Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 17ŞUBAT1998SALI
12 KULTUR
PORTAL DtKMEN GÜRÜN
sanatçı• "Sanat" ve "sanatçı": Çok değerli, çok hassas, çok
önemli anlamlar yüklü bu sözcükler neden işporta
usulü bini bir paraya savrulur? Acaba dünyanın
neresinde bu denli rahat, bu denli umursamaz bir tavır
içinde her önüne gelene yapıştınlıverir "sanatçı"
yaftası? "Sanatçı" olmak bu kadar mı kolay?
Ülkemizde sanatçı enflasyonunun akıl
almaz boyutlara eriştigi bir dönemden
geçiyoruz. Televizyonu açıyoruz; birkaç
kanal dışında hemen hepsinde sanatçıla-
nn aşkları, tepişmeleri, vuruşmaları. ge-
belikleri, dolarlan, marklan... Gazetele-
ri kanştınyoruz. aynı şey.
"Sanat" ve "sanatçT: Çok degerli. çok
hassas, çok önemli anlamlar yüklü bu
sözcükler neden işporta usulü bmi bir pa-
raya savrulur? Acaba dünyanın neresin-
de bu denli rahat, bu denli umursamaz bir
tavır içinde her önüne gelene yapıştınlı-
venr "sanatçı" yaftası? "Sanatçı" olmak
bu kadar mı kolay? "Sanat". "sanatçı"
sözcüklerinin böylesine har vurulup har-
man savrulması toplumda bu kavramla-
ra yönelik yanlış şartlanmalann kapıla-
nnı da ardına kadar açmakta. 1980'lerle
birlikte zembereği iyice boşalarak tırma-
nışa geçen yozlaşmanın sonuçlanndan
biridir bugün her alanda hesaplaşmak du-
rumunda kaldığımız kavramlar karma-
şası. Bir yanda ürkütücü boyutlara varan
bu karmaşa bir çıg gibi büyürken, suya
atılan bir taşın yaydığı halkalar halinde
genişlerken; öte yanda da bir avuç insan
inandıklan doğrularadına, yitip gitmesi-
ne asla izın vermeyecekleri degerler adı-
na uğraş veriyorlar. Bu, "sanat" adına
verilen bir ugraştır, bir direniştir.
Edward Gordon Craig, bir yazısında,
"Curcuna" der "rastlantılarla. onlann
bir araya geimesiyle oluşrurulur. Sanat
eseri ise tasarianarak, üzerinde çalışılarak
yaraühr." Bernard Shaw"a göre "Sanat
var olmasaydu gerçeğin kabahğı katland-
maz kdardı dünyayı." İsmail Hakkı Bal-
tacıoğlu'nun "sanat" ve "sanatçı" tanı-
mı ise şöyle: "Sanat. herşeydenöncebir
tasawurdur_ O herhangi ısorap,şuursuz
bir duygu gibi benliğimizin sadece heye-
can ve ihtiras bölgelerini rutup fıkir ve
düşünce âiemimizi alakasu bırakmar. bi-
lalds aradığı ve başardığı iş, bu zekâ âle-
mini meşgul etmektir... O muayyen bir
sosyal grup içerisinde bu sosyal grubun
değerlerini toplayıp kendine mahsus bir
teknikle şuurlandırdıktan sonra yine bu
sosyal gruba aksettirerek bedii heyecan
denilen.. heyecanı vücuda getiren ve aıüst
denilen sos>al adamın teşkUatü eseridir."
Ne güzel deyışler "sanat" üstüne, "sa-
natçı" üstüne.
Ben. bu güzel deyişleri iki "sanat-
çTnın çalışmalannda soluklandırmak is-
tiyorum kısaca.
'Maria Callas-
Yıldız Kenter "Maria Callas Master Class' adh oyunda 'sanat bir güzeflik yarat-
makür" sözünü gerçege dönüştürüyor.
"Sanat bir güzeUik yaratmaknr" der
Maria Callas. ustalar sınıfına gırmek için
yanşan öğrencılenne. "Sanat egemenlik-
tir." "Sanatta kestirme yol yoktur." Sah-
nede Yıkhz Kenter'i izlerken, onun yo-
rumunda Maria Callas'ın dudaklanndan
dökülen bu sözleri dinlerken ister iste-
mez yıllar öncesine gidiyor ve Yıldız
Kenter'i ılk kez Ankara Devlet Tiyatro-
su'nda "Çöl Faresi"nde seyrettigim gün-
len anımsıyorum... Onu, dün oldugu gi-
bi bugün de izlerken sanatta kestirme
yol olamayacagını bir kez daha düşünü-
yorum. Disiplin, teknik, cesaret, egemen-
lik... Maria Callas'ın kurallan. Bunlar
aynı zamanda Yıldız Kenter gibi bir sa-
natçıyı bugünlere getiren ve yannlara ta-
şıyacak olan kurallar.
"Ifctişim", oyunun anahtar sözcükle-
rinden biridir. Sınıfa girdiği andan itiba-
ren bu sözcüğün altını çizer la dıvana.
"Şarta söylemek birttetişimdir"der, "ko-
nuşmak da öjtedir." Ne kı. oyun boyun-
ca onun çe\Tesıyle iletişim kuramayışı-
na şahit oluruz. Maria Callas beden ola-
rak "gerçek dünya"nın içinde, ama ruh
olarak dışındadır sanki. İletişim kurduğu
dünya "tannlar dünyası" olarak niteledı-
gi müzıktir. Aryalan seslendirdigı. kah-
ramanlanyla özdeşleştiğı anlardır. "Tut-
ku", oyunda bir diger anahtar sözcüktür.
Müzik tutkusu onu tannlar dünyasına ta-
şırken Aristode Onassis'e olan tutkusu
uyum saglayamadıgı gerçek dünyaya ta-
şımaktadır. Aryalar Maria Callas'ın çe-
lışkilenni yansıtır izleyicıye: Bir yanda
yüceliş, öte yanda dibe vuruş. Bu yuvar-
lanışta aşka özlemin ve bedensel hazzın
en aşagılatıcı boyutlarda yaşanışına şahit
oluruz. Bir yanda La Scala. bir yanda
Ari. Bir yanda sanatçı Maria Callas, bir
yanda "kadın" Maria Callas. Bir yanda
sanatta rakıp kabul etmeyen hırslı bir ka-
dın, bir yanda kendi kendine "kimsin
sen" sorusunu soracak denli duyarlı bir
msan. Bir yanda başansını intikam ve-za-
fer olarak tanımlayan bir ödün vermez-
lık, öte yanda zedelenen onurunu. aşağı-
" Iananaş1tım,'mutsuzttı!?uîıurieranyaşa-
yan duyarlı bir insan. Yıldız Kenter'i yo-
rumunda kendıni adetaerişilemezkılmış
bir büyük sopranonun "Lstalar Sını-
fi"nda onun karmakanşık kişiligini, duy-
gu yoğunlugunu, tutkulannı, zaaflannı,
acılannı, özlemlerini yaşarken sahne üs-
tündeki "Ustalar Suufi"nda da oyuncu-
luk dersi alıyoruz.
Oscar Wiîde,yaşam ve sanat arasında-
ki ilişkıyı tanımlarken şöyle der: "Sanat,
yaşamı kendi işlenmemiş mal/emesinin
bir parçası olarak kabul eder. onu yeni-
den yaratır ve başka biçimlerde yerüden
yoğurur." Şakir Eczacıbaşı'nın fotoğraf-
lan yaşamı tüm renkleriyle yakalamanın
ötesinde bir sahne yonımcusunun düşün-
sel alan kavramıyla buluşan bir anlatım
zenginliğini de taşıyor. Duygulann yo-
gunlukla işlendıği bu msan-doga buluş-
masmda söz konusu olan; bir yanda mal-
zemesiyle özdeşleşen sanatçının dondu-
rulmuş karelerin çok ötesinde bir yerler-
de yakaladıgı yaşamlann ıçıne gırmesi,
öte yanda ise bu yaşamlann kendi anla-
tım dilleridir. Her ıkisının kesışmesi.
Kandinsky'nin "bir resme girebilmek,
içinde dolaşabilmek ve onun yaşamına
kanşabilmek" sözleriyle örtüşmüyor
mu?
Şakir Eczacıbaşı'nın "Türkiye Renk-
leri" arasında dolaşıyorum. Bir sayfa çe-
viriyorum: Kayalann yamacında toplan-
mış Göremeli kadınlar, kızlar. çocuklar.
Bakışlanyla, bu bakışlar altında yatan
deyişlenyle sankı bir tragedyanın güçlü
kadınlar korosu... Bir başka sayfa: Keko-
va koyunda, denizin dağlarla buluştugu
noktada. siyahtan sanya uzanan dıngın
renklerin ortasında dımdik duran kadın
sanki bir güç simgesi. Eski bir minibü-
sün kapısından bakan yorgun çocuğun
omuzlannda koskoca bir dünyanın yükü
hıssedilmıyor mu? Ve tepesındeki "lüks
senis" yaşamin bir çelişkısi degil mi?
Sayfaları çevırmeye devam ediyorum.
Bu kez duruşlar. bakışlar kınlıyor. Sınır-
lar kalkıyor. Hareketler, anlar yakalanı-
yor ve de renklerle hareketler kaynaşıyor.
Bıtk"ayna$rTiailâ~$alııUlr'llllll I^CStitrtlT"
sanlar, nesneler. doğa bir kez daha bulu-
şuyor. Ben "Türkiye RenklerTnde san-
ki tıyatroyu yaşıyorum
"Sanatçı" olmak bir ayrıcalık. Bu ta-
nımı dikkatli, bilinçli, incelikli k'ıillan-
mak gerek. Ülkemizde igneyle kuyu ka-
zılarak yapılıyor "sanat" "Sanat"a. "sa-
natçı"ya dönen yüzler ise aydınlanmanm
umut ışıklan olarak belirleniyor. Bu ger-
çeği unurmamak gerek.
Dergîlerde ^dosya'lar yarışıyor
ERDAL DOĞA.N
Edebıyatın dergilerle olan seriheni,
yeni yayınlann da bu serüvene ortak
olmasıyla sürüyor. Herhangi bir kuru-
mun desteğini arkasına almadan yayın
hayatına atılan dergilerin, zaman za-
man gecikmelerle çıktığı ızlense de,
son aylarda kurum dergilerinin de be-
lirli bir periyodu takıp etmekte zorlan-
dıkları göze çarpıy°r
- Belki de bu yüz-
den. aylık dergilerin iki ya da üç aylık
periyotlan tercih etmelen...
Periyotlara yansıyan arayışlar
Uzun yıllar aylık yayımlanan Hürri-
yet Gösteri'nin son sayılannın iki ay-
lık, üç yıldır yayımlanan kitap-lık der-
gisinin ise, hacmini de büyüterek üç
ayhk çıkması, bir bakıma dergıcıliğı-
mizde yeni arayışlann da ipuçlarını
yansıtıyor.
Hürnyet Gösterı yine gecıkerek oku-
ra ulaştırdığı son sayısıyla geçen yılın
kültür \ e sanat olay lannın bir dökümü-
nü yaparken, bildik bir anlayıştan da
uzaklaşmış dıyebilırız. Derginin edi-
töryal hedefi. geçen >ılı değerlendirir-
ken farklı seslere \er vermek ve oku-
run bir tür baş\uru kaynağı olarak ei al-
tında tutabileceği bir sayı hazırlamak
şeklinde açıklanabihr. Kısaca derginin
son sayısını edinenler, hem koca bir yı-
lın panoramasını hem de daha önce ha-
zırlanan yıllıklarla karşılaştırma yap-
ma olanağını bulabilecekler.
Öncelen iki a> lıktı ve neredeyse yal-
nızca Yapı Kredi Yayınlan'nın tanıtımı-
nayervenyordu kitap-lık dergisi. 98'de
ise, edebiyatımızın en hacimli dergile-
rinden bın oldu. yelpazesi genişledi.
Dergıciliğimizin 80'lerle birlikte yay-
gınlık kazanan 'dosya' geleneğini say-
falanna taşıdı.
Üstelık yazın dünyasının sürekli ya-
kındığı \e gündeminde tuttuğu. ama
nedense dergilere pek yansımadığı bir
konusuyla: 'Yazar ve Para(lanmak)'
kitap-hk'ın Kış. '98 sayısını edinenlerin
en az bu dosya kadar keyifle okuyaca-
gmı düşündüğüm Mina Urgan ve An-
tonio Tabucchi söyleşileri ise şaşırtıcı
yanıtlarla dolu. Ilk öykülerine Seçilmiş
Hikâyelerdergisinde rastladıgımız Fü-
ruzan'ın yıllar sonra yazdıgı bir öykü-
yü yine derginin bu say ısında bulabilir-
sıniz.
Hazır. söz sö> leşiden açılmışken. Ya-
şasın Edebıyat dergısının şubat sayısın-
da Memet Fuat'la 'Ydın YazarT sayfa-
lannda yapılan sovleşiye iki cümleyle
deginme gereğini duyuyorum. Yazın
dünyamızın usta kalemleriyle yapıla-
cak söyleşılenn yine usta kalemlere bı-
rakılmasından yanayım "Edebiyatı-
mızda deneme ve eleştiri türünün son
yülannı nasıl göriiyorsunuz" türünden
sorular. artık çok yeni değıl' Yaşasın
Edebivat'ın eskı yeni ayrımını gözet-
meden her kuşaktan seslere yer \ erme-
sinin ise yazın dünyasının yeni adayla-
nna soluk aldıracagını düşünüyorum.
Öte yandan Poetik'us dergisiyle yeni-
den şiirlerini yayımlatmaya başlayıp,
lık, Evrensel Kültür, Ludingirra, Virgül
dergilerinde oldugu gibi.
Üç ayda bir yayımlanan Ludingirra
dergisinin dördüncü sayısında dosya
konusu 'Şiir, yonım ve eleştiri'. Dergi-
nin ilk sayfalanndaysa yayın kurulu-
nun samimi bir itirafı var: "(._) dosya
konusunda yinelcncn duygumuz şu: Bu
konu burada bitmez! Gerçekten de, ay-
nı şair ya da sorunsal üstüne çeşitli ya-
züann bir araya toplanmasının özel bir
çekiciliği olmakla birlikte, her dosya bir
yandan da yetmedi duygusu uyandın-
yor." Aslında bu itiraf, özel sayı ile dos-
ya arasmdaki aynmı da özetltyor.
Ludingirra'nın hazırladıgı dosya
içinse şunlan söyleyebiliriz: Şiir üstü-
ne düşünenler ve yazma gayretinde
olanlar. bu dosyadan birtakım notlar
dosyanm hemen ardından yayımlanan
Mahmut Makal'ın 'Fakir Baykurt'a
açık mektup'unu ise, en az kiiçük ls-
kender'in 'Şiirlideğnek'ı kadar keyifle
okuyacağınızı umuyorum. Derginin
sürekli yazan imzalan arasına bu sayı
Haydar Ergülen'in de katıldığını görü-
yoruz. Ergülen. 'okur/yazar' izlenimle-
rini aktardıgı sayfalarda Cahit Arf,
Ömer Ateş, Eray Canberk, Ahmet Er-
han, Selim 1leri, Engin Turgut, Adil tz-
ci, Süreyya Berfe ve Şiir Atı dergısıne
(ve bu derginin 10. YılÖzel Sayısı'nın
bu kış mutlaka çıkacagına) değinıyor.
Göç sürüyor, şiirde yenilik dem
'Göç' olgusunu dosya konusu yapan
Evrensel Kültür ise bu olguyu, edebi-
yattaki farklı görünüşlerinden sosyo-
5ÖSTERI
Yaşasın Edebiyat'ın bu sayısıyla da
ürünlerini yayımlatmayı sürdüren Fik-
ret Hakan'ın okurla banşmakta ısrarlı
davTandıgını söyleyebilınz.
'Özel sayı'lar yerine "dosya'lar
Dergiciliğin belkı de en zorlu yönü.
bir sayıyı yalnızca bir konuy a ayırmak
ve konu üstüne hemen hemen söy lene-
bılecek her söze o sayıda yer vermek,
yani 'özel sayı' hazırlamak. Özel sayı-
lann yerini yukarıda da belırttığimiz
gibi '80'lerle birlikte 'dosya'lar aldı.
Bugün dergilerin büyük bir kısmı her
sayı bir dosya hazırlayarak. özel sayı-
lann zorlugunu bir kenara bırakmayı
tercih ederken, konu zenginliğini önp-
landa tutma yönelimindeler. Tipkı Var-
düşebilirler. Yine derginin bu sayısın-
da. 'Opera Odağında Enis Barur Şiiri
SempozjTimu'nu izleyemeyenler, Ba-
tur'un sempozyumun sonunda yapmış
oldugu 'KapanışKonuşması'nı bulabi-
lirler.
Varhk'm konuğu 'şeytan'
Varlık dergisinin şubat sayısı hayli
hareketlı. Dosya konusu 'Şeytan bugün
ne yapıyor?' Bu soruyu yazilanyla ya-
nıtlayanlar Hulki Aktunc, Sulhi Dölek,
Orhan Duru ve Gerald Messadie. Ak-
tunç, 'şeytan üzerine küçük bir sozlük'
hazırlamış. Dölek, onu 'bu- beyefendi'
kabul etmiş.
Duru, 'şeytanhklan've Messadie ise
'şeytanın genel tarihi'ni yazmış. Bu
ekonomik ve politik boyutlanna kadar
geniş bir yelpazede irdelemeyi tercih
etmiş şubat sayısında. Aynı sayıda *Şi-
irde Yenilik'i tartışan Konur Ertop,
Cumhuriyet dönemi Türk şiirindeki de-
gişimin ne denli hızlı gerçekleştigine,
geçmişteyse değişimin küçük ölçekte
oluşuna dikkat çekiyor.
Polisiye roman gündemde
Zaman zaman uzmanhk dergileri tar-
tışılır, farklı farklı disiplinlere yer ve-
ren dergiler ya eleştirilir ya da olagan
karşılanır. Sonuçta dergiler kimi zaman
'edebiyat', kimi zaman da 'sanat veede-
biyat' dergileri olarak karşımıza çıkar.
Kanştınlır. Dergiciliğimizde edebiyat
dergisi olarak çıkıp, plastik sanatlara
sayfalarca yer veren dergilere rastlan-
makta. Elbette çizgisinde ısrarlı olan-
lara da...
Bu baglamda Virgül dergisi yöneti-
cileri, dergilerinin yalnızca 'khap eleş-
tiri dergisi' olduğunu, 'edebiyat dergi-
si' olmadıgını söyleseler de. bu dergiyi
edebiyatın uzagmda saymamız müm-
kün degil.
Çünkü dergide, edebi metinlerin
eleştirisi ya da tanıtımının ağırhkta ol-
dugu izlenrqekte. Bununla birlikte. da-
ha beşinci sayısında, merakla beklenen
dergiler arasînda yerini alması ise se-
vindirici. Üstelik pek az işlenen bir de
dosya konusu var: 'Polisiye romanlar'.
Bu türün meraklılan. belli başlı tüm
isimleri derginin şubat sayısında bula-
bilirler.
Sabahattin Ali'nin öltimü
Evet. hemen hemen birçok dergi ya-
yın hayatına 'dosya'lany la devam eder-
ken. dergiciüğimizin duayenlerinden
Memet Fuat, Adam Sanat'la bu anlayı-
şın dışında kaldı. Ama dergide yayım-
lanan bazı yazılarla da. Adam Sanat'ın
sık sık yeni tartışmalann merkezi oldu-
gu söylenebilır.
Bu baglamda. derginin şubat sayısın-
da yayımlanan. Kemal Adatepe'nin
•Yalçın Küçük'ün. Sabahattin Ali'nin
Ölümii İle İlgili Tezleri Üzerine Notlar'
yazısı, yıllar önce Edebiyat Cephesi
dergisinde yapılan tartışmalan yeniden
gündeme getiriyor. Sanınm Adam Sa-
nat dergisinin önümüzdeki saynlannda
Küçük'ün Adatepe'ye yanıtım okuya-
cagız.
Yeni bir öykû dergisi
Bildiğiniz gibi üç yıl önce Adam Öy-
kü ile öykücülerimiz yıllar sonra rahat
bir nefes aldı. Bu dergiyi 1 yıl sonra
Düşler Öyküler izledi. Şimdi onu da
yeni bir dergi izliyor: Fayton Öykü. Kış
'98 olarak yayımlandı Fayton Öy-
kü'nün ilk sayısı. Üç aylık. Derginin
bu sayısında, genç öykücülerin ürünle-
rinin yanı sıra Fahrettin Demir'in 'Öy-
kücülüğümüz Üzerine Değinmeler',
Cemil Kavukçu'nun 'Öykülerin Öy-
küsü', Mehmet Kanar'ın 'tran Ede-
biyatı' yazılan ve Adnan Özyalçıner ile
yapılan söyleşi yer alıyor.
YAZI ODASI
SELİM İLERİ
'Diğerlerinin Adı Ali'
Şehir Tiyatroları'nda Diğerlerinin Adı Ali başla-
yalı epey oldu. Bir türlü denk düşürüp izleyeme-
miştim.
Öysa bir an önce 'görmek' istiyordum. Fass-
binder'in 'senaryo'sundan oyun çıkar mı; önce-
likle bunu merak ediyordum. Sonra, oyunu kota-
ranlar arasında arkadaşlarım vardı; onların çaba-
larını merak ediyordum.
Diğerlerinin Adı Ali'yı işte epey sonra, geçenler-
de izleyebildim.
Rairter Wemer Fassbinder çok sevdiğim bir
yönetmendi. Hemen hemen bütün filmlerini izle-
dim sanıyordum. Yanılıyormuşum: Oyunun tanıt-
malığından öğrendiğime göre elli filme imza atmış
Fassbinder. Üçte birini izlemiş olmalıyım.
Bununla birlikte melodramdan yola çıkan, me-
lodramı bir yandan da hemen çarpıp tuzla buz e-
den o Fassbinder dünyasını iyi kötü sezinlediğimi
sanıyorum.
Söz konusu dünya, Diğerlerinin Adı Ali'de de he-
men duyumsanıyor:
Faslı bir iki işçinin devam ettiği, ikinci, üçüncü
sınıf bir bar. Barda hayatlanndan bekleyecekleri
pek bir şey kalmamış, düşkün bir iki kadın. Yağ-
muriu bir akşamüstü bara yaşı altmışa yakın bir
başka kadın çıkagelir. Adı Ali değil Salem olan
Faslı delikanlıyla bu çökkün kadının dans sahne-
si melodramın bütün büyüleyıciliğini karşımıza çı-
kartacaktır.
Fakat hemen ardından yaşamın olanca iticiliği-
he biz izleyicilerı fırlatıp atarak.
Artık melodram bitmiştir. Şimdi, altmışlık Em-
mi'y'e Salem'in bir sevgi-şefkat- dayanışma-aşk
dünyası kurup kuramayacakları, hangi tehditler-
den geçecekleri, hangi siyasal ve törel değerlerle
(değersizliklerle) boğuşacakları adım adım sapta-
nabilir...
llişki, iletişim arayışı daha baştan gözü karadır.
Öyle ya; genç, sağlıkh, yakışıklı Fasltyla saçlan
ağarmış, omuzları çökmüş, yüzü kırışmaya koyul-
muş, üstelik 'jigolo' besleyecek parası da olma-
yan Alman kadının buluşma noktaları ne olabilir
ki...
Ama Fassbinder, sevginin ve şefkatin mucize-
sine ınandığından, bu tuhaf, aykırı, bazılanmız.. ne
yazık ki birçoğumuz ıçın irkiltici aşka bizi de inan-
dırıyor. tmmi'yle Salem'in, yaşayabilecekleri ye-
re kadar, acıda ve kıvançta birlikte yaşamalannı
gönülden ister hale gelıyoruz.
Gelgelelim önce 'düzen' itiraz ediyor, derken
konukomşu, iş çevresi, aile, bakkal çakkal. Hırpa-
layışlar, çirkinleştirmeler, yok etme eylemleri ara-
sında Alman kadınla Faslı delıkanlı da birbirlerin-
den kopma noktasına sürükleniyorlar.
Günümüzün iletişımsiz, yalnız kılıcı dünyasında
epey örneğı, en azından düşlerde epey örneği olan
bu mutsuz birliktelik öyküsü bir yıkımla mı nokta-
lanacak diye artık soluk soluğa Diğerlerinin Adı
Ali'yı izliyorsunuz.
Serra Yılmaz, ılk kez yönetmen konumunda. Ilk
kezlığine karşın üslubu olan bir yönetmenlej^üz
yüze geliniyor Uyuncülarını ölçulü bir ağTrTâşîırıcı-
lıkla oynamaya yönlendirmış. Yer yer gerçek ha-
yatın saniyelerı. dakikalafı yaşanıyor. Bu tutum,
Serra Yılmaz'ın farklı üslubunu beliriemrş.' ; ' .
Sibel Arslan Yeşilay'ın duru, tiyatroda ille ko-
nuşma dilimizin gereklilığine inanmış çev/irisiyle
oynanan eserde Ozcan Çelik'in ışık tasarımı da
etkileyici oluyor.
Gelelim oyunculara; başta, ister istemez, Celi-
le Toyon'la Can Başak. flki yıllann. belki de çok
hakkı yenmiş, gerçek bir duygu ustası. Ikıncisi, ti-
yatro sanatını ne kadar ciddiye aldığını gitgide ka-
nıtlayan genç bir aktör. Yan yana gelişleri, hele ba-
zı sahnelerde, yetkinliğe erişiyor.
Ama onlar ölçüsünde, irili ufaklı rollerini başrol
kimhğine dönüştürebilen başka oyuncuların kat-
kısını unutmamak gerekır.
Bar sahibesinde Alev Oraloğlu nu çok sevdim;
doğrusu Alev Oraloğlu'nun da hakkı yenmiş bir
oyuncu olduğunu ılen süreceğim.
Ilk kez izlediğim Melike Artınbaran, yann için
çok şey söz veriyordu.
Nihayet Esin Eden, Sevil Uluyol, Tanju Tun-
cel, Funda Özcan, Bercis Fesci, Caner Bilgi-
ner, Hakan Arlı, Mehmet Asa, Turgut Arseven,
Ayça Telırmak, llhan Kilimci, hepsi oyunu 'ya-
şatmakta' ustalık gösterdıler.
Aralannda Esin Eden, Sevil Uluyol, Tanju Tuncel
gibi Bercis Fesci, Turgut Arseven gibi yıllarını tiyat-
roya adamış bu kışilerin, Türkiye'de tiyatro sana-
tının hâlâ ayakta kalıyor oluşuna kimbilir ne derin
emekleri geçıyor...
Takvimde tz Bırâkan:
"Bir Kalbi kmlmaktan koruyabilsem/ Yaşamış
olmayacağım boşunal Bir Hayatı Acıdan kurtara-
bilsem/ Bir Ağnyı dındirebilsem ya da
"Ya da bayılan bir Kı2ılgerdanı/ Koyabilsem ye-
niden Yuvasına,/ Yaşamış olmayacağım Boşuna."
Emity Dickinson, Şiirier, Çev. Selahattin Ozpa-
labtyıklar, lyı Şeyler Yayıncılık, 1994.
Sinema sanatçısı Mesiha Yelda öldü
• İSTANBUL(AA)-Türk sinemasının 1950'li
yıllardaki unutulmaz kadın oyuncusu
Mesiha Yelda vefat ettı. Sinemaya, 1949 yılında
çevirdıği "Arabacının Kızı' ısımlı filmle baslayan
Mesiha Yelda. 'Barbaros Hayrettin Paşa'.
'Dudaktan Kalbe". 'Günahını Ödeyen Adarn',
'Kızıltuğ'. "Vahşı Arzu' ve 'Uçuruma Dognı'
filmleriyle sanat yaşamını sürdürdü.
Beşiktaşlı milli futbolcu Faruk Sagnak ile
evlenen sanatçı 1954 yılında sinemayı bıraktı. 67
yaşında ölen Mesiha Yelda e\ li ve iki çocuk
annesiydi. . .
BUGÜN
I ÇEKÜL tarafından düzenlenen "Anadolu
Seminerleri" kapsamında saat 18.30'da İTÛ
Taşkışla'da (109), Doç. Dr Oğuz Tekin'in katılacağı
'Eskiçağ'da Anadolu'da Para' başlıklı seminer
izlenebihr. (251 54 44)
• AKSANAT'ta saat 12.30 ve 18.30'da "Tıe Art of
the 20th Century Ballet' başlığı altında Ra-el'in
'Bolero', Mahler'in "Adagietto" \e 'Ce que LJAmour
Me Dit' adlı yapıtlannın seslendirilecegi konıser
izlenebılir. (252 35 00)
• İDOB AKM Püyük Salon'da 'Adriana
Lecouvreur' adlı operayı sahneliyor. (25110 23) '
• BORUSAN KÜLTÜR VE SANAT
MERKEZİ'nde saat 19.00'da Önder Focan ^az
konsen dınlenebilir. (292 06 55)