise verimli kaynaklar yaratarak sağlıklı büyümemize yansıyacak. Ve dönüşüm devam edecek... 1997 bilançomuzun başansını sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz. 1 996-1 9 9 7 FİNANSAL GÖSTERGELER (Milyar TL) 1997 1996 % Artış Toplam Aktifler Toplam Mevduat Krediler (net) Toplam Özvarlık Ödenmiş Sermaye NetKâr 301.408 182.848 102.725 31.108 15.000 12.649 96.221 65.814 31.234 14.538 5.000 6.410 213 178 229 114 200 97 Denetlenmış bilanço rakamlandır. ...çünkü biz Osmanlı Bankasıyız.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle