27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 MART1997SALI 12 KULTUR SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL Oyuncu ve bedenin sonsuz becerisiSöze dayalı bir tıyatro gelene- ğinden gelip Batı tiyatrosunun söze dayah romantik ve gerçek- çi modelleri yoluyla çağdaş tiyat- royu öğrendiğimız için, ''oyun- culuk'" anlayışımız da hep aktö- rûn ses, mimik ve diksiyon kul- lammının üstünde odaklaşmış- tır. Bir başka deyışle, sahne ola- yını algılarken, çoğunlukla oyun- cunun yüzünden taşan ya da sö- zûüretiş biçiminden kaynaklanan göstergelerle ılgileniriz. 1960"lardan buyana ise, tiyat- ro olayından aldığımız tadın be- lhieyicisi.Batı'daenparlakürün- lerini veren "yönetmen tiyatro- su"nun etkısiyle, sahne üstün- deki hareket düzeni, sahneye ege- men olan görsel, estetik, oyuncu- luk biçeminde yansıyan "tavır", bilınen bir metnin yönetmenin yorumuyla sahnede farklı anlam dizgelerine dönüştürülmesi gibi gelişmeler oldu. Ancak, oyuncunun bedensel potansiyelini sahneye anlamsal ve estetik bir değer olarak taşıma- sının. düşüncesiyle bedeni bu- luşturmasının yalnızca mim ve dans sanatında "vazgeçflmez" ol- duğu düşünüldü çogunlukla. Bu nedenle de "yönetmen tiyatro- su'' ürünleri, çalışmalardaki tüm titizlığe karşın, yeterince görsel bir anlamsallığa ulaşamadı. Ba- tı ise son otuz-kırk yıldır, oyun- cunun yalnız sesini, yûzünü, eli- ni kolunu değil, tûm bedenini bir enstrüman gibi kullanabilmesi yolunda eğitim seferberliği için- de... 'Çok disiplinlilik' anlayışı Bir dansçının ya da şarkıcının, oyunculuk yeteneği de olduğu için ya da ünlü bir oyuncunun, se- si de ''güzel" olduğu için, tecim- sel mûzıkal ya da dans gösterisi yapımlannda "yüdız" olarak yer atması Batı'da ve bizde de yer- leşmiş bir olgu, ("Evtta" müzi- kalinde başrol oynayan bayan sa- natçılanmızın sayısını neredey- se unutacağız!) Oysa, gûnümûz gösteri sanatlannda, bilinen "mü- zikar anlayıvnın ötesine geçen bır "çok disipünlilik" söz konu- su. Oyuncu gösteri sanatlannın içerdiği her dalda yeteneklı ve egıtımli olacak. Sahne sanatçısı- nın. göste- ri sanatla- nna ilişkin tüm beceri- leri edinme yolunda ar- tık dev adım- larla ilerlemesi gerektiği gerçeğini ço- gunlukla görmezden geliyoruz. Böyle ol- masa, tiyatroculuk ve oyunculuk an- layışımızda -sınır- lıdaolsa-birdeğı- şim gözlenirdi. Belkiozaman. Robert Wil- son'un geçen yılki Ulusla- rarası tstanbul Festivali'nin açılış oyunu olan "Persep- none"sinı daha fark- lı biçimlerde algüayıp değerlendirebilirdik. Tiyatroyu"çokdi- siplinli birsanat" ola- rak algılayanlardaha çok amatörler ve de- neysel tiyatrocular ülkemizde. Belirli yönelişler adına ilk adım- lan atanlar, bir anlamda belki Bilsak ve tstanbul ŞehirTiyatro- lan bünyesi içinde yer alan TAL. Yine de şarkı-dans-akrobasi- mim-oyunculuk disiplinlerini tüm (total) bir anlayış içinde ele alan eğitim ve uygulama anlayışı yo- lunda önemli bir rol almdığı söy- lenemez. Ya da şöyle diyelim: Tiyatro eğitimi veren kurum- lanmızın bır bölümünde bu "çok disiplinlilik" anlayışına yönelen eğitim uygulamalan bir oranda yapılıyor. Ancak, profesyonelliğe adım atan genç oyuncu, kendini ço- gunlukla yine *söz"ün, "söz"ü et- kileyici birbiçimde söylemenin öne çıktığı bir gösteri dünyasın- da buluyor. Ingiliz Kültür Heyeti'nin, Dev- let Tiyatrolan. Bursa Kültür Sa- nat ve Turizm Vakfı ve Bursa Büyüksehir Belediyesi'nin kat- luslararaşı bir turae topluluğu olarak tanımlanan Kosh, 'dans tiyatrosu' nitelikleri ağır basan, gösteri sanatlannda çok disiplinliliği doğal bir gereksinme olarak benimsemiş, yenilikçi bir gösteri ve oyunculuk anlayışını örnekliyor. Biri kadın öteki erkek iki sanatçının hünerleriyle oluşturulan "oyun"da, artık gösteri tarihinin derinliklerine gömülmekte olan birçok tûr, "parodi" ağırhkh bir uzak bakış açısıyla sergileniyor. Sian Willams ve Mark Hopkins'in birer "dinamo" etkisi yaratarak sürdürdüğü gösteride, gösteri sanatçısının, yüzünün, sesinin ve bedeninin gizilgücûnü nasıl bir sahne-üstü gücüne dönüştürebildiğini somut olarak görüyoruz. kılanyla gerçekleştirdiği bir tur- ne, geçen hafta başından bu ya- na tiyatro gündeminde. 'Nesli Tükenmekte Olan Türler' Uluslararası birturne toplulu- ğu olarak tanımlanan KOSH, "dans tiyatrosu", nitelikleri ağır basan. gösten sanatlannda çok di- siplinliliği doğal bir gereksinme olarak benimsemiş, yenilikçi bır gösteri ve oyunculuk anlayışını örnekliyor. Geçen hafta başından bu yana Trabzon, Ankara, Adana ve An- talya'da sergilenen, önümüzdeki günlerde de Izmir (12 mart, Ko- nak Sahnesi), Bursa (14 mart, Tayyare Kültür Merkezi) ve Is- tanbul'da (15 mart, Taksim Sah- nesi) sunulacak olan gösterinin baslığı "NesHTükenmekteOlan Türler?' Biri kadın öteki erkek iki sanatçının sayısız hünerleriyle oluşturulan "oyun"da artık gös- teri tarihinin derinliklerine gö- mülmekte olan birçok tür, "pa- rodı" agirhkh bir uzak bakış açı- sıyla sergileniyor. Gezginci bir topluldk göriinümü içinde sahne- ye gelen sanatçılar, önce gösteri alanının sınırlannı belİTİiyoTİar. Bu alan içinde olayın hem sah- ne önü hem de sahne arkası dile gelecek. Tepedeki ışık yandığın- Hale Tenger ve Serdar Ateşer, ses ve görüntüyle ufak çaplı bir Türkiye kurguluyorlar Galeri Nev 'Devren Sabbk'AHUANTMEN 28 Şubat 1997. Merakla beklenen Milli Güvenlik Ku- rulu toplantısvnın sürdüğü sı- ralarda tstanbul'da bir sergi açıldı. Siyasilerle askerler ay- nı masada oturmuş Türki- ye'nin geleceğini tartışırken sergi. geçmişteki benzer top- lantılan, benzer siyasetleri, benzer seslen, aynı yüzleri anımsatıyordu. Ne de olsa hep aynı 'demokrağsi' değil miydi yaşadığırruz? Geçen yıl içinde Avru- pa'nın yeni bıenali Manifes- ta'nin yanı sıra New York'ta- ki New Museum'da yapıtla- nnı sergıleyen ve yurtdışında adından epeyce söz ettiren Hale Tenger. Galeri Nev'de 24 marta dek süren sergisin- de belleğinı çoktan yitirmış, aklını dayıtirmenin eşiğinde olan bir toplumun yansıma- lannı ve sayıklamalannı or- taya koyuyor. Son yıllarda ürettiği işlerle birlikte atölyesindeki bazı eşyalan ve bi- riktirilmiş çeşitli nesneleri de galeri mekâ- nına taşıyan ve karmaşık, çoksesli bir dü- zen içinde sergüeyen Hale Tenger, Galeri Nev"de ufakçaplı bir Türkiye kurguluyor. 1992'de aynı galeride açtığı sergide ay- nı yapıtlan ahşılagelmiş bir galeri düzeni içine yerleştiren sanatçı, bu kez galeri me- kâmnı ele geçiriyor. Kirtoz içindeki salon, masalar, sandalyeler. sıralar. sandıklar, der- giler. koliler ve ambalajlar içinde eski ya- pıtlarla dolu. Her şey üst üste, alt alta. Adım atacak yer yok. Galerinin her bir kö- şesinde yığılmış eşyalann arasında duran eski bir saat, geçmekte olan zamana işaret ediyor. Burası, *Devren Satihk*. Ve de\Ten satılıklann her köşesine sinen ihmalkârhğın, koy\ r ermişliğin hissedile- • Hale Tenger, Serdar Ateşer ile birlikte gerçekleştirdiği sergisinde belleğini çoktan yitirmiş, aklını da yitirmenin eşiğinde olan bir toplumun yansımalarmı ve sayıklamalannı ortaya koyuyor. bildigi birmekân oluveriyor Galeri Nev. Ser- gi de, Hale Tenger'in son yıllarda ürettiği yapıtlarla biraz olsıın günümüze gelirken, ses düzenini üstlenen Serdar Ateşer'in uzun yıllar öncesinden biriktirdiği sesler- leyeniden geçmişe dönüveriyor, dün ile bu- gün arastndaki mesafe silikleştikçeatmos- fere uygun bir histeriye kapılıyoruz. Hale Tenger'in son yıllarda gerçekleş- tirdiği diğer işleri gibi, bu sergi de ömrü- nüsergi süresmce koruyacak. sonra yok ola- cak. "Temiztik" özlemi içinde yaşadığı- mız şu günlerde, bir 'atiüye temiziiği', öte yandan bir 'temiz Türkiye'nin arayışlan var sergide. "Toprağm»aklannmaltmdan kaydığı''nı hisseden, Türkıye'nin geçirdi- ği hızlı degişim içinde yere sağlam basma- nın çok güç olduğunu kavramış, toplum- sal depresyonumuzun sıkıntılannı ta derin- lerde yaşayan, hatta 'jübie' yapmaktan söz eden Hale Tenger ve "kamyondançokön- ce kamyon seslerine saplantıh" (ne tuhaf bir rastlantı!), zaman içinde belleklerimiz- den silinen ya da içinde yaşadığımız ses kir- liliği içinde kulağımızdan kaçan sesleri kaydeden, yasama kulağını kabartan Ser- dar Ateşer'in birlikte yaşama geçirdiklen "Devren Satdık", şöyle bir dunıp düşün- mek, unuttuğumuz seslere kulak vermek, bizi içten içe yiyen yaşam biçimimizin ar- tık farkına bile varamazhale geldiğimiz bir- takım öğelerine bir de dışandan. 'izleyid' gözüyle bakma olanağı taşıması açısın- dan, özellikle şu günlerde. büyük önem taşıyor. Sanatçının kişisel geçmişiyle Türkı- ye'nin gündemine işaret eden çeşitli sim- gelerin iç içe geçtiği "Devren Saühk"ta. Ha- Başkaldıran fotoğrafçı îstanburda Kültür Servisi- Tasanmlanyla reklam sektöründe yeni bir dö- nem başlatan ve 'dünyanın en çıl- gın fotoğrafçısı' olarak tanman Oliviero Toscani, nisan başmda lstanbul'a gelerek United Colors of Benetton'un 15 yıllık kam- panyalanndan derlenen 'Mesaj- larSergisi'nin açılışınakatılacak. tstanbullular, 3-20 nisan tarihleri arasında Kabataş Kültür Merke- zi Hamdi Saver Salonu'nda geze- bılecekleri sergide Benetton'un AIDS, savaş. göç. yaşam, aşk ve doğal afet gibi birbirinden çarpı- cı 'olay' fotoğraflan ile yaşamı sorgulama firsatı bulacaklar. Kendisine yöneltilen eleştirile- ri.u Ben haflo, onlan sann almak için uyutmaya çahşmıyorum. B€- nim uğraşım halk ilefelsefi birgö- rüşü paylaşmak ve onlara titre- şim aktarmaktır'" diye yanıtlayan Oli\nero Toscani. îstanbul'da bu- lunduğu süre içinde bir konferans verecek. Ev sahipliğini, Benetton Türkiye Temsilcisi Boğaziçi Ha- zırGiyim AŞ Genel Müdürü Ser- dar Sunay'ın yapacağı konferans- ta, Toscani, Benetton iletişim fel- sefesini örneklerle açıklayacak. 15 marttan itibaren Benetton vitrinlerinı süsleyecek ve mağaza- larda satışa sunulacak "Reklam Bi- ze Sıntan Leştir'' adlı kıtabını da 3 nisan tarihinde Akmerkez Be- netton mağazasında imzalayacak olan Oliviero Toscani; insanlann, hayatla ilgili gerçekleri polıtika- cı ve devlet adamlanndan daha önce fark etriğini ifade ederek Be- netton'un reklamlanyla bu gör- me ve düşünme olayına katkıda bulunmak istediğini açiklıyor. Dünyadaki herkesin farklı renkte olduğunu ve United Colors ofBe- netton logosunda bulunan bu ger- çeği reklam kampanyalan aracı- ğılıyla tartışmaya açtığını da vur- guluyor. Başansmm sırnnı. "Ko- kuşmuş dünyanın karşısına diki- Byonun" diyerek açıklayan Tos- cani, ailesı ile birlikte Toscana'da yaşıyor. Fotoğrafçılık ve sanat di- rektörlüğünün yanı sıra, zeytin- yağı ve şarap üretimi de yapan ünlü fotoğrafçı, çiftliğinde Appa- lossa atlan da yetiştiriyor. le Tenger'in sergiye koydu- ğu yapıtlardan çok, mekânı nasıl kurguladığı önernkaza- nıyor. Eski yapıtlar, geçmi- şe göndermede bulunan bi- rer ufak bellek oluştururken sergiye hâkim olan kargaşa ortamı içinde birer aynntı olarak zaman zaman gözden yitiyor. Oysa Tenger'in bu sergiye dek yaptığı tüm işle- rinin ortak bir noktası vardı: Düzen. Ve, en 'aa ger^kle- re' değindiği (Nezih Olüm Gardiyanlan'nı anımsaya- lım) zamanlarda bile koruya- bildiği soğukkanlılığı, me- safeliliği. Ama artıkbir 'öğiirtü nok- tasında' olduğunu söylüyor: "Her günbaşka birfaciavı öğ- rendiğimizçokagırbirdöoeın yapyonız. 80'iw öncesinide unutmadık. Amason birkaç yıl içinde yaşadıklanmız ve özellikle kamyonla birlikte öğrendSderiıniz. arükinanıl- maz boyutlarda. Sanatçılar olarak bu ko- nulara eğildigimizde. sanki kendi kendi- aıizegefingüve>r ohıyoruzgibi hissediyoruın, çünkü değjşen hiçbir şey yok. Ben ne yapı- )tmıra, biz ne yapıyoruz? Devren Saühk, 'Verecek bir tek çakıltaşımızdan taşimız yoktur'dan çıkü... 70 mihvn parselkse ül- kevt uçkâğrtçılar yine en rvi arazileri kap- sınlar şimdrye kadar olduğu gibL ama ben kendihakkımıbileyim. kuflanabikvim, sa- hiplenebQe>iın. AJnmdan toprakkaymasm arük. Hiçbir zaman, 'Daha iyi olmak için neyapalım?' diye düşûnmüyoruz. Ve ber zaman oiduğumuz yeri korumak için eşe- fenipdurdukça toprakçukurtastyorve san- ki içine doğnı gömülüyoruz arnlcJ' Hale Tenger, kendi işlerindeki 'düzen'i yıkarak düzenbazlara işaret ediyor. Aydın- lan yakjlan. heykellerine tükürülen, bale- rinlerine birer erotik nesne gözüyle bakılan, sanatçısına beş paralık değer vermeyen birülkede, aklını yitirmemek için sanat yaptığûıı söylesek abartmış olur muyuz? Sü- rekli aydınlık için çeşitli ara- yışlara girdiğimiz şu günler- de özellikle izlenmesi gere- ken bir sergi olan "DevrenSa- ühk", bu noktaya nasıl gel- diğimize dair ipuçlan da ve- riyor. Bunun için fazla kafa yormaya gerek yok. Iş, serginin bir köşesinde duran okul sıralanndan baş- lıyor. Tenger'in dediği gibi, "ulusaldefoınu7" düşünme- mek. Düşünememek. Dü- şündürültmemek. Düşmek. da, sanatçılann sahne üstünde sunduklan türlerin kusursuzca kotanlmış örnekleriyle karşılaşa- cağız. Işık söndüğünde ise yine onlarlabirlikteyiz. Sanattareka- bet duygusunun sevgiyle, ortak üretimin geurdiği dayaruşmaduy- gusunun ıhanetle, öfkenin seve- cenlikle çelişerek buluşacağı bir sahne arkası ortamında... Bu bir- birinden farklı iki ortamın aynı gösteri düzleminde buluşturul- masıyla, bir yandan nesli tüken- mekte olan türlerin örnekleri yet- kinlikle sergilenecek, bir yandan da bu yetkinliğî oluşturan sanat- çılann sahne arkasındaki firtına- lı ilişkileriyle sahnedeki gösteri arasındaki çelişkiler ve örtüşme- ler dile gelecek. Aralıksız bir devinim^. JohnnyHutchve Mkhad Mer- witzertarafından sahnelenen, ko- reografısini oyunun bayan sanat- çısı Sian Vvllliams'la Johnny Hutch'ın yaptığı gösteride "mû- zikhor biçemi gösteri anlayışı- nın bir dolu örneği (komik şarkı, sanatçı ikilinin sahne üstündeki komık çahşması, akrobasi, dans, vantrolog gösterisi, itme/düşme güldürüsü) ile Broadvvay müzi- kal geleneğinin, televizyonda sık sık gösterilen eski Hollywood fılmlerinden izlediğimiz ürünle- ri iç içe sunuluyor. Bir saati bi- raz aşan aralıksız bir devinim... Sian Williams ve Mark Hop- kins' in birer "dmamo" etkisi ya- ratarak sürdürdüğü gösteride, gös- teri sanatçısının, yüzünün, sesi- nin ve bedeninin gizilgücûnü na- sıl bir sahne üstü gücüne dönüş- türebildiğini, yeteneği bileme, zenginleştirme, başka yetenek- Ierle buluşturma yolunda nasıl yoğun ve disiplinli bir eğitim ve çalışma sürecinden geçtiğini so- mut olarak görüyoruz. Sian Williams'ın hem balerin hem modern dansçı hem şarkıcı olabilecek düzeyde eğitimlibirse- si var; hem mimci hem komed- yen hem de yaman bir akrobat. Mark Hopkins'in eksiği balet ol- maması. artısı ise vantrolog hü- neri gösterebilmesi. Başarüı bir örnek tki sanatçıda toplanan tüm bu becerilerin rastlantısal olmadığı kesin. Kuşkusuz yıllar boyu sür- müş bir eğitim ve çalışma süre- ci içinde oluşmuş. Somut olarak bildiğimiz ise, iki sanatçının 60- 70 dakika süren gösterileri için, o>-un öncesinde her seferinde en az iki saatlik bir "snına* döne- mi gerçekleştirdikleri... "ÇokdJsâpinüfik" aynı zaman- da çok "disiplin r 'li bır sanatçılık anlayışı gerektiriyor. Sonuç ola- rak da usta sanatçı Sian Willi- ams, sırtında arkadaşı Mark Hop- kins'i taşıdığı iki büklüm konu- munda bile, değme operacılara taş çıkaran bir şan gösterisi yapabi- liyor. Sahnede biraz hareket etti- ği için soluk soluğa kalıp sözle- rini duyuramaz olan deneyimli oyunculanmıza uyan... "Nesü Tükenmekte Olan Tûr- ler" KOSH topluluğunun, çeşit- li katmanlardan seyirciye sesle- nen, yenilikçi olmakla birlikte "popûkr" olmayı da amaçlayan yaklaşımının başanh bir örneği. Eski müzikhol ve müzikal ge- leneğinden hoşlananlar, "çokdi- siplinli" bir sanat anlayışını tanı- maya gönüllü olanlar, dans tiyat- rosundan bir örnek görmek iste- yenler, en önemlisi de oyuncunun kendisini bir enstrümana dönüş- türüp bu enstrümanı nasıl kusur- suzca değerlendirebildiğini izle- mesi gereken oyuncu adaylan "Nesli Tükenmekte Olan Tür- ler'"i kaçırmamalı... YAHODASI SELtM İLERİ Hayalimde Kalan İskeleler Çocukluğumdaki Istanbul'un denizleri adeta bam- başka iskelelerle çevriliydi. Vapurlar gelir gider, va- puriar gün boyu bizi oradan oraya taşırlardı. Şimdi düşünüyorum da, bu vapuriarla ne çok is- keleye uğramışız! Kimilerinde biz inmemişiz, baş- ka yolcular inmiş, sonra vapur kalkmış ve bizi baş- ka bir iskeleye götürmüş... Bu iskeleler, bu vapurlar kenti bir uçtan bir uca birbirine bağlıyor, insanlan bir semtten bir semte bir- birine kavuşturuyordu. Bu.yüzden birinin, hele is- kelelerin, bir sevgiler birleştiricisi olduğu söylene- bilir. Denizi, vapuru, iskeleyi en uzak anılarımda nasıl görmetiyim? Herhalde Kadıköyü'nden başlamalıyım. Çünkü orada doğmuşum. Kadıköyü'nün iskelesi bende hep martılarla, ka- rabataklarla belirir. Bu beyaz binanın üst katından bazan müzik sesleri gelir ve cazbant romantik par- çalar çalmaktadır. Öyle ya, hatırladığım o yıllarda, üst kattaki salonda nişan törenleri, düğünler olur- du. Biz yolcular da aşağı kattaki sütunlu salondan vapura binerdik. Vapurda üst kata çıkıp pencere ke- nannda yer bulmuşsak, ille, iskeledeki mutlu top- lantılann görüntülerini kapmaya çalışırdık. Ama Kadıköyü'nden Karaköy'e çoğu kez gündüz vakti geçtiğimizden nişan ve düğün törenlerine pek seyrek rastlamış olmalıyım. Kadıköyü'nün bir başka unutulmaz iskelesi el- bette Moda vapur iskelesiydi. Orayı o kadar çok se- verdim ki, sonra dayanamayıp bazı romanlarımda yazdım. Moda iskelesi de beyazdı, mavi çiniliydi; bu- gün de öyle ama, artık uğramıyor vapurlar, orada kendi kendine duruyor. Zaten Kadıköyü'nün böyte terk edilmiş ya da yı- kılıp gitmiş iskeleleri var. Onlan yalnızca hayalimde canlandırabiliyorum. Sözgelimi -Moda'nın hemen karşısındaki- Kala- mış. Bu Kalamış iskelesi, 2ya Osman Saba'nın eş- siz "Neveser" hikâyesınde geçer. Kalamış çoktan yıkıldı. Cihangir'e taşındıktan sonra yaz günleri denize girmek için karşıya geçerdik. Salacak iskelesini o yüzden hatırlıyonjm. Yıkıldı gitti. Salacak plajında bütün günü geçirip, akşama dogru iskeleye dön- düğümüzde, az ötemizde günbatımına karışmış Kızkulesi harikulâde görünürdü. Bazan da Fenerbahçe plajına giderdik, bazan da Suadiye'ye, Caddebostan'a... Bütün bu semtlerin güzelim iskeleleri gözümüzün önünde yıkılıp gitti. Her birinde, oralarda büyüklerimizle el ele tutuşla- nmızın anılan kaldı. Boğaziçi iskelelerinı unuttuğum sanılmasın. On- lar artık birer küçük yalı inceliğindeydi. Hemen hep- si ahşaptı; beyaz ve lacivert yağlıboyalanyla bay- ram için bahriyeli çocuk kıyafetine bürünmüş gö- rünürlerdi. Denize kavuştuklannda yosunlar yosun yeşili, midyeler sedefli sedefli parlardı. Bugünün dünyasına haylı gülünç gelebilecek bir gezintimiz, eğlencemiz vardı: Boğaziçi'ni iskele is- kele dolaşmak. Annem tavuklu, peynirli sandviçler, poğaçalar yapar, sonra termosta çay... O iskelelerimiz de hayalimde gitgide sönüyor.Han- gileri yıkıldı? KandiHi dunjyor ama, -adı bana pek tuhaf gelen- Vaniköy yıkıldı. Emirgân galiba yıkıldı. Rumelihisan'nınki lokanta. Büyükdere'ninki ne ol- du? Onun heykelleri bile vardı. Boyacıköy yıkıldı. Böylece onlar birer ikişer yıkıldıkça, özel işletme- ler kimliğine büründükçe, terk edilmiş kaldıkça Bo- ğaziçi de kamunun olmaktan çıktı. Şimdi Boğaz'a özel arabayla gidiyoruz, eskinin alçakgönüllü gezin- tilerine gönül indirmiyoruz. Istanbul denizlerinin en ilginç iskelelerinden biri Eyüp'ünkiydi. Eyüpsultan'a karayolundan grttiği- miz gibi, vapurla gittığimizi de bilirim. Sonra yine va- pura binilir ve Kasımpaşa'ya gelinirdi. Haliç'in kö- tü kokulan yeni mi başlamıştı, hatırtayamıyorum. Ama Haliç'in koyu renk sulan altında Bizans imparator- lannın hazineleri olduğu hep söylenirdi. Haliç bir gün temizlenince altınlar ve ışıltılı mücevherler çı- kacaktı. Istanbul'un 'sosyetik' iskeleleri Adalar'ın iskele- leriydi. Füruzan duyarlı hikâyesinde günübirlik Ada gezmelerinı anlatır. Günübirlik gidenler arasınday- dık Adalar'a. Örnekse Kınalı'ya, Burgaz'a. Heybe- li'yi büyüklerimiz galiba kasvetli bulurlar, Büyüka- da'nın pahalı olduğunu, 'b/zegöre'olmadığınısöy- lerlerdi. Ada iskeleleri belki de son Vneydan 1ı iskelelerdi. Adalılar iskele meydanında toplaşırlar, gelenler sev- giyle karşılanır, gidenler hüzünle uğurlanırdı. Iskelelerden geriye meğerse o uğurlayışlar kalacak- mış... BUGUN • İSTANBUL'DA BERLİN kültür etkinlikleri kapsamında saat 19.30'da AKM Oda Tiyatrosu'nda "Bertolt Brecht Dizisi" çerçevesinde "Cesaret Ana ve Çocuklan" adlı filmin gösterimi yeralacak. • BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ SİNEMA KULÜBÜ Murat Dikmen Salonu'nda saat 16.00 ve 19.30'da Emir Kusturica'nm "Underground" adlı filmi gösterilecek. • AYŞE ERCÜMENÜ KALMDC VAKn'nda saat 18.00'de Nur Koçak ile "'Mutluluk Resimlerimiz" üzerine söyleşi izlenebilir (245 02 70). • FOTOGRAFEVt'nde saat 19.00'da Tülin Dizdaroğlu'nun "Anadolu Kadını" başhklı dia gösterisi yer alıyor (251 05 66). • ŞÜR UZAY1LABORATUVARI saat 18.00'de BİLSAK'ta şiir etkinliği düzenliyor. Çağdaş Türk şiirinden Fransızcaya çeviriler yapan Yaşar A\"unç şiirlerden örneklerle, karşılaştırmalı bir konferans verecek (337 21 46). İZMİR KİTAP FLARI^NDA BUGÜN • 11.00-12.00: Etki Yayıncılık'ın düzenlediği '"Ezilenlerin Tiyatrosu" baslıklı söyleşinin konuğu Semih Çelenk. • 12.00-13.00: Edebiyatçılar Demegi'nin düzenlediği "Despina'nın Gözyaşlan - Öykü ile Romana Değişik Gözle Bakış" baslıklı söyleşinin konuğu Ahmet Yurdakul. • 13.00-15.00: Edebiyatçılar Demeği'nin düzenlediği "Nahid Ulvi Akgün'ü Anarak" baslıklı panele Mehmet H. Doğan, Sina Akyol ve Yunus Koray konuşmacı olarak katıhyorlar. • 15.00-17.00: Konak Belediyesi ve Izmir dergisinin düzenlediği, Mehmet H. Doğan'ın yönettiği "Kendi Anlatımlanyla Şairlerimiz" baslıklı söyleşiye Sina Akyol ve Mehmet Mümtaz Tuzcu katıhyorlar. • 17.00-18.00: Edebiyatçılar Derneği'nindüzenledigi "Saydam ve Gizli - Yaşamı Sevgiyle Çiçeklemek" baslıklı söyleşinin konuğu Hüseyın Atabaş. • 18.00-20.00: Dünya Kitap'ın düzenlediği Cem Erciyes'in yönettiği "tlk Kıvılcım Ege'de Çakmıştı - Yazınımızda Kurtuluş, Savaşı" baslıklı panele Faruk Şüyun, Hidayet Karakuş ve Efdal Sevinçli katıhyorlar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle