Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
20 EKİM 1997 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 11
Kanadalı sanatçı Laura Vickerson, milyonlarca gül
yaprağından oluşan 'Kadife' adlı yapıtıyla Aya Irini de
Gülyajmıldımıuhııı
dumk
AHUANTMEN
5. Uluslararası îstanbul Bıenali'nin
ana mekânlanndan bin olan Aya İrini
Kılisesi'nde. ağırlıklı olarak kadın sa-
natçılann yapıtlan yer alıyor. Louise
Bourgeois'nın duvara vuran gölgesiyle
ürkütücü "Örümcek" heykelı. Janine
Antoni'nin çanı ve fotoğraflan, Dorothy
Cross'un yılanlı enstalasyonu, Şükran
MoraJ'ın videosu mekânın çeşitlı köşe-
lerinde izleyiciyle buluşurken, mınima-
lizme feminist bir bakış açısı getiren
ûnlü Amerikalı sanatçı BeverlySemmes
ile Kanadalı sanatçı
Laura Vickerson bü-
yük boyutlu yapıtla-
nyla kilisenin mer-
kezinde yer alıyor-
lar. Beverly Sem-
mes'in sahnedeki
metrelerce kumaşla
tUStABMUtST
tSTMIİl
•İENM.İ
gerçekleştirilmiş elbisesi, Aya lrini'ye
girer girmez dikkatleri hemen üzerine
çekiyor. Ancak benzer çağnşımlar
uyandıran ve en az bu elbıse kadar bü-
yük boyutlu bir başka ış. Laura Vicker-
son'ın "Kadife"si. Beverly Semmes'ın
elbisesınden rol çalıyor. "Kadife", Aya
İrini gibi olağanüstü bir mekânda bile
varlığını hissettirebılen bir yapıt. Üste-
lik yalnızca konumu, de\ boyutlu ve
tahrik edici rengi ile değil, kokusuyla
• "Kadife" kolektif bir emeğin sonucu olarak iki yıl önce
Kanada'da tamamlanmış ve sergilenmiş. Istanbul'da bienalin
son üç gününde dağılacak. Gül yapraklan gıbi gelip geçici
bir yapıt olacak. Dileyen sanatseverler, yapıttan bölümleri
alıp götürebilecek.
mekânı ele geçiriyor.
Laura Vickerson'ın "Kadife" adlı ya-
pıtı, milyonlarca duvak tûlü ûzerine top-
lu iğnelerle tutuşturulmuş milyonlarca
gül yaprağından oluşuyor. Uzaktan ba-
kıldığında, kızıl kadife bir kumaş gibı
görünen yapıt, Aya Irini'nin sütunlann-
dan aşağı sarkıyor, kankırmızısı bir ne-
hir gibi akıyor. Yazar Lucy Lippard'ın
197O'lı yıllarda kadın sanatçılann ya-
pıtlanyla ilgıli genellemesini haklı çı-
karan bir yapıt "Kadife", dokunmahis-
sı uyandınyor (açılışta epey çalıştı nö-
betçiler), yumuşak bir malzeme kulla-
nıyor ve obsesif öl-
çüdetekrarvar. 1995
yılında Kanada'da
sergilenen tamam-
lanmış bir yapıt ol-
masına karşın Îstan-
bul'a ulaşımı sırasın-
da zarar gören bölge-
lerinin yeni gül yapraklanyla onanlma-
sı bile günler alan "Kadife", Amerika-
lı kadınlann "battaniye" (Quilt) gelene-
ğinın bir uzantısı da sayılabilir.
Kanada'da iki yıl önce yıne aynı mal-
zemeyle "Kınlgan Yürek adlı bir ens-
talasyon gerçekleştıren Laura Vicker-
son'ın doğa. aşk. nefret. tutku, ölüm gi-
bi kavramlan çağnştıran yapıtı, mekâ-
nı tümüyle ele geçırmesiyle bir yandan
çok güçlü bir etki yaratırken, bu etkinin
gül yapraklan gibi gelip geçici, nazik,
'feminen' bir malzemeyle gerçekleşti-
rilmiş olmasıyla ilginç bir zıthk sergi-
liyor. Soyut, ama izleyıcinin farklı oku-
malanyla farklı biçimlerde somutlanan
bir yap'ıt "Kadife".
Ote yandan tüm okumalan reddeden.
salt kendi varhğıyla anlamlanan bir ya-
nı da var.
Laura Vickerson, Aya lnni'de "Kadi-
fe"nin onanmı sırasında yaptığımız ko-
nuşmada, gül yapraklannın tstanbul'a
geldikten sonra. Aya lnni'de rutubetten
adeta canlandığını anlattı: "Kanada'da
yapraklar çok kuruydu ve buradaki gi-
bi yoğun bir koku sabnıyordu."
"Kadife" kolektif bir emeğin sonu-
cu olarak iki yıl önce Kanada'da ta-
(Fotoğraflar: KUBlLAY TÜNTÜL)
mamlanmış ve sergilenmiş. lstanbul'da,
9 kasımda sona eren bienalin son üç gü-
nünde dağılacak. Gül yapraklan gibi
gelip geçici bir yapıt olacak. Dileyen
sanatseverler, yapıttan bölümleri alıp
götürebilecek. Vickerson, "Benonu yok
obnuş savmavacağım. İki yılhk bir yoi-
culuğun sonunda, onu sevenJerle farkfa
bir yaşama başlayacak"
Haldun Taner'in 'Ayışığmda Şamata'sı yarından başlayarak Devlet Tiyatrolan Taksim Sahnesi'nde
43 yûdır değişmeyen gerçeğinıiz...
FECİRALPTEKİN
Îstanbul Devlet Tiyatrolan bu
sezon, Türkiye'de epik türün ve
kabare tiyatrosunun öncüsü kabul
edilen öykü ve oyun yazan Hal-
dun Taner'in 'Avışığuıda Şamata'
adlıyap'ınnı samcliyor 'Ayışığın-
da Şamata', toplumun farklı kesit-
lennden ınsanlann bir araya geldi-
ği Çalışkur Apartmanı'nda geçen;
izleyiciye, varolan düzen ile özle-
nen bir yaşam arasındakı farkı net
bir biçimde sunarken güldürdüğü
kadar da düşündüren ustalıklı bir
oyun. Ölümünün 10. yılının ardın-
dan 'Haldun Taner'e Saygı' başlı-
ğı altında sahnelenecek olan oyu-
nun yönetmenı ıse Ankara Devlet
Tiyatrosu oyunculanndan Selçuk
Yöntem. 'Aşağıdakiler' ve 'Gürül-
tülü Paürulı Bir Hikaye'den sonra
'Ayışığmda Şamata' ile üçüncü yö-
netmenlik deneyımıni gerçekleştı-
ren Selçuk Yöntem ile Haldun Ta-
ner ve oyunu üzenne konuştuk.
- Haldun Taner'in Türk tiyat-
rosundaki yeri nedir sizce?
SELÇUK YÖNTEM -Haldun
Taner, Türk tiyatro tarihinın çok
önemlı yazarlanndan bin. Haldun
Taner'in tiyatro yaşamı. Ayşegül
YükseTın de çok güzel bir metin-
de toplamış olduğu gibi üç bölü-
me aynlarak ınceleniyor. llkönce
yanılsamacı, yani illüzyonıst
oyunlar; daha sonra da gösterme-
cı oyunlar ve kabare oyunlan ge-
liyor. Çok önemli eserler veriyor
Haldun Taner. Oyunlannda, Türk
toplumunu ve varolan insan ilişki-
lerini değerlendırirken ironik bir
yaklaşım gösteriyor. Bu ilişkileri
çok canlı bir biçimde izleyiciye
aktarmakla kalmayıp, onlan da
oyunun içine katıyor. Göstermeci
tiyatronun öğelerini Brecht'ten
çok daha iyi kullandığı söylenıyor
Haldun Taner'in; çünkü o, kendi
öz kaynaklanmızdan, ortaoyunun-
dan, Hacivat'tan ya da Kara-
gözden de yararlanı>or. Bu nok-
tada da çok önemli dokusu olan bir
yazar Haldun Taner.
- Evrensel boyutta, Haldun Ta-
ner'in oyun yazan kimliğini nasıl
değertendiriyorsunuz?
- Haldun Taner'in evrenselliği-
ni, 'AyışıgındaŞamata'dan yola çı-
karak açıklayabiliriz. Haldun Ta-
ner. 1954 yılında 'Ayışığında Ça-
bşkur' adlı bir öykü yazıyor 1977
yılında ise Ergin Orbey'in ısteği
ilebu öyküyü bir tiyatro oyunu ha-
line getiriyor. 1997 yılına geldiğı-
mizde, 'AyışığındaŞamata'nın hiç
bir boyutta eskımediğıni, inanıl-
maz bir biçimde güncelliğini ko-
ruduğunu görüyoruz. Taner'in
1954'te ele aldığı toplumsal altya-
pı ve yaşam biçimı, bugün de tüm
özellikleriyle varlığını sürdürüyor.
- 1987 yılında oyuncu olarak
yer aldığını/'A\ışığında Şamata'vı
bir yönetmen olarak sahneye ko-
yarken yapıta birebir bağlı kalma-
vı nu, voksa kendinize ait bir vo-
• Yönetmen Selçuk
Yöntem, Haldun Taner'in
1954'te yazdığı
"Ayışığında Çalışkur' adlı
öyküsünün 1977'de tiyatro
oyununa dönüştürdüğü 'Ay
Işığında Şamata'sının hiç
bir boyutta eskimediğini,
inanılmaz biçimde
güncelliğini koruduğunu
vurguluyor.
rum getirmeyi mi seçtiniz?
- Bazı yapıtlar vardır ki onlan
istediğiniz noktaya çekebilir. iste-
diğiniz boyutta irdeleyebüirsiniz.
Ama bazı yapıtlar da vardır ki ça-
tı ve dokulan çok disiplinlidir. Oy-
le bir altyapı kurmuştur ki yazar,
ancak çok küçük ayTintılarla oyna-
yabilirsiniz. Bence bu oyun da
bunlardan bin. Haldun Taner'in
kurgusundakı ve dil kullanımın-
daki ustalık, merınle oynamanıza
fırsat vermiyor. 'Ayışığmda Şama-
ta'yı sahneye koyarken benım
yaklaşımım, yapıtı hemen hemen
birebir yansıtmak oldu. İlk perde-
de. yaşanan birtakım gerçeklen
sergiliyor, ikinci perdede ıse as-
lında varolmayan pembe bir dün-
ya ile baş başa bırakıyoruz ızleyi-
ciyi. Güldürmek. amaç değil: ama
oyunun kendi dokusunda, kendi
tersınlemesınde bu da var. Kısaca-
sı •Ayışığında Şamata', bir tiyatro
oyununda olması gereken her şe-
ye sahip.
- 25 kişilik kalabalık bir kadro ile
çakşmanın katkısı ya da güçlükle-
ri neter?
- Tıjatro, her şeyden önce ıyı
oyuncularla yapılır. Kötü oyuncu-
larla iyi tiyatro yapılmaz. Yazar ol-
madan da. yönetmen olmadan da
olabilir tiyatro. ama oyuncu olma-
dan olmaz. Bu oyunda en büyük
avantaj, iyi bir kadro ile çalışıyor
olmamız. Dezavantaj ıse kalabalık
bir kadro içinde koordinasyonu
sağlamarun ve böyle bir ortamda
oyuncunun kendi konsantrasyonu-
nu korumasının bıraz güçleşivor
olması; ama bunlar da. her prova
dönemınde bir süreliğıne yaşanan
birer sancı olarak kalıyor. 'Ayışı-
ğında Şamata' kadrosuyla birlik-
te çalışmanın avantajlan. dezavan-
taj lanndan çok daha fazla.
- Sizce nasıl bir oyun 'Avışığın-
da Şamata'?
- 'AyışığuıdaŞamata'. Türk top-
lumunun ta kendisini anlatıyor.
Çalışkur Apartmanı içerisinde,
toplumun farklı kesitlerinden in-
sanlan bir araya getiriyor Haldun
Taner. Bu apartmandanamus bek-
çilerinı. namuslu geçınip de na-
mussuz olanlan, şımank aile ço-
cuklannı. rüşvetle zengin olanlan
ya da cehaletin yansımalannı gö-
rebihyorsunuz. Her şeyden önce
de tüm bu kesitleri kusursuz bir
tersınleme ve ironiyle birbırine
yaklaştıran Haldun Taner'ın müt-
hış dokusuna tanık oluyorsunuz.
- İlk kez 1954 yüında kaleme
alınmış olmasına karşın 'Ayışığın-
da Şamata'. 90"lı yıllann Tûrkive
panoramasını da başarüı bir bi-
çimde gözler önüne serivor.
- Bu, üzerinde özellikle düşü-
nülmesi gereken bir nokta.
1954'ten 97 yılına gelen Türkiye
Çumhuriyeti'nde nelerin değişip
nelerin değişmediğini çok iyi göz-
lemlememız gerekiyor. Birtakım
olumlu değışımlerin yaru sıra yan-
hşlıkJann çoğu aynen de\am et-
mekte. Toplum, İcendi içensinde
bir türlü dmgin bir hale bürüne-
memerun sıkıntısuıı yaşıyor hâlâ.
İnsanlann bu durumdan bir pay çı-
karmalan gerekiyor bence.
- Peki ikinci perdede ideyeceği-
miz pembe dünya, bir ütopya mı
sizce?
-Tabii ki bu bir yaşam ütopya-
sı. Her şey iyi olamaz. Her şey iyi
olduğu zaman toplumdaki denge-
ler bozulur. Haldun Taner'in de
ikinci perdede bir ütopya çizerek
vermek istediğı mesaj bu zaten:
"Olmasını istediğiniz yaşam bu-
dur; ama böyle bir yaşam olamaz,
olursa da komik olur"
Omer Uluç FIAC'daki tek Türk sanatçı
Ömer Uluç fuara Montenay-Giroux ile katıldı.
Kfiltür Servisi -24. Uluslararası
Çağdaş Sanat Fuan FIAC. ekim ayı-
nın ilk haftasında Paris'te gerçekleş-
ti. Arco-Madnd, Art Basil, Art Co-
logne, Fiera Bologna, Gramercy Park-
New York ve FIAC-Paris gibi çeşitli
fuarlar çok yeni olarak bir kuruluş çer-
çevesinde birleşiyorlar. Bu yeni olu-
şum, 30 kadar genç galerinin de katı-
lımıyla, bu yılİa FIAG'ı daha başan-
lı kıldı. 15 bin metrekare üzerine ku-
rulan FLAG'a 138 galeri ve 15 ülke ka-
tıldı bu yıl. Toplam ziyaretçi sayısı ise
100 binin üzerinde.
FIAC'da sergilenen tek Türk sanat-
çı Ömer Uluç fuara, Paris'teki gale-
risı 'Montenay-Girous' ile birlikte ka-
tıldı. 'Üç Yaraük ve Bir Caretta' adlı
20x120cm. boyutlanndaki yapıtı, üst
üste konulan iki panodan oluşuyor.
Sanatçının esin kaynağı ise bu yaz gü-
ney sahillerimizde rastladığı Caretta-
lar ve Likya mezarlan.
Pkasso'dan, tamnmamış bir Koreli
ressama yüzlerce sanatçının eserleri-
nın görüldüğü, büyük bir çeşitliliğin
ve her tür sanat anlayışının yaşandıği
bu FIAC'da tek Türk sanatçısı Ömer
Uluç. 1973 yılında ilki gerçekleştiri-
len FLAC sergilerine bugüne dek hiç-
bir Türk galerisi katılmamış. Uluç, bu
etkinliğe katılacak galerilerde. ulusla-
rarası düzeyde bir deneyim arandığı-
m belirtiyor ve ekliyor: "Henüz hiç-
bir Türkgalerisinin sergiye kabuledÛ-
memesi bizi şaşırtmıyor."
Türk çağdaş sanafının yurtdışında
tanıtımı gibi bir misyon üstlendiğini
anlatan Uluç, şöyle açıkhyor yukan-
daki sözlerini: "Şimditüm bunlardan
konuşmamak, bunlan umursama-
mak benim için çok nıümkün. Ama
tersine ben bu konular üzerinde sıra-
sı geldiğinde pek çokuğraşveriyorum.
Bütün bu çalışmalar sırasında usanç
duyduğumu da söv lemeliy im. Anlaşı-
lan misyon yüklenmek böyle bir şey."
Bugün Batıyla entegrasyon ya da
onurlu bir mesafede durabilme strate-
jilerinin bir genel amaç sunulduğuna
değinen Ömer Uluç, Türkiye'nin öz-
günlüğünü ve yaratıcılığını gösteıme-
si gerektiğini vurguluyor.
Sanatçı, Türkiye'deki sanat fiıan ile
uluslararası sanat bienalınin. sanat
ideolojileri ve uygulamalan bakımın-
dan uçurumlarla aynldığı kanısında.
Sanat fuannı, 'Tamyerligiderekçar-
şılaşan ve ticari boyutu büyüven bir
oluşum' olarak tanımlayan sanatçı bi-
enal için görüşü ise şunlar: "Sanatbi-
enall, uluslararası tek yönlü %e dar bir
sanat anlayişımn. çok yerde görüuııüş
bir estetiğin Türkiye turu gibi. Sanat-
çılarüstü olmuş küçük bir küratör
grubundan gelen birisinin vaptığı bir
sergL"
İki oluşum arasında gerçek anlam-
da bir geçişliliğin yer almadığını sa-
vunan Uluç, bütün büyük sergilerin
çoğulcu ve özgün bir anlayışla yapıl-
dığını belirterek tek yönlü. diğer an-
layışlar ıçın yasakçı bir yaklaşımın,
sanatı yeni gelışmekte olan bir ülke-
ye büyük zararlar vereceğıne de dik-
kat çekiyor. Bu yılın iki büyük sanat
organizasyonu FIAC ve Venedık Bi-
enali'nin çoğulcu bir anlayış sergile-
diğini belirten sanatçı, FIAC'da
SchnabeL Ansolm Kiefer, Joseph Ko-
suth ve Haim Steinbach'ın birlikte
sergilendiklerini, aynı şekilde bienal-
lerin en eskisi ve en büyüğü olan Ve-
nedik Bienali'nde Arte Povera'nın
kurucusu olan Germano Ceiant' ın bi-
le çoğuhu bir yaklaşım içinde oldu-
ğunu anımsatan Uluç, bienale LJch-
tenstein'dan, Cucchi'ye, Longos'tan
VVest'e pek çok örneğin katıldığım be-
lirterek "Batı'da karşıt gibi görünen
sistemlergiderekentegreoluyorlar. di-
namizmin gerekliliği bu" diyor.
Ülkemizde bu tür dinamik ortam-
lann yaratılmasımn olanaksızlığindan
yakınan Uluç, Türkiye'de gerçek sa-
nat birikiminin, zekâsının ve özgün-
lüğünün dışmda etkinlikler düzenlen-
diğini savunuyor. Sanatçı çözüm ola-
rak öncehkle, asıl amacm ülkenin ya-
ratıcılığının ve özgünlüğünün göste-
rilmesi olduğunu unutmayarak, çeşit-
li stratejiler belirlemeyi gösteriyor.
Sanatçılann büyük sergiler için bü-
yük projeler başına özendirilmesi ge-
rektiğini ve büyük sergi yönetıminde
yabancılann danışman olarak katkıda
bulunabileceklerini de ekliyor öneri-
lerine.
BUAŞAMADA
ŞÜKRAN KURDAKUL
"Huzur"ıın Huzursuz
İnsanları
O antika servisi Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde
kaldı.
Benimle gelen, NeşafTnin bir şiirime de aldığım
unutulmaz dizeleri.
"Gittin ammâ ki kodun hasret ile cânı bile
Istemem sensiz olan sohbet-i yârânı bile."
Bir de Münir Nurettin ve öteki ustalann genç-
lik dönemlerinde okuduklan şarkılar.
Ya Mümtaz, Nuran, Suat...
Romanı okuduğum zaman da Huzur'un huzur-
suz insanlarını kuşatan kederler doğrusu etkileme-
mişti beni, "Melâlianlamayan neslin"adamı oldu-
ğum için değil. Aksine, Ahmet Haşim'in de, Ah-
met Hamdi'nin de düşlerinde bile görmedikleri
acıları yaşayan bir kuşaktan geldiğim için.
Andr'e Gide'in Mallarm e'yi anlatırken, yazdı-
ğı bir tümce var
"O, konuşmadan önce düşünürdü..."
Huzur'un kişileri, romanı okurken de ezberleri-
ni yineliyor izlenimini bırakmıştı bende.
Duygulu görünmelerine karşın kitaptan öğren-
diklerini yineleyen bilgiçlerin donuklugunu atamı-
yoriardı üzerlerinden.
Yazılmamış olur mu?
Romancının da dilidir bizi dünyasına alıp götü-
recek olan. Anlatım gücüdür. Kişilerin inandırıcı ol-
ma nitelikleriyle yapılanır romanlar.
Şiirinde sözcüklerle arası iyi olan şair Ahmet
Hamdi, düzyazılarında güç beğenıriiğini koruya-
madığı için karmaşık, amacına ulaşamamış tüm-
celeıie karşı karşıya bırakır okuru.
Nurullah Ataç haklıydı okuyacağımız satırları
yazarken:
"... Kendi kendine ediyor Hamdi. Birtakım söz-
lerin anlamlanna değil, yabancılıklanna, ağız dol-
durmalanna vuruluyor, onlan sıralamakla işinin bit-
tiğini sanıyor. Biraz yalın yani sade yazsın, söyle-
diklehnin öyle büyük, önemli şeyler olmadığını
kendisi de anlar, bırakır onlan.. gerçekten düşün-
meye başlar..." (Karalama Defteri, I. bas. 1952)
• • •
Kendilerinden önce sorulmuş sorulara, kendile-
rinden önce verilmiş yanıtlan yinelerken, Ataç'ın
dediği gibi "ağzı dolduran" sözcüklerle konuşma-
yı seven kişiler Huzur'un Mümtaz'ı, Nuran'ı, Su-
at'ı, Ihsan Beyi... Bu nedenle kaygılan yapmacık-
mış gibi gelıyor insana.
Gerçekte ülkemizin başat sorunlarından kay-
naklanıyor bu kaygılar:
Eski ile yeni arasındakı çatışkıda insanın özünü
yitirmesi.
Batı uygarlığının "milli şahsiyet"te yaratacağı
boşluklar.
Sanatın her dalında, özellikle "musiki"de geç-
mişle bağların kopanlması.
Ne var ki "insanın özü" ile "milli şahsiyet" kav-
ramlan, neredeyse aynı anlamda kullanılıyor Hu-
zur'da. Ve "milli şahsiyet" derken ulusal kişiliği an-
lamadığı için, Batı uygarlığının karşısına ulusal ola-
nı değil, Osmanlılığı çıkanyor Ahmet Hamdi.
Böylece kendisinin de yadsımadığını bildiğimiz
Ziya Gökalp'e de Kemalizme de tarihsel madde-
ci görüşe de ters düşmüş oluyor. (1)
Sonuç, Kemal Tahir'in romanlannda olduğu gi-
bi, düşüncelerine inandırma amacıyla yüklediği
sorumluluklarla eziyor kişilerini Ahmet Hamdi. So-
rularla yanıtlarla kendi doğru bildiği doğrultuda
koşulluyor onlan.
Düşüncelerine, isterseniz dünya görüşüne, o ki-
şiler aracılığıyla geçerlilik kazandırmak için.
Belki bu nedenle, 1937 yılının okumuşlan tarih-
sel olandan kopuyorlar romanda.
Tıyatroya uygulanan yapıt bu çemberden nasıl
kurtulabilirdi ki?
Ziya Gökalp yazıyor:
"Batı'nın deneysel mantığı ile Doğu'nun sko-
lastik mantığt binbihyle bağdaşamaz. Birmillet, ya
Doğulu olur, ya Batılı olur; iki dinli bir fert olmadı-
ğı gibi iki medeniyetli bir millet de olamaz."
Küçük domuzcuk Frankfurfta
• Kürrür Servisi - Babe "The Sheep Pig" ısimli
fiimın kanramanı küçük domuzcuk kesınhkle bacon
dilimleri olmuyor. milyoner olma yolunda.
"Babe" filmi tüm dünyada gösterime girdiğinde
250 milyon dolarhk hasılat yaptı. Filmin ekibi şimdi
de "Babe in Metropolis" isimli filmi çekiyor. Film
1998 yılının Kasım aymda gösterime girecek.
Amerika'da ise Şükran Günü'nde gösterime girecek.
Dünyanın en büyük kitap fuan olan Frankfurt Kitap
Fuan'nda Babe'in kitaplan satılıyor.
PortekizH Şairler İstanbul'da
• Kültür Servisi - İki yıldan bu yana Türk şairlerin
şiirlerini değişik Avrujpa dillerine, Avrupalı şairleri
de Türkçeye çevirme amacıyla düzenlenen çeviri
seminerlerinden üçüncüsü bu yıl Divan Şiiri Çeviri
Derneği'nin yönetiminde 20-24 Ekim tarihlerinde
lstanbul'da gerçekleştiriliyor. Portekiz'den Pedza
Tamen ile Femando Piuto do Amazal'ın şiirleri
Ayşe Nikal Akbulut. Erdal Alova, Hüseyin Baş,
Eray Canberk, Cevat Çapan, Refık Durbaş, Engin
Ezten. Halil Gökhan, Doruk Gürkan, Birhan
Keskin, Adnan Özer, Ahmet Soysal, Güven Turan,
Otan Koçal gibi şair ve çevirmenlerin katılımıyla
Türkçe'ye çevrilecek. Kolektif çeviri yöntemiyle
yapılacak bu seminerde Portekizli şairler şiirlerini
Portekizce okuyacak; çeviri şiirler de Türkçe olarak
24 Ekim cuma günü Yapı Kredi Kültür Merkezi'nde
saat 18.00'de şiirseverlere sunulacak.
BASSO ve romantik tıayaller
• Kültür Servisi - Bilkent Senfoni Orkestrası,
toplam 22 konserden oluşacak ve romantik
duygulardan yola çıkarak temalandırdığı "Güz
konserleri" serisine başladı. Romantizmin güçlü
hayal dünyasından çeşitli dönemlerin ızlenimlerini
aktarmayı amaçlayan BASSO 1997-98 Konser
sezonunun ikinci konserini yann saat 21 00'de
Bilkent konser Salonu'nda gerçekleştirecek.
Dünyaca ünlü orkestra şefi Vitali Katayev
yönetiminde verilecek olan konserde lngiliz besteci
Sir Edward Elgar'ın viyolonsel konçertosu ve
Dimitri Şostakoviç'in 6. senfonisinden bölümler
seslendirilecek. MSÜ Devlet Konservatuvan Müzik
Bölümü Başkam viyolonsel sanatçısı Reşit Erzin'in
solist olarak katılacağı konserde aynca Alman
besteci Richard Strauss'un Don Juan adlı senfonik
şiiri de dinlenebilecek.