Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
IAZİRAN 1997 SALI CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 13
Anıların ammsattıklavh1HEMETFUAT
Mithat Paşa Köşkü'nden başka
anıınsıyorum?
>âam':a Vfedat'm şakacılıklan geliyor
gözimün önüne... tkisı birlikte evdeyse-
ler, aele işleri de yoksa, mutlaka binlen-
n e takılacak bır şeyler bulur, ortalığı ka-
nştnrlardı.
Ö T ara hamama girenleri gözetleme
oyonunu tutturmuşlardı. Konuşurken ara-
ya kerkesı hamamda yıkanırken çıplak
görcüklerini belirten bir iki söz sokuştu-
rup istünde durmadan geçiyor, kadınlann
kafiüannda kuşkular yaratıyorlardı.
Hamam ıkinci katta, merdivenden çı-
kınca hemen sağdaki ayakyolunun yanın-
daydı. Büyük koridora girmeden önce,
oraca küçûk bir aralık vardı, onun sonun-
da-..
Belli gûnlerde hamamın büyük sobası
odunla yakılır. bütün ev halkı sırayla gi-
rip yıkanırdı. Yıkanması biten çıkarken
sobanın altına bir iki odun atarak suyun
soğumamasını saglardı.
Hamamın kapısının iki yanına, aralığa
ışık gelmesi için, küçük camlar yapılmış,
içerısı görünmesin diye de beyaz yağlı bo-
yayla boyanmıştı.
Hep birlikte otururlarken ömekse Ve-
dat şöyle deyıverirdi:
"•Hamamın camlannı dışandan boya-
nuşlar. tımağınızla çizdiniz mi kalkryor.
Adrıan .Ağabey'esöylejetim deonlan içeri-
den boyasın_"
Haydı başlardı tarnşma:
"Nerdenbffiyorsun?"
"Niye gidip çizdin durup dunırken?"
Eterken Nâzım araya gırerdi:
"İçeride de bcyansa. birisi gözerJemek
istedikten sonra. önceden gidip çizer boya-
yu gene engel olunmaz-."
Nenem hemen heyecanlanırdı:
"Aaa_ Yoksa bunlar bfcri gözetihoriar
mıne!"
Nazım'la Vedat bir şey gizliyorlarmış
gibi tavırlar takınırlardı:
"Yok canım. hiç öyle şey olur mu?"
"Biz evlendirecegimiz kızlan gözetleriz
gözetleyecek olsak, insan satacağı malı ne
kadar iyi tanırsa o kadar başardı olur_ Si-
zi niye gözetleyelim!-"
Bu kez Selma Teyzem ile Leman Tey-
zem alevlenirlerdi. Gerçi bilirlerdi işin gır-
gır olduğunu, gene de kuşkulanıriardı...
En kolay oltaya takılan nenemdi...
"Bunlar genç yaşlı dinlemez, herkesi
gözetlerler_." diye başım iki yana sallardı.
"Şaka ediyorlar", deseniz de inanmaz,
genellikle erkeklere güvenmezdi...(...)
Nâzım'la Vedat ayn düşüncelerde in-
sanlar olduklan, dünya görüşleri hiç uyuş-
madığı halde çok iyi arkadaştılar. Mithat
Paşa Köşkü'jnde bir gün topluca ötururken
ikisi kol kola girip nenemin karşısına geç-
miş.
"Bizim birbirimize kanh bıçaklı düş-
man olduğumuzu biliyor musunuz" diye
sormuşlardı.
Nenem altından ne çıkacağını bekler-
ken, Nâzım,
"O mason, ben komünistim" demışti.
"Kanh bıçaklı iki düşman-."
• • •
* EtkokankasaplbrabimEfendi'yleyan
yana oturamayacağı için ortaklamacılığa
kesinlikle karşı olan nenemin bir de po-
listen daktilo saklama öyküsü var.
Bunu yıllar sonra annemden dinlemiş-
tim.
Mithat Paşa Köşkü'nün polislerce ba-
sılıparandığmı bilebilmiyorum. Butürbir
şeyler olacağını sezdiler mi beni herhal-
de dedeme gönderiyorlardı. Zaten çoğu
zamanım dedemin bahçesinde arkadaşla-
nmla oynayarak geçerdi.
Nâzım bır gün köşke bır daktilo getinp
birtakım bildiriler hazırlamış, sonra onla-
n mektup gibi katlayarak üstüne işçilerin
adreslerini yazdığı zarflara koymuş. Pul-
lannı yapıştınnış.
O zaman lstanbul'un her semtmdeki
sokaklarda posta kutulan vardı. Pullu
mektuplan o kutulara atardınız, postacı-
* lar iki üç günde bir gelip alırlardı.
Aynı daktiloyla işçi adreslerine yazıl-
mış bir sürü mektup aynı yerden postaya
verilirse göze batabilir diye, evdeki ka-
dınlar zarflan çantalanna koyup çeşitli
semtlerdekı posta kutulanna götürüp at-
mışlar. Her kutuya bir tane. Ayaklanna
kara sular inmiş bütün gün dolaşmaktan.
Piraye, bu gibi şeyleri öyle ballandıra
ballandıra aynntılanyla anlatmazdı, onun
için mektuplan postaya atan kadınlann
kimler olduğunubilmiyorum. Selma Tey-
zem atak bir insandı. Leman Teyzem de
yapmış olabilir. Annemle üç kişi. Fifi ise
çok ürkekti. Onun böyle bir işe katılabi-
leceğini sanmıyorum. Ama belli olmaz.
Nâzım istiyor diye o da yollara düşmüş-
tür belki. Aslında hiçbirinin ortaklamacı-
lıkla. bu çok sevdikleri. dürüstlügüne. iyi-
liğine içtenlikle inandıklan insanın dışın-
da bir bağlan yoktu.
Neyse. ışçilere gönderilen bildiriler ele
geçmiş. Bunlan kimin yazıp gönderdiği
araştınlırken Nâzımidan da kuşkulanılmış
olmalı ki bir gece Mithat Paşa Köşkü'nü
polisler basmış. Bildirilerin yazıldığı dak-
tiloyu anyorlar...
Nenem önce çok tedirgin olmuş, son-
ra ne aradıklannı ögrenince bir köşeye gi-
dip oturmuş, gözlüğünü takıp pirinç ayüc-
lamayabaşlamış...
Polisler bütün köşkü aramışlar, bildiri-
lerin yazıldığı daktilo yok. Yukanda tele-
fonun durduğu çalışma odasında Vedat' ın
daktilosu var, ama onun harfleri uymu-
yor.
Gene de Nâzım alıp götürülmüş. Sor-
gulanacak. Onu izlemek. yalnız bırakma-
mak gerek. Herkes telaş içinde. Daktilo ne
oldu. kim sakladı hiçbiri bilmiyor, ama o
arada bırbirlerine sormalan da olanaksız.
Ertesi gün dingin kafayla oturup arala-
nnda konuşurlarken bakinışlar daktiloyu
iVââzım'la Vedat ayn
düşüncelerde insanlar
oldukları, dünya
görüşleri hiç uyuşmadığı
halde çok iyi arkadaştılar.
Mithat Paşa köşkünde bir
gün topluca ötururken,
ikisi kol kola girip
nenemin karşısına
geçmiş, "Bizim
birbirimize kanh bıçaklı
düşman olduğumuzu
biliyor musunuz? O
mason, ben komünistim"
demişti. "Kanh bıçaklı
iki düşman..."
J
/i
.ynı görüntüye bakan
insanlar birbirini tutmaz
yorumlar yapabiliyorlar.
Çok daha anlaşılmaz
şeyler oluyor. Örnekse bir
yakını, Nâzım'ın
Piraye'den çocuğu
olmasım istemediğini
söylüyordu anılannda.
Oysa, tam tersine, Nâzım
istiyordu Piraye'den
çocuğu olmasını. Ama bir
uyumsuzluklan vardı.
Buyüzdenl936'da
ölümle burun buruna
geldi Piraye.
Piraye De annesi "Alrunizade Nurhayat Hanımefcndi". Memet Fuat (iistte) ve Nazım Hikmet
kimse saklamamış...
Peki nerde?'..
"Bir de anneme sorakm_" diye nene-
me gitmişler...
"Aa, onu dün gece polisler Nâznn'ı gö-
türdükten sonra. ne olur ne olmaz. belki
gene geiirier diye, ben çatı katına çıkanp
su deposunun arkasına sakladım" demiş
nenem, çok doğal bir iş yapmış gibi.
Şışmanhktan yürürken bayağı zorlanan
bir kadını kucağında daktiloyla iki kat çı-
kıp su deposunun arkasına uzanmaya ça-
lışırken düşünebiliyor musunuz!..
"Pekl polisler
köşkü ararken
nerdevdi dakti-
lo?'' "
"Köşede pirinç
ayiklamak için
oturduğum tabu-
reyi hemen onun
arkasına koymus-
tum, daktilo da
etekhğimüi altın-
daydı_"
DemekkiAltu-
nizade aılesinın
soyluluğa pek
düşkün kızı Nur-
hayatHanımefen-
di, az kalsm. et
kokan kasap tbra-
hım Efendi'yle
yanyanaoturmak
düşüncesine ya-
taklık etmekten
yakalanacaktı...
Hem de pirinç
ayıklarken...
Evet, soyluluğa
pek düşkün Nur-
hayat Hanımefen-
di, Mithat Paşa
Köşkü'nün aşçı-
başısı gibiydi. Ya-
mnda doğru dü-
rüst iş bılmez bir
yardımcısı olurdu
hep, ayak işlerine
koşmak, daha çok da bahçeye, tav uklara
filan bakmak için. ama kaç kişiye yemek
pişırilirdi bir sayalım: Fahamet Piraye,
Selma, Vedat, Nâzım. Samiye, Seyda,
Mehmet Adnan Ağabey. kendisiyle yar-
dımcısı da katılınca, on bir kişi... Bunlara
uzun süre gelip gece yatısına kalan Leman
Teyze. Macit gibi bütün okul döneminde
bızimle oturan Suat Ağabey gibi yakınla-
nmız. hele birde Nâzım'ın arkadaşlan da
katılınca. ışın boyutlan çok genışlerdı.
Fifi ıle Selma Teyzem. e\ ışlerinden hiç
hoşlanmazlardı. Nâzım ile Vedat ya da
Nâzım Hikmet'i 34 yıl önce yitirmiştik. (Nâzım Hikmet, kendi portresi).
konuklanmız bile onlardan daha çok tu-
tarlardı işlerin ucundan. Nenemin her za-
man baş yardımcısı Piraye'ydi.
Çok güçlü, onurlu bir kadındı Altuni-
zade Nurhayat Hanımefendi. Kendisini
böyle anmamı isterdi herhalde: Altuniza-
de Nurhayat Hanımefendi.
Ama hanımefendilığin fılan çok üstün-
deydi. Kızının, Fıfı'nin yanında oturup
damadı Vedat Başar'ın kazancıyla yaşar-
ken de yatağa düşüp eli ayağı tutmaz ola-
na kadar, onlara bir gün bile yük olmadı,
bir kenara çekilip kendisine bakılmasmı
beklemedi. Hep
üreten. çalışan,
katkıda bulunan
bir kişi olarakya-
şadı.
Yıllann ardın-
dan baktıkça gö-
zümde büyüyen
bir insan...
•••
Mithat Paşa
Köşkü'ne gelen
konuklar arasın-
da Faik Bercâvi
de varmış. Nâ-
zımla 1933,1938
Yıllan adlı kıta-
bında oradaki ha-
vayı çok güzel
yansıtıyor. Pira-
ye'nin yanı sıra
Fifi. Selma, Ve-
dat, hatta Adnan
Ağabey "den de
söz ediyor. Ci-
hangir'deki
apartmana da ge-
linniş. Ancak
çokyakınımızda-
kilerin bilebile-
ceği birtaktm ay-
nntılan biliyor:
Nâzım'ın kirayi
denkleştirmekte
zorlandığını.
apartman sahibi
'Her gün doğacağı konuşuyorduk'
Faik Bercâvi'nın kitabım
okuyanlar belki de Nâzım ile
Safiye Ayla arasında bır ya-
kmlık olduğunu düşünecek-
lerdir. Anılar böyle...
Aynı görüntüye bakan in-
sanlarbirbirini tutmazyorum-
lar yapabiliyorlar.
Çok dahaanlaşılmaz şeyler
de oluyor.
Örnekse bir yakını. Nâ-
zım'ın Piraye'den çocuğu ol-
masını istemediğini söylüyor-
du anılannda.
Oysa, tam tersine. Nâzım
istiyordu Piraye'den çocuğu
olmasını. Ama bir uyumsuz-
luklan vardı. Piraye çok kötü
aş eriyor, zehırlendiği söyle-
niyordu. Gene de birkaç kez
direnmiş. o dönemi aşmaya
çalışmıştı. Bu yüzden, 1936
yazında Mithat Paşa Köş-
kü'nde. ölümle burun buruna
geldı.
Benı yeni birkardeşe hazır-
lamaya başladıklanna göre
karar verilmişti: Bu kez ne
olursa olsun aldırmak yok...
Nâzım beni karşısına alıp
uzun uzun konuşuyor, çocu-
ğun ahlakının bana benzeme-
si için neler yapmamız gerek-
tığinı soruyor. eğıtimiyle be-
nim ilgüenmemı ıstıyordu.
Şeyh Bedreddin Destam ye-
nı yayımlanmıştı. Kuşe kâğı-
dına basılmış bir kitabı "Do-
ğacağa Babası"7
diye imzala-
yıp bana verdi.
"Okuyabüccek yaşa gelene
kadar bunu onun için sen sak-
larsuı'' dedi.
Artık her gün doğacağı ko-
nuşuyorduk, ama annem de
gittikçe kötüleşiyordu. So-
nunda yatağa düştü. Bu kez
doğacağı değil. annemi dü-
şünmeye başladı herkes.
Nazım'la konuşmalanmız
kesildi. Ben bir yana itildim.
Fısıldaşmalar, telefonlar, ora-
ya buraya gidip gelmeler...
Anladığım kadanyla geç
kalınmıştı. bu gibi durumlar-
da daha önce başvurduklan
doktorlar yardım etmiyorlar-
dı. Annem sürekli yataktaydı.
Başucuna gıdip bakıyordum.
Bayağı kötü\ dü durumu.
Sonra bır gece. elinde çan-
tasıyla ufak tefek bir adam ge-
tirdi Nâzım. Simdı düşünün-
ce giysisi de, çantası da karay-
dı gibi geliyor.
Biz yeni yemek yemiştik,
aşağıda çamm altında oturu-
yorduk. Onlar. doğru yukan
çıktılar. Nenem, Fifi. Selma
da arkalanndan. Biraz sonra
Fifi dondü,
"Yahudiymiş doktor" dedi
alçak sesle. "Her şeysi terte-
miz. pınl pınl. Haydi baka-
lım."
Böyle durumlarda güler-
di... Boynunu kısıp kendine
özgü bir gülüşü vardı...
On yaşındaydım. Tam anla-
yamıyordum neler olduğunu.
Doğûruyor muydu annem?
Bir süre sonra nenem pen-
cereden, "Oldu!" anlamına
gelen bir işaret yaptı. Gülüm-
süyordu.
Onun gülümsediğini gö-
riince bırden rahatladım.
"Üçkardeşolduk!''dedim
Sofradakıler güldüler.
Fifi neneme seslendi:
"Üçkardeşoldukdiyor''
Nenem anlamadı. anlamış
gıbı yapıp ıçeri çekildi.
Ben hâlâalgılayabilmişde-
ğıldim ne olup bittığini. Ama
softadakilerin sözümü bir şa-
ka olarak değerlendirmeleri
üçüncü bir kardeşin söz konu-
su olmadığını gösteriyordu.
Üstünden zaman geçince o
gece o ufak tefek doktorun
çok tehlikeli bir ameliyatı gö-
ze aldığını. annemin ise ölüm
tehlikesi atlattığını öğrendim.
Bütün bunlar bir çocuk is-
tedikleri içindi...
Evet, sonra da bir yakını
Nâzım'ın Piraye'den çocuğu
olmasını istemediğini söylü-
yordu anılannda...
Nedeni yok... lstemiyor-
muş...
Aynca bu sözde daha derin
anlamlardagizli...
Genel olarak çocuk isteme-
mek değil, belli bir kişidenço-
cuk istenmiyor...
•••
Bir başkası da anılannda
Nâzım ile Piraye'nin evlilikle-
rinin bir "mantık evliliği'" ol-
duğunu söylüyordu.
Hem de Nâzım'ın ağzın-
dan...
Demek yıllarca aşk şiirleri
diye okuduğumuz bütün o şi-
irler mantık şiirleriymiş...
EveL anılar böyle...
Nuri Demirağ'ın ona çok iyi davrandığı-
nı... Ahnan Faşizmi ve Irkcılıgı adlı kita-
bını. "Sen kendin bastır. biz hepsini elden
satanz" dıyen dostlannın sattıklan kitap-
lann paralannı getirmediklerini...(...)
Faik Bercâvi NâzımTa 1933-1938 Yüla-
nadlı kıtabmda benim kendisiyle ılgili en
önemli anıma hiç değinmemiş, Leman
Teyzemle nasıl evlendiklerini anlarmamış.
Bir yerde şöyle diyor:
"Nişantaşı'ndaki apartmana her gidi-
şimde. orasıru Erenköy'deki köşk kadar
kalabalık buluyordum. Selma, Cavide, Ca-
vide'nin ikizleri -yani baba bir anne ayn
Nâzım'ın kardeşleri- Adnan Ağabey, ara
sıra Fahamet ve baskalanna sık sık rastb-
yordum. Nâzun'ın başını kaşıyacak vakti
yoktu: akşam yüz adım ötede olan stiidyo-
dan yorgun argın dönüyordu. (_.) N'âzrnı'la
Piraye'nin akrabalanndan. Rasih ve ben-
den başka pek az ziyaretçi gelhordu.
Nâzım çok meşguldü, kalabalık olan ev
halkının bütün ihtiyaçlarını karşıla-
mak için durmadan çalışıyor ve bu yüz-
den pek az bir vakti oluyordu.'' (s. 101).
Nişantaşfndaki apartmanda iki aile
olarak oturuyorduk. Kalabalık ev halkının
bütün yükü Nâzım'ın sırtında değıldi.
Mutfaklar da aynydı.
Nun Demirağ'ın Avrupa'dan mühen-
disleri geleceği için Cihangir'deki apart-
manı boşaltmak gerekince, "Şimdi kira-
mızgeneartar.bari Ipek FılmStüdyosu 'na
daha yakın bir yeregidefim. Nâzım yol pa-
rası vermesin, öğle vemeklerine de eve gel-
sin" diye düşünmüşlerdı. Ama üç odalı
kaloriferli küçük bir kat bulmak kolay de-
ğildi. Stüdyoya yakın, kırası da çok yük-
sek olmayan. beş odalı kalorifersiz bir kat
bulundu.
fkizleriyle Cihangir'de bize çok yakın
oturan Nâzım'ın üvey annesi Cavide Ha-
nım da o gûnlerde ev anyordu. Ona bir o-
da yeterliydi. Kiraladığı küçük evlere bi-
le pansiyoner almak zorunda kahyordu.
Nişantaşı'ndakı katın arka bahçeye ba-
kan büyük yatak odası ona verildi. Yanın-
daki küçük odaya ortak sandık odası den-
di. Öndeki iç içe iki odadan biri ablamla
benim yatak odamız, öbürü oturma oda-
sı, mutfagın yanındaki küçük oda da an-
nemle Nâzım'ın yatak odası oldu. Cavide
Hanım bir bakarsımz ünlü bır şapkacının
atölyesınde çalışır, bir bakarsımz özel
müştenlerine evde şapka yapar, çocukla-
nnın geçimini saglardı. Onlar üç kişiydi-
ler.
Annem, Nâzım, ben, bir de okul döne-
minde Suzan olmak üzere. biz de dört ki-
şiydik. Ama bizim yükümüz de bütünüy-
le Nâzım'ın üstünde değildi.
Harçlıklanmızı dedem (•) venrdi. Her
hafta sonu mutlaka Erenköy'e giderdik.
Bir ara çarşamba günleri de babaanne-
me(**)gitmeyebaşlamıştım. Ablampek
gelmezdi. Akşam yemeğinı birlikte ye-
dikten sonra Nihat Amcam beni eve getı-
nrdi. Yürüyerek on dakika bile sürmezdi.
Osmanbey ile Nişantaşı arasındakı ara so-
kaklardan geçerdik.(....)
(...) Babaannem koTkuyordu. Nâzım
Hikmet'in evinden çıkıp onun evine gel-
memden tedirgmdi. (...) Nâzım'la ilişki-
min yarattığı tedirginliğe alışıktım. Bunu
hep gözönünde tutarak davTanırdım. (....)
Babaannemin beni yemeğe çağırması
da herhalde dedemin takılmalan yüzün-
dendi. Dedem arada bir Nihat Amcam'a.
"Söyle Güzide Hanım'a. böyle babaan-
nelik olmaz! Hanlar, hamamlar, apart-
manlar, kimseye bir şey koklatmıyor! Ba-
bam sizin için, 'Bayramdan bayrama ba-
baanne', diyor de!" gibi sözler ederdi.
Amcam gıttikten sonra da tyem'e,
"Şimdi Nihat gidip bunlan söylerse. etin-
den apartmanlan abnmış gibi telaşlanır
Güzide Hanun" dıyerek gülerdı.(...)
Dedem yalnız bizim harçlıklanmızı
vermekle kalmıyor, kolejlerde okumamız
için gerekli paranın ödenmesine de katkı-
da bulunuyordu.
Ablam, Amerikan Kız Koleji'nde Ha-
zırlık H'deydi. Ben Robert Kolej 'de Hazır-
lık l'de.
Ingilizce öğretilen bır okulda okuma-
mızı annem istemişti. Dedem. Fransızca
diye diretiyordu. Onun gözünde en iyi
okul Sen Jozef'ti. Ablama da evde Mfe-
ket'in ders vermesinden yanaydı. Annem-
le alttan alta bir süre inatlaştılar. ^
Sonunda dedem,
"Peki, Kotej'e verin öyieyse" diyerek ke-
nara çekildi.
Herhalde onun yardımı olmadan bu işin
gerçekleştirilemeyeceğinidüşünüyordu.
Piraye, Fifi, Nâzım bir ara hep bu ko-
nuyu konuştular. Sonunda Vedat'ın da
katkısıyla ilk taksitler denkleştirildi. İki
çocuk olunca biraz indirim de yapılacağı
söyleniyordu.
Ama Nâzım, kayıt için Robert Kolej'e
gidince, memurlar onu tanıyıp Türk mü-
düre haber vermişler. Müdür, Nâzım'ı
odasına götürüp ağırlamış, yakınlık gös-
termış. sonunda da
"Bn sizden yabuz bir çocuk parası ala-
cağız" demış.
"Hem de üç taksitte-."
Okula kaydımız yapılınca doğal olarak
dedem kenardadurmaktan vazgeçti. Son-
raki taksıtleri o ödedi.
Faik Bercâvi. bunlan bilmediği için,
ikisi kolejde okuyan dört çocuklu, yedi
kişilik kalabalık birailenin "bütünihtiyaç-
lannı" Nâzım'ın karşıladığını sanıyor.
Film çeken, dublaj yapan bir sinema
adamının belirli çalışma saatleri olmama-
sı çok doğal. Onun "durmadan çalışma-
sı" yaptığı işin gereğiydi.
* Babam Vedat Örfi 'nin babası Mehmet
Alı Paşa.
** Güzide Hanım, Sadrazam Halil Rifat
Paşa 'nın kızı.
Gölgede Kalan Yıllar dan
Nâzım'ın Bursa Cezaevi'nde yaptığı bir resim.
Adam Sanat'tan
Nâzım Hjkmet
özel sayısı
Kültür Servisi - Adam
Sanat dergisi haziran sayı-
smı Nâzım Hikmet'e a> ır-
dı. Dergıde Nâzım'ın bu-
güne dek hiçbir yerde ya-
yımlanmamış resimleri,
elişleri, fotoğraflannın ya-
nı sıra Nâzım ile ilgili ya-
zılar da yer alıyor. Memet
Fuat'm yazdığı ve eylül
ayında yayımlanacak
"Gölgede Kalan Yıllar"
adlı kitabında sözünü etti-
ği anılar ve yine Memet
Fuat'm Nâzım ile ılgili bir-
binnden ilginç yazılannın
bulunduğu dergı. gelece-
ğe saklanacak eşsiz bır
belge niteliği taşıyor.
Memet Fuat "Coşkulu
Konuşma" başlıklı yazı-
sında Yaşar Kemal'ın
NTV'de Zülfü Livaneli ile
yaptığı söyleşıde "Nâzım
Hikmet başlangıçta Türk-
çeyi bilmezdi. cezaevinde
öğrendi" biçımınde dile
getirdiğı görüşüne yanıt
veriyor. "Dil ustası" Nâ-
zım'ın şıir geleneğimiz-
den de yararlanarak dilı
nasıl büyük ustalıkla. de-
ğişik renkleriyle kullandı-
ğını -cezaevi öncesi- şiırle-
nnden de örnekler vererek
sunan Memet Fuat soru-
yor: "Dili ustaca kullanışH
m, Şeyh Bedrerrin Desta-
m'nda biçemden biçeme
geçerek sergileyen bir şa-
irin Türkçeyi cezaevinde
öğrendigi nasıl ileri sürüie-
bilir?'*
Mehmet Doğan ise
"Nâzun'ı GerçektenOku-
duk mu" başlıklı yazısın-
da son yıllarda Nâ-
zım'ın şiirinin göre-
ce bir özgürlüge ka-
vuşmasınm,"Nâzım
evciDestirilmek. n>s-
mOeştirilmek mi iv-
teniyor" biçıminde
bir tartışmayı başlat-
maya aday göründü-
ğünü, ancak bu kor-
kunun yersiz ve ge-
reksiz olduğunu
vurguluyor. Nâ-
zım'ın şiirini. sanatı-
nı yaygınlaştırma iç-
tenlikli çabalan da aynı bi-
çimde 'sömürme' ya da
'evcilkştirme' olarak gör-
menin ve buna karşı çık-
manın. • küçümsemenin
açık bir yanlış olduğunu
ekleyerek.
Bugün, yetmış yıllık
Nâzım şiirinin belki de ilk
kez bu kadar engelsiz. bu
kadar denerimsiz ve yön-
lendirmesiz okunduğunu
belirten Mehmet H. Do-
ğan. okurun ilk kez birta-
kım kanşmalar otmaksızın
Nâzım şiinyle baş başa ka-
labildiğine değinerek
"Nâzımgerçekten okundu
mu" sorusunu yöneltip 70
yıl süresince nasıl okundu-
ğunu gözden geçıriyor.
Mehmet H. Doğan, es-
ki kuşak şair ve yazarları-
nın onun Türk şıırine yeni
bir ses, yeni bir hava getır-
diğıni, Türk şiinnde bir
'mkdabr gerçekleştirdiğı-
ni yazdıklannı belırterek
HalHZiyaUşaklıgil'ın"Si-
yasal inançlanna hiç ortak
olmadığım Nâzım Hik-
met'in. öteden beri sanatı-
nın tutkunlarındanım..."
tümcesınin Nâzım şıınnın
okunma serüvenınde uzun
yıllar sürecek bir •motto"
olduğunu yazıyor. Şiirin
gücünden korkan bir polı-
tikacı kuşağının korkutma.
yasaklama çabalanru
ammsatan Doğan. Nâ-
zım'ın 'yasaklr şiırlenni
okumanın 'yüreklilik' ıste-
yen bir eyleme dönüştüğü
dönemleri de aktanyor...
Yineliyoryazısının sonun-
da: "Şu kadar yıl Nâzım
gerçekten okundu mu biz-
de 'Yaralı Hayalet'ten
(1920) 'Saman Sansı'na
(1961) uzanan bu çok zen-
gin şiirseriiveninin gerçek-
çi bir haritası çizilebildi
mi?"
"Nâzım Hikmetsanan-
nı (üstün yeteneğini) cö-
mertçe (kendine hiçbir şey
ayırmadan) bir davaya
adadı..." di>or "Nâam
Hikmet Bugün-Yaruı"
başlıklı yazısında Orhan
Barlas ve ilginç bir sapta-
mada bulunu\or: "Bugün
Nâzım Hikmet bıçak sırn
bir çizgide duraklamış,
donmuş bir 'büvük adam'
olmanın sınınnda... Şimdi
korkarun, bu gidişle o da
öbür ma\i gözlü adama,
Sanşın Kurda benzeyecek,
Nasıl mı? Mustafa Kemal
de, Nâzım Hikmet de an-
laülması. anlaşılması çok
kolay. ama yapılması çok
güç işler yapmaya kalkış-
nuşlardır-."
Turgay Fişekçi, "Nâzım
Hikmet'in İki 'Olmaz'ı"
başlıklı yazısında sevdi-
ğinden uzak. özlemin çok
olduğu yillardaki Nâ-
zım'm Piraye'yeaşkmdan,
kimı zaman hayatındaki
her şeyden daha öne geçen
aşkından ve bu birlikteli-
ğin 'birinci başyapıtlar dö-
nemi' olan şiirine yansı-
masmdan söz ediyor. Pira-
ye'nin Nâzım'a yazdığı
olağanüstü mektuplardan
Nâzım'ın fotoğraftan yapüğı
Pirave'nin resmi.
ömeklerin \enldıği yazı-
da. yaşamının en büyük
trajedisinı yaşayan şairin,
büyük acılan hiçbir şeyin-
kuşatamadığı bır 'yürek'
olarak, nasıl Nâzım Hik-
met gibi yaşanabıleceğıni
gösterdiğı anlarılıyor.
Bır fotoğrafı anlatıyor
yazısında Turgay Fişekçi.
Hasta yataklannda ağır bir
grip içinde yatan Nâzım'm
\e Piraye'nin fotoğrafını.
".-Ne kızıl saçu, yeşU gözlu
güzel bir kadın olmak
açıklar bir aşkı; ne sanşın,
mavi gozlü, ünlü birşairol-
mak. Ya nedir. bu sonsuz
aşkuı açüdaması? Fotoğra-
fa bir daha bakın görecek-
siniz. Mekrupiannı bir da-
ha okuyun. Şürlerini bir
daha... Göreceksiniz."
Fişekçfnın yazısında
ıkinci başyapıtlar dönemi,
ömrünün son beş vılı ve
hayatındaki 'olmazlık' ol-
gusundan. Vera ıle aşkın-
dan da söz edıliyor. Me-
met Fuat Piraye"nin sakla-
dığı. Nâzım Hikmet'e im-
zalanıp venlmış bazı ki-
taplan 'Kitaplannı Nasıl
tmzaiamışlar' başlığıyla
anlatıyor.
"Nâzım'ın EIİşleri"nde
ise cezaevinde Piraye'ye
gönderdiği çeşitli ağaçlar-
dan, ama en çok ceviz ağa-
cından vaptığı oyma ve
boncuk ışlemeh armağan-
lar fotoğraflanyla birlikte
sunuluyor okura.
Memet Fuat. ilk Mithat
Paşa Köşkü'nde re-
sim yaptığını gördüğü
Nâzım'ın evdeki her-
kesin yandan kafala-
nnı çizdiğinı anlatıyor
-Nâzım'ın Ressamlı-
ğı" başlıklı yazısında.
Sonra da cezaevinin
içinden görünümler,
mahkûmlar, Pira-
ye"nın ve kendısinın
portrelerinı... "Nâ-
zım'ın Saati". "Nâ-
zım'ın Khap Okuyu-
şu". "Cezaevi Yauıız-
üğı","CemalNadir'in
AmcaBey'i","Nâzun
UeAbdüİhakHamit"
başlıklı yazılar da yer
alıvor.