23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5ARAUK1997CUMA CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 'Koza' adlı kısa filmiyle dikkati çeken Nuri Bilge Ceylan'ın ilk uzun filmi iki haftahğma gösterimde Hayat üstüne farkh bir filıııFotoğraftan yetişerek 1995'te yaptığı, başta Cannes olmak üze- reçeşitli uluslararası festivallerde gösterilen, siyah-beyaz, kısa fil- mi "Koza"yla dikkati çeken Nu- ri Bilge Ceyian'ın ilk uzun filmi "Kasaba", şimdiye dek seyretti- ğimiz yerli filmlerden aynlan, kendine özgü, alabildiğine faıklı kişisel bir film, baştan belirtmek gerekirse. Gerçekçiliği gidereky- er yer şiirselliğe dönüşen, yalın, yavaş, ağır aksak ritmde seyreden, baştan sona değişik bir 'İk fihn' denemesi var, Beyoğlu Peraadlı o- da sinemasında. Filmin daha. karda oynayan, köyün delisine takılan çocuklann şamatasını yansıtan ilk görüntû- lerini izleyenjenerik yazılan akar- ken, bütûnüyle piyasanın dışın- dan, farkh' bir filrnle karşı karşı- ya olduğunu başlan seyircisine sezdiriyor 'Kasaba'. Herkesin ya- şamının birdöneminde, ilkokuida, topluca her sabah bağnş çağnş tekrarladığı, "_. varhgıni Tfirk varhğuıa armağanobun" diye bi- ten tekerlemelerin. yıllann ötesin- de kalmış nostaljisini depreştiren okul ve dersane görüntüleri. Ha- vadaki tüye üflemeyi oyuna dö- nüştüren, hayatm dikenli ve sarp yollannın daha çok uzağındakı saf, masum, kaygısız çocuklar. Yoklama yapan öğretmen. Karh çamurlu bayırlardan düşe kalka gelerek yokJamayı kaçıran, ıslak çoraplanıu, üstünü başını soba ba- şında kurutan öğrenciler. Kafası- nı sınıftaki kokunun kaynağını bulmaya takmış öğretmenin öğle yemeğini döktürttüğü, 10 yaşla- nndaki Asiye'yle (Havva Sağlam) kûçük erkek kardeşinin (CihatBü- tûo) okuldan sonra ormandan, mezarlıktan, çayırlardan, tarlalar- dan geçerek aile büyükleriyle bu- luşacaklan yolculuklannı izliyo- ruz daha sonra. Büyûklerinin bek- ledıği iki kardeş, ağaçtan erik top- layıp yiyor. Çocuğa özgü bir gad- darlıkla birtürlürahatbırakmadı- ğı kaplumbağayı, ablasından öğ- rendigi gibi ters çevirip debelenir SUNGU ÇAPAN Kasaba Yönetmen, senaryo, kamera: Nuri Bilge Ceylan / Montaj: Ayhan Ergürsel / Oyuncular: Fatma Ceylan, M. Emin Ceylan, Hayva Sağlam, Sercihan Alioğlu, Semra Yılmaz, M. Emin Toprak, Cihat Bütün, Latrf Altıntaş, Muzaffer Özdemir/1997 NBC Film (Beyoğlu Pera Sineması) durumda bırakan haşan oğlan (yönetmen Nuri Bilge Ceylan'ın küçüklüğü), yaptığmın kötü oldu- ğunu sonradan anlayacaktır, an- nesinin düştüğü, kötû bir rüya gö- rerek. Asiye'yle kardeşinin babası (Serdhan AIioğlu),kasabadan çık- mış biricik okumuş adam, sûrek- li kendi kendini geliştirmiş, Ame- rika'lara okumaya gitmiş, yaban- cı dil öğrenmiş, mühendis çıkmış, ama sonunda yine kasabasına, ai- le evine dönmüş, tek dostu kitap- lar olan, akıl ve bilimden yana, ay- dmlık biri. Onun babası olan de- de ise Birinci Dünya Savaşı yılla- nnda Bağdat'ta Ingilizlere karşı savaşmış, Ortadoğu'da, Hındis- tan"larda askerlik yapmış. yıkılan Osmanlı devletinin yerini alan Türkiye Cumhuriyeti'nin doğu- munu yaşamış, yıllar yılı rençber- lik ederek çoluk çocuğa kanşmış, inanç ve tevekkül sahibi, nur yüz- lü bir ihtiyardelikanlı. Nine de sü- rekli tencereye bir şeyler doğra- yarak yemek hazırlayan, aklına geldikçe vaktiyle onlan bırakarak oralardan çekip gitmiş, ama bir baltaya sap olamadan, asalak ya- şamış ve ansızın ölmûş büyük oğ- lu için gözyaşı döküyor hâlâ. O- nun tıpkı babası gibi kasabayı ge- ride bırakıp büyük kente gitmek isteyen, askerden yeni gelmiş oğ- lu olan sorumsuz, sabırsız, asi ve muhalif delikanlı Saffet'in (M. Emin Toprak) bir kulağından gi- np ötekinden çıkıyor, dedesiyle amcasının bütün dedikleri. Saffet otlara sırtüstü uzarup gökyüzünü seyrederek lspanya'da şato kuru- yor genellikle boş boş. Ağaçlann altına, ateşin çevresine yayılmış aile yiyip içerek sohbeti koyult- muşken günboyu yerinde durama- mış çocuklann da süngüsü düşü- yorufaktan ufaktan. Büyükanney- le gelinin de kaüldığı konuşmala- n sürükleyen dedeyle amcanın söyleşmesinde, birtakım değerler- BahkkrüyaÇulsuz, keş tavırlı, Nick adındaki bir genç (ünlü ada- şı Brad Pht'i çağnştıran fızi- ğiyle ünsüz oyuncu Brad Hunt) soymaya girdiği dük- kânda, tesadüfen kabank cüzdanını görüp paralanna iştahlandığı varlıklı ama tat- minsız ve ezik büzük Ter- ry'yi (David Aıtjuette) takip eder gece vakti. En sert içki- yi kafaya dikip düşe kalka yürüyerek ıntıhar etmek üze- re, karanlığa aldırmadan San Francısco köprüsünün par- maklıklanna tırmanan Ter- ry'ye yanaşıp saati sorunca Nıck, her nedense Türkçe bir isim takılmadan, orijinal adıyla afişlere çıkmış 'Dre- am with the Fishes'ın ne me- nem bir film olduğu açığa çı- kıyor . Kendini öldürmenin, yüksekten düşüp betona ça- kıimakla eş anlamlı bu köp- rüden (suyaatlayarak) intihar tarzmdan kuşkusuz daha iyi yollan olduğuna ikna ettiği, içine kapanık, takıntılı Ter- ry'ye yüksek dozda alınacak, kuvvetlı uyuşturucu hapla- nyla, çok daha sağlıklı, ağn- sız sızısız bir intihar yolu önerir Nick, Terry'nin Rolex saatı karşılığında. Konu kom- şuyu dürbünle röntgenleyen, klinik vaka Terry'nin kan gö- rünce bayıldığından bilekle- rini kesemediğini, hiç de rü- ya görmediğinı filan daha sonra öğrenip sonunda Nick'in verdiği haplan yutu- şunu izleriz. Ne var ki Nick'in Terry'ye verdiği haplar sadece vitamin haplandır ve kısa süre sonra bed tribe girerek ölmekten vazgeçen Terry'yi midesini yıkatacağı hastaneye zar zor yetiştıriyor Nick. Âldatıldım diyerek saatini geri almak amacıyla, Liz adındaki döv- meci bir kızla (Kathryn Er- be) takılan Nick'i arayıp bu- lur Terry, böylece Nick'le L- iz'in hayatına girer, bir daha da çıkmamacasına. Giderek sıkı dost olan Nick-Terry iki- lisi beraber takılır, iki çıplak kızla bovvling oynarlar salo- nu kapatıp. Berduş Nick'in pis şınngasmdan tiksinen Dream with the Fishes Yönetmen: Fınn Taylor / Senaryo Jeffrey D. Brown, F.Taylor / Kamera:Barry Stone / Müzik:Tıto Larriva / Oyuncular:David Arquette, Brad Hunt, Cathy Moriarty, Kathryn Erbe, Patrick McGaw, / 1996ABD(Pinema) Terry, ığne yerine likit asit yeğler ve birlikte bir LŞD tri- bi yaparlar. Yolda ikiliyi çe- virip kontrol eden polisin bil- meksizin tribe girdiği sahne gibi, dolu dolu güldüren, gır- gır bölümlerle bezeli filmde, lunaparktaki atlıkanncada patlar asit. Tarotcu kadtnın falına bakıp 'önceki vaşamın- da balıkmışsın, bundan son- raki yaşamında da kendini bahkîan konımaya adaya- caksuı ve sadece 3 baftahk ömrfin kalmış' yorumunu yaptığı Nick, aslında günleri sayılı, ölümcül bir hastadır. 'Sana istediğin fantezhiyaşa- tacağun, icabuıda takil bana, hayabnı yaşa' diyen Nick'in peşisıra gider Terry. Artık rolleri değiştiren ikili yollara düşüp Nick'in büyüdüğü ka- sabada bulur kendini ama Nick'in ailesi oğullanna kar- şı hiç de sevecen değildir. Ec- zane soyar, kilise çanı çalar, düzmece Loto ikramiyeleri, vb. gibi çocuksu abuk-sabuk- luklar yaparlar. (kilinin öy- küsü, Nick'in dramı üstüne yoğunlaşır, trajik tonlara bü- rünürken kaybetmeye mah- kûm bu iki tutunamayanın öyküsü, Terry'nin söyledik- lerinin belki de tümüyle pa- lavra olduğunu hissettirerek hüzünle sonuçlanıyor. Sena- rist Finn Tayior'un ilk yönet- menlik denemesi olan 'Dre- am whh the Fishes', alışılmış deyişle, bağımsız, uçuk ka- çık bir dostluk ve yol filmi. Buruk gülümsemeler eşliğin- de tüketiliyor bu Balıklı Rüya. ' 'Balıklı Rüya' bağımsız bir dostiuk ve yol fîlmL» Vicente Aranda'nın yeni filmi 'Libertarias' izleyidyi 1936 tspanya iç sa%aşının karmaşasına götürüyor. 36 JUII anarşist kadınları Ortalığı her hafta san- veren cicili bicili Ameri- kan yapımlanndan fırsat bulamayarak görmekte ve yazmakta geciktiğim Ispanyol filmi 'Liberta- rias', en son 30 yıldır gö- rüşlerinden sapmaz, ilke- lerinden ödün vermez, Ingiliz yönetmen Ken Loach ustanın, iki mev- sim önce sinemalanmızı şenlendirmiş olan, güzelim 'Land and Freedom-Ülke ve Özgüriük' filmiyle içine daldığımız 1936 Is- panya iç savaşının ölümcül karma- şasına götürüyor bizi yeniden. En son sinemalanmızda, 'Ha- mam'ı da etkilediğini, 'Hamam'ı seyrettikten sonra anlayıverdiğimiz 4 Lâ Pasion Turca-Türk Tutkusu' adlı çok satmış, vasat bir roman uyarlamasını seyrettiğimiz, Ispan- yol sinemasının deneyimli ustala- nndan Vicente Aranda'nın yönet- tiği 'Libertarias', aslmda yirminci yüzyıl tarihini başka yönlere doğ- ru götürebilecek bir dönüm nokta- sı niteligindekj 'evrensd' İspanya iç savaşma odaklanıyor. Tıpkı bizim 'Eşkıya' gibi, geçen mevsim tüm gösterişli, albenili Amerikan yapımlannı geride bıra- kıp 4.5 milyon seyirci toplayarak ülkesinde gişe şampiyonu olan 'Li- bertarias', faşist Frankocularla devrimci Cumhuriyetçilerin ölü- müne kapıştığı, 1936'dapatlakver- miş İspanya iç savaşı döneminin kargaşasında, boşaltılan manastır- dan Saragosa'daki evine gitmek üzere dışan çıkınca sudan çıkanl- mış balık gibi çırpınan, saf, şaşkın bir rahibenin, gencecik Ma- ria'nın(Ariadne GU) öyküsü gibi başlıyor. Devrimin karmaşık, kanlı, san- Libertarias Yönetmen: Vicente Aranda / Senaryo: Antonio Rabinad, VAranda, Jose Luis Guarner'in eserinden / Kamera: Jose Luis Alcaine / Müzik: Jose Nieto / Oyuncular. Ariadna Gil, Ana Belen, Vıctoria Abril, Jose Sancho, Jorge Sanz, Miguel Bose, Leotes Leon, Juan Crosas /1996 İspanya (Belge Film) cıh ilk aşamalannda, kendisini, can derdiyle sığuıdığı ve boyalı. bakım- lı, şık bir mama'nın çekip çevirdi- ği, lüks bir genelevde, kaşarlanmış fahişelerin arasında buluveriyor dünyadan, hayattan habersiz Ma- ria. Derken birgrup anarşist, femi- nist, devrimci kadın basıyor gene- le\i. Rahibe genç kız. bu kez gene- levi boşaltıp dünyanın en eski mes- leğini icra eden tüm çalışanlan ser- best bırakmak isteyen ve 'Liberta- rias' denen bu anarşist kadınlann peşine takılıyor. Yeni başrahibesi yerine koydu- ğu, Libertarias'lann lideri Pi- lar'a(Ana Beten) sevgi bağlanyla sıkı sıkıya bağlamyor, kutsal kitap- lardan sonra bu kez Pilar'ın verdik- lerini devirip hatmediyor. hem de içlerinden alıntı yapacak kadar Kropotkin len, Bakuoin'leri oku- yor habire. Iç savaş kaosunun labi- rentlerinde kör topal yol alan genç bakire rahibe, artık geçmişinde i- nan(dınl)dığı her şeyden şüphe et- meye başlayacaktır... Düşündüğünü dobra dobra ifade eden, cesur, sert feminist Pilar'ın önderliğinde, hayalperest, topal gü- zel anarşist Floren (VTctoria Abril) ve cephede kadmsızhk başılanna vuran devrimcileri de geri çevirme- yip bedava memnun eden, iyi yü- rekii fahişe Charo'nun başını çek- tiği devrimci kadınlarla iyice yakınlaşan Maria, tıpkı erkekJer gibi savaş- rnak üzere cephenin yo- lunu tutan, hertürlü mül- kiyete son vermeyi amaçlamış bu gözükara bacılannı yalmz bırak- mıyor tabii ki. Köle gibi yaşamak- tansa cepheye yollanıp erkek gibi savaşarak öl- meye kararlı kadınlann öyküsüne, zafere ulaşmak için her yola baş- vurmayı geçerli sayan ve kadın devrimcileri harcayan devrim lide- ri Durrutti'nin adamı olan, genç ve güzel Maria'ya da ilgi duyan eski bir rahip Miguel Bose gibi erkek- ler de kanşıyor. Cephede çarpışmalara ara veril- diği, karşılıklı ateşkes uygulandığı anlarda, megafonla (sövgülere de varan) beyin yıkama sekansı, iki yıldır kadınsız kalmış devrimciye veren fahişe sahnesi vb. gibi etki- leyici bölümler içeren 'Libertari- as'tn fınalinde, tam bir koyunu ke- sip yemeye hazırlanırken Faslı as- kerlerin beklenmedik saldınsına uğrayarak ve tecavüze maruz kalıp boğazlan kesilerek vahşice katle- diliyor tüm kahramanlanmız, arök bekaretini kaybetmiş Maria'nın dı- şında. Özgüriük, eşitlik uğruna verilen devrim mücadelesinde, erkek gibi ön plana çıkmayı amaçlayan kadın kahramanlanmızın serüvenlerini karşımıza getiren filmin tarüşma- lı, vahşi fınali, doğrusu oldukça ko- yuyor adama ama bu şamar gibi fi- nal, 'LJbertarias'ın son haftalarda gösterime çıkan yığınla yeni filmin arasında, parlayan ve görülmeyi hak eden, ilginç bir film olduğu gerçeğini değiştiremiyor tabii ki. le değişimlerin de altı çiziliyor. Yorgun argın, ana baba kucağına serilip yatan iki kardeş, büyükle- rin anlatbklannı (kimi konularbil- mem kaçıncı tekrar olsa da) yine de merakla dinliyor uykuyla uya- nıklık arasında. Abla-kardeş, de- denin ya da amcanın ezberlenmiş kınlan Osmanlı ordusu anılanna ya da Mezopotamya uygarhğı hi- kâyelenne hınzırca limon sıkmak- tan da geri durmuyorlar yeri gel- diğinde. Evlat acısını içlerine gömmüş büyükler yine eskileri kanştınp sırayla söz alarak konu- şuyor ve acı acı tiradlar döktürü- yorlar. Diyaloglar makul, abartı- sız, yalın ve zaman zaman üpkı 'hayattaki gibi' ancak karşıt ku- tuplardaki amca ile yeğeni Saf- fet'in konuşmalan, bazen fazlaca kitabi kaçıyor. Sonu sanki biraz aceleye getiril- miş izlenimi veren 'Kasaba'nın senaryosunu, ablası Emine Cey- lan 'ın (filmdeki Asiye) yazmış ol- duğu bir öyküden yola çıkıp kimi otobiyografık anektodlar ekleye- rek ve Anton Çehov'dan alıntılar- la destekleyerek yazan yönetmen Nuri Bilge Ceylan, filmin kame- ramanlığım da üstlenmiş, aynı za- manda Ayhan Ervûksd'le birlik- te montaj masasına da oturmuş, tam anlamıyla dört dörtlük bir ya- rancı sinemacı. 1960'lann sonlan, 1970'lerin başlannda, Çanakkale yöresinde- ki küçük bir kasabada (yönetme- nin çocukJuğunu yaşadığı Yenice) geçen fümde, amatör oyuncular- la çalışmayı yeğleyen Nuri Bilge Ceylan, yöre halkından da yarar- lanmış. Dedesiyle ninesiyle ken- di aile bireylerinin kahramanJan- nı oluşturduğu, son derece gerçek- çi, yalın, duru bir öyküyü görün- rüleyen 'Kasaba'da, siyah-beya- za vurgun genç yönetmenin, fo- to-göz'ünün üriinü, her karesine belirgin birözenin damgasuu vur- duğu, ölçülü-biçili anlaömını ve farklı tavnnı örneklediği 'Ko- a'daki lirik atmosferi bu kez 1.5 saate yayarak sürdürüyoryine Nu- ri Bilge Ceylan. Bu 'farkh yazar-kameraman-yönet- men'in, ticari kaygılarla ge- nelgeçer modalarakapılma- dan, tüm klişelere, piyasa- nın zevklerine ve beklentile- rine bütûnüyle sırtını döne- rek kendi bildiğinden ödün vermeksizin, iğneyle kuyu kazarcasına, sabır ve sebat- la, 'eş-dost- akraba' deste- ğiyle ortaya çıkardığı 'Ka- saba', ilkokul- dersane, iki kardeşin okuldan çüap aile- lerinin yanına gidişleri ve çocuklann antenlerini bü- yüklerin karmaşık dünyası- na çevirdiği, açık havada, ateş baştndaki aile akşamı gibi bölümlerden oluşuyor kabaca. Hayatı gözlemle- miş, gerçekçi bir tutumla göriintülere aktarmanın üs- tesinden gehniş bu farklı fibn, herkesin kendi kişisel geçmişinden bir parca bula- bileceği çocukluk anılannın siyah-beyaz fotoğraflannı çekerken, insani ilişkilere, değerlere de yer veriyor bol- ca. Yan belgeselimsi, son de- rece gerçekçi bir yaklaşım- la çekümiş 'Kasaba'da, ay- nen hayattaki gibi, duygula- nn ifadesi! Otobiyografik özelliklerle kurmaca bir ya- pıyı harmanlayan, küçük ay- nntılan vurğulayan, ağu" ağır gelişen ve şaşırtıcı yüz- ler içeren bu ükfihn' dene- mesi, Nuri Bilge Ceylan'ın hikâye anlatmada, sahne kurmada, atmosfer yarat- mada ustalaştıkça, tekniğe daha hâkim ve vakıf olduk- ça, kısacası deneyimi arttık- ça, ileride daha iyi filmler yapacağını da açık ediyor besbelli. Bu yıl Antalya ve Adana'dan iki saygın ödülle dönen, Altın Portakal 'da jü- ri özel ödülünü, Alnn Ko- za'da da özel Yılmaz Güney ödülünü kazanan 'Kasa- ba'dan çıkarken Nuri Bilge Ceylan'a özgü kimi fotoğ- raflar, görüntülerve sekans- lar birbirine girmiş, al takke ver külah dans ediyorlardı kafamın içinde. Bulutlann kapladığı gökyüzünün ko- caman bir gök kubbeye dö- nüştüğü, esen rüzgânn kı- mıldatuğı ağaçlarla yaprak- lann hışırtısına, kuş cıvıln- lannın, cırcır böceklerinin yaz gecesi güzellemelerinin ve AB Kayaa'nın klarneti- nin de kanştığı 'Kasaba', yedinci sanata gönül düşür- müşlerin aklında, gözünde, yüreğinde, nostaljik, siyah beyaz güzelliklerle keyifler vaateden, farklı, depdeğişik bir çalışma sonuçta. Başya- pıt değilse de özgün, kişisel, farklı ve görülesi bir film 'Kasaba'. KEDİ GOZU VECDt SAtAR Humpbpey'e Mektup Sevgili dostum, Ne zamandır sana yazmayı düşünüyordum, bir türiü fırsat olmadı. Son günlerde haberlerini basın- dan izliyorum. Downing Street'teki yuvandan Lond- ra dışına sürülmen, muhalefet için dört dörtlük bir malzeme oluşturdu. Önce nerede olduğunun bilin- mediğini yazdı gazeteler. Doğrusu telaşlanmadım değil. Her ne kadar "faili meçhuHer sizin oralarda bizdeki kadar yaygın değilse de gene de belli mi olur?.. Neyse, çok geçmeden Ingiliz hükümetinin açık- laması yüreğimize su serpti. Gönderildiğin "huzu- revi'nde çekilmiş görüntûleri izleyince endişe edi- lecek bir durum olmadığını anladık. Hükümet söz- cüsü "rahatsız edilmemen için" böyle yaptıklannı soylüyor. Gerçek nedeni cümle âlem bilryor oysa: Bayan Blair'in kedılere alerjisi var! Sıkma canını sevgili Humphrey, sen üç başbakan eskittin, daha biro kadannı daha eskitirsin... Baş- bakanhk kedisi olmak kolay değil. Tabii başbakan olmak da kolay değil. Hele bazı ülkelerde... En iyisi sana bizim buralardan haberter vereyim de biraz için açılsın. Buralarda asayiş berkemal... Içerde çete mete kalmadt, hepsıni bıraktılar. "Çatlılar ölmedi, kalbimizde yaşıyor", "Susurluk ovası bozkurtlann yuvası" son günlerin en gözde parçalan. "Kanuni görev yaparken" adam öldürenler de suçlu sınıfından sayılmıyor. Ve televizyonda "sanatçı ruhlu" bir darbeci gene- ral, "Bugün de söylüyonım. Asmasaydık da besle- se miydik? Benim vicdanım gayet rahat" diyor ge- rine gerine. Sonra da bir şarkı mınldanmaya başlı- yor "Söööyle... Söööyte... Hiç mi beni sevmedin..." ••• Hafta sonunda sayım vardı Türkiye'de. Sayılma- sı gerekenler sayıldı, sayılmaması gerekenler de sa- yılmadı... Nasıl olur diye sorma, böyle işte. Nüfusu- muz artacağına, eksilmiş çıkarsa hiç şaşma! Bazı kentlerin belediye başkanlannın şikâyetleri belki se- nin kulağına kadar ulaşmıştır. Garip ülke şu Türkiye, bir yandan da idari reform yapıp yetkilerin büyük bölümünü "mahalli idarele- re'bırakacağız diye açıklamalaryapıyor hükümet... Sen inanıyor musun buna? Senin ülkende yerel yö- netimlerin nedenli önemsendiğini bildiğim için söy- lüyorum bunlan. Ömeğin, kültüralanında... "Sanat Kurumu"nun "Bölgesel Sanat Kurullan" aracılığı ile ülke çapında gerçekleştirdiği etkinlikler, tüm dünya- ya ömek olacak nitelikte. Sırası gelmişken, Işçi Partisi hükümetinin, Kültür Bakanlığı oluşturma karanna ilişkin düşünceni öğ- renmek istiyorum. Bizler, "Bakın Ingiltere'de Kültür Bakanlığı mı var? Ama, kültür alanı çok da iyi ör- gütlenmiş" deyip dururduk... Gecenlerde, birpartamenterinizletanıştım. Kültür Bakanlığı oluşturmalannın başlıca nedeninin, mu- hafazakâr hükümetlerin gözandı ettiği kültür alanı- na önem vermek olduğunu anlattı. Ama "Arts Co- uncil" -yani Sanat Kurumu- ortadan kalkmayacak- mış. Aksine bakanlık, sanat alanına tüm desteğini gene bu kurum aracılığı ile yönlendirecekmiş. Gerçekten de bakanlığın kuaılması ile birlikte, kültür- sanat alanını destekleyecek yasalann parla- mentoya seyk edilmesi bir oldu. Hele şu sinemayaparayatıran işadamlannın. bu paranın tümünü -1 milyon poundluk bir limit içinde- vergiden düşmelerini sağlayan yasa, Ingiliz sine- masına yeni bir altın çağ yaşatacak gibi... Önceki hükümetin başlattığı Loto'dan aynlan fon da caba- sı. Biliyorum, bana kızacaksın ama Tony Blair'i be- ğeniyorum, kendi payıma. En azından kültüre ver- diği önem açısından... Devletçi bir kültür politikası uygulamaksızın, kültür alanına sağladığı destekler- den ötürü. Bize gelince, bu alanda da ülkemden gelen ha- berler pek iç açıcı değil. Bizler, bütçede kültüre ay- nlan pay, uygar ülkelerde olduğu gibi en az yüzde 1 olmalı diye çırpınaduralım, Meclis komisyonu ge- çen yıl binde 4.2 olan bu oranı binde 3.1 'e indiriver- miş! Kültür Bakanlığı'mıza gelince, kalıcı politikalar üretmek yerine °nıtin"\ izlemekleyetiniyor. Yani, es- ki hastalıklara devam... Cesur kararlar almak, dev- rimci atılımlara girişmek, politikacı için riskler taşır çünkü... Hâlâ doğru dürüst bir sinema yasası yok bu ül- kenin. Sansür olduğu gibiduruyor... Yirmi yıldır üze- rinde çalıştığımız, sansür denen ayıbı ortadan kal- dıran yasa tasansı da üzerine bir şal örtülmüş bek- liyor. Ve biz hâlâ, adamlar bizi Avrupa Birliği'ne almı- yor diye ağlıyoruz. Ama yapabileceğimiz en basit şeyleri yapmıyoruz. Örneğin, şu sinema yasasını çı- kartmak... Hangi Avrupa ülkesinde sinema sansü- rü var, söyler misiniz? İşte böyle, Humphrey... Blair'i överek seni kızdır- dım belki, ama beterin beteri var. Haline şükrede- sin diye anlattım bunlan. Rüyalanmız bile o kadar farklı ki... Dün gece bir kâbusla fırfadım yataktan; karakol- da polisler bir kediye işkence yapıyor, bir yandan da hep bir ağızdan bağınyoriar "Söööyle... Söööyle... Hiç mi beni sevmedin?" BUGUN • Bakırköy Belediye Tiyatrolan Yunus Emre Kültür Merkezi 'nde saat 20.30'da "Acıl Susam Açıl" adlı oyun izlenebilir. • Istanbul Devlet Opera ve Balesi saat 19.00'da "Bir Tenor Aranıyor"u sahneliyor. • Aksanat'ta saat 19.00'da "Abelard ve Heloise" adlı oyun izlenebilir. Hatay Şür Ödühi I Kültür Servisi - Bostancı'daki Hatay Restaurant'm düzenlediği şür ödülüne katılma süresi 10 Aralık'a dek uzatıldı. 30 yaşını aşmamış amatör ve profesyonel ozanlann başvurabileceği yanşmada yalnızca ödül ya da mansiyon kazananlar açıklanacak. Yanşmaya karılacak yapıtlar, Egemen Berköz, Eray Canberk, Aydın Hatipoğlu, Mustafa Oneş ve Tüğrul Tanyol'dan oluşan seçici kurul tarafından değerlendirilecek. Ödüller 9 Ocak Cuma günü Hatay Restoran'da düzenlenecek olan Cemal Süreya'yı Anma Toplantısı'nda verilecek. Hale Sontaş'm resimleri • Kültür Servisi - Hale Sontas'ın resimleri 8-29 Aralık tarihleri arasında Kadın Eserleri Kütüphanesi'nde sergilenecek. Sanatçının son serigrafi baskı çalışmalanndan oluşan sergide, son yıllarda üzerinde ısrarla çalıştığı 'yeryüzü tannlan" (burçlar), 'hapsedilmiş doğa' (natürmort) gibi temalar yer alıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle