Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET
KÜLTÜR
6 HAZİRAN 1997 CUMA
14
Timur Selçuk, çoksesli müzik serüvenini demokrasi tarihimizle özdeşleştiriyor
Çoksesli müzik, çoksesli topkun
DUYGU DURGUN
'Aynlanlar Için'.'İspanyol Meyhane-
si', 'Beyaz Güvercin' ve daha nice şarkı
onun sesinde yaşam buldu. Babası Mû-
nir Nurettin Selçuk'tan aldığı çoksesli
müzik mirasını bugüne taşıyan Timur
Selçuk, sanatında hep ıleriyi hedefleyen
bir müzık adamı. Selçuk, kendi deyişiy-
le 'yann ölecekmiş gjbi' üretmeyi sürdü-
rüyor. Bu yıl ıçinde Münir Nurettin Sel-
çuk'un yapıtlannin kaydını gerçekleşti-
recek olan sanatçı, Nâzım Hikmetve Or-
han Veli'nın şiirleri üzerine yaptığı bes-
teleri de bir araya getirecek. Recep Bfl-
giner'in 'San Naciye' adlı yapıtını mü-
zikalleştirecek.
- Çoksesli müzik alanındaki çalışma-
lannız yıllardır bilinivor. 30 yılı aşan sa-
nat yaşamınızda, bugün çoksesli müzik
alanında gelinen noktayı nasıl görüyor-
sunuz? Türkiye'nin çoksesli müzik ve
çoksesli toplumsal ortamını nasıl değer-
İendirryorsunuz?
TİMUR SELÇUK - Çoksesli müzi-
ğin serüveni çok öncelere dayaniyor.
Türkiye'ye, Asya'ya ya da Avrupa'ya
değil. ınsana dayanan bir şey. tnsana
yaklaşımınız materyalist olabilir ya da
daha farklı olabilir. Nasıl bakarsanız ba-
kın müzıgin, sesın yani soluğun sanatla
birlıkte var olduğunu göreceksiniz. Mü-
ziğin devinimı insanın ve onun yaşadı-
ğı sosyal politik olaylann dışında bir şey
değildir. Cumhunyetle birlikte çoksesli
müzik alanında Türk Beşlıleri ile başla-
(Fotoğraf: KAA>
SAĞANAK)
dışındaki
ve dünya ûzerindeki
yaşamımı,
karşılaştırmamak
koşuluyla, doğru
yansıttığımı
düşünüyorum. Ne
solcu arkadaşlanm
ne de muhafazakâr
dostlanm beni tam
olarak
benimseyebildiler.
Ama ben kendimce
doğru yaşadığımı
düşünüyorum, böyle
yaşamaya da devam
edeceğim. Bu açıdan
kendimle banşığım.
yan bir hareket var, o güzel adamla, Ata-
türk'le başlayan pek çok alandaki hare-
ketlilikle birlikte. Müzik, diğer sanat dal-
lan içinde politik baskılara en çok uğra-
yan bir sanat dalı. Encesurbiçimde bas-
kılara kafa tutabiliyor çünkü. Türk top-
lumunun yaşadığı çoksesli demokrasi
serüveni sanryorum, çoksesli müzik se-
rüveniyle koşut. Atatürk, çoksesliliğin
bir yaşam biçimi olduğunu, çoksesliliğin
ülkemizin kültürel tarihı geçmişinin
ürünleriyle bütünleştirip; genç cumhuri-
yete bu doğrultuda eserler verilmesi ge-
rektiğini söylemiş. Bunu bugün dahi,
ömrünün çok önemli bir bölümünü mü-
zikle geçirmiş insanlar kavramış değil.
Beynini az zorlayan. küçük çevrelerde
yaşayan insanlar, alıştıkları teksesli mü-
ziklerle yetınmeyi yeğliyorlar. Müziğı
çoksesli düşünen kişilerin kendilerini,
yaşadıklan sistemi ve dünyayı sorgula-
malan farklı oluyor. Türkiye'de çokses-
li müziğin serüveninin toplumun serüve-
niyle koşut olması, müziğin kişinin sor-
gulama gücünü harekete geçirdiği. sor-
gulayan insanın da devrimci bir devinim
kazanacağı anlamına geliyor. Çoksesli
müzik, çoksesli yaşam kültüriiyle bir-
likte algılanması gereken bir yaşam bi-
çimi.
- Tiyatro müziği, film ve TV müzikle-
ri bestelediniz. Bir dönem Nâzun Hik-
met'in şiirlerini seslendiren politik şarkı-
Tiyatro Festivali 'ne katılan Gelabert-Azzopardi Dans Topluluğu, modern dansın yetkin örneklerini sundu
Modem dansın büyiikyicidili
lara imza atünız. Geriye dönüp baköğı-
nızda en verimli döneminiz olarak han-
gisini görüyorsunuz?
- En venmli dönemim. daha yaşama-
ya başlamadığım dönem. Bütün aklı ba-
şında sanatçılann yaklaşımı budur. Al-
lah bana ne kadar ömür. ne kadar soluk
vermişse o soluğun sonuna kadar ceva-
bım bu olacaktır. En verimli dönemimi
daha yaşamadım.
- 70'lerde seslendirdiğiniz yasakfa po-
litikşarkılar çokyakında yeniden yayım-
lanacak. Neden bö\ le bir çauşmaya gerek
duydunuz?
- O, benım prodüksiyonum değildi.
Herhalde o şarkılann içindeki heyecan
ve coşku bugünün Türkiye'sinin şartla-
nna uygun düştü. Prodüktörler böyle bir
şeyi uygun gördüler, benden izin aldılar.
Farklı, ama sıkıntılı bir dönem yaşanıyor
bugün. Dilerim o günkü işlevleri doğrul-
tusunda bu şarkılar yeniden insanlara ya-
şama coşkusu verir. sözler aynı olmasa
bile; çünkü bugünlerde farklı bir sıkıntı
yaşıyoruz. Aynca, hiçbir şeye yaramasa-
lar bile en azından birer belge olarak ka-
lacaklar.
- Politik duruş açısından bugün de ay-
nı düşünceteri savunuyor musunuz?
- tnsanlann kişıliklen değişmez. Ben
her zaman demokratik sosyalizme ina-
nan. namazını kılan, orucunu tutan bir
insanım. Insanlan mutlu edecek toplu-
mun demokratik sosyalist birtoplum ol-
duğuna inanınm. lnançlı oluşum. bu gö-
rüşle çelişen değil, onu bütünleyen bir
şeydir. Dünya dışında-
ki ve dünya ûzerindeki
yaşamımı -karşılaştır-
mamak koşuluyla-
doğru yansıttığımı dü-
şünüyorum. Ne solcu
arkadaşlanm ne de
muhafazakâr dostlanm
beni tam olarak benim-
seyebildiler. Ama ben
RANA EVCtM O'BRIEN
Gelabert-Azzopardi Dans
Topluluğu bu yıl güzel bir
rastlantıyla Gençlik Bayramı'nda
başlayan Uluslararası Istanbul
Tiyatro Festıvali'nın açılışı
"İsmail Ivo Dans Tiyatrosu" ile
gerçekleştırilmışti. Bu
organizasyonun ikincı dans
gösterisi ise Ispanyol asıllı Cesc
Gelabert ve Ingiliz dansçı ve
koreograf Lydia Azzopardi'nin
1986'da kurmuş olduğu, şu anda
Berlin'de Hebbel Theater'de
konuk olan "Gelabert-Azzopardi
Dans Topluluğu" tarafından
gerçekleştinldi. Görüldüğü gibi
işin içinde üç ayn ülkenin işbirliği
bulunuyor. Modern dans
sanatçılan, evrak üzerinde ne
olurlarsa olsunlar, her şeyden
önce "dünya vatandaşrdırlar.
Onlann çalışmalan da birikimleri
de uluslararasıdır, çünkü modem
dansın doğası bunu
gerektırmektedir. Modern dans.
dünyanın binbir farklı kültür
motifini bırbirine kaynaştıran
küresel ortak bir kültürün
oluşmasıyla eş zamanlı olarak
ortaya çıkmıştır. Türk toplumu,
bu paylaşımın içinde varlığını
sürdürmek istiyorsa, yapısındaki
kaynaşmaktan çekinen, yabanıl
unsurlann üstesinden gelerek
modem dans sanatı içindeki
kişıliğini geliştirmeye.
desteklemeye bakmahdır. Cesc
Gelabert ömeğinde de
gördüğümüz gibi, modern dans
dili özellıkle birleştirici ve
büyüleyicidir. Modern dans,
büyük şehirlerde sürekJi artan bir
ilgi görmesine rağmen, kendi
sınırlanmız içinde ne devletten,
ne de özel sektörden yeterli
destek buluyor. Bu yüzden kendi
modern dans sanatçılanmız
iğneyle kuyu kazarak mucizeler
yaratmaya çalışmaktalar. Şu
günlerde yaratamama ya da
yarattıklannı yaşatamama
sancılannı çekerken 9.
Uluslararası İstanbul Tiyatro
Festivali kapsamında ülkemize
S.BIÖSIARRRRSI
İSTANBÖL
TİYATRO FESTİVALİ
.11
gelen çeşitli modem dans
sanatçılannı izleyerek doluyor ve
boşalamamanm sancısıyla
kabanyorlar. Çeyrek asırdır
birbirinden başanlı uluslararası
festıvaller organize etmesıyle
gurur duydccğumuz Istanbul
Kültür ve Sanat Vakfi, özverili ve
deneyimli ekibiyle
organızasyonlannı çoğaltadursun,
bir türlü bağımsız bir dans
festivali oluşturulamadı. Dans
sanatı, kâh müzik festivali
kapsamına, kâh tiyatro festivali
kapsamma katılarak idare
ediliyor. Sonuçta, bunca ihmale
uğrayan dans sanaü öyle bir
patlayacak ki hiç umulmadık bir
dönemde tstanbul'u dans
festivalleri kuşatacak. Cesc
Gelabert ikı gösterisinın yanı sıra
bir de üç günlük atölye calışması
gerçekleştirdi; böylece
Istanbullu modern dansçılarla ?
daha yoğun bir iletişim kurma
olanağını elde etmiş oldu.
"Armand Dust 2" ve
"Susamak" adlı iki eserden
oluşan gösteriler, heT ne
kadar dans tiyatrosu olarak t
anılsa da modem dans
olarak sınıflandınlmalan
da yanlış olmazdı.
Gelabert'in kendisinin
de söylediği gibi bu
yapıtlarda amaç
dansla bir
öykü
anlatmak
değil, sözel
iletişim
ötesi bir
anlatım gücü olan dans
sanatı aracıhğıyla seyirciye
çeşitli görsel ve anlatımsal
çağnşunlar aktarmaktı.
Sanatçı, eserlerini bellı
• Gelabert Azzopardi Dans Topluluğu, 'Armand Dust T
ve 'Susamak' adlı gösterilerinde dansın gizemli gücünü
kullanarak izleyicilere kanşık duygularla dolu anlar
yaşattı. 'Armand Dust 2'nin müziğinde Uzakdoğu'nun
izleri duyulurken 'Susamak' gerek müzik gerekse
anlatım bakımından izleyiciyi daha zorlayan bir yapıttı.
öykülerle sınırlamanm tam
tersıne, heT izleyicinin kendi
birikimi ve altyapısı
doğrultusunda farklı anlamlar,
farklı izlenimler çıkarmasını
doğal karşılıyordu. Dans
tiyatrosunu modem danstan
ayıran özellik
nedir?
Birincisinde, yaklaşım ne derece
soyut olursa olsun, bir öykü söz
konusudur; ikincisinde ise öyküye
gerek görülmeksizin, hareketin
kendisine özgü soyut
estetiği
kullanılmaktadır. Bu
ikisini birbirinden
net çizgilerle
ayırmak ya da bu
çaba içine
girmek ne
derece gerekli,
tartışıhr.
Zaman içinde
bu ikı dans
tarzı birbıriyle
kaynaşmakta;
dolayısıyla
yakında bu uzun
tartışmalara da
i gerek kalmayacak.
/ Gelabert'in geniş bir
dans ve hareket
bilgisine sahip bır
koreograf olduğu
hemen ilk anlarda
anlaşılıyordu. Bir 'ta> çi'
dansçısının meditasyonu
tarzında sakın ve durağan
başlayan "Armand Dust 2"nin
müziğinde de Uzakdoğu izleri
duyuluyordu. Topluluk
mükemmel bir ses ve ışık
teknolojisiyle donanmıştı ve
bu gösteri başlar başlamaz
hissediliyordu. (Donanım
olursa Harbiye Muhsin
Ertuğrul Sahnesi'nde neler
yapılabileceğini de böylece
görmüş olduk.) Karanlık
sahnede ışık yükselirken,
sahnede sırt üstü kıvnlmış
olarak duran Gelabert uzay
boşluğundaymış hissi veriyordu.
Hareketlerde, yerçekimi
dinamiğinın dünya yüzündeki
doğasına aykın bir ağırlık vardı.
Yerçekimi olağandan
fazlaymışçasına ağır, fakat
kontrollü hareket ediyordu
sanatçı. Sahnenm arkasından
giren Vfera Bilbija'nın hareketleri
ise çok daha olağan ve rahattı. Bu
rahatlığıyla bır anda egemeniığinı
ortaya koyan Bilbija, Gelabert'in
hareketlerini de değiştirdi. tki
farklı cmsin bir araya geldiği bu
bölümde, dans meditasyon
ruhundan çıkarak cinsel
çağnşımlarla dolmuştu. Evet,
sanatçınm koreografısınde en • r
çarpıcı özellik. hareketlerin
sürekli nitelik ve hız değiştirmesi
ve bunun anlatımsal bir özelliği
olmasıydı.
Lydia Azzopardi'nin
gerçekleştirmiş olduğu kostümler
simgesel aksesuvarlarla anlatım
zenginliğini tamamlıyordu.
tkinci eser "Susamak" gerek
müzik gerekse anlatım
bakımından izleyiciyi daha
zorlayan bir yapıttı. (Yanımdaki
hanım bir ara "yeteer" diye
sızlanıyordu.) Ses efektleriyle
yüklü müzikte "Susamak"
sözcüğü, bütün mecaz ve somut
anlamlanyla birlikte uzun uzun
ifade ediliyordu.
Bu eserin ikinci bölümünde ise
adeta yeni bir koreografı
başlamışçasına, Gelabert sahneye
giriyor ve son derece şaşırtıcı bir
ilginçlikle flamenko dansı yapan
bır horozu anımsatıyordu.
Cesc Gelabert ile birlikte Sam
Lee'nin gerçekleştirdiği ışık,
gösterinin bütünü boyunca
görselliğe bir büyü katmayı
başanyordu. Gelabert-Azzopardi
Dans Topluluğu, her iki
koreografide de karanhkların
içinden gelip yine karanlıklara
gömülen sahnede, dansın gizemli
gücünü kullanarak izleyicilere
kanşık duygularla dolu anlar
yaşattı. Bir Şaman ayinıni
andıran gösterinin olumlu ya da
olumsuz ürpertisi, bir zaman
zihinlerden çıkmayacak izler
bırakmıştı.
Petrucciani ve John Scofield ile caz coşkusu
Kültür Servisi - Parliament Superband
Jazz Festivali '97 kapsamında tzmir'de bu
akşam, cazın 'Küçük Prensi' Mkhel Petruc-
ciani \ e eleştırmenler tarafından 21. yüzyı-
lın caz topluluğu olarak tanımlanan John
Scofield ve grubunun konserleri yer alıyor.
Caz eleştirmenlerince son on yılın en
önemli caz pıyanısti olarak nitelenen Fran-
sa doğumlu Michel Petrucciani. bugün 35
yaşında bir caz efsanesi.
"Küçükbirçocukken,tuşlann dişlere ben-
zediğini düşünürdüm. Sürekli benimle alay
edip gülen dişler- Ph anoyu hizaya getirmek
çokfaziazamanımı ahrdı" diyor Petrucciani.
8 yıl süren klasık pıyano eğitiminden son-
ra Duke Ellington'u televızyonda izleyıp caz
çalmaya karar verdi. Henüz 13 yaşındayken
trompetçi Clark Terry'nin yanında piyano
çalmaya başladı. Birlikte sahneye çıktıklan
Cliousat Festivali'nden sonra Küçük
Prens'in yolu açıldı. 1980 yıhnda 18 yaşın-
dayken, ilk alübümü 'Flash'ı çıkaran Pet-
rucciani, bir yıl sonra Amerika'da ünlü sak-
safon ustası Charles Lloyd'un ilgisini çekti.
Montreux Caz Festivali'ne katılan ikili 1982
yılında 'Prix D'Exellence' ödülünü aldılar.
1983 yılında uluslararası eleştirmen Le-
onard Feather tarafından 'Yıhn En İvi Caz-
ası' seçildi. Italya Kültür Dairesi tarafından
'En tyiAvrupah Caz Müzisyeni' ödülüne de-
ğer bulundu. Aynı yıl aynca, 'Django Rein-
hart' ödülünün de sahibi oldu.
1984 yıhnda çıkardığı ve 'Boris Vlan Pri-
ze'ı kazanmasına neden olan '100 Hearts' al-
bümünü ise Ron McLure ile doldurduğu dü-
et ve PaDe Danielson ve Ebot Zigmund ile
kaydettiği trio albümler izledi.
Jün Hall ve W^)iıe Snorter ile Montre-
ux'ye katılmasının ardından 1986 yılında
'Pianism' adlı albümü çıktı. Birlikte canlı
olarak kaydettikleri 'PowerofThree' adlı al-
büm, 1987 yıhnda ikinci kez Fransız şov
dünyasının ödülü 'Les Vktoires de la Musi-
que'e aday oldu.
Günümüzün en bilinen elektro-jazz gita-
risti John Scofield, bir dönem George Duke
- Billy Cobham grubunda çaldı. Charles
VJingus ve Gerry Muüigan ile kayıtlar yap-
tı \e 1980"li yıllârda MilesDa>is'in üç albü-
mü 'Decoy', 'Star People' ve 'You're Under
Arrest'te çaldığı gitar ile ünlendi.
Sonraki yıllârda besteledıği ve düzenledi-
ği müziklerde 10 kişilik bır grup kurma ge-
reği duyan Scofield, grubun üyelerinden da-
vulcu BillStewartile basçı SteveSwa0ow ile
çok verimli çalışmalar gerçekleştirdi.
1985'ten beri kendi grubunu yönermenin
yanı sıra, McCoy Tyner, Gary Burton, Chet
Baker, Joe Henderson ve Herbie Han-
cock'un son çalışması 'The New Standart'a
konuk sanatçı olarak katıldı. Son derece ge-
lişmiş ritim duygusunu sihırli parmaklany-
la kontrol etme yeteneğine sahip sanatçı,
1990 yılında gitar kariyerinde bu özelliğini
'Tune On My Hands' adlı albümüyle kanıt-
ladı.
Miles Davis ve prodüktörü Marcus Mil-
ler'a 'Siesta' albümününde eşlik etti. 'I Can
See Your House From Here' adlı çıftli albü-
mü 1992-95 yıllan arasında Guitar Player
isimli müzik dergisindeki okuyucu anketin-
de 'en iyi caz albümü' seçildi ve Scofield'a
'en iyi caz gitaristi' unvanını kazandırdı. Cazm 'küçük prensi' Petrucciani.
kendimce doğru yaşa-
dığımı düşünüyorum,
böyle yaşamaya da de-
vam edeceğim. Bu açı-
dan kendimle banşı-
ğım.
- Politik tavnn ve
inanan çdiştiği nokta-
lar olnıuyor mu? İlke-
ler sistemiyle inanç sis-
temini birlikte vaşar-
ken kendinizle çaüşıyor
musunuz?
- Ben bunu yaşama-
dım. lnancım doğrul-
tusunda, inancımın
kaynağı olan kitabı
kendimce doğru kavra-
dığıma ınanıyorum. O
kitap, sadece okundu-
ğu zaman değil. hayat-
la bütünleştiği zaman
anlam ifade eder. O kı-
tabın ilk sözü 'ben sa-
na akıl verdim, kullan'
şeklindedir. Ben de
onu kullanmaya başla-
dığım zaman, kitapla
yaşamın gerçeklerini
bütünleştirecek ya-
şamsal sistemin de-
mokratik sosyalist yak-
laşım olduğunu görü-
yorum. Benım gön-
lümde bu bir çelişki ya-
ratmıyor. Bu görüşleri
eleştirenleri de yok
saymıyorum. Çünkü
bu ülke hepimizin. Bir-
likte yaşamak duru-
mundayız. Tatlı tatlı
tartışıp ahlaklı bir bı-
çimde kavga ederek
birbinmizi kabul ede-
ceğiz.
- Bir söyleşinizde
Türkiye'nin bu kaotik
ortamında gerekirse
piyanonuzu sırtlayıp
yeniden sokağa çıka-
rak şarkı sö\ieyeceğini-
zi belirtmiştiniz. Sizce
gerekecekmi?
- Bu ara hepimiz te-
dirgıniz. Inşallah, nos-
taljinin ötesinde bu şar-
kılan söyleme lüzumu
hissetmeyiz. Eğer böy-
le bir durum olursa za-
ten yeni şarkılar beste-
lemem gerekecektir,
çünkü farİdı dönemler-
deki mücadele şarkıla-
n bunlar. Dilerim böy-
le bir şey gerekmez,
çünkü o zaman müzik
ikinci planda kalacak,
sözler öne çıkacaktır.
Hiçbir konuya seyirci
kalmak gibi bir yapım
olmadığı için eğer ge-
rekirse yerimde otur-
madım diyebilmem
için yine üzerime dü-
şeni veririm. Askere
çağnlanlann bekleyiş
halinde olduğu bir
alarm öncesi durumu
yaşıyoruz gibi geliyor
bana. Gerekirse, bu-
lunmam gereken yer-
lerde bulunacağım.
Evimde oturamam, bu
bana uyan bir şey de-
- Karamsar tmsınız?
- Yo, tam tersine.
Maça çıkacak bir
oyuncunun heyecanı
içerisındeyim.
YAZI ODASI
SELİM İLERİ
Nahid Sırrrmn
Bir Oyunu Üzerine
Nahid Sırn Örik'in bir perdelik oyunu Muharrir
(1934), edebiyatseverler için yıllar yılı 'bilinme-
yen'di. Bu oyunun adına Behçet Necatigil'ın
Edebiyatımızda Isimler Sözlüğü'nde rastlamak
olasıydı yalntzca.
Sonra Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü yayım-
landı. Son büyük edebiyat koruyucusu Necatigil,
Muharrir'ı özetliyor, tek perdelik oyunda "işada-
mıyla sanatçınm dünya görüşleri arasındaki" kar-
şıtlığa değinildiğini belirtıyordu.
1930'lann Türk edebıyatı, demek, nerelere, han-
gi ufuklara açılıyormuş diye düşünmek zorunda
kahyordunuz. Ârna Muharrir'ı okumak olanağın-
dan yoksun kalarak.
Muharrir tam altmış üç yıl sonra, Nahid Sım'nın
Bütün Oyunlan kitabında bir kez daha okura.. gü-
nümüz okuruna sunuldu. Kaç tiyatro adamının il-
gisini çekecek, kestiremiyorum.
Şaşırtıcı bir oyun bu. Nahid Sırn adeta 'Marksi-
zan' bir tutumla sanatın para-madde karşısında-
ki durumunu tahlil ediyor. Toplumun başat dege-
ri para olup çıkınca, sanatın, edebiyatın nasıl hır-
palanacağına, nasıl yaşamın dışına itileceğine işa-
ret eden şaşırtıcı bir eser, dediğim gibi.
Gerçi Muharrir tatlı sona bağlanıyor ama, yine
de günümüze seslenebilecek pek çok sözü var.
Işadamı Mahmut Galip, Avrupa'da öğrenim
görmüş, gel gelelim anadilini öğrenememiş oğlu
için bir dil öğretmeni anyor. Karşısına eski okul ar-
kadaşı, gözden düşmüş romancı Cevat Sezai çı-
kıyor. Sonra geçmiş, ilişkiler ve hesaplaşma baş-
lıyor.
Mahmut Galip bir ara soruyor: "Herkesin ede-
biyatla alakadarolmasına imkân varmıdır?" Unut-
mamalı, yıl 1934; 1997'de 'lüzum var mıdır' diye
soruyoruz. öyle ya, edebiyat, gerek dışı artık...
Ama Cevat Sezai'nin yanıtı yaman: "Fakat bu-
nunla iftiharetmemeli, buna esefetmeli. Bunu bir
kusur, bir nöksan addetmeli. Bir ayıp gibi gizle-
meli. Yok, birmektep arkadaşımı bu vaziyette gör-
mekten müteessirim."
Yazarın ayraç içi bir yönlendinmesi var, işte tam
bu sıra: "(Ayağa kalkarlar. Ikisi de birbinne acımak-
tadır. Fakat biri gayetle temiz, mükemmel giyin-
miştir. öteki de hemen pejmürde denebilecek bir
kıyafettedir.)"
Kimin pejmürde kıyafette olabileceğini araştır-
maya gerek yok herhalde...
Mahmut Galip, işadamı sıfatıyla saptıyor: "Şu
halde, demek ki edebiyat kâfı bir maişet vasıtası
değildir. Acaba aynı zamanda bir iş görseniz ve
boş vakitlerinizi sanata vakfetseniz nasıl olur?"
Yaman yanıtlar sürecektir, Cevat Sezai diyor ki:
"Sanata boş vakitlerin değil, fakat dakikalanna,
saniyelerine kadar tekmil hayatın vakfedilmesi i-
cap eder. Sanat boş vakitlerin ihsanıyla kanaat e-
den küçük bir zevk ve ehemmiyetsiz bir heves
değil, bir kalbi en küçük ateşlerine kadar, bir di-
mağı en ufak hücreJerine kadansteyip,aldığı hal-
de gene doymayan bir mabudedır. Boş vah't. boş
vakit nerede?"
Böylece ekmek derdini giderememiş sanat ada-
mı, işadamlannın, siyaset adamlannın başı çekti-
ği toplumlarda dersiz topsuz kılığıyla, ama hep
yaratıcılık coşkusuyia ayakta kalmaya çalışmaya-
cak mıdır?
Muharrir. aslında, 1931'de kaleme alınmış; oy-
natılır umuduyla istanbul ŞehirTiyatrosu'nasunul-
muş. Kıtap olarak yayımlandığında, son sayfada
şu not yer almış:
"llk önce Varlık mecmuasında tefrika edilen ve
her türlü hukuku mahfuz bulunan bu 'Muharrir' pi-
yesi, Istanbul Şehir Tiyatrosu'nun repertuvanna
kabul edilip mevsim içinde oynanacağı iki üç se-
ne evvel ilan olunmuştu. Beklenilen eşref saatin
yakında gelmesine muharrir duacıdır."
Nahid Sım'nın acı istihzasına, Bütün Oyunla-
n'nın yayıncısı Raşit Çavaş ekliyor: "Şehir Tiyat-
rolan, Nahid Sım'yı anlaşılan, bırakın Muharrir'in
oynanma karar tarihi olan 1931 'den sonraki 65 yı-
lı, ölümü olan 1960'tan bu yana geçen 35 yıldır
hâlâ eşref saatin gelmesi için dua ettiriyordu."
Nahid Sırrı repertuvara alındığına şükretmeliy-
di... Bugün bu işler çok daha kanşık.
Yazarlarımızı yaşarken horluyoruz, öldükten
sonra yaşatmamak için çaba harcıyoruz; nihayet
geçmiş yazarlarımızı asla okumamayı, önemse-
memeyi, onlann eskidiklerinde karar kılmayı er-
dem sayıyoruz, erdem biliyoruz. Nice güzelliğin,
inceliğin yok edilmesi pahasına!
İBŞT'nin kitaplığına şöyle bir uğrayın, raflarda
tozlanıp gitmiş daha nice eserle burun buruna ge-
lirsiniz. Kimin umuru?!
Takvimde h Bırakan:
"Cevat Sezai - Binaenaleyh de havadan para
alınm, değil mi? Küçük bey, ellerine pek az para
geçenler, bu paranın temiz olup olmadığına dik-
kat etmek için daha çok vakit sahibidirieri" Nahid
Sırrı Örik, Bütün Oyunlan, Oğlak Yayınları, 1997.
KÜLTÜR • ÇİZİK
KÂMİL MASARACI