25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET 29 ARALIK 1997 PAZARTESİ •YJJİJSİ OLAYLAR VE GORUŞLER Claude Challe Boy George Jaydee özel Avrupa'nın 3 büyük başkenti; _ondra, Paris ve Amsterdam'dan %100 canlı yaymia ?ılgin bjr Yılbaşı Partisi sizi bekliyor. Yeni Yıla f JJüJJJau jirmeye ne dersiniz? Bu muhteşem armağan yine, Aralık günü, saat 17:00'de şanslı bir Povver FM dinleyicisinin olacak! fekiiiş Sticker"mızı doldurmayı unutmayın! k'tan Memduk, Çocuk Esirgeme Kurumtfna^ bağlı 1500 çocuğa torbalar dolusu c hediye dağıtacak. Istanbul ÜniversHesi lletlşim Fafcâftesi "STran Başanlı lletışimclterf Ödütü" ÎKİYE'NİN EN ÇOK OİNLENEN YABANCI MÜZİK İSTASYC Adana 105, Atonya 100, Antara 100, Antalya 100, Bodnun 100, Bolu 100, Buna 100, İÇeyne 100, Deni/H 100, Eski^ehir 100.5, Fethiye 100.5, Gdcek 100.5, Istanbul 108, izmk 1 femft 100. Kuşadası 100, Marmaris 100.5, Mersin 105, Sakarya 105, Samsun 100 • ango Idaresmin B.02.1MPI 0 13 00.02/2066-8851 sav Emperyalizmin 'Yeni Adı: Küreselleşme AYSEL ERDAŞ K üreselleşme olgusu yaşamımıza o denli yerleşti kı, hangi taşı kaldırsanız altından 'o' çıkıyor. Küresel- leşme yanlılan, küre- selleşme karşıtlan Türkiye'nin ekono- mik-politik-ideolojik platformunda yerlerinı aldılar. Kimi zaman global- leşme, evrenselleşme ve yeni dünya düzenı denildi adına. Prof. Alpaslan IşıkJı. "Çirkin bir kavramı unuttur- mak için yeni bir isim bulunur" diyor. Nedir bu çirkin kavram? Emperya- lizm! Gelişme süreci içinde bu olgunun niteligine bakıldığında: • Uretımin ve sermayenin yoğun- laşması yüksek bir aşamaya geldiğin- de, ekonomik hayatta belırleyicı rol oynayan tekellenn oluştuğu, • Banka sermayesi ile sanayi serma- yesinın birleşip kaynaşmasıyla oluşan 'maliserma>e'temeli üzenndebirma- li oligarşinın yaratıldığı. • Meta ihracından ayn olarak ser- maye ihracının istisnai (aynklı) bir önem kazandığı, • Dünyayı aralannda paylaşan ulus- lararası tekelci kapıtalist birliklerin kurulduğu, • En büyük kapıtalist devletler ara- sında bütün dünyanın toprak bakımın- dan paylaşılmasının tamamlandıfı gö- rülür. (Ama dünyanın paylaşılmış ol- ması, eşit olmayan gelişme, savaş, if- las vb. sonucu olarak güçler dengesi değiştigi takdirde, dünyanın yeniden paylaşılması olasılığını ortadan kal- dırmaz. Sömürü yanşında emperya- listler arası çehşkıleri ve çatışmalan unutmamak gerekır.) Kısaca tanımını yapmak gerekirse emperyalizm, kapitalizmin tekelciaşa- masıdır Günümüzde de tekeller, em- peryalizmin genel görünümü (feno- men) ve onun ekonomik özünü belir- leyen olgudur. Çocuk oyuncaklann- dan füzelere kadar her şeyi üretiyorlar. Hem ulusal hem de uluslararası dü- zeyde tüm hammadde kaynaklannı, maden cevhen bakımından zengin bölgeleri tekelleştirmek için dünyanın her bölgesine el atıyorlar. I900'lü yıllann uluslararası tekei- ler analizinde kartellerden söz edilir- ken, bugün çokuluslu şirketlerden söz edilmektedir. Bu şirketler. birçok ülke kapitalistinın ortaklıgı gibi görünse de gerçekte sermayelerinin kime ait oldu- guna, kimin denetiminde olduklanna bakılırsa; etkinliklerini birçok ülkede siirdürmelerine karşın. gerçekte birül- keye aıt olduklan göriilür. (Ford, AEG vb.) Çokuluslu şirketlerle el attıklan devietlerarasındakarşılıklıbağımlılık ilişkisinden kaynaklanan sıkı bağlar vardır. Bu şirketler emperyalizmin kaldıraçlarıdır. Girdiklen ülkelerin ulusal egemenliğine, bağımsızlığına zarar vermekte; önlerine çıkan engel- leri yok etmek için ekonomiyi felce uğratmaktan siyasal liderleri. sendika hderlerini satın almaya kadar her şeyi yapmaktadırlar. Yine 1900'lerde uretımin toplum- sallaşmasında çok büyük bir ilerleme- nin olacağı. ancak mülk edınmenin özel kalmakta devam edeceğı ve top- lumsal üretim araçlannın küçük bir azınlığın özel mülkiyeti olarak kalaca- gı belirlenmiş. Günümüzde de kaçita- lizmin bu nıteliği değişmemıştir. Üre- tim ve sermayenin yoğunlaşması süre- cinin dennleşmesı, kapitalizmin temel çelişkisini; yani üretimin toplumsal ni- tetiği 3e müUdyetin özel niteiiği arasın- daki çelişkiyi. obür çelişkilerle birlik- te daha da şiddetlendirmıştir. Kapitalıst düzenın üstyapısı tekelle- nn egemenliğı üzerine kurulmuştur. Bu üstyapı, tekellenn yağmasını küre- sel düzeyde savunmakta ve onun adı- na davranmaktadır (temsil etmekte- dir). Tekeller, küresel düzeyde politi- kaya, ekonomiye, toplumsaJ, askeri ve başka politikalara yön vermektedirler. Mali sermaye (fınans kapital) banka sermayesi ile sanayi sermayesinin kay- naşmasından doğan sermayedir. Em- peryalizmin dev tekellerinin bu ser- mayesi, dünya pazarlannı egemenliği altına almış (finans oligarşi, mali oli- garşi); yalnız ekonomik yaşamı değil. devlet aygıtını da kendi çıkarlanna ta- bi kılmıştır. Iç politikada hükümetleri azletmekte ve atamakta; dış politika- da da onun yayılmasını sağlayan ve bunun yolunu açan tüm tutucu, gerici güçleri desteklemektedir. Mali serma- ye özünde özgürlük değil, egemenlik peşinde koşar. Mali sermaye o kadar büyük ve bütün ekonomik ve ulusla- rarası ilişkilerde öylesine belirleyici bir güçtür ki tam siyasal bağımsızlığa sahip olan devletleri bıle kendine ba- ğımlı kıfabilirve fiilende kılmaktadır. Emperyalizmin ayırt edici niteliğin- den biri de sermaye inracıdır. Serma- ye fazlası. yığınlann yaşam düzeyle- rini yükseltmek amacıyla kullanılmaz; geri kalmış ülkelere ihraç edilerek ka- pitalistlerin kârlannı arttırmak ama- cıyla kullanılır. Geri kalmış ülkelerde kârlar genellikle yüksektir; çünkü ser- maye kıt, toprak fiyatı ve ücretler dü- şük, hammadde de ucuzdur. Sermaye ihracı, geri kalmış ülkeleri düfıy^ka- pitalistjljşkilçr ağı içine çeker, ihraç edildiği ülkeleıde kapitalizmin gelış- mesini etkiler ve büyük ölçüde hızlan- dınr. Sermaye, yatınm, kredi ve borç ver- me. ortak şirketlerde yer alma ya da büyük şirketlerin kurulması yoluyla gelişmemiş ülkelere. hatta sanayileş- miş ülkelere ihraç edilir. Verilen kre- diler, yapılan yardımlarla(!) gelişme- miş ülke halklan baskı ve denetim al- tında tutulur. Işte bu temelde de dün- ya, bir avuç tefeci devletle çok sayıda borçlu devlete bölünmüştür. Kapita- listler, kânnın önceden hesabını yap- madan hiçbir ülkeye yatınm yapmaz. borç ve kredi vermez. kısaca sermaye ihraç etmez. Borcun bir kısmı, borç veren ülkeden yapılacak satın almalar için, özellikle savaş malzemesi vb. sı- parişlere harcanması koşuluyla verilir. Kâr hırsı, zaman zaman degişik ül- kelerin tekellerini uluslararası pazar- lann paylaşımında (pefrol kaynaklan ve pazarlan. bakır, kalay, uranyum ve degerli öbür madenlerin paylaşımın- da) anlaşma (uyuşma) ve işbirliğine zorlamaktadır. Bu durum yalnızca emek-sermaye çelişkisini degil, halk- larla emperyalizm arasındaki çelişki- len ve emperyalistler arası çelişkileri de agırlaştırmaktadır. Kapitalizm birdünya sistemidir. ya- ni küresel (global) bir sıstemdir; geliş- me, bunalım ve genışleme dönemleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Kapitalizmin 1950'lerden 1970'lere degin süren yükselişi 70'lerde egemen sermaye birikimi rejiminin ve düzen- leme sistemlerinin işlevlerini yitirme- si ve değişmeye başlamasıyla ekono- mik; devletler arası ilişkilerde hege- monyanın değişimiyle politik; serma- ye birikimi süresinin meşrulaştınlma- sı ile buna bağlı seçenek (alternatif) muhalefetin kendıni ifade ediş biçim- lerindeki istikrarsızlıklar nedeniyle ideoiojik boyutta yapısal bunalım (kriz) dönemine gırmiştir (1). Bu bu- nalım, emperyalizmin yeni yüzü küre- selleşmenin ideolojisi neoliberalizmin yükselmesine neden olmuştur. 20. yüzyıl kapanırken dünya ekonomisin- de baş döndürücü hızda değişiklikler yaşanıyor. Sermaye 70'lerde içine düş- rüğü bunalımı aşmak için yeni yollara başvuruyor. Sermaye dolaşımının ola- ğanüstü hızlanması. teknolojik geliş- me (Bilgisayarların işlem hızında, programlarda. bellek kapasitelennde- ki gelişmeler, bılgi işlem depolama ve telekomünikasyon etkinliklerini hız- landırdı.) ve sermaye dolaşımınm tek- noloji ile hızlanması sonucu etki ala- nının genişlemesı; kapitalizmin 50"lerden sonra gelişme-genışleme dönemini anımsatmaktadır. Kapitalistler, dünyanın yeni bir dü- zene doğru yöneldiğini, smıf mücade- lelerinin artık geçerliligini yitirdiğini, serbest piyasanın eşittir demokrasi(!) veözgürlük olduğunu varsın bağırsm- lar; çağırnızda, ^EmperysüiznfRâvTa- mı hem küreselleşmenin süreclerini hem de daha fadası nı içeriyor. Gerçek- liğini ve sürecin özelliğini halen koru- vor. Ve insanlığm dünvavı değiştirmek için yapabilecegi çok şeyi olduğunu gösteri>»r". (2) (İJ Yıldızoğlu Ergin, Globalleşme veKriz,s.3I. (2) Aynı yapıt, s. 78. Mohikanlann Sonuncuları... NLIR BOLAY 1 920"lerin başla- nnda doğan ku- şak... Genç Cumhuriyetin ilk olanaklanndan yararlanan, oku- la ilk yeni Türk harfleriyle başlayıp. daha sonra müte- vazı halk çocuklanna kapıla- nnı açan parasız yatılı lise- lerde devam eden.. üniversi- teyi devletin sagladığı ola- naklarla bitıren. Oysabugün bu "devletin sagladığı ola- nak" sözcüğü bile kimıleri- nin kafasında ne olumsuz çağnşımlar uyandınyor!.. Ama o kuşak henüz dev - letin kimılennce düşman. ki- milerince bırarpalık. kimile- rince de çeteler ıçın çatı ola- rak algılandığı bir değerler kargaşası içinde savrulmu- yordu. Market kurdeleleri- nın kabak çekirdeği fıyatla- nnı denetleyen bir cumhur- başkanı tarafindan kesilme- si gülünçlügüyaşanmıyordu henüz o dönemde. Okulla- nn, demıry'ollannın. şeker fabnkalannın ülke coğrafya- sını sanp sarmaladıgı bir dö- nemin coşkusu yaşanıyordu. Kadınlann çuvala konduğu degil. çuvaldan çıkanlarak dünyada sadece birkaç ülke- de var olan haklara kavuştu- ruldugu yıllardı. O yıllan yaşamayan biz sonraki kuşaklar en azından Cumhunyetin bu ilk olanak- lanyla yetışen kuşaklannın aydınlığına, dürüstlüğüne. özverili çalışkanlıgına tanık- lık ettık. Ama pek çoğu ar- tık birer birer aynlıvor ara- mızdan. Bir yaprak dökü- müne turulmuş gibi çekjp gi- dıyorlar bu dünyadan. IÜ Orman Fakültesi'nden 1946"da mezun olan biri de geçen günlerde yaşamını noktaladı. Kendini yetiştiren ülkeye bir şeyler borçlu ol- duğuna bütün arkadaşlan gi- bi ıçtenlikJe inamyor ve sü- rekli bunun karşılıgını ver- mek için çabalıyordu. Görev süresinin uzunca bir bölü- münü dag başlannda, ulaşı- mı güç ormanlarda geçır- miştı. Aylarca karla kapanan yollar. günün ilk ışıidanndan gece karanlığma kadar at üzerinde yorucu bir çalışma temposu, dışanyla baglantı- nın sadece bir telsizle sağ- landığı ve tek lüksün radyo ve bir iki kitap olduğu ücra orman köşelennde geçen gençlik yıllan... Ama bu o kuşak için öylesine doğaldı kı, kendilerinden sonra ge- lenlenn kasabalarda ve kent- lerde yerleşerek ormanı da- ha çok bürolardakı kâğıtlar- dan ve haritalardan izJeme- leri, altlanndaki cıpleri or- man yollanndan çok asfalt- larda kullanmalan gibi deği- şimler onlarda herhangi bir haksızhk duygusu uyandır- mıyordu. Dürüstlük de onlar için aynı doğallıktaydı. Özal'ın "işini büen" memurlanndan ne kadar uzak bir kafa yapı- sındaydılar. Tek bir kuruşun dahı hesabını vermek onlar için yaşamsal önem taşıyor- du. Öysa ellerinden büyük ihaleler geçiyor, önlerine öy- lesine "köşeyi dönmc"" fır- satlan konmak isteniyordu ki... Bunlan kabul etmeleri, orman arazilerini yapsatçı- lara peşkeş çekmeleri için kımi zaman çeşitli baskılar dahi söz konusu olabiliyor- du. Ama bu konuda inatçı bi- rer kayaydılar. Ne göz ka- maştıncı öneriler ne de teh- ditler etkileyebiliyordu bu kuşagin insanlannı. Cumhuriyetin en büyük kazanımlanndan birineelle- rindeki bütün olanaklarla omuz vermişlerdı: Kadınla- nn özgürlüğü. Kızlanna iyi bir eğitim sağlamanın bu açıdan yapabilecekleri en önemli katkı oldugunun bi- lincindeydiler. Onlan özgür düşünceli, kendine güveni tam, toplumda etken roller üstlenecek bıreyler olarak yetiştirmek için özel birözen gösteriyorlardı. Erkek ço- cukJannın yetişmesine ağır- lık veren geleneksel toplum değerlenni ters yüz etmışler- di kendi yaşamlannda. Klasik bürokrat tanımla- masından oldukça değışikti geçen günler kaybettıkleri arkadaşlan. Laçkalaşmış. adam sendeciliğe alışmış, sadece yapılması gereken en altdüzey sıradanlığı yürütüp giden memur tipinden çok uzaktı. Hiçbir zaman kendi çıkannı sağlama almak, yüksek mevkilere gelmek için susup oturmamıştı. Su- ya da kanşmıştı. sabuna da! Egnye eğn, doğruya dogru demekten kaçınmamıştı. Cesur kararlar almayı bilı- yordu, bunlan savunmayı da. Yeri geldiğinde, kişisel siyasal çıkarlar doğrultusun- da ya da yerel gerçekJerden uzak yönlendirmeler yapan Ankara ile mücadele edıyor- du. Mevki peşinde koşmayı ve bunun için üstlenne yal- taklanmayı değil, her zaman toplum çıkarlannı savunma- yi birrefleks halinegetirrruş- ti kendi kuşagının öbür tem- silcileri gibi. Türkıye"de be- lirli dönemlerde bu tür pek çok insana yapıldığı gibi o da cezalandınldı. sürüldü, en verimli zamanlannda kıza- ğa alındı. Gerçi sürgün onun için önemli değildi. çalışa- bıldıği sürece >aırdun her kö- şesi birdı. ama kızağa alın- mak bu çalışkan kuşağın in- sanlanna verilebilecek en büyük cezaydı. Bir İç Anadolu kentinden (Amasya) çıkan bu tnüteva- zı halk çocuğu. kızına kü- çüklük yıllannda Stefan Zvveig'dan öyküler okurdu. Ona sürekli gezme, görme. bilmediklerini merak etme, araştırma ve öğrenme tutku- su aşılamıştı. Ve kızınm ge- lenek dışı düşüncelerini her zaman büyük bir doğalhkla karşılamış, hiçbirzaman ona "Sen bunu yapamazsın" de- memiş. olanaksız bir şeyin bulunmadığını öğretmişti. Gittiğim her ülkeyi uzun uzun anJatıyordum ona mek- tuplanmda ya da kısa görüş- melerimizde. Dünyayı hari- ta üzerinden adun adım izli- yordu ardımdan. Papua-Ye- ni Gine'den Ateş Toprağı 'na, Yakutistan'dan Zaire'ye... En son Başkurtistan'da yap- tığım çalışmayla ilgili soru- lar sormuştu uzun uzun. Oradaki petrol endüstnsinin sorunlannı, kolhozlann şu andaki dunırrdannı dıkkatle dinlemışti. Hep daha çok yerlere gıtmemi. daha çok şey görmemi, araştınnamı istiyordu. Ünıversiteöğreni- mi için burs kazandığım Amerika'ya yolcu ederken bile verdiği ögüt. "Bir ola- nak bulursan oraiarda Ay'a falan gitmek için hiç tered- dütetme" şeklınde oîmuştu. Şaşkm şaşkın yüzüne bak- mıştım şaka yapıyor sana- rak. Ama çok ciddiydi ba- bam! Bu aydınlık. düriist ve ça- lışkan kuşağın insanlanndan çok az kaldı artık aramızda. Mohikanlargibi yok oluyor- lar birer ikışer. Bızim kuşa- ğımızda ise dürüstiüğün, doğruluğun, çalışarak ka- zanmanın adı "enayüik" ol- du. Ve bizler, pek çok şeyi ha- zır bularak, hangi koşullar- da, hangi özverilerle ortaya çıkanldığmı bile sorgulama- dan doğal bir alışkanlıkla kullandık. Yıllann biriki- mıyle oluşturulmuş ülke zenginliklerini hovardaca dağıtıp savuruyoruz Ozal felsefesinin ızinde. Ulusal birparamızbile kclmadı. Ye- ni türeyen bir sürü ülkenin kendi paralannı basıp gurur- la kulîandıklan bir devirde bizim halkımız döviz büro- lannın önünde kuyrukta. Marlboro içip dolarla alışve- riş ediyoruz artık. Ve aptal- ca övünüyoruz bir de dün- yaya açıldık diye. Dogru, Özal bizi dünyaya açtı... Tür- kiye pazan ağzına kadar dünyaya açıldı, ama dünya Türkiye'ye Kapandı. AB üyeligini bırakın. Orta Asya cumhuriyetlerine bile vize- sız giremıyor artık yurttaş- lanmız!.. ClMHURtYET'TEN OKURLARA ORHAN ERİNÇ Uygarlaşmasak da Kentleşiyoruz ya... Perşembe günü yeni bir yıla gireceğiz. 1997 ge- rilerde kalacak. Yıllar sonra bugünlerimize bakan tarihçiler ne diyecek bilemeyiz ama, yıl içinde yaşadıklanmızı şöyle bir anımsarsak pek de iyi şeyler söylemeye- cek/eri kesin gözüküyor. Sivil yönetime geçişimizin üzerinden 15 yıl geç- miş olmasına karşın 12 Eylül Hukuku'nun izlerini silemeyişimiz ayıplarımızın başında yer alıyor. Her yeni yıla, "demokratikleşeceğiz" sözleri ile girmemizi sağlayan, ama demokratikleşmenin en azından kendi siyasal çıkarlanna ket vuracağını düşünen yöneticilerimiz ve çevrelerindekiler var oldukça 1998'i de aynı karamsarlıkla geçıreceğı- miz anlaşılıyor. Işte 1997'nin yüzlerce olayından birkaç özet bi- lançosu: Susuriuk skandalının üzerindeki perdeyi kaldınp, devletin içine sızmış çetelerı ortaya çıkaramadık. Bağımsızlığımızın ve laik cumhuriyetin en büyük dayanağı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni, si- yasal ve ekonomik çıkarfar adına kullanmak için oy pazarlıkları yapılan bir yer olarak görenlere gerek- ii dersi veremedik. Bu kapsamda, TBMM kürsü- sünün şeriat propagandası için kullanılmasını da ne idüğü belirsiz bir demokrasi anlayışıyla hak gö- renleri, engin hoşgörümüzlekutsardurumageldik. Metin Göktepe'nin gözaltında öldürülmesi ile Manisa'da öğrencilere işkence yapma olaylarının sanıklannı bınbirzorluklayargı önüne çıkardık ama, sonucuna ulaşamadık. Enflasyonu üç rakamlı tutarlara ulaştınrken, ver- gi yükünü emekçilerin üzerinden alacak ve vergi adaletinı gerçekleştirecek girişimleri yaşama geçi- remedik. Ama haksızlık etmeyelim. Bir nüfus sayımı ya- pıp kentleşme yoluyta gelıştiğimizi kanıtlayıverdik. Sayım sonuçlannı yorumlayan uzmanlar nüfus ar- tış hızının azalması ile kentleşme oranının yüksel- mesini "gelişmeningöstergesi" olarak yorumladı- lar. Acaba öyle mi diye içimize kurt düştü. Önce 7 Nisan 1924 günü 68 sayılı Resmi Gazete'de yayım- lanan 442 sayılı Köy Kanunu'nun birinci maddesi- ni okuduk: "Nüfusu iki binden aşağıyurtlara 'köy' ve nüfu- su iki bin ile yirmi bin arasında olanlara 'kasaba' ve yırmi binden çok nüfusu olanlara 'şehir' denir. Nüfusu iki binden aşağı olsa dahi belediye teşki- latı mevcut olan nahiye, kaza ve vilayet merkezle- ri kasaba itibar olunur. Ve Belediye Kanunu'na ta- bidir." Sonra 1990 sayımı sırasında sekizi büyükşehir statüsünde 2 bin 53 belediye bulunduğunu ög- rendik. Aradan geçen yedi yılda belediyelerimizde 783'lük bir artış olmuş ve 2 bin 836 sayısına ula- -şHmış:KirrHnı polrtikaatann oy kaygısı ile il yapıian ilçelerden ve ilçe olarak onlara bağlanan köylerden kazanmışız, kimini de nüfusu 2 bini aşan köyler- den. Insanlanmız, köylerindeki koşullar değişmeden sırf nüfus artjşı yüzünden bir gecede kentlerde ya- şamaya başlamışlar. Özal döneminde gelişmişliğimizi kanıtlamak için her başvurana sürücü ehliyeti verirdik ya (Sanırlar- dı ki bu uygulama ile gelişmişliğimizi kanıtlarsak bi- zi AB'ye alacaklar) şu kentleşme ışine de bir ko- laylık getirsek diyorum. Belediye olma koşulundaki nüfus sayısını 500'e indirsek dünyanın en kentleşmiş ve dolayısıyla ge- lişmiş ülkesi olmamız işten bile değil. Bakarsınız in- san haklanna saygısızlık rekorunun yanına kentleş- me rekorunu koyup, bizi eleştiren ülkelere "ama ben senden daha kentliyim" diye hava atma hak- kını kazanıveririz. Uygarfaşma yolunda yalandan kim ölmüş ki... • Başbakan Mesırt Yılmaz'ın ABD gezisinin ar- dından doğalgaz ve Bakû-Ceyhan petrol boru hat- tı konusunda VVashington-Moskova arasındaki çe- kişmeye koşut gelişmeleri Lale Sanibrahimoglu yazdı. • DSP lideri ve Başbakan Yardımcısı Bülent Ece- vit'in 1998'e ilişkin değerlendirmelerinı Ankara Bü- romuz duyurdu. Haberimizi ız\eyen günlerde de kimi gazetelerin manşetlerinde yer aldı. • 1948'den bu yana otomotiv endüstrisinin gelişi- mine ve yeni otoyollar yapımına olanak sağlamak amacıyla gözden çıkarılan demiryolu taşımacılığı, 2. Ulusal Demiryolu Kongresi ile yeniden günde- me geldi. TCDD Genel Müdürü Tekin Çınar'ın açıkladığı, önemli yerleşim yerleri arasında açıla- cak koridorlarla yolcu ve yük toplamının arttırılma- sını amaçlayan projesiyi Oktay Ekincİ haberleş- tirdi. Dokunulmazlığının kaldınlması istenen DYP Mil- letvekili Ömer Bilgin'le ilgili fezlekeleri ve yolsuz- luk suçlamaJannın aynntılannı Ayşe Sayın haber- leştirdi. • Avrupalı sendikacılar Francisca Sanchez ve Patrick Itchert'in küreselleşmenin Avrupa'da da sendikal hareketi olumsuz etkilediği. toplumsal ka- zanımları zayıflattığı yönündeki görüşlerini kendi- leriyle görüşen Banş Doster aktardı. • Bir süre önce yürürlüğe giren sigara yasağının önlenmesine ilişkin yasağa rağmen cezai yaptı- nmların eksikliğini ve uygulamadaki belirsizlikleri Ipek Yezdani haberleştirdi. Metin Göktepe davasını Merih Ak haberleştirir- ken, Ozan Yayman görüntüledi. Manisa'daki iş- kenceci polisler davasını Necati Aygın, polisin ajanlık teklif ettiği üniversite öğrencisi Ali Serkan Eroğlu'nun kuşkulu intiharını da Hakan Dirik ak- tardı. 1998 yılının gönlünüzce geçmesi dileği ve say- gılarımızla. Orfıan.erincfr/ raksnet.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle