27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 EKİM 1997 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA KULTUR 11 Kanadalı sanatçı Laura Vickerson, milyonlarca gül yaprağından oluşan 'Kadife' adlı yapıtıyla Aya Irini de Gülyajmıldımıuhııı dumk AHUANTMEN 5. Uluslararası îstanbul Bıenali'nin ana mekânlanndan bin olan Aya İrini Kılisesi'nde. ağırlıklı olarak kadın sa- natçılann yapıtlan yer alıyor. Louise Bourgeois'nın duvara vuran gölgesiyle ürkütücü "Örümcek" heykelı. Janine Antoni'nin çanı ve fotoğraflan, Dorothy Cross'un yılanlı enstalasyonu, Şükran MoraJ'ın videosu mekânın çeşitlı köşe- lerinde izleyiciyle buluşurken, mınima- lizme feminist bir bakış açısı getiren ûnlü Amerikalı sanatçı BeverlySemmes ile Kanadalı sanatçı Laura Vickerson bü- yük boyutlu yapıtla- nyla kilisenin mer- kezinde yer alıyor- lar. Beverly Sem- mes'in sahnedeki metrelerce kumaşla tUStABMUtST tSTMIİl •İENM.İ gerçekleştirilmiş elbisesi, Aya lrini'ye girer girmez dikkatleri hemen üzerine çekiyor. Ancak benzer çağnşımlar uyandıran ve en az bu elbıse kadar bü- yük boyutlu bir başka ış. Laura Vicker- son'ın "Kadife"si. Beverly Semmes'ın elbisesınden rol çalıyor. "Kadife", Aya İrini gibi olağanüstü bir mekânda bile varlığını hissettirebılen bir yapıt. Üste- lik yalnızca konumu, de\ boyutlu ve tahrik edici rengi ile değil, kokusuyla • "Kadife" kolektif bir emeğin sonucu olarak iki yıl önce Kanada'da tamamlanmış ve sergilenmiş. Istanbul'da bienalin son üç gününde dağılacak. Gül yapraklan gıbi gelip geçici bir yapıt olacak. Dileyen sanatseverler, yapıttan bölümleri alıp götürebilecek. mekânı ele geçiriyor. Laura Vickerson'ın "Kadife" adlı ya- pıtı, milyonlarca duvak tûlü ûzerine top- lu iğnelerle tutuşturulmuş milyonlarca gül yaprağından oluşuyor. Uzaktan ba- kıldığında, kızıl kadife bir kumaş gibı görünen yapıt, Aya Irini'nin sütunlann- dan aşağı sarkıyor, kankırmızısı bir ne- hir gibi akıyor. Yazar Lucy Lippard'ın 197O'lı yıllarda kadın sanatçılann ya- pıtlanyla ilgıli genellemesini haklı çı- karan bir yapıt "Kadife", dokunmahis- sı uyandınyor (açılışta epey çalıştı nö- betçiler), yumuşak bir malzeme kulla- nıyor ve obsesif öl- çüdetekrarvar. 1995 yılında Kanada'da sergilenen tamam- lanmış bir yapıt ol- masına karşın Îstan- bul'a ulaşımı sırasın- da zarar gören bölge- lerinin yeni gül yapraklanyla onanlma- sı bile günler alan "Kadife", Amerika- lı kadınlann "battaniye" (Quilt) gelene- ğinın bir uzantısı da sayılabilir. Kanada'da iki yıl önce yıne aynı mal- zemeyle "Kınlgan Yürek adlı bir ens- talasyon gerçekleştıren Laura Vicker- son'ın doğa. aşk. nefret. tutku, ölüm gi- bi kavramlan çağnştıran yapıtı, mekâ- nı tümüyle ele geçırmesiyle bir yandan çok güçlü bir etki yaratırken, bu etkinin gül yapraklan gibi gelip geçici, nazik, 'feminen' bir malzemeyle gerçekleşti- rilmiş olmasıyla ilginç bir zıthk sergi- liyor. Soyut, ama izleyıcinin farklı oku- malanyla farklı biçimlerde somutlanan bir yap'ıt "Kadife". Ote yandan tüm okumalan reddeden. salt kendi varhğıyla anlamlanan bir ya- nı da var. Laura Vickerson, Aya lnni'de "Kadi- fe"nin onanmı sırasında yaptığımız ko- nuşmada, gül yapraklannın tstanbul'a geldikten sonra. Aya lnni'de rutubetten adeta canlandığını anlattı: "Kanada'da yapraklar çok kuruydu ve buradaki gi- bi yoğun bir koku sabnıyordu." "Kadife" kolektif bir emeğin sonu- cu olarak iki yıl önce Kanada'da ta- (Fotoğraflar: KUBlLAY TÜNTÜL) mamlanmış ve sergilenmiş. lstanbul'da, 9 kasımda sona eren bienalin son üç gü- nünde dağılacak. Gül yapraklan gibi gelip geçici bir yapıt olacak. Dileyen sanatseverler, yapıttan bölümleri alıp götürebilecek. Vickerson, "Benonu yok obnuş savmavacağım. İki yılhk bir yoi- culuğun sonunda, onu sevenJerle farkfa bir yaşama başlayacak" Haldun Taner'in 'Ayışığmda Şamata'sı yarından başlayarak Devlet Tiyatrolan Taksim Sahnesi'nde 43 yûdır değişmeyen gerçeğinıiz... FECİRALPTEKİN Îstanbul Devlet Tiyatrolan bu sezon, Türkiye'de epik türün ve kabare tiyatrosunun öncüsü kabul edilen öykü ve oyun yazan Hal- dun Taner'in 'Avışığuıda Şamata' adlıyap'ınnı samcliyor 'Ayışığın- da Şamata', toplumun farklı kesit- lennden ınsanlann bir araya geldi- ği Çalışkur Apartmanı'nda geçen; izleyiciye, varolan düzen ile özle- nen bir yaşam arasındakı farkı net bir biçimde sunarken güldürdüğü kadar da düşündüren ustalıklı bir oyun. Ölümünün 10. yılının ardın- dan 'Haldun Taner'e Saygı' başlı- ğı altında sahnelenecek olan oyu- nun yönetmenı ıse Ankara Devlet Tiyatrosu oyunculanndan Selçuk Yöntem. 'Aşağıdakiler' ve 'Gürül- tülü Paürulı Bir Hikaye'den sonra 'Ayışığmda Şamata' ile üçüncü yö- netmenlik deneyımıni gerçekleştı- ren Selçuk Yöntem ile Haldun Ta- ner ve oyunu üzenne konuştuk. - Haldun Taner'in Türk tiyat- rosundaki yeri nedir sizce? SELÇUK YÖNTEM -Haldun Taner, Türk tiyatro tarihinın çok önemlı yazarlanndan bin. Haldun Taner'in tiyatro yaşamı. Ayşegül YükseTın de çok güzel bir metin- de toplamış olduğu gibi üç bölü- me aynlarak ınceleniyor. llkönce yanılsamacı, yani illüzyonıst oyunlar; daha sonra da gösterme- cı oyunlar ve kabare oyunlan ge- liyor. Çok önemli eserler veriyor Haldun Taner. Oyunlannda, Türk toplumunu ve varolan insan ilişki- lerini değerlendırirken ironik bir yaklaşım gösteriyor. Bu ilişkileri çok canlı bir biçimde izleyiciye aktarmakla kalmayıp, onlan da oyunun içine katıyor. Göstermeci tiyatronun öğelerini Brecht'ten çok daha iyi kullandığı söylenıyor Haldun Taner'in; çünkü o, kendi öz kaynaklanmızdan, ortaoyunun- dan, Hacivat'tan ya da Kara- gözden de yararlanı>or. Bu nok- tada da çok önemli dokusu olan bir yazar Haldun Taner. - Evrensel boyutta, Haldun Ta- ner'in oyun yazan kimliğini nasıl değertendiriyorsunuz? - Haldun Taner'in evrenselliği- ni, 'AyışıgındaŞamata'dan yola çı- karak açıklayabiliriz. Haldun Ta- ner. 1954 yılında 'Ayışığında Ça- bşkur' adlı bir öykü yazıyor 1977 yılında ise Ergin Orbey'in ısteği ilebu öyküyü bir tiyatro oyunu ha- line getiriyor. 1997 yılına geldiğı- mizde, 'AyışığındaŞamata'nın hiç bir boyutta eskımediğıni, inanıl- maz bir biçimde güncelliğini ko- ruduğunu görüyoruz. Taner'in 1954'te ele aldığı toplumsal altya- pı ve yaşam biçimı, bugün de tüm özellikleriyle varlığını sürdürüyor. - 1987 yılında oyuncu olarak yer aldığını/'A\ışığında Şamata'vı bir yönetmen olarak sahneye ko- yarken yapıta birebir bağlı kalma- vı nu, voksa kendinize ait bir vo- • Yönetmen Selçuk Yöntem, Haldun Taner'in 1954'te yazdığı "Ayışığında Çalışkur' adlı öyküsünün 1977'de tiyatro oyununa dönüştürdüğü 'Ay Işığında Şamata'sının hiç bir boyutta eskimediğini, inanılmaz biçimde güncelliğini koruduğunu vurguluyor. rum getirmeyi mi seçtiniz? - Bazı yapıtlar vardır ki onlan istediğiniz noktaya çekebilir. iste- diğiniz boyutta irdeleyebüirsiniz. Ama bazı yapıtlar da vardır ki ça- tı ve dokulan çok disiplinlidir. Oy- le bir altyapı kurmuştur ki yazar, ancak çok küçük ayTintılarla oyna- yabilirsiniz. Bence bu oyun da bunlardan bin. Haldun Taner'in kurgusundakı ve dil kullanımın- daki ustalık, merınle oynamanıza fırsat vermiyor. 'Ayışığmda Şama- ta'yı sahneye koyarken benım yaklaşımım, yapıtı hemen hemen birebir yansıtmak oldu. İlk perde- de. yaşanan birtakım gerçeklen sergiliyor, ikinci perdede ıse as- lında varolmayan pembe bir dün- ya ile baş başa bırakıyoruz ızleyi- ciyi. Güldürmek. amaç değil: ama oyunun kendi dokusunda, kendi tersınlemesınde bu da var. Kısaca- sı •Ayışığında Şamata', bir tiyatro oyununda olması gereken her şe- ye sahip. - 25 kişilik kalabalık bir kadro ile çakşmanın katkısı ya da güçlükle- ri neter? - Tıjatro, her şeyden önce ıyı oyuncularla yapılır. Kötü oyuncu- larla iyi tiyatro yapılmaz. Yazar ol- madan da. yönetmen olmadan da olabilir tiyatro. ama oyuncu olma- dan olmaz. Bu oyunda en büyük avantaj, iyi bir kadro ile çalışıyor olmamız. Dezavantaj ıse kalabalık bir kadro içinde koordinasyonu sağlamarun ve böyle bir ortamda oyuncunun kendi konsantrasyonu- nu korumasının bıraz güçleşivor olması; ama bunlar da. her prova dönemınde bir süreliğıne yaşanan birer sancı olarak kalıyor. 'Ayışı- ğında Şamata' kadrosuyla birlik- te çalışmanın avantajlan. dezavan- taj lanndan çok daha fazla. - Sizce nasıl bir oyun 'Avışığın- da Şamata'? - 'AyışığuıdaŞamata'. Türk top- lumunun ta kendisini anlatıyor. Çalışkur Apartmanı içerisinde, toplumun farklı kesitlerinden in- sanlan bir araya getiriyor Haldun Taner. Bu apartmandanamus bek- çilerinı. namuslu geçınip de na- mussuz olanlan, şımank aile ço- cuklannı. rüşvetle zengin olanlan ya da cehaletin yansımalannı gö- rebihyorsunuz. Her şeyden önce de tüm bu kesitleri kusursuz bir tersınleme ve ironiyle birbırine yaklaştıran Haldun Taner'ın müt- hış dokusuna tanık oluyorsunuz. - İlk kez 1954 yüında kaleme alınmış olmasına karşın 'Ayışığın- da Şamata'. 90"lı yıllann Tûrkive panoramasını da başarüı bir bi- çimde gözler önüne serivor. - Bu, üzerinde özellikle düşü- nülmesi gereken bir nokta. 1954'ten 97 yılına gelen Türkiye Çumhuriyeti'nde nelerin değişip nelerin değişmediğini çok iyi göz- lemlememız gerekiyor. Birtakım olumlu değışımlerin yaru sıra yan- hşlıkJann çoğu aynen de\am et- mekte. Toplum, İcendi içensinde bir türlü dmgin bir hale bürüne- memerun sıkıntısuıı yaşıyor hâlâ. İnsanlann bu durumdan bir pay çı- karmalan gerekiyor bence. - Peki ikinci perdede ideyeceği- miz pembe dünya, bir ütopya mı sizce? -Tabii ki bu bir yaşam ütopya- sı. Her şey iyi olamaz. Her şey iyi olduğu zaman toplumdaki denge- ler bozulur. Haldun Taner'in de ikinci perdede bir ütopya çizerek vermek istediğı mesaj bu zaten: "Olmasını istediğiniz yaşam bu- dur; ama böyle bir yaşam olamaz, olursa da komik olur" Omer Uluç FIAC'daki tek Türk sanatçı Ömer Uluç fuara Montenay-Giroux ile katıldı. Kfiltür Servisi -24. Uluslararası Çağdaş Sanat Fuan FIAC. ekim ayı- nın ilk haftasında Paris'te gerçekleş- ti. Arco-Madnd, Art Basil, Art Co- logne, Fiera Bologna, Gramercy Park- New York ve FIAC-Paris gibi çeşitli fuarlar çok yeni olarak bir kuruluş çer- çevesinde birleşiyorlar. Bu yeni olu- şum, 30 kadar genç galerinin de katı- lımıyla, bu yılİa FIAG'ı daha başan- lı kıldı. 15 bin metrekare üzerine ku- rulan FLAG'a 138 galeri ve 15 ülke ka- tıldı bu yıl. Toplam ziyaretçi sayısı ise 100 binin üzerinde. FIAC'da sergilenen tek Türk sanat- çı Ömer Uluç fuara, Paris'teki gale- risı 'Montenay-Girous' ile birlikte ka- tıldı. 'Üç Yaraük ve Bir Caretta' adlı 20x120cm. boyutlanndaki yapıtı, üst üste konulan iki panodan oluşuyor. Sanatçının esin kaynağı ise bu yaz gü- ney sahillerimizde rastladığı Caretta- lar ve Likya mezarlan. Pkasso'dan, tamnmamış bir Koreli ressama yüzlerce sanatçının eserleri- nın görüldüğü, büyük bir çeşitliliğin ve her tür sanat anlayışının yaşandıği bu FIAC'da tek Türk sanatçısı Ömer Uluç. 1973 yılında ilki gerçekleştiri- len FLAC sergilerine bugüne dek hiç- bir Türk galerisi katılmamış. Uluç, bu etkinliğe katılacak galerilerde. ulusla- rarası düzeyde bir deneyim arandığı- m belirtiyor ve ekliyor: "Henüz hiç- bir Türkgalerisinin sergiye kabuledÛ- memesi bizi şaşırtmıyor." Türk çağdaş sanafının yurtdışında tanıtımı gibi bir misyon üstlendiğini anlatan Uluç, şöyle açıkhyor yukan- daki sözlerini: "Şimditüm bunlardan konuşmamak, bunlan umursama- mak benim için çok nıümkün. Ama tersine ben bu konular üzerinde sıra- sı geldiğinde pek çokuğraşveriyorum. Bütün bu çalışmalar sırasında usanç duyduğumu da söv lemeliy im. Anlaşı- lan misyon yüklenmek böyle bir şey." Bugün Batıyla entegrasyon ya da onurlu bir mesafede durabilme strate- jilerinin bir genel amaç sunulduğuna değinen Ömer Uluç, Türkiye'nin öz- günlüğünü ve yaratıcılığını gösteıme- si gerektiğini vurguluyor. Sanatçı, Türkiye'deki sanat fiıan ile uluslararası sanat bienalınin. sanat ideolojileri ve uygulamalan bakımın- dan uçurumlarla aynldığı kanısında. Sanat fuannı, 'Tamyerligiderekçar- şılaşan ve ticari boyutu büyüven bir oluşum' olarak tanımlayan sanatçı bi- enal için görüşü ise şunlar: "Sanatbi- enall, uluslararası tek yönlü %e dar bir sanat anlayişımn. çok yerde görüuııüş bir estetiğin Türkiye turu gibi. Sanat- çılarüstü olmuş küçük bir küratör grubundan gelen birisinin vaptığı bir sergL" İki oluşum arasında gerçek anlam- da bir geçişliliğin yer almadığını sa- vunan Uluç, bütün büyük sergilerin çoğulcu ve özgün bir anlayışla yapıl- dığını belirterek tek yönlü. diğer an- layışlar ıçın yasakçı bir yaklaşımın, sanatı yeni gelışmekte olan bir ülke- ye büyük zararlar vereceğıne de dik- kat çekiyor. Bu yılın iki büyük sanat organizasyonu FIAC ve Venedık Bi- enali'nin çoğulcu bir anlayış sergile- diğini belirten sanatçı, FIAC'da SchnabeL Ansolm Kiefer, Joseph Ko- suth ve Haim Steinbach'ın birlikte sergilendiklerini, aynı şekilde bienal- lerin en eskisi ve en büyüğü olan Ve- nedik Bienali'nde Arte Povera'nın kurucusu olan Germano Ceiant' ın bi- le çoğuhu bir yaklaşım içinde oldu- ğunu anımsatan Uluç, bienale LJch- tenstein'dan, Cucchi'ye, Longos'tan VVest'e pek çok örneğin katıldığım be- lirterek "Batı'da karşıt gibi görünen sistemlergiderekentegreoluyorlar. di- namizmin gerekliliği bu" diyor. Ülkemizde bu tür dinamik ortam- lann yaratılmasımn olanaksızlığindan yakınan Uluç, Türkiye'de gerçek sa- nat birikiminin, zekâsının ve özgün- lüğünün dışmda etkinlikler düzenlen- diğini savunuyor. Sanatçı çözüm ola- rak öncehkle, asıl amacm ülkenin ya- ratıcılığının ve özgünlüğünün göste- rilmesi olduğunu unutmayarak, çeşit- li stratejiler belirlemeyi gösteriyor. Sanatçılann büyük sergiler için bü- yük projeler başına özendirilmesi ge- rektiğini ve büyük sergi yönetıminde yabancılann danışman olarak katkıda bulunabileceklerini de ekliyor öneri- lerine. BUAŞAMADA ŞÜKRAN KURDAKUL "Huzur"ıın Huzursuz İnsanları O antika servisi Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde kaldı. Benimle gelen, NeşafTnin bir şiirime de aldığım unutulmaz dizeleri. "Gittin ammâ ki kodun hasret ile cânı bile Istemem sensiz olan sohbet-i yârânı bile." Bir de Münir Nurettin ve öteki ustalann genç- lik dönemlerinde okuduklan şarkılar. Ya Mümtaz, Nuran, Suat... Romanı okuduğum zaman da Huzur'un huzur- suz insanlarını kuşatan kederler doğrusu etkileme- mişti beni, "Melâlianlamayan neslin"adamı oldu- ğum için değil. Aksine, Ahmet Haşim'in de, Ah- met Hamdi'nin de düşlerinde bile görmedikleri acıları yaşayan bir kuşaktan geldiğim için. Andr'e Gide'in Mallarm e'yi anlatırken, yazdı- ğı bir tümce var "O, konuşmadan önce düşünürdü..." Huzur'un kişileri, romanı okurken de ezberleri- ni yineliyor izlenimini bırakmıştı bende. Duygulu görünmelerine karşın kitaptan öğren- diklerini yineleyen bilgiçlerin donuklugunu atamı- yoriardı üzerlerinden. Yazılmamış olur mu? Romancının da dilidir bizi dünyasına alıp götü- recek olan. Anlatım gücüdür. Kişilerin inandırıcı ol- ma nitelikleriyle yapılanır romanlar. Şiirinde sözcüklerle arası iyi olan şair Ahmet Hamdi, düzyazılarında güç beğenıriiğini koruya- madığı için karmaşık, amacına ulaşamamış tüm- celeıie karşı karşıya bırakır okuru. Nurullah Ataç haklıydı okuyacağımız satırları yazarken: "... Kendi kendine ediyor Hamdi. Birtakım söz- lerin anlamlanna değil, yabancılıklanna, ağız dol- durmalanna vuruluyor, onlan sıralamakla işinin bit- tiğini sanıyor. Biraz yalın yani sade yazsın, söyle- diklehnin öyle büyük, önemli şeyler olmadığını kendisi de anlar, bırakır onlan.. gerçekten düşün- meye başlar..." (Karalama Defteri, I. bas. 1952) • • • Kendilerinden önce sorulmuş sorulara, kendile- rinden önce verilmiş yanıtlan yinelerken, Ataç'ın dediği gibi "ağzı dolduran" sözcüklerle konuşma- yı seven kişiler Huzur'un Mümtaz'ı, Nuran'ı, Su- at'ı, Ihsan Beyi... Bu nedenle kaygılan yapmacık- mış gibi gelıyor insana. Gerçekte ülkemizin başat sorunlarından kay- naklanıyor bu kaygılar: Eski ile yeni arasındakı çatışkıda insanın özünü yitirmesi. Batı uygarlığının "milli şahsiyet"te yaratacağı boşluklar. Sanatın her dalında, özellikle "musiki"de geç- mişle bağların kopanlması. Ne var ki "insanın özü" ile "milli şahsiyet" kav- ramlan, neredeyse aynı anlamda kullanılıyor Hu- zur'da. Ve "milli şahsiyet" derken ulusal kişiliği an- lamadığı için, Batı uygarlığının karşısına ulusal ola- nı değil, Osmanlılığı çıkanyor Ahmet Hamdi. Böylece kendisinin de yadsımadığını bildiğimiz Ziya Gökalp'e de Kemalizme de tarihsel madde- ci görüşe de ters düşmüş oluyor. (1) Sonuç, Kemal Tahir'in romanlannda olduğu gi- bi, düşüncelerine inandırma amacıyla yüklediği sorumluluklarla eziyor kişilerini Ahmet Hamdi. So- rularla yanıtlarla kendi doğru bildiği doğrultuda koşulluyor onlan. Düşüncelerine, isterseniz dünya görüşüne, o ki- şiler aracılığıyla geçerlilik kazandırmak için. Belki bu nedenle, 1937 yılının okumuşlan tarih- sel olandan kopuyorlar romanda. Tıyatroya uygulanan yapıt bu çemberden nasıl kurtulabilirdi ki? Ziya Gökalp yazıyor: "Batı'nın deneysel mantığı ile Doğu'nun sko- lastik mantığt binbihyle bağdaşamaz. Birmillet, ya Doğulu olur, ya Batılı olur; iki dinli bir fert olmadı- ğı gibi iki medeniyetli bir millet de olamaz." Küçük domuzcuk Frankfurfta • Kürrür Servisi - Babe "The Sheep Pig" ısimli fiimın kanramanı küçük domuzcuk kesınhkle bacon dilimleri olmuyor. milyoner olma yolunda. "Babe" filmi tüm dünyada gösterime girdiğinde 250 milyon dolarhk hasılat yaptı. Filmin ekibi şimdi de "Babe in Metropolis" isimli filmi çekiyor. Film 1998 yılının Kasım aymda gösterime girecek. Amerika'da ise Şükran Günü'nde gösterime girecek. Dünyanın en büyük kitap fuan olan Frankfurt Kitap Fuan'nda Babe'in kitaplan satılıyor. PortekizH Şairler İstanbul'da • Kültür Servisi - İki yıldan bu yana Türk şairlerin şiirlerini değişik Avrujpa dillerine, Avrupalı şairleri de Türkçeye çevirme amacıyla düzenlenen çeviri seminerlerinden üçüncüsü bu yıl Divan Şiiri Çeviri Derneği'nin yönetiminde 20-24 Ekim tarihlerinde lstanbul'da gerçekleştiriliyor. Portekiz'den Pedza Tamen ile Femando Piuto do Amazal'ın şiirleri Ayşe Nikal Akbulut. Erdal Alova, Hüseyin Baş, Eray Canberk, Cevat Çapan, Refık Durbaş, Engin Ezten. Halil Gökhan, Doruk Gürkan, Birhan Keskin, Adnan Özer, Ahmet Soysal, Güven Turan, Otan Koçal gibi şair ve çevirmenlerin katılımıyla Türkçe'ye çevrilecek. Kolektif çeviri yöntemiyle yapılacak bu seminerde Portekizli şairler şiirlerini Portekizce okuyacak; çeviri şiirler de Türkçe olarak 24 Ekim cuma günü Yapı Kredi Kültür Merkezi'nde saat 18.00'de şiirseverlere sunulacak. BASSO ve romantik tıayaller • Kültür Servisi - Bilkent Senfoni Orkestrası, toplam 22 konserden oluşacak ve romantik duygulardan yola çıkarak temalandırdığı "Güz konserleri" serisine başladı. Romantizmin güçlü hayal dünyasından çeşitli dönemlerin ızlenimlerini aktarmayı amaçlayan BASSO 1997-98 Konser sezonunun ikinci konserini yann saat 21 00'de Bilkent konser Salonu'nda gerçekleştirecek. Dünyaca ünlü orkestra şefi Vitali Katayev yönetiminde verilecek olan konserde lngiliz besteci Sir Edward Elgar'ın viyolonsel konçertosu ve Dimitri Şostakoviç'in 6. senfonisinden bölümler seslendirilecek. MSÜ Devlet Konservatuvan Müzik Bölümü Başkam viyolonsel sanatçısı Reşit Erzin'in solist olarak katılacağı konserde aynca Alman besteci Richard Strauss'un Don Juan adlı senfonik şiiri de dinlenebilecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle