03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET KÜLTÜR 6 HAZİRAN 1997 CUMA 14 Timur Selçuk, çoksesli müzik serüvenini demokrasi tarihimizle özdeşleştiriyor Çoksesli müzik, çoksesli topkun DUYGU DURGUN 'Aynlanlar Için'.'İspanyol Meyhane- si', 'Beyaz Güvercin' ve daha nice şarkı onun sesinde yaşam buldu. Babası Mû- nir Nurettin Selçuk'tan aldığı çoksesli müzik mirasını bugüne taşıyan Timur Selçuk, sanatında hep ıleriyi hedefleyen bir müzık adamı. Selçuk, kendi deyişiy- le 'yann ölecekmiş gjbi' üretmeyi sürdü- rüyor. Bu yıl ıçinde Münir Nurettin Sel- çuk'un yapıtlannin kaydını gerçekleşti- recek olan sanatçı, Nâzım Hikmetve Or- han Veli'nın şiirleri üzerine yaptığı bes- teleri de bir araya getirecek. Recep Bfl- giner'in 'San Naciye' adlı yapıtını mü- zikalleştirecek. - Çoksesli müzik alanındaki çalışma- lannız yıllardır bilinivor. 30 yılı aşan sa- nat yaşamınızda, bugün çoksesli müzik alanında gelinen noktayı nasıl görüyor- sunuz? Türkiye'nin çoksesli müzik ve çoksesli toplumsal ortamını nasıl değer- İendirryorsunuz? TİMUR SELÇUK - Çoksesli müzi- ğin serüveni çok öncelere dayaniyor. Türkiye'ye, Asya'ya ya da Avrupa'ya değil. ınsana dayanan bir şey. tnsana yaklaşımınız materyalist olabilir ya da daha farklı olabilir. Nasıl bakarsanız ba- kın müzıgin, sesın yani soluğun sanatla birlıkte var olduğunu göreceksiniz. Mü- ziğin devinimı insanın ve onun yaşadı- ğı sosyal politik olaylann dışında bir şey değildir. Cumhunyetle birlikte çoksesli müzik alanında Türk Beşlıleri ile başla- (Fotoğraf: KAA> SAĞANAK) dışındaki ve dünya ûzerindeki yaşamımı, karşılaştırmamak koşuluyla, doğru yansıttığımı düşünüyorum. Ne solcu arkadaşlanm ne de muhafazakâr dostlanm beni tam olarak benimseyebildiler. Ama ben kendimce doğru yaşadığımı düşünüyorum, böyle yaşamaya da devam edeceğim. Bu açıdan kendimle banşığım. yan bir hareket var, o güzel adamla, Ata- türk'le başlayan pek çok alandaki hare- ketlilikle birlikte. Müzik, diğer sanat dal- lan içinde politik baskılara en çok uğra- yan bir sanat dalı. Encesurbiçimde bas- kılara kafa tutabiliyor çünkü. Türk top- lumunun yaşadığı çoksesli demokrasi serüveni sanryorum, çoksesli müzik se- rüveniyle koşut. Atatürk, çoksesliliğin bir yaşam biçimi olduğunu, çoksesliliğin ülkemizin kültürel tarihı geçmişinin ürünleriyle bütünleştirip; genç cumhuri- yete bu doğrultuda eserler verilmesi ge- rektiğini söylemiş. Bunu bugün dahi, ömrünün çok önemli bir bölümünü mü- zikle geçirmiş insanlar kavramış değil. Beynini az zorlayan. küçük çevrelerde yaşayan insanlar, alıştıkları teksesli mü- ziklerle yetınmeyi yeğliyorlar. Müziğı çoksesli düşünen kişilerin kendilerini, yaşadıklan sistemi ve dünyayı sorgula- malan farklı oluyor. Türkiye'de çokses- li müziğin serüveninin toplumun serüve- niyle koşut olması, müziğin kişinin sor- gulama gücünü harekete geçirdiği. sor- gulayan insanın da devrimci bir devinim kazanacağı anlamına geliyor. Çoksesli müzik, çoksesli yaşam kültüriiyle bir- likte algılanması gereken bir yaşam bi- çimi. - Tiyatro müziği, film ve TV müzikle- ri bestelediniz. Bir dönem Nâzun Hik- met'in şiirlerini seslendiren politik şarkı- Tiyatro Festivali 'ne katılan Gelabert-Azzopardi Dans Topluluğu, modern dansın yetkin örneklerini sundu Modem dansın büyiikyicidili lara imza atünız. Geriye dönüp baköğı- nızda en verimli döneminiz olarak han- gisini görüyorsunuz? - En venmli dönemim. daha yaşama- ya başlamadığım dönem. Bütün aklı ba- şında sanatçılann yaklaşımı budur. Al- lah bana ne kadar ömür. ne kadar soluk vermişse o soluğun sonuna kadar ceva- bım bu olacaktır. En verimli dönemimi daha yaşamadım. - 70'lerde seslendirdiğiniz yasakfa po- litikşarkılar çokyakında yeniden yayım- lanacak. Neden bö\ le bir çauşmaya gerek duydunuz? - O, benım prodüksiyonum değildi. Herhalde o şarkılann içindeki heyecan ve coşku bugünün Türkiye'sinin şartla- nna uygun düştü. Prodüktörler böyle bir şeyi uygun gördüler, benden izin aldılar. Farklı, ama sıkıntılı bir dönem yaşanıyor bugün. Dilerim o günkü işlevleri doğrul- tusunda bu şarkılar yeniden insanlara ya- şama coşkusu verir. sözler aynı olmasa bile; çünkü bugünlerde farklı bir sıkıntı yaşıyoruz. Aynca, hiçbir şeye yaramasa- lar bile en azından birer belge olarak ka- lacaklar. - Politik duruş açısından bugün de ay- nı düşünceteri savunuyor musunuz? - tnsanlann kişıliklen değişmez. Ben her zaman demokratik sosyalizme ina- nan. namazını kılan, orucunu tutan bir insanım. Insanlan mutlu edecek toplu- mun demokratik sosyalist birtoplum ol- duğuna inanınm. lnançlı oluşum. bu gö- rüşle çelişen değil, onu bütünleyen bir şeydir. Dünya dışında- ki ve dünya ûzerindeki yaşamımı -karşılaştır- mamak koşuluyla- doğru yansıttığımı dü- şünüyorum. Ne solcu arkadaşlanm ne de muhafazakâr dostlanm beni tam olarak benim- seyebildiler. Ama ben RANA EVCtM O'BRIEN Gelabert-Azzopardi Dans Topluluğu bu yıl güzel bir rastlantıyla Gençlik Bayramı'nda başlayan Uluslararası Istanbul Tiyatro Festıvali'nın açılışı "İsmail Ivo Dans Tiyatrosu" ile gerçekleştırilmışti. Bu organizasyonun ikincı dans gösterisi ise Ispanyol asıllı Cesc Gelabert ve Ingiliz dansçı ve koreograf Lydia Azzopardi'nin 1986'da kurmuş olduğu, şu anda Berlin'de Hebbel Theater'de konuk olan "Gelabert-Azzopardi Dans Topluluğu" tarafından gerçekleştinldi. Görüldüğü gibi işin içinde üç ayn ülkenin işbirliği bulunuyor. Modern dans sanatçılan, evrak üzerinde ne olurlarsa olsunlar, her şeyden önce "dünya vatandaşrdırlar. Onlann çalışmalan da birikimleri de uluslararasıdır, çünkü modem dansın doğası bunu gerektırmektedir. Modern dans. dünyanın binbir farklı kültür motifini bırbirine kaynaştıran küresel ortak bir kültürün oluşmasıyla eş zamanlı olarak ortaya çıkmıştır. Türk toplumu, bu paylaşımın içinde varlığını sürdürmek istiyorsa, yapısındaki kaynaşmaktan çekinen, yabanıl unsurlann üstesinden gelerek modem dans sanatı içindeki kişıliğini geliştirmeye. desteklemeye bakmahdır. Cesc Gelabert ömeğinde de gördüğümüz gibi, modern dans dili özellıkle birleştirici ve büyüleyicidir. Modern dans, büyük şehirlerde sürekJi artan bir ilgi görmesine rağmen, kendi sınırlanmız içinde ne devletten, ne de özel sektörden yeterli destek buluyor. Bu yüzden kendi modern dans sanatçılanmız iğneyle kuyu kazarak mucizeler yaratmaya çalışmaktalar. Şu günlerde yaratamama ya da yarattıklannı yaşatamama sancılannı çekerken 9. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında ülkemize S.BIÖSIARRRRSI İSTANBÖL TİYATRO FESTİVALİ .11 gelen çeşitli modem dans sanatçılannı izleyerek doluyor ve boşalamamanm sancısıyla kabanyorlar. Çeyrek asırdır birbirinden başanlı uluslararası festıvaller organize etmesıyle gurur duydccğumuz Istanbul Kültür ve Sanat Vakfi, özverili ve deneyimli ekibiyle organızasyonlannı çoğaltadursun, bir türlü bağımsız bir dans festivali oluşturulamadı. Dans sanatı, kâh müzik festivali kapsamına, kâh tiyatro festivali kapsamma katılarak idare ediliyor. Sonuçta, bunca ihmale uğrayan dans sanaü öyle bir patlayacak ki hiç umulmadık bir dönemde tstanbul'u dans festivalleri kuşatacak. Cesc Gelabert ikı gösterisinın yanı sıra bir de üç günlük atölye calışması gerçekleştirdi; böylece Istanbullu modern dansçılarla ? daha yoğun bir iletişim kurma olanağını elde etmiş oldu. "Armand Dust 2" ve "Susamak" adlı iki eserden oluşan gösteriler, heT ne kadar dans tiyatrosu olarak t anılsa da modem dans olarak sınıflandınlmalan da yanlış olmazdı. Gelabert'in kendisinin de söylediği gibi bu yapıtlarda amaç dansla bir öykü anlatmak değil, sözel iletişim ötesi bir anlatım gücü olan dans sanatı aracıhğıyla seyirciye çeşitli görsel ve anlatımsal çağnşunlar aktarmaktı. Sanatçı, eserlerini bellı • Gelabert Azzopardi Dans Topluluğu, 'Armand Dust T ve 'Susamak' adlı gösterilerinde dansın gizemli gücünü kullanarak izleyicilere kanşık duygularla dolu anlar yaşattı. 'Armand Dust 2'nin müziğinde Uzakdoğu'nun izleri duyulurken 'Susamak' gerek müzik gerekse anlatım bakımından izleyiciyi daha zorlayan bir yapıttı. öykülerle sınırlamanm tam tersıne, heT izleyicinin kendi birikimi ve altyapısı doğrultusunda farklı anlamlar, farklı izlenimler çıkarmasını doğal karşılıyordu. Dans tiyatrosunu modem danstan ayıran özellik nedir? Birincisinde, yaklaşım ne derece soyut olursa olsun, bir öykü söz konusudur; ikincisinde ise öyküye gerek görülmeksizin, hareketin kendisine özgü soyut estetiği kullanılmaktadır. Bu ikisini birbirinden net çizgilerle ayırmak ya da bu çaba içine girmek ne derece gerekli, tartışıhr. Zaman içinde bu ikı dans tarzı birbıriyle kaynaşmakta; dolayısıyla yakında bu uzun tartışmalara da i gerek kalmayacak. / Gelabert'in geniş bir dans ve hareket bilgisine sahip bır koreograf olduğu hemen ilk anlarda anlaşılıyordu. Bir 'ta> çi' dansçısının meditasyonu tarzında sakın ve durağan başlayan "Armand Dust 2"nin müziğinde de Uzakdoğu izleri duyuluyordu. Topluluk mükemmel bir ses ve ışık teknolojisiyle donanmıştı ve bu gösteri başlar başlamaz hissediliyordu. (Donanım olursa Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde neler yapılabileceğini de böylece görmüş olduk.) Karanlık sahnede ışık yükselirken, sahnede sırt üstü kıvnlmış olarak duran Gelabert uzay boşluğundaymış hissi veriyordu. Hareketlerde, yerçekimi dinamiğinın dünya yüzündeki doğasına aykın bir ağırlık vardı. Yerçekimi olağandan fazlaymışçasına ağır, fakat kontrollü hareket ediyordu sanatçı. Sahnenm arkasından giren Vfera Bilbija'nın hareketleri ise çok daha olağan ve rahattı. Bu rahatlığıyla bır anda egemeniığinı ortaya koyan Bilbija, Gelabert'in hareketlerini de değiştirdi. tki farklı cmsin bir araya geldiği bu bölümde, dans meditasyon ruhundan çıkarak cinsel çağnşımlarla dolmuştu. Evet, sanatçınm koreografısınde en • r çarpıcı özellik. hareketlerin sürekli nitelik ve hız değiştirmesi ve bunun anlatımsal bir özelliği olmasıydı. Lydia Azzopardi'nin gerçekleştirmiş olduğu kostümler simgesel aksesuvarlarla anlatım zenginliğini tamamlıyordu. tkinci eser "Susamak" gerek müzik gerekse anlatım bakımından izleyiciyi daha zorlayan bir yapıttı. (Yanımdaki hanım bir ara "yeteer" diye sızlanıyordu.) Ses efektleriyle yüklü müzikte "Susamak" sözcüğü, bütün mecaz ve somut anlamlanyla birlikte uzun uzun ifade ediliyordu. Bu eserin ikinci bölümünde ise adeta yeni bir koreografı başlamışçasına, Gelabert sahneye giriyor ve son derece şaşırtıcı bir ilginçlikle flamenko dansı yapan bır horozu anımsatıyordu. Cesc Gelabert ile birlikte Sam Lee'nin gerçekleştirdiği ışık, gösterinin bütünü boyunca görselliğe bir büyü katmayı başanyordu. Gelabert-Azzopardi Dans Topluluğu, her iki koreografide de karanhkların içinden gelip yine karanlıklara gömülen sahnede, dansın gizemli gücünü kullanarak izleyicilere kanşık duygularla dolu anlar yaşattı. Bir Şaman ayinıni andıran gösterinin olumlu ya da olumsuz ürpertisi, bir zaman zihinlerden çıkmayacak izler bırakmıştı. Petrucciani ve John Scofield ile caz coşkusu Kültür Servisi - Parliament Superband Jazz Festivali '97 kapsamında tzmir'de bu akşam, cazın 'Küçük Prensi' Mkhel Petruc- ciani \ e eleştırmenler tarafından 21. yüzyı- lın caz topluluğu olarak tanımlanan John Scofield ve grubunun konserleri yer alıyor. Caz eleştirmenlerince son on yılın en önemli caz pıyanısti olarak nitelenen Fran- sa doğumlu Michel Petrucciani. bugün 35 yaşında bir caz efsanesi. "Küçükbirçocukken,tuşlann dişlere ben- zediğini düşünürdüm. Sürekli benimle alay edip gülen dişler- Ph anoyu hizaya getirmek çokfaziazamanımı ahrdı" diyor Petrucciani. 8 yıl süren klasık pıyano eğitiminden son- ra Duke Ellington'u televızyonda izleyıp caz çalmaya karar verdi. Henüz 13 yaşındayken trompetçi Clark Terry'nin yanında piyano çalmaya başladı. Birlikte sahneye çıktıklan Cliousat Festivali'nden sonra Küçük Prens'in yolu açıldı. 1980 yıhnda 18 yaşın- dayken, ilk alübümü 'Flash'ı çıkaran Pet- rucciani, bir yıl sonra Amerika'da ünlü sak- safon ustası Charles Lloyd'un ilgisini çekti. Montreux Caz Festivali'ne katılan ikili 1982 yılında 'Prix D'Exellence' ödülünü aldılar. 1983 yılında uluslararası eleştirmen Le- onard Feather tarafından 'Yıhn En İvi Caz- ası' seçildi. Italya Kültür Dairesi tarafından 'En tyiAvrupah Caz Müzisyeni' ödülüne de- ğer bulundu. Aynı yıl aynca, 'Django Rein- hart' ödülünün de sahibi oldu. 1984 yıhnda çıkardığı ve 'Boris Vlan Pri- ze'ı kazanmasına neden olan '100 Hearts' al- bümünü ise Ron McLure ile doldurduğu dü- et ve PaDe Danielson ve Ebot Zigmund ile kaydettiği trio albümler izledi. Jün Hall ve W^)iıe Snorter ile Montre- ux'ye katılmasının ardından 1986 yılında 'Pianism' adlı albümü çıktı. Birlikte canlı olarak kaydettikleri 'PowerofThree' adlı al- büm, 1987 yıhnda ikinci kez Fransız şov dünyasının ödülü 'Les Vktoires de la Musi- que'e aday oldu. Günümüzün en bilinen elektro-jazz gita- risti John Scofield, bir dönem George Duke - Billy Cobham grubunda çaldı. Charles VJingus ve Gerry Muüigan ile kayıtlar yap- tı \e 1980"li yıllârda MilesDa>is'in üç albü- mü 'Decoy', 'Star People' ve 'You're Under Arrest'te çaldığı gitar ile ünlendi. Sonraki yıllârda besteledıği ve düzenledi- ği müziklerde 10 kişilik bır grup kurma ge- reği duyan Scofield, grubun üyelerinden da- vulcu BillStewartile basçı SteveSwa0ow ile çok verimli çalışmalar gerçekleştirdi. 1985'ten beri kendi grubunu yönermenin yanı sıra, McCoy Tyner, Gary Burton, Chet Baker, Joe Henderson ve Herbie Han- cock'un son çalışması 'The New Standart'a konuk sanatçı olarak katıldı. Son derece ge- lişmiş ritim duygusunu sihırli parmaklany- la kontrol etme yeteneğine sahip sanatçı, 1990 yılında gitar kariyerinde bu özelliğini 'Tune On My Hands' adlı albümüyle kanıt- ladı. Miles Davis ve prodüktörü Marcus Mil- ler'a 'Siesta' albümününde eşlik etti. 'I Can See Your House From Here' adlı çıftli albü- mü 1992-95 yıllan arasında Guitar Player isimli müzik dergisindeki okuyucu anketin- de 'en iyi caz albümü' seçildi ve Scofield'a 'en iyi caz gitaristi' unvanını kazandırdı. Cazm 'küçük prensi' Petrucciani. kendimce doğru yaşa- dığımı düşünüyorum, böyle yaşamaya da de- vam edeceğim. Bu açı- dan kendimle banşı- ğım. - Politik tavnn ve inanan çdiştiği nokta- lar olnıuyor mu? İlke- ler sistemiyle inanç sis- temini birlikte vaşar- ken kendinizle çaüşıyor musunuz? - Ben bunu yaşama- dım. lnancım doğrul- tusunda, inancımın kaynağı olan kitabı kendimce doğru kavra- dığıma ınanıyorum. O kitap, sadece okundu- ğu zaman değil. hayat- la bütünleştiği zaman anlam ifade eder. O kı- tabın ilk sözü 'ben sa- na akıl verdim, kullan' şeklindedir. Ben de onu kullanmaya başla- dığım zaman, kitapla yaşamın gerçeklerini bütünleştirecek ya- şamsal sistemin de- mokratik sosyalist yak- laşım olduğunu görü- yorum. Benım gön- lümde bu bir çelişki ya- ratmıyor. Bu görüşleri eleştirenleri de yok saymıyorum. Çünkü bu ülke hepimizin. Bir- likte yaşamak duru- mundayız. Tatlı tatlı tartışıp ahlaklı bir bı- çimde kavga ederek birbinmizi kabul ede- ceğiz. - Bir söyleşinizde Türkiye'nin bu kaotik ortamında gerekirse piyanonuzu sırtlayıp yeniden sokağa çıka- rak şarkı sö\ieyeceğini- zi belirtmiştiniz. Sizce gerekecekmi? - Bu ara hepimiz te- dirgıniz. Inşallah, nos- taljinin ötesinde bu şar- kılan söyleme lüzumu hissetmeyiz. Eğer böy- le bir durum olursa za- ten yeni şarkılar beste- lemem gerekecektir, çünkü farİdı dönemler- deki mücadele şarkıla- n bunlar. Dilerim böy- le bir şey gerekmez, çünkü o zaman müzik ikinci planda kalacak, sözler öne çıkacaktır. Hiçbir konuya seyirci kalmak gibi bir yapım olmadığı için eğer ge- rekirse yerimde otur- madım diyebilmem için yine üzerime dü- şeni veririm. Askere çağnlanlann bekleyiş halinde olduğu bir alarm öncesi durumu yaşıyoruz gibi geliyor bana. Gerekirse, bu- lunmam gereken yer- lerde bulunacağım. Evimde oturamam, bu bana uyan bir şey de- - Karamsar tmsınız? - Yo, tam tersine. Maça çıkacak bir oyuncunun heyecanı içerisındeyim. YAZI ODASI SELİM İLERİ Nahid Sırrrmn Bir Oyunu Üzerine Nahid Sırn Örik'in bir perdelik oyunu Muharrir (1934), edebiyatseverler için yıllar yılı 'bilinme- yen'di. Bu oyunun adına Behçet Necatigil'ın Edebiyatımızda Isimler Sözlüğü'nde rastlamak olasıydı yalntzca. Sonra Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü yayım- landı. Son büyük edebiyat koruyucusu Necatigil, Muharrir'ı özetliyor, tek perdelik oyunda "işada- mıyla sanatçınm dünya görüşleri arasındaki" kar- şıtlığa değinildiğini belirtıyordu. 1930'lann Türk edebıyatı, demek, nerelere, han- gi ufuklara açılıyormuş diye düşünmek zorunda kahyordunuz. Ârna Muharrir'ı okumak olanağın- dan yoksun kalarak. Muharrir tam altmış üç yıl sonra, Nahid Sım'nın Bütün Oyunlan kitabında bir kez daha okura.. gü- nümüz okuruna sunuldu. Kaç tiyatro adamının il- gisini çekecek, kestiremiyorum. Şaşırtıcı bir oyun bu. Nahid Sırn adeta 'Marksi- zan' bir tutumla sanatın para-madde karşısında- ki durumunu tahlil ediyor. Toplumun başat dege- ri para olup çıkınca, sanatın, edebiyatın nasıl hır- palanacağına, nasıl yaşamın dışına itileceğine işa- ret eden şaşırtıcı bir eser, dediğim gibi. Gerçi Muharrir tatlı sona bağlanıyor ama, yine de günümüze seslenebilecek pek çok sözü var. Işadamı Mahmut Galip, Avrupa'da öğrenim görmüş, gel gelelim anadilini öğrenememiş oğlu için bir dil öğretmeni anyor. Karşısına eski okul ar- kadaşı, gözden düşmüş romancı Cevat Sezai çı- kıyor. Sonra geçmiş, ilişkiler ve hesaplaşma baş- lıyor. Mahmut Galip bir ara soruyor: "Herkesin ede- biyatla alakadarolmasına imkân varmıdır?" Unut- mamalı, yıl 1934; 1997'de 'lüzum var mıdır' diye soruyoruz. öyle ya, edebiyat, gerek dışı artık... Ama Cevat Sezai'nin yanıtı yaman: "Fakat bu- nunla iftiharetmemeli, buna esefetmeli. Bunu bir kusur, bir nöksan addetmeli. Bir ayıp gibi gizle- meli. Yok, birmektep arkadaşımı bu vaziyette gör- mekten müteessirim." Yazarın ayraç içi bir yönlendinmesi var, işte tam bu sıra: "(Ayağa kalkarlar. Ikisi de birbinne acımak- tadır. Fakat biri gayetle temiz, mükemmel giyin- miştir. öteki de hemen pejmürde denebilecek bir kıyafettedir.)" Kimin pejmürde kıyafette olabileceğini araştır- maya gerek yok herhalde... Mahmut Galip, işadamı sıfatıyla saptıyor: "Şu halde, demek ki edebiyat kâfı bir maişet vasıtası değildir. Acaba aynı zamanda bir iş görseniz ve boş vakitlerinizi sanata vakfetseniz nasıl olur?" Yaman yanıtlar sürecektir, Cevat Sezai diyor ki: "Sanata boş vakitlerin değil, fakat dakikalanna, saniyelerine kadar tekmil hayatın vakfedilmesi i- cap eder. Sanat boş vakitlerin ihsanıyla kanaat e- den küçük bir zevk ve ehemmiyetsiz bir heves değil, bir kalbi en küçük ateşlerine kadar, bir di- mağı en ufak hücreJerine kadansteyip,aldığı hal- de gene doymayan bir mabudedır. Boş vah't. boş vakit nerede?" Böylece ekmek derdini giderememiş sanat ada- mı, işadamlannın, siyaset adamlannın başı çekti- ği toplumlarda dersiz topsuz kılığıyla, ama hep yaratıcılık coşkusuyia ayakta kalmaya çalışmaya- cak mıdır? Muharrir. aslında, 1931'de kaleme alınmış; oy- natılır umuduyla istanbul ŞehirTiyatrosu'nasunul- muş. Kıtap olarak yayımlandığında, son sayfada şu not yer almış: "llk önce Varlık mecmuasında tefrika edilen ve her türlü hukuku mahfuz bulunan bu 'Muharrir' pi- yesi, Istanbul Şehir Tiyatrosu'nun repertuvanna kabul edilip mevsim içinde oynanacağı iki üç se- ne evvel ilan olunmuştu. Beklenilen eşref saatin yakında gelmesine muharrir duacıdır." Nahid Sım'nın acı istihzasına, Bütün Oyunla- n'nın yayıncısı Raşit Çavaş ekliyor: "Şehir Tiyat- rolan, Nahid Sım'yı anlaşılan, bırakın Muharrir'in oynanma karar tarihi olan 1931 'den sonraki 65 yı- lı, ölümü olan 1960'tan bu yana geçen 35 yıldır hâlâ eşref saatin gelmesi için dua ettiriyordu." Nahid Sırrı repertuvara alındığına şükretmeliy- di... Bugün bu işler çok daha kanşık. Yazarlarımızı yaşarken horluyoruz, öldükten sonra yaşatmamak için çaba harcıyoruz; nihayet geçmiş yazarlarımızı asla okumamayı, önemse- memeyi, onlann eskidiklerinde karar kılmayı er- dem sayıyoruz, erdem biliyoruz. Nice güzelliğin, inceliğin yok edilmesi pahasına! İBŞT'nin kitaplığına şöyle bir uğrayın, raflarda tozlanıp gitmiş daha nice eserle burun buruna ge- lirsiniz. Kimin umuru?! Takvimde h Bırakan: "Cevat Sezai - Binaenaleyh de havadan para alınm, değil mi? Küçük bey, ellerine pek az para geçenler, bu paranın temiz olup olmadığına dik- kat etmek için daha çok vakit sahibidirieri" Nahid Sırrı Örik, Bütün Oyunlan, Oğlak Yayınları, 1997. KÜLTÜR • ÇİZİK KÂMİL MASARACI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle