Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
27ŞUBAT 1997 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
KITAP TIRTILI SELtM İLERİ
'Çahkuşu' yetmiş beş yaşmdaVakit gazetesinde tefrika edilen Çah-
kıuubugûn tam yetmiş beş yajında. "Yal-
nızirnparatorluğun son gûniennde derin
birheyecan ve geleceğe yönelik bir umut
yantmamış. Bır \andan da Cumhuriyet
kusaklannın gözbebeği olmuş.
0 kadarki 1922-1930aıasında doğrnuş
pek çok hanıma Fende adj verilmiş. Fe-
ride'lenn yurda aydınhk saçacak öğret-
mealer olması temenni edilmiş.
Çalıkuşu'nu ilk ne zaman, nerede oku-
dugumu artık haürlayamıyonım. Bula-
ruk birtakım anılar beliriyor, ama hepsi
degişik zamanlara, değişik yerlere alıp
götûrüyor. Cihangir'deki evimizolabilir,
Galatasaray Lisesf nin loşkoridorlannda
avluya bakan bir pencere altı olabilir, kâm-
bilir belki de Teşvikiye'deki son anababa
evidir.
Hatırladığım hep Feride ve yaşadıkla-
n. istanbul'da çocukluk ve se\da masah
gibı başlayan bu romanm Anadolu'ya,
biranlamda 'çıphk' gerçekliğe açılışı,
birçok okurda olduğu gibi muhakkak ki
bende de derin, silınrneyecek bir iz bırak-
mıştır.
Şimdı şu yazıyı yazarken evirip çervir-
diğrni Çalikuşu romanı, romanın yirmi dör-
düncü basımı. Kitabm ince kâğıt pembe
kapaği hem solmuş, hem kınşmış, hem
de bir ucundan yırtılmış.
Birçok satır mavi kalemle. kırmızı mü-
rekkeple, fosforlu yeşille çizilmiş. Yeni-
den yeniden okumuşumdur Çalikuşu' nu.
Bugûn bir kez daha tatlar alarak okuya-
bilirim. Değişik bir renkle altıni çizece-
ğim satırlar yine karşıma çıkacaktır. Yi-
ne bir Reşat Nuri Güntekin nrtınasmda
sûrüklenip gideceğim, besbelli.
Çalıkuşu'nu bunca etkileyici kılan ne-
dir sorusunu Prof. Birol EmB şöyle yanıt-
lıyor
"Reşat Nuri Güntekin. Çahkuşu ile ro-
mancıl^HiınnıihverinikurmuşnırveTiirk
okuyucusu, bu eserde, kendi romanını ve
romancısını bulmuştur. EUi Mİdır yapılan
değeriendirmeler de umumiyetle bu vön-
dedir."
Ama yalnız o yönde mi? Çalikuşu'nıın
ününe gölge dûşürülmek de istenmiştir.
Romanın bir Bulgar romanından esinler-
le yüldü olduğu söylenmıştır. Romanla-
n salt konu, oiay örgüsü açısından irde-
lerneye kalkışan bu kısır bakış açısı, Ça-
lıkuşu'nun o kadar 'veru" dünyasını el-
bette duyumsayamayacaktır...
Romanın romanı
Edebiyat tarihleri, Çalıkuşu'nun başlan-
gıçta 'piyes' olarak tasarlandıgını saptar-
lar. Oyunun adı İstanbul Kıa'ymış. Re-
şat Nuri. tstanbul'da iyi egitim görmele-
rine karşın, toplumda kendilerine horgö-
rüyle balalan kızlan sevdirmek amacı gû-
dûyormuş. tstanbul Kızı oyunu ne oldu,
doğrusu bilmiyorum. Bugüne kadar ya-
yımlanmadığına bakıhrsa ya yazan orta-
dan kaldırdı, ya da, metin kaybolup git-
ti. Acaba Feride orada da Dame de Sion
mezunu muydu?
O zamanın tstanbul Şehir Tiyatrosu
'Darüibedayi',İstanbul Kızı'nı biraz 'ağff'
bulur. O gûnün yan aydın tiyatro seyirci-
sı daha çok 'salon komedüerTnden, 'san-
SmantaT eserlerden, melodramlardan
hoşlanmaktadır. Bütün yurdu ardı sıra sü-
rükleyecek Çalıkuşu'nun çekirdeği tstan-
Bul Kızı herhalde 'tedmsel' başansızlığa
uğrayacak sanısıyla oynanmaz.
Reşat N uri oyununu bir romana dönüş-
tûrmeye karar verir. Çalıkuşu'nun tefri-
kasma başlandığında imparatorluk can
çekişmekte, Ankara hükümetinin müca-
delesi istanbul için en büyük umut ol-
T a d ı m 1 ı k
" f...)Ağaç yapraklannm içinden süzülerek giren bir
ikindı güneşi odaytpartak bir hayatla dolduruyordu. Dı-
şarıda kuşlar. ağustosböcekleri ötüyor, uzaklardan bir
gramofon sesi geliyordu. Odanın içi karmakanşıktı:
Sandalyede, mflardaşiseler,pamuklar;yerlerde, duvar-
larda Munise ye ait bin türiü eşya sürünüyordu. Ayna-
nın kenannda onun, doktonın bahçesindeki çiçekler-
den eliyleyaptığı birdemet, konsolun üstündedenizke-
narından topladığı bir avuç renkli tas, sedef kabukla-
rı, sandalyelerden birinin altında iskarpininin bir teh,
duvarda B.'da evimizin içinde suluboya ileyaptığı res-
mi (başında hr çiçeklerinden bir çelenk, kucağında
Mazlum ileyaptığım o resim); sonra, bin türlü boncuk-
lar, kumaş parçaları, cam küpeler, duvaklı gelin kart-
postallan, bır ku çocuğu kalbinin bütün bu masum ve
biçare sevgileri...
"Munise, artık çarşaflı birgençktz oluyordiye iki haf-
ta evvel ona sarı yaldızh bir karyola almış, bir bebek
yatağı hanriar gibi özene bezene muslinleriesüslemiş-
tim.
"Küçüğüm, bu ipeklerin içinde bir başka ipek küme-
sı gibi bembeyaz yatıyor, başı ağır bir rüyanın rehave-
ti içinde bimzyana düşüyordu. Karyolasınm demirin-
den, nefti çarşafinın daha bitmemiş pelerini saHayor,
baş ucundala rafta B..'de satın aldığım bebeği -küçü-
ğümün buselerinden solmuş yüzü. iri mavi gözleriyle-
ona bakıyordu. Hastahğımn bütün acıları, azaplan
durmuştu. Yorgun bir uyku içinde uyurken ağzının et-
rafinda son bir hayal titriyor, gülümsergibi aralanmıs
dudaklan. inci dişlerini gösteriyordu. Bu zavallı güzel
şeyler. karanlık bir köy mektebinde, ruhumun içine dö-
küldükleri dakikadan bugüne kadar beni mesut etmiş-
lerdir. (...)" (Reşat Nuri Güntekin, Çahkuşu)
r
y alıkuşu, Feride'nin
Anadolu'ya açılması
kadar, kendisinin,
roman kişilerinin ve en
önemlisi, romanı
okuyanlann 'özveriye"
açılmalarının da
kılavuzudur. Bu eserde
'bencillik', 'kişisel
hırs', 'menfaat
düşkünlüğü' git git
çürür, silinip gider;
herkesin birbirine
özverisi ışıldayıp durur.
^anınm yetmiş beş
yıl sonrasında.Çalıkuşu
bu yüzden "güncellik'
kazanıyor, ediniyor.
Dostlanm. Çalikuşu
romanı bütün
canhhğıyla yaşıyor.
Yeter ki onu
günümüzden okumayı
kuşanabilelim.
Osman Seden'in yönetâği 1966 yapımı 'Çalıkuşu'nda Serpil GüL Kartal Tibetve Türkan Şoray.
maktadır. Çahkuşu Feride'nin de Ana-
dolu'ya açılması Istanbulluokurlaraola-
ğanûstü anlamlı gelecektir.
O günleri bize anlatan Ahmet Hamdi
Tanpınar, tefrikayı okuyanlann nasıl, ne
çok heyecanlandıklannı, Feride'nin mut-
luluğuyla yurdun aydınlık geleceğini ade-
ta bir tuttuklannı kaleme getirmiştir.
Çalikuşu aşk romanı gibi başlar. Haşa-
n öğrenci Feride'yle teyzeoğlu Kâmran
arasında bir aşk. Gelgelelim romanın baş-
langıcmda aşk, aşk kırgınlığına dönüşür;
düğün günü eve gelen si>ah peceli birka-
dın, Feride'ye Kâmran'm bırbaşka gönül
ilişkisi içinde olduğunu söyler. Çalikuşu
da evden kaçar.
Çahkuşu nun Anadolu serüveni
Sonra Anadolu serüveni başlayacak-
tır. Eğitiminden, Fransızcasından başka 'al-
ün bikzigi" olmayan Feride, Dame de Si-
on'un haşan öğrencisi kendini birdenbi-
re asıl hayatın ortasında bulur.
Böylece romancı -askeri doktorolan ba-
basının görevi dolayısıyla- tanıdığı, gör-
düğü Anadolu'dan söz açma fırsatı bulur.
Refik Halid'ın Memleket Hikâyeieri öl-
çüsünde sert bir anlatımla kaleme getiril-
miş değildir Çalıkuşu'ndaki Anadolu.
Am? vrvgi aşılamak, memleket sevgisi-
nın gelişmesine olanak sağlamak isterce-
sine duyarlı çizilmiş sayfalar birbirini ko-
valar.
'Çizflmiş sayfalar' diyorum, çünkü her
yeni sayfada memleketin bir başka pey-
zajı, memleket insanının bir başka port-
resi karşımıza çıkar. Bakın Zeyniler Kö-
yü'ne giriyoruz:
"Araba inişli yokuşhı dağyoflanna gir-
mişti. Kâh kurumuş sel çukuıianndan
geçryor, kâh boş tarlalann. bozulmuş bağ-
ların kenarlannı takip edryordu. Seyrek
fasılalarla tek tük köylülere. yorgunluk-
tan inlergibi sesler çıkaran kağrulara, sırt-
lannda çalı demetteri taşıyan çıplak ayak-
bkadınlara tesadûfedivnirduk. İnce brbağ
yolımdan eşkiya gibi korkunç tayafetH,
uzun bıyıkh iki jandarma getivordu. Ya-
nımızdan geçerken arabacrya 'Selâmûn
aleyküm' dediler, dik dik bana bakrJar."
Çalikuşu için daha önce de yazdım. Bir
alıntı yapacağım:
"Her kesiınden okunın tat alabileceği
özellikte yazıtmış Çahkuşu, hiç şüphesiz,
pek çok yeni roman okurunun yetişmesi-
nedeolanaksağlamıştır.Duygulubirger-
çekçiliğin yanı sıra, sevgi, acıma, şefkat
bu romanın içdürryasmı oJuşrurmuş; ay-
nı içdünya romancımn sonraki eserlerin-
de de yaşamasını sürdürmüştür."
'Ozveri'yi yazık ki unutmuşum. Çali-
kuşu, Feride'nin Anadolu'ya açılması ka-
dar, kendisinin, roman kişilerinin ve en
önemlisi, romanı okuyanlann 'özveriye'
açılmalannın da kılavuzudur. Bu eserde
'bencfflik\'kişisdhın\'nıenf^ düşkün-
lüğü' git git çürür, silinip gider, herkesın
birbirine özverisi ışıldayıp durur.
Sanınm yetmiş beş yıl sonrasında Ça-
hkuşubuyüzden 'günceBk' kazanıyor, edi-
niyor.
Çahkuşu esldyecek mi?
Çalikuşu günümüzün genç okurlannı,
genç romanseverleri ne ölçüde ilgilendi-
riyor? Okul kitaplanrruzın dar kapsamlı
hatırlatmalan ve yaklaşımlan dışında,
Çahkuşu için dünün coşkusunu duyan
okurlar da var mı? Doğrusuöğrenmek, bil-
mek isterdim.
Gözümün önünde hep Fende'nin ha-
şanhklan, siyah peçeli İcadın, düğünevi,
sonra Eyüpsultan. Anadolu'ya gidiş, Mu-
nise-hele Munise. Doktor-babacan- Hay-
rullah Bey,Şe>h Yusuf EfendLhele o za-
nf şeyh Yusuf Efendi, erkânıharp binba-
şısı thsan,savaş, Munise'nin beni herde-
fasmda ağlatan ölümü, öteki sayfalar, öte-
ki sahneler, öteki kişiler...
Çal'.kuşu'nun günün birinde 'eskiyece-
ğini' sanmıyorum. Zeyniler Köyü'nün
yobaz öğretmeni Hatice Hanım'İa Feri-
de'nun usul usul gelişen yakınlıklan, o ya-
kınhğın sonucunda kalbinin çok başka
yönlerini keşfeden Hatice Hanım'ın hi-
kâyesi sanınm bugüne bir çığlık gibi ses-
leniyor.
Sonra Mevlevi şeyhi, bestekâr Yusuf
Efendi... Öyle bir Şeyh Yusuf Efendi ki,
yaşamasını musikiye ve sanata adamış. Ça-
lıkuşu'nun ona aynlmış sayfalannda evi
betimleniyor, bu evdeki çalgılan, nota
defterlerini, sanatın kutsallaştığı o hava-
yı nasıl unutabilirim?!
"Alelade bir tahta parçasma dokunsa
ODU feryada" getıren Şeyh Yusuf Efendi
bir 'kültür'ü şimdi ne hale getırdiğimize
acı acı tanıklık etmiyor mu? Özünü, dün-
den bugüne söylemeye çahşmıyor mu?
Sonra Munise... Munise'yi kısacık mut-
luluğu içinde görebiliyorum. Onun gülüş-
lerini, üzüntülerini, gözyaşlanm, Feri-
de'ye sanhşlannı yıllaryılı sanki yanım-
dahissettim. Feride'yle Munise.. birbiri-
ni hiç tanımayan bu iki ınsanın kurduğu
anne- kız, abla-kardeş ilişkisi kimbilir ne
çok zaman gönlüme dokundu.
Dostlanm, Çalikuşu romanı bütün can-
hhğıyla yaşıyor. Yeter ki onu günümüz-
den okumayı kuşanabilelim.
ODAK NOKTASI
AHMET CEMAL
Kabuğunu Kıran Toplum...
Türkiye'de toplum, kabuğunu kırryor.
On yıllardır içine kapatıldığı ve daha kaç on yıl için-
de kalacağı sanılan uyku kılrflannı yırtıp atıyor.
Demokrasi adına bu topluma yönertilen söytem-
lerin odak noktasını hep 'vetmek' sözcüğü oluştur-
muştu. Topluma demokrasi veriliyordu; özgürlükler
veriliyordu, insan haklan veriliyordu...
Gelgelelim 'vetmek' eyleminden bunca bağımlı
olmak ve bağımlı kılınmak, beraberinde 'verenin' an-
cak 'istediği kadannı' vereceği, 'alanın' da 'verilen'
ile yetinmek zorunda olduğu düşüncesini de getirir.
Bizim toplumumuz da, on yıllar boyunca bundan
farklı bir yazgıyı paylaşmadı. Ona hep 'birilerinin'
vermesine alıştınlmak istenikJi. Veren, hep devletti ve
devlet, hep kendi adına, buna koşut olarak da an-
cak kendi yaran gerektirdiğı ölçüde verirdi.
Türkiye'de devlet, kendini hep dünyanın en kınl-
gan nesnesi gibi sergiledi. Vatandaşlannı korumak-
tan çok, kendini vatandaşlanna karşı korudu. Ve so-
nunda devlet, kendi için var olur konuma geldi. Dev-
let karşısında bireyin bağımsız söz soyleme, daha-
sı düşünme hakkı bile hep göze battı.
Peki kimdi bu devlet? Sanki Türkiye Cumhuriye-
ti'nin sınırian içerisinde yaşayan bütün insanlar için
değil, hep kendi için varolurmuş, öyle olması gere-
kirmiş gibi gösterilen devlet, kimdi? Devlet, hep 'dev-
letliler'dl
Okullarda belletilen demokrasi, hep temsil teme-
line dayanan bir yönetim biçimiydi. Vatandaşın de-
mokratik hak ve görevleri, onun sandık başına git-
me tarihleriyle belirienmişti.
Başka deyişle vatandaş, hep temsil edilen olma-
lıydı; sanki vatandaşın seçimlerde vekillerine verdi-
ği yetki de hukukta 'geri alınamaz temsil yetkisi' de-
nen turdendi. Vatandaş, bu yetkıyi birilerine bir kez
verdi mi, artık su bile isteyecek olsa bu isteğini ken-
disi değil, fakat vekilleri aracılığıyla dile getirmeliydi.
Çünkü onun 'devletliler' katında yer alan vekille-
ri, her zaman her şeyi temsil olunanlardan daha iyi
bilirierdi...
'Devletliler' ve 'vekiller', Batı'da çoktan tarihe ka-
nşmış olan bu düzmece demokrasi anlayışıyla halkı
hep uyutabileceklerine gönülden inandılar.
Bu inançlannı, sınırsız iletişim olanaklanyla Avust-
ralya'daki birtrafik kazasmın aynı saatlerde Afrika'da
haber alınabildiği bır dünyada bile ayakta tuttular.
Köyünün kahvesindekı televizyonda, falanca ülke-
deki balıkçılann, filanca ülkedeki tanm emekçilerinin
haklanna nasıl sahip çıktıklannı izteyen Türk insanı-
nın, hâlâ kendisi için ne uygun görülürse, ona razı
olacağına inandılar.
Devlet boyu yolsuzluklan televizyondan ve basın-
dan her gün izleyenlerin yine de "Aman bunlardev-
letlidir!" diye ses çıkartmayacaklanna inandılar!
Ama Türk halkı, artık bu kabuklan kırdı.
Bundan böyle uyumayacağını ve uyutulamayaca-
ğını haykırmaya başladı.
'Böyle gelmiş' olanın 'böyle gitmek' zorunda ol-
madığını haykırmaya başladı.
Üstelik bunu kaba güçte ya da "Kan/ı mı, yoksa
kansız mı olsun?" gibi ortaçağ tartışmalanyla değil,
"Sûrekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık" gibi bu-
ram buram banş kokan bir türküyle her gece kol ko-
tegfrerek bütün insanlanna tanış çıkaraktertemiz bir
Türkiye için yakılan mumlaria yaptı...
Bu mesaj karşısında 'devletlilehn' bunca telaşı ne-
dendir dersiniz? Mesaj, yerine tam anlamıyla ulaştı-
ğı için!
'Böyle gelmiş' olanın 'böyle' gitmeyeceğini onlar
da anlamaya başladıklan için!
Gerçi onlar, "Böyle gelmiş, böyle gider" inancını
yaymakta direnmekteler. Ama karşılannda artık her
şeyin böyle olmak zorunda olmadığını biien ve inan-
dınldıklanna göre değil, fakat bildiklerine göre yaşa-
mak isteyen bir kitle var!
Şimdi 'devlettiler' için zaman, nicedir çok gerisin-
de kaldıklan halka yeniden ulaşma zamanıdır; söz-
de adına hareket ettikleri halkın bir kapıkulu kitlesi
olmadığının, hep adına konuşmayı şart kılacak ka-
dar da dilini yitirmediğinin bilincine vaıma zamanı-
dır!
Tarih, değişik biçimlerde yorumlanabilir. Ama ta-
rihte olanlar, olmamış kılınamaz.
Türkiye'nin insanlan, bir Milli Mücactete'yi, bir Ata-
türk'ü ve onun çağı yakalamayı hedefleyen devrim-
lerini hiç yaşamamışçasına yola devam etmek zo-
runda bırakılamaz.
Bunun aksi, 'gaflet, dalalet ve hatta htyanet'
The Kosh
Türkiye'de
• Dramatik dans topluluğu The
Kosh 'Nesli Tükenmekte Olan
Türler' oyununu 7 şehirde
sahneleyecek.
ANKARA (CumhuriyetBûrosu)- The
British Council'in davetlisi olarak Tür-
kiye'de bulunan dünyaca ünlü The Kosh
drama-dans topluluğu "NesK Tüken-
mekteOlanTürler" adlı oyununu 3 mart-
tan başlayarak 7 kentte sahneleyecek.
Dans, akrobasi, söz ve müzik bileşi-
minden oluşan koreografi ile dinamik ve
kolay anlaşılır bir dans tiyatrosu yarat-
mayı amaçlayan The Kosh'un yapıtlan
genellikle insanlar arasındaki ilişkılenn
duyarlıhğı üzerine kurulu. Görsel ve fi-
ziksel olarak heyecan verici ve ilgi çe-
kici hikâyeler anlatarak, halk kültürü ile
daha geleneksel sanat dallan arasında-
ki aynmı ortadan kaldırmayı hedefle-
yen The Kosh, 1995/ 1996 sezonunda
Edinburg Festivali'nin de aralannda bu-
lunduğu îngiltere'nin birçok kentinde,
Küba, Brezilya. Meksika, Kolombiya. Pe-
ru, Venezüella, Sri Lanka ve Yunanis-
tan'da toplam 92 temsil verdi.
Kosh, bugüne kadar sergilediği oyun-
larla, Manchester Evening News Dans
Tiyatrosu Ödülü, New York Film ve Te-
levizyon Festivali Bronz Madalyası ile
Kahıre Deneysel Tiyatro ödüllerini ka-
zandı.
The Kosh. 3 mart pazartesi günü sa-
at 20.0O'de Trabzon Devlet Tiyatrosu
Atapark Büyük Sahne, 5 mart çarşam-
ba saat 20.30'da Ankara Küçük Tiyatro,
7 m£rt cuma saat 20.00'de Adana Hacı
ÖrrKr Sabancı Kültür Merkezi Sahnesi,
10 rnart pazartesi saat 20.30'da Antarya
Devlet Tiyatrosu Sahnesi. 12 mart çar-
şarrra saat 20.30'da tzmir Konak Sah-
nesi 14 mart cuma saat 20.30'da Bursa
Tay^are Kültür Merkezi ve 15 mart cu-
maresi günü saat 20.00'de de tstanbul
Takiim Sahnesi'nde sahneye çıkacak.
^Harika çocuk^tan büinıkurgusal şov!
FEZA TANSUĞ
Müzikte eleştiri, müzik sanatı
üzerine yargılann sözcüklerle ifa-
desi anlamına gelir. Dünyadaki
müzik ikliminde en büyük değış-
meyi yaratan radyo ve televiz-
yonda yeni kaynaklann ortaya çı-
kışı konser verme ve eleştiri uy-
gulamalan üzennde beklenebi-
lecek olandan daha az etki yarat-
mıştır. Radyodaki müzik prog-
ramlannda genel söyleşiler. mü-
zikolojik tartışma ve eleştiriye
çok az yer vermektedir. Yayında-
ki, konser salonundaki veya sine-
ma, tiyatro salonundaki güncel
müzik olaylannın eleştinsine ay-
nlan zaman azdır.
Ayakta, yanlış notalarla
Gazetelerde ve dergilerde. rad-
yo ve televizyonun yayımladığı
müzik üzenne pek eleştiri de yok-
tur. Medyanm gücü göz önüne
ahndığında bu ciddi bir eksiklik-
tir. Tersine, radyo ve televizyon-
daki röportajlann bir anlık mal-
zemesi, ciddi eleştirilerin yer al-
masının uygun olacağı saygın ga-
zetelerin sanat sayfalannı istila
etmiş bulunmaktadır.
Tüm sanatlann dağınık bir du-
rumda olduğu ve kamuoyunun
ivedi bir eleştiri hızmetleri gerek-
sinimi içinde olduğu bir zaman-
da gazetelerin bebeklerin ağzına
mama verir gibi ıvırzıvır gereç-
leri yutturmaya çahşması hızlan-
maktadır.
Müzikte suya sabuna dokunma-
yan eleştinnin dışında. eleştiri ör-
neği olarak gösterilebilecek çok
azyazıyarastlayabiliriz. Eleştiri-
lerin pek dikkate alınmadığı ve
eleştirmenlerin görevlerini tam
olarak yerine getiremedıği bıror-
.saac Asimov'un, Carl Sagan ve Hans van Aiberg'in adlannın geçtiği Tuluyhan
Uğurlu'nun piyano resitali bir bilimkurgu-müzik bireşiminin kornik bir çeşitlemesi
olarak mı düşünülmüştü? Hop oturup hop kalkan. dinleyici ile bayağı bir iletişim
kurmayı hedefleyen bu sanatçının sahnede edindiği 'showmanship' karakteri ile bu
'harika çocuk' daha ne kadar seyirciyi uyutmaya kalkacaktır?
tamda konser eleştirisı yazmak
da kolay değildir. Özellıkle eleş-
tiriye açık olmayan sanatçı ve ya-
zarlann çoğunlukta olduğu bir
ortamda. Durum böyle iken, ge-
çen hafta Çemal Reşit Rey Kon-
ser Salonu'nda yer alan bir kon-
ser olumsuz eleştirileri fazlasıy-
la hak etmıştir.
Bu konser 6 şubat akşamı Ce-
mil Reşıt Rey Konser Salonu'nun
Özel Etkınliİder Dizisı içinde ger-
çekleşen Tuluyhan Uğurlu'nun
piyano resitalidir. Amerikan Uzay
Araştırmalan Merkezi NASA'nın
kâinat görüntüleri eşliğinde su-
nulan bu resitalin ilk bölümünde
Uğurlu'nun "Saf Siyahın Erişil-
mez Ayduıhğı" ve "Güneşle Ta-
ntşma'adlı parçalan yeralır. Sa-
natçıya göre NASA'nın görüntü-
lerinin vurgulandığı ve kendi re-
sitalinin arka planda kaldığı ıddia
edildiyse de. kendisinin piyano
başındaki hareketleri de NA-
SA'nın görüntülerine katkıda bu-
lunur ve dinleyicilerin oldukça
dikkatini çeker. Böylece, yaptığı
müziğin zayıflığından olsa gerek,
sanatçı böyle bir görsel gerece
gereksinım duymaktadır. Yıne de
resitaldeki bu görsel boyut, tele-
vizyon müzik kanallannda izle-
diğimiz en ucuz kliplerden daha
zayıftır. Sanatçı. kendisini "sen-
timental" olarak ilan edip ilk bö-
lüme son verir.
Resitalin ikinci yansı "Ruhla-
nn Ruhu" adlı parça ile başlar. Bu
parçayı sanatçının "KubbeJer" ve
"Gece veSonsuzIuk'' adlı doğaç-
lamalan izler. Tarih ve bugünön
bilincine vararak, yannı irdele-
yen ve 21. yüzyıhn bir uzay yüz-
yılı olacağına inanan Uğurlu, bu
düşüncelerini kuvantum fiziği,
süper uzay, kâinat bilinci, mikro
ve makro kozmos dünyalar için
ortaya atılmış kuramlan sanatsal
ilham olarak değerlendirmiştir.
Bu bilinçten kaynaklanıyor olsa
gerek, sanatçı konser boyunca pi-
yanoyu oturarak çalamaz, sık sık
ayakta çahşmaya çalışır. Hem de
ayakta iken yanlış notalan çalma
pahasına. Uğurlu'nun yerçekimı-
ne meydan okuduğu bu konse-
rinde dinleyiciler sanatçının her
türlü gösterisine tanık olmuştur.
Uğurlu'nun seslendirdiğı par-
çalann niteliği ise bir başka eleş-
tiri konusu olabilir. Kimi zaman
ımpresyonistik ve romantik, kimi
zaman yan klasik-yan çağdaş ya-
pıdan oluşan doğaçlamalar ne
NASA'nın görüntülerine uyum
sağlamakta, ne de dinleyicilerin
beklediği 20. yüzyıl müzik akım-
lanndan örnekler oluşrurmakta-
dır. Bu eserleri son olarak Demet
Sagjroğlu'nun solist olarak sahne-
de yer aldıgı" Yağmurla Get" ad-
lı parça izler. Yine müzikal açı-
dan ne olduğu tam olarak anlaşı-
lamayan, Antarktika'yı keşfeden
Amundsen'in öyküsünün anlatıl-
dığı bu arya ile konser sona erer
ve sanatçı yerçekimine yenik dü-
şerek Satif Keita'dan hatırladığı-
mız selamlama şekliyle yere uza-
nır.
Uzay ninnileri
Bu şekilde sunulan bir konser
yalnız salonu dolduran binin üze-
rindeki seyirciye değil, aynı za-
manda Cemal ReşitRey'in de adı-
nı taşıyan bir konser salonu için
büyük bir saygısızlıktır. IsaacAsi-
mov'un, Carl Sagan ve Hans van
Aiberg'in adlannın geçtiği bu
konser birbilim- kurgu-müzık bi-
reşiminin komedi bir çeşitleme-
si olarak mı düşünülmüştü? Hop
oturup hop kalkan, dinleyici ile ba-
yağı bir iletişim kurmayı hedef-
leyen bu sanatçının sahnede edin-
diği "shovrnıanship" karakteri ile
bu "harika çocuk" daha ne kadar
seyirciyi uyutmaya kalkacaktır?
Konser salonundan aynlırken dü-
şünmeden edemedik: Acaba bu
konseri düzenleyen yetkililer, sa-
natçı ile anlaşmasürecinde Uğur-
lu'ya ait kayıtlan dinlememiş mi-
dir? Eserlerinin niteliği değerlen-
dirilmemiş midir?
Pierre Laurent Abnard BHkenfte
• Kültür ServBİ - Bilkent Senfonı Orkestrası(Basso), 4
martta daımi Şef Vitali Katayev yönetiminde piyanıst
Pierre Laurent Aimard'ın katılacağı bir konser düzenliyor.
Macar besteci Bela Bartok'un 'Birinci Piyano
Konçertosu'nu yorumlayacak olan sanatçı aynca, 20.
yüzyıhn sevilen Rus bestecilerinden Prokofiyef ve
Şostakoviç'in yapıtlannı da seslendirecek. Bilkent Konser
Salonu'nda yapılacak olan konser saat 21 .OO'de
gerçekleştirilecek.
Mungan'dan yazarlık dersleri
• KüHür Servisi - Murathan Mungan, Boğaziçi
Cnıversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde 'Yaratıcı
Yazarlık' (Creativ Writing) dersleri vermeye başladı.
Yazar, bir sömestr boyunca sürecek olan ve yalnızca
üçüncü smıf üstü öğ^encilerin devam edebildiği bu
derslerde, kimi teknik uygulamalar, kurgu, kompozisyon,
dramatik yapı, dramaturjik eğriler, kişileştirme düzeni, ve
yazınsal çözümleme konusunda alıştırmalar yaptıracak.
BUGÜN
• CRR'de saat 19.30'da keman-piyano ikilisi Isabelk V'an
Keulen ve Ronald Braungam'ın konsen yer alıyor.
• AKSANAT'ta saat 12.30'da vıdeodan 'Lady Day' (The
Many Faces of Billie Holiday) adlı film ve saat 18.30'da
Prof. Dr. Semavi Eyice'nin katıldığı 'Kigrthane ve
Sadabad' başlıkh seminer izlenebilir.
• ELEŞTİRİ KİTABEVt VT KÜLTCR MERKEZt'nde
saat 14.00'te gazeteci Dursun Özden'in saydam gösteri
eşliğinde 'Küba İzfenimleri' konulu söyleşisi izlenebilir.
• AHMET ŞİMŞEK KOLEJİnde saat 13.30'da Fatih ve
Şebnem Kısaparmak'ın katıldığı söyleşi izlenebilir.
• TAR\NTA BABU KÜLTÜR MERKEZİ'nde saat
16.00 da Tarkovski' nin yönettığı 'Kurban've saat
19.00'da Erkan Oğur ile yapılacak söyleşi izlenebilir.
• İFSAK'ta saat 19.00'da Ahmet Öner Gezgin'in
sunduğu 'Deneysel Fotoğraf 1A3' öğrenci çalışmalan
sergisi üzerine söyleşi izlenebilir.
• YAPI-ENDÜSTRI MERKEZİ tarafından düzenlenen
Perşembe Toplantılan kapsamında saat 17.00-18.30 arası
Prof. GündüzÖzdeş'in katıldığı 'Arularda Mimarhk'
başlıklı söyleşi izlenebilir.
• AKM Küçük Salon'da saat 19.00'da Cerrahpaşa Çocuk
Sağlığı yaranna, Viyolonsel'de Sevil Gökdağ ve
piyano'da Canan Gûrmen'in resitali izlenebilir.
• AKM'de Autürk Barajı Su Sporlan Şöleni konulu sergi
bugün saat 18.00'de açılıyor.
• MLTFAK DOSTLARIDERNEĞİ, saat 17.00 de The
Marmara'da 'Akdeniz Mutfağının Beslenme Bilincindeki
Yeri] konulu bir konferans düzenliyor. Konuşmacı Prof.
Dr. Üsrün Korugan.