Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
11 EKİM 1998 PAZAR CUMHURİYET SAYFA
15
Bilgi'den
açıklama
iştanbul Bilgi
Üniversitesi mütevelli
heyet başkanı Oğuz
Özerden, okuldaki
kitaplann listesinin
öğrencilere
verilmediği ve
dışarıda bulunmadığı
yolundaki şikâyetlere
yanıt verdi. Özerden,
kitap listesinin
saklanmasının söz
konusu olmadığını,
ancak kitapçılarda da
bulunmadığını
açıkladı, "Kitaplan
yurtdışından
getiriyor ve ^
indirimli olarak
satıyoruz.
Burslu
öğrencilerimize
ise ücretsiz veriyoruz"
dedi. Özerden, her
özel üniversite gibi
öğrencilerin yüzde
10'una karşılıksız burs
verdiklerini, ancak
yüzde 20 oranında
öğrenciye de
mezuniyetinden iki yıl
sonra başlamak üzere
beş yıla kadar geri
ödemeli karşılıklı burs
sağ/adıklannı bildirdi.
Oğuz Özerden, özel
üniversitelere
bütçesinin yüzde
40'ına kadar sağlanan
devlet yardımını da
kabul etmediklerini
söyledi. Şaşırtıcı ama
gerçek... Eğer,
devletten para
almayan tek özel
üniversite iseler,
doğrusu tebrikler...
Elektronik posta: someposta.cumhunyetcom.tr Tel: 0.212.512 05 05 Faks: 0.212.512 44 97
- Tayyip, Istanbul sokaklannı
fotoğraflanyla donatmış...
"Bu şarkı burada bitmez
dediğinden beri kendini
assolist sann/or!"
evgili Uğur Ağbi. Cumhuriyet'in 75. yılı anı-
sına açılan bir fotoğraf sergisi için geçen
çarşamba Ankara'daydım. Perşembe sa-
bahı Ankara Büro'ya uğradım. Arkadaşla-
n gördüm. Yine seni andık. Biliyorsun senin adına
bir vakıf kurulmuştu, bizim büronun üst katında ki-
radaydı. Taşınmışlar. Yeni bir bina satın almışlar, o
gün açılışı varmış. Öğleden sonraki uçakla Istanbul'a
döndüm, açılışa katılamadım. Umanm bana darıl-
mamışsındır.
Çok görkemli bir açılış olmuş.
Kurdelayı Mesut Yılmaz kesmiş. Değerli eşi Ber-
na Hanım, bir gün önceden binaya gelip bakmış,
eksik bir şey kaldı mı diye. Kalmamış. Mesut Bey,
şu Suriye krizi nedeniyle Süleyman Demirel'e git-
tiği için bir saat gecikmiş. Tabii herkes Sayın Baş-
bakan Mesut Yılmaz'ı beklemiş. Biliyorsun Demirel
ozamandan bu zamana Cumhurbaşkanı oldu. Açı-
lışı neden Demirel yapmadı anlayamadım. Gazete-
Mektup
lerdeki fotoğraflardan gördüm, Cavit Kavak da var-
mış. DYP'den ANAP'a geçen Tevfik Diker bile gel-
miş. Eksik olmasınlar.
Gazete haberlerinde dostlarının adlarına pek rast-
layamadım. Meğer, Sadun Aren, Alpaslan IşıkJı, Mü-
şerref Hekimoğlu Önder Sav gelmiş ama arkalar-
da, kenarda bir yerde kalmışlar. Doğan Taşdelen
bile son dakikada el sıkabilmiş. Yekta Güngör Öz-
den ise bel ağrıları yüzünden, Mesut Yılmaz geci-
kince töreni bekleyememiş.
Binanın önü çok kalabalıkmış. Birçok kişi binaya
girememiş ya da ne bileyim işte, girmek isteme-
miş... Ama içerisi pekgüzel olmuş. Işadamlarının çi-
çekleri daha bir renklendirmiş ortalığı. Hele mobil-
yalar muhteşemmiş. Güvenlik açısından binada en
son teknoloji kullanılmış. Bekleme salonuna giren,
duvara yansıyan fotoğrafınla karşılaşıyormuş.
Bina yedi katlıymış... Paris Caddesi'ndeymiş. Gi-
riş katı şimdilik boş duruyormuş. Oraya çok lüks bir
restoran açılabilir aslında. lyi para getirir.
Vakfın kamu yararına çalışan vak/f kapsamına aJın-
masını Necmettin Erbakan engellemişti, eksik ol-
masın Mesut Yılmaz Bakanlar Kurulu'ndan karar çı-
karttı. Hatta Yüksek Planlama Kurulu'ndan mı ne-
redense biryerden de karar çıkmış, Toplu Konut Fo-
nu'ndan kaynak yaratılmış. Paris Caddesi'ndeki bi-
nayı almak için o kadar para nereden bulundu diye
merak etme. Sağolsun hem Mesut Yılmaz, hem
Berna Yılmaz çok yakından ilgileniyoriar.
Bu yılki törenin de çok görkemli olacağı şimdiden
belli gibi. Biliyorsun seni artık parayla anıyoruz. Ne
de olsa, 24 Ocak Kararlan'na ayak uydurmak lazım.
Maddi konuları hiç düşünme. Çok iyi bir ticari işlet-
medeki gibi her şey emin ellerde. Hoşça yat.
SESSÎZ SEDASIZ (!) NURtKURTCEBE
2O. TA/Y/PÂ&/A AUBATCMJ
Suna Kan, kulağından rahatsızfandı!
Kültür Bakanı Istemihan Talay, bir
konser sonrası karşılaştığı devlet sa-
natçısı Suna Kan'a soruyor:
- Kolunuz nasıl?
Suna Kan yanıt veriyor:
- Kolum iyi ancak kulağım iyi degil.
Kültür Bakanı, telaşlanıyor:
- Geçmiş olsun, n'oldu kulağınıza?
Suna Kan:
- Yanlış şeyler duyuyorum.
Kültür Bakanı'nın yüz hatlanndan,
"rahatsızlığı" anladığı belli oluyor Su-
na Kan devam ediyor:
- 24 Aralık'taki konsere Hikmet
Şimşek le çıkacağımı duyuyorum.
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkest-
rası'nın üçüncü kez açıklanan reper-
tuvanna göre Suna Kan'ın verecegi
Inönü Konseri'ne şef olarak Hikmet
Şimşek uygun görülüyor. Suna Kan da-
ha önce uyardığı hatta "istifa
ederim" dediği halde 16 yıldır
biriikte konsere çıkmadığı Hikmet
Şimşek'le buluşturulmak ısteniyor.
Yönetmelik soliste şefi, şefe de solis-
ti seçme olanağı tanıdığı halde birile-
ri kendi kafasına göre hareket ediyor.
Kültür Bakanı, durumu kurtarmaya
çalışıyor:
- Aaa, nasıl olur? Hay Allah... Vah
vah... Biryan/ışlıkolmalı...
Etrafındakilere dönüp repertuvarı
soruyor ve Suna Kan'ın "kulakların-
daki rahatsızlığı" giderecek açıkla-
mayı yapamıyor.
Bu arada... Cumhurbaşkanlığı Sen-
foni Orkestrası'nın bu yılki repertuva-
rında şef Gürer Aykal'a açılış konse-
ri ve Anadolu'da birturne dışında baş-
ka bir konser verilmiyor.
PALAS PANDIRAS Yığidi kırmızı bültenle yakalat
ama hakkını yeme! iMüfitBozacı
ÇED KOŞESİ
DKTAY EKİNCİ
fCarayolları ve Istanbul
Yıllardır ülkeyi kan ve gözya-
ına boğan "otomotiv pazarla-
nasına sevdalı" ulaşım politika-
ı, sonunda sanki dokunulmazlığı
la olan de\ bir ayncalıklı kurum
arattı: "Karayollan..."
Özellikle, geçmişteki o "özve-
ili karayölcu" imajınıa yerine
işbitirici oto-yolcu" kimlığınin
gemen olduğu 1980'lerden bu ya-
a, ne hukuk dınleniyor, ne plan,
e de kent ve çevre...
Aslında her türlü yol projesin-
e öncelikle gözetilmesi gereken
imar" ve "koruma" gibi temel
asalar, Karayollan için sanki ge-
erli degil. Şehircilik kurallan, ta-
hsel ve doğal doku ve hatta "uia-
ım bilimi" bile Karayolları'nı
ağlamıyor. Tam tersine, bütün
unlara artık "kesinlikJe uyulma-
ıası gereken engeller" gözüyle
akılıyor...
Nitekim bu "ayrıcalık" aynı
olitikanın "hâmisi" olan yıllan-
uş politikacılann açık desteğiy-
: öylesine yerleşik bir "resmi
avranış geleneğine" dönüştü ki,
rneğin Koruma Kurulları'nın
naylamadığı yol ve köprii proje-
•ri, yasalar karşısında geçersiz ol-
ıasına rağmen ihaleye çıkartıla-
iliyor... Benzer şekilde imarplan-
nna aykın yeni yol güzergâhla-
. "plan değişikliği bile yapıl-
ıçın trafik polisine de gerek yok-
tu) her günkü yolları kullanan Is-
tanbullulartam bir "yığüma" içın-
de neye uğradıklannı şaşınyorlar.
Kurtuluş törenlerine "eksort-
ları sayesinde" ulaşabılen Vaii
Erol Çakır da Karayollan'nın 30
Eylül 1998tarihlîyazısma "Buiş
için başka gün seçin, çünkü a>-
nı gün kentin önemli meydan ve
caddeleri de zaten trafige kapa-
lı" diye yanıt vermemiş olmanın
belki de genlıminı yaşıvor...
Şimdi denilebilir kı eğer Istan-
bullulara önceden haber verilsey-
di, radyo, TV ve gazeteler kanalıy-
la "O gün özel otolannızı kullan-
mayın, toplu taşım araçlannı
yeğleyin" denseydi, hatta muci-
zevi bir uygarlık gösterisi yapılıp,
"ek vapur seferiyle" hıç değilse
böyle bir durumda Istanbul'un
"deniz kenti" olduğu anımsana-
bilseydi, o saatler siiren kâbus bel-
ki de bu düzeyde yaşanmazdı...
Ne var ki bu mucıze gerçekleş-
se bile, yine de trafiğı felç edecek
bir işletn için Istanbul'un Kurtu-
luş gününü "seçmek" şu gerçeği
ortadan kaldırmayacaktı: "Kara-
yollan, kentten ve kent kültü-
ründen habersiz bir kuruluş."
Zaten eğer böyle olmasaydı, hâlâ
Boğaz'a yeni köprü peşınde koş-
mazdı: Anadolu yakasındaki E-5
tlata Köprüsü Istanbul'un Kurtuluş Bayramı'nda trafiğe kapa-
ıca, yüz binlerce kişi coşku yerine gerilim dolu saatler yaşadı...
ıdan" projeye dönüştürülüp ka-
: kentleşmeye "rant damarı"
rak armağan edilebiliyor...
şte böylesine sistemleşmiş bir
Tiursamazlığın" doruğa çıkan
bir örneği de 6 Ekim 1998 sa-
ünü fstanbul'da yaşandı. Da-
ıygun bir gün yokmuş gibi, İs-
jurunkurtuluşunun 75. yıldö-
ıünde Galata Köprüsü saat-
e trafiğe kapatılarak. mılyon-
ı kişi ve bırkaç yüz bin araç yol-
a bekletildi. Kimbilir kaç tril-
liralık iş ve emek kaybına yol
rken, aynı gün erkenden yol-
düşüp "kentin kurtuluş ba>-
ına" katılmak ısteyen İstan-
ılann da he\'esleri kursaklann-
ırakıldı... O gün bu rezaleti
ulayan gazetecilere faksla ile-
yazı örneğine bakılırsa, Ka-
Uan 17. Bölge Müdürlüğü 30
11998 tarihinde Istanbul Va-
ni şöyle uyanyor: "6.10.1998
i köprü, yaya ve taşıt trafi-
kapatılacak, trafiği buna
yönlendirin..."
lilik ise bu yönlendirmeyi,
iye dogru giden ana yollaruı
dan ya da ortasından degil
ıraköy ve Eminönü meydan-
laki "kapatılmış köprü gi-
inden" başlatınca(ki bunun
yolu kondorunu raylı sistem pro-
jesüıe kapatmazdı: Beykoz orman-
lannı yağmalayan villa sitelerine
ve mafya yapılaşmasma viyadük-
lü hız yolu hızmetı götürmezdı;
hatta Eminönü-Haliç-Karaköygi-
bi bir tarih şöleninin tam göbeği-
ne, böylesine ablak, oransız ve
kenti silüetinden habersiz. kültür
yoksunu bir köprü tasanmıru ge-
tiripoturtmazdı...
Peki, asıl görevi "şehirler ara-
sında" olan ve bir tarih- doğa ül-
kesı konumundaki Türkıye'de san-
ki "Arabistan çöüerinden" yol
açıyormuş gibi davTanmayı da bir
türlü elden bırakmayan bu kurulu-
şun. "kent içinde" ve Istanbul'un
göbefınde ne işi var? Galiba asıl
bu soruya yanıt verılebilirse, 6
Ekim 1998 tarihindeki trafik kilit-
lenmesiyle başlayan tartışma Is-
tanbul için "ikinci bir kurtulu-
şun" da başlangıcı olacak. Bütün
amaç ve hedefleri otomobil, oto-
büs ve kamyonpazanru "genişlet-
mek" vizyonuyla bütünleşen bir
ulaşım anlayışının örgütlü ve pa-
ralı gücü Istanbul'dan "dışan*" çı-
kartılabilırse, bu kent metroya da
kavajşacak, demiryolu tüp geçişe
de, deniz uluşamına da ve çağdaş
uygarlığın dığer nimetlerine de...
HAYVANLAR ISMAIL GLLGEÇ
KİM KtME DUM DÜMA BEHIÇAK behicakÇa turk.net
ÇİZGİLİK KÂMtL MASARACI
H A R B İ SEMİH POROY
TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN 11 Ekim
ÜNLÛ BİR FOVİST..
PANO
DENİZ KAVUKÇUOGLU
"Hayat Bilimi'
Bizi laboratuvann kapısında karşılamıştı. Teker te-
ker ellerimızi sıkmış, her birimize ayrı ayn adını söyle-
mişti. Tanışma faslını bitirenler içeri giriyor, bir yanın-
da içinde çeşitli şişeler, kaplar, kutular, mikroskoplar
duran cam kapaklı yüksek dolaplar sıralanmış, öbür
yanında ise duvar boyunca uzanan kirli beyaz sera-
mik karolarla kaplı bir çalışma tezgâhı bulunan uzun,
dar laboratuvann ortasına dizilrniş tahta sıralardan bi-
rine oturuyordu. Böylesi bir "seremonı" Haydarpaşa
Lisesi gibi bir okulda, doğrusu, alışılmadık bir şeydi.
Hepimiz bir parça şaşkındık. Son öğrenci de gelip, ar-
kada boş kalmış sıralardan birine oturunca, öğretme-
nimiz içerj gjrip kapıyı kapattı.
Karşımızda dört ayaklı küçük öğretmen masasının
yanında ayakta duruyordu. Hiç konuşmuyor, gözleri-
ni üzerimizde gezdiriyordu. Bizler de, göz göze gel-
memeye çalışarak, ona bakıyorduk. Arkaya doğru ta-
ranmış, tıraşı özenli saçları bembeyazdı. Maviye ça-
lan açık gri renkte, hafif çizgili bir takım elbise giymiş-
ti. Pantolonunun ütü çizgisi, biraz önce ütücü elinden
çıkmış gibi keskindi. Beyaz gömleğinin yakası kola-
lıydı. Boynundaki, elbısesinin rengiyle uyumlu, koyu
gri, parlak saten kravatı, yeni boyanmış siyah ayak-
kabılarıyla, olgun yaştaki erkekler için hazırlanmış bir
moda dergisinden çıkıp gelmiş gibiydi. Giyimiyle, dav-
ranışlarıyla okulun öbür öğretmenlerinden çok farklıy-
dı bu öğretmen.
Aradan uzunca bir süre geçtikten sonra, "Dersimiz
bios logos" diyerek söze başladı, "Bios logos, hayat
bilimidemektir..." Bunlan söylerken sanki bizlerden bir
tepki göstermemizi bekliyordu. Sınıftan tepkı gelme-
yince, sözlerinı sürdürdü. "Size hayatı anlatacağım!"
Anlatmaya başladı... llk yanm saati geride bırakırken
amiplerin, omurgalılann, yumuşakçaların, solucanla-
rın, sineklerin, sineklerin kanatlarının, insan iskeletin-
deki kemik sayısınm ve bunlara benzer şeylerin haya-
tımızda uzun boylu bir yerı, bir anlamı olmayacağını
anlamıştık. Insanların özel ilgi alanları için gereklı ola-
bilecek bu bilgiler ders kıtaplarında var. Ortalama ze-
kaya sahip her öğrenci bunları okuyup, öğrenebilirdL
Onun görevi bizleri yönlendirmek, okuyup da anlaya-
madıklarımızı, 'geçer not alacak bir düzeyde kafamı-
za sokmaktı!' O kadar! Bunun için her dersin sonuna
doğru 'en fazla beşdakikalık birzaman' yeterfiydi. Biz,'
daha 'bir yol bile tarif etmesinı' beceremezdik. Bun-
dan 'kesinlikle' emindi. 'Yol nasıl tarif edilir?' Onu an-
latmaya başladı. O anlattıkça 'ne değin cahil olduğu-
muzu' anlıyor, anlattıklannı daha yoğun bir ilgiyle din-
liyorduk. Birara masasının üzerinde duran iri taneli tes-
bihi eline aldı, yukarı kaldınp, sordu: "Beyler, bu ne-
dir? Bilir misiniz?" llk dersimizde 'yol tarif etmeyi',
'kehribar'ı ve ünlü kehribar ustalarını öğrendik.
Halit Avan'ın öğrencisi olmak bir ayrıcalıktı. Daha
birkaç hafta geçmeden, aramızdaki en 'salaşpurları-
mız' bile gıyım kuşamlarına özen gösterır olmuşlardı.
lyi giyinmek, 'pahalı gıyinmek' demek değildi. Biraz
renk uyumuna, biraz pantolon ütüsüne, biraz da ayak-
kabı boyasına dikkat, 'amma... ille de temizlik' insanı
başkalaştırıyordu. 'Renk estetiği' dersini, 'çatal bıçak,
kullanım' yöntemleri, bunu 'hangi yemeğe hangi ba-
harat konur', 'tuvalette nasıl davranılır' gibi konular iz-
ledi. Bize Bakırcılar Çarşısı'nı, Sahaflar Çarşısı'nı, bü-
yük camileri gezdirdi. Her şeyi, bildiklerinı bize de öğ-
retmek istiyordu. Solucanların boğumlannı, böcekle-
rin bacak sayılannı başka öğretmenlerde okuyan öğ-
renciler kadar 'ayrıntılı' öğrenemedıysek de, ama be-
şinci'ders'te 'rh'asturbasyon'un, söylendiği gibi zarar-
lı bir şey olmadığını ögrenmiş, rahatlamıştık.
llginç bir kişiliği vardı. Evli olduğunu, fakat aynı evi
paylaştığı eşiyle uzun yıllardır 'küs' olduğunu, hiç ko-
nuşmadıklarını duymuştuk. Aralarında acaba ne geç-
mişti? Yalnız öğrencileriyle değil, okuldaki meslektaş-
larıyla da mesafeliydi. Kendine özgü davranışlannın,
yaşama, dünyaya bakışının, giyim kuşammın kıskanıl-
dığının kendisi gibi bizler de sezerdik. Belki de bu ne-
denle öğretmenler odasına gitmez, ders aralarını la-
boratuvarda geçirir, özel semaverinde pişen demli ça-
yını içer, gazetesini, 'Cumhuriyet'ı okurdu. llkeli, tutar-
lı bir insandı. 'Yedi', verdiği en yüksek nottu. Çünkü
'Hayat Bilimi'nden 'on' almak demek, 'hayatı yüzde
yüz bilmek' demekti! Bunu o bile bilmiyordu ki!.. Yıl-
lar ilerledikçe daha çok hak verdim öğretmenime. İn-
san ömrü hayatı öğrenmeye gerçekten yetmiyordu.
Onun dersınde hiçbirimız 'yüksek not' alamadık. Ama
biraz çaba gösterenler, adam olmaya niyeti olanlar, ya-
şamı, 'insan gibi yaşamanın' ipuçlannı öğrendiler. Ço-
ğumuz, 'köy tarhanası'ndan 'hünkâr beğendi'ye, da-
mak zevkimizi nasıl geliştireceğımizi; kitabın, kültürün,
sanatın, dostluğun, banşın, doğrunun niçin 'güzel', kav-
ganın, şavaşın, yalanın niçin 'çirkin' olduğunu ondan
öğrendik. On beş yaşındaydık.
Geçen pazar günü Rodos'ta, limana karşı bir pas-
tanede ıspanaklı börek yerken, kendisine çok şey
borçlu olduğum bu 'hayat öğretmenimi' anımsadım.
Bir keresinde bize, haftada en az bir kez ıspanak ye-
memizi öğütlerken, sözü, yuvarlak pasta kalıbında
baklava yufkasıyla hazırlanıp, fırında pişirilen 'Yunan
usulü ıspanak böreği'ne getirmişti. Yediğim böreğin lez-
zeti, biçimi aynen onun tarif ettiği gibiydi. Ha/it Avan,
bildiğini 'iyi bilir', bilmediğini söylemekten kaçınmaz,
ama hiçbir zaman bilmeyip de 'bilir gibi' yapmazdı.
Yattığı yerde ışığı bol olsun.
Faks:0216-418 84 10
BULMACA SEDAT YAŞAYAN
SOLDA.N SAĞA:
1/Elıışeyatkın,
becerikii... Ge-
minm baş ve kıç
tarafında, asıl
güverteden yük- 3
sekolankısagü-
verte. II "Sev-
miş iki — ufku
görürler daha
engin" (Yahya "
Kemal)... Her-
hangıbırolayın
yol açtığı zarar.
3/ Hayvanlann
kışlık yemı...
Menteşe. 4/
Öz'ün 1975 Orhan Ke-
mal Ödülü'nü kazanan
romanı. 5/ "Cemal Reşit
...": Bestecımız. 6/
Çinakoptan biraz büyük
lüfer. 7/ Kimi hastalık-
larda, yüzde, ellerde ve
ayaklarda görülen yan- 6
gısız şiş... Pembe renk- 7
li şarap. 8/ Erzincan'ın
birilçesi... Sıkgözlüağ.
9/ Bir malın cınsıni ve
edennı gösteren küçük kâğıt Bir cetvel türü
YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Dıl devriminin ilk yılla-
nnda belediye anlamında kullanılan sözcük... Aydın'uı
bir ılçesi. 2/ Gizlı yer... Tane. 3/ "Dehri arasan binde bir.
âdem bulamazsın / Adem görünen —'lan âdem mi sanır-
sın"(ZiyaPaşa)... Iskambıllerleoynananbırtüroyun. 4/
Güçsüz düşmek, yorulmak. 5/ llenme, beddua... Arna-
vutluk'un para binmı... Asaf Halet Çelebi'nin bir şür
kıtabı. 6/ Sakarya Irmağı uzennde kurulu bir baraj. II
Osmanlılar'da gece bekçısı... Kısayazı. 8/ Uygun bulan,
kabul eden... Havada beşte dört oranında bulunan ele-
ment. 9/"Sadun -": Iktisatçımız... Yapraklan salataola-'
rak yenen baharlı bir bitkı.