Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 OCAK 1997 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 13
KİTAP TIRTILI SELtM İLERİ
Türkçede nihayet Marcel ProııstYirminci yüzyıl romanının bir anıt
eseri A La Recherche du Temps Perdu,
yirmi binncı y üzyıla iyice yaklaşmışken,
Türkçede bütünüyle yayımlanabilecek
mı°
Aslında macera Abdûlhak Şinasi'yle
başlı\or denebılır O dönemlerde Mar-
cel Proust'tan kımse söz açmazken, Ab-
dülhak Şinasi Hısar ımzah kıtaplar boy
gösterince. kımı eleştirmenlerimiz, Bo-
ğaziçi Mehtaplan yazarını Fransız ro-
mancısıyla oranlıyorlar.
Mustafa Şekip Tunç'un 1944 yılinda.
Cumhunyet'te yayımlanmış bir yazısı
\ar: Abdûlhak Şınasi'nın 'geçmiş za-
man' ardında dolanıp duruşlannı. geç-
mışın sılasınıdilegetinşinı Proust'un ça-
basına benzetıyor. Bununla birlıkte Türk
okurunun Proust'u ne öiçüde tanıdığı
pek anlaşılamıyor
Abdûlhak Şinasi de bir ıkı söyleşısin-
de roman sanatına ılişkın yazılannda
Proust'u anıvor; büyük bir romancı ol-
duğunu vurguluvor: sonra y ine sessizlik
çıkagehyor
İlk önemlı çalışma ıçin Yakup Kad-
ri'nin çe\iri emeğıni beklemek gereke-
cektir:
Mıllı Eğıtım Bakanlığı Yayınlan ara-
sında Svvann'lann Semtinden'ın birinci
cildi çıkar. Yakup Kadn eseri çevirmek-
leyetınmez. bırdeozlüönsözyazar. Pro-
ust'u Türk okuru ışte bu önsözle tanıma
fırsatı bulur
Yakup Kadn. A La Recherche du
Temps Perdu'yü GeçmişZaman Peşinde
dıyerek dılimıze çevırmıştır. Proust'u
•bilinç' sorunu açısından ırdeler. Pro-
ust'tan önceki romancılar yazida bilinç
yansımalarını haylı sıradan tutumlarla
işlemişlerken. Geçmiş Zaman Peşinde
yazarı bütün esen boyunca bilinç ışıma-
İarının ızını sürmüş. roman sanatında
adeta bırdevnm yaratmıştır Yakup Kad-
n'ye göre.
Svvann'lann Semtinden'ın birinci cil-
dı, Yakup Kadri'nın çevirisi, önemli bir
çevın başansıdır. Usta romancımız Pro-
ust'un uzun. ıç içe geçmiş. kimileyın
hayli karmaşık tümcelenni. kişisellik
damgası taşıyan üslubunu Türkçede ye-
nıden yaratır. Ne\arkı buçevıri çabası-
nın arkası gelmez. Yakup Kadri bir ör-
nek \erdikten sonra sahneden çekilir.
Yeni bir çeviri
Svvann'lann Semtınden'in ikınci cildi-
nı Nasuhi Baydar çevırecektır. Baydar.
böylesı bir olanak tanındığı için mutlu-
luk duyduğunu soyler, Yakup Kadri'ye
teşekkür eder.
Şimdi o çe% iriden bir alıntı
"Her akşamki gibi Odette'le buluşun-
ca. onun daima değişen çehresine, arzu-
nun ilerleyişini görmemesinden ve men-
faatsi/ alakasına artık inanmamasından
korktuğu için. hemen başka tarafa çev ir-
diği bir gözJe bakarak kendisinden he-
. menaynlmasını mümkün kılacakve pek
o kadar istediğini de belli etmeden ertesi
giin Verdurin'lerde yine buluşabilmesini,
yani kolları arasına almaya ciiret ede-
meksizin yaklaştığı bu kadının bey hude
huzurunun kendisine getirdiği hayal kır-
gınlığı> la işkenceyi o an için uzatmasını
ve bir giin daha tazelemesini sağlayacak
bahaneler aramakla iyice uğraştığı için
Odette'i düşünemez oîacakn."
Türk okuru Proust'un bir •bümece'ol-
duöu sanısına kapılır ve Svvann'lann
Semtinden'ın ikinci cildinin şu çevirisi
okuru Proust'tan uzaklaştırır. Yıl
1945'tir.
Ancak uzun yıllar sonra Tahsin Yücel,
Geçmiş Zaman Ardında'dan bağımsız
- da ya>ımlanabilen Svvann'ın Bir Aşkı'nı
M
illi Eğitim Bakanlığı Yayınlan arasında
Swann'lann Semtinden'in birinci cildini
çeviren Yakup Kadri'nin yazdığı özlü önsözle
Türk okuru Proust'u tanıma fırsatı bulur.
İkinci cildinin Nasuhi Baydar çevirisi okuru Proust'tan
uzaklaştınr. Yıl 1945'tir. Ancak uzun yıllar sonra Tahsin
Yücel, Geçmiş Zaman Ardında'dan bağımsız da
yayımlanabilen Svvann'ın Bir Aşkı'nı dilimize
kazandıracaktır. Şimdi Geçmiş Zaman Ardında, Roza
Hakmen'in büyük emek ürünü çevirisiyle yeniden okurun
karşısına çıkıyor.
dılimıze kazandıracaktır. Sonralan bir
de Bertan Onaran'ın hazırladığı. çevır-
dıği Proust seçmesi yayımlandı
Öte yandan Marcel Proust adı edebi-
yat çev relennde daha sıkanılırolmuştu.
Bir ara Tahsin Yücel'le Adnan Benk'in
Geçmiş Zaman Ardında'yı bütünüyle
Türkçeyekazandıracaklan haben yayıl-
mış, ama girışımın arkası gelmemıştı.
Şimdi Geçmiş Zaman Ardında. Roza
Hakmen'in büyük emek ürünü çe\ın-
sıyle yeniden okurun karşısına çıkıyor.
Hakmen, A La Recherche du Temps Per-
du'ye KayıpZamanın İzindedıyor. Ben
de bazı zamanlar 'Geçmiş Ola..." deyip
dururdum. Kayıp Zamanın Izinde hıç de
yadırgatıcı gelmedi
Yapı Kredi Yayınlan'nın yayımladığı
Çiçek Açmış kızların Gölgesinde,
Svvann'lann Semtinden'ın hemen ardılı-
dır. Roza Hakmen çe\inye bu eserden
başlamış \e öncesındekı çevirmenlere
beslediği saygıyı ifade etmış Dılerim.
bıkmaz usanmaz. Kayıp Zaman Izın-
de'yı bütünüvle Türk okuruna kavuştu-
rur.
Eserin öyküsü
Marcel Proust ırmak romanını tum-
den vayımlanmıs olarak göremeden.
1922'deölür. 1913'te Svvann'lann Sem-
tinden yayımlanmış. çok tuhat. ama pek
ılgi devşırmemıştir. Yaklaşık yedi >ıl
sonra Çıçek Açmış Genç Kızların Göl-
gesinde okura ulaşır. Proust bu yenı cilt-
le Goncourt Ödülü'nü kazanır. Esenn
son bolumü Le Temps Retrouve ancak
1927'de yayımlanacaktır.
O günden sonra yer yerınden oynar,
Proust'un değeri, roman sanatına katkı-
sı konusunda sayısız yazı. inceleme, ki-
tapkalemegetinlir. Kayıp Zamanın İzin-
de yaratıcısı bir efsane olup çıkar.
Stefan Zweigefsanenin ardındaki tra-
jık durumu şöyle anlatır:
"Savaştan sonra, yani ilk beş cildin ya-
y ımlanmasının ardından, Fransa ve bü-
r"n A\ rupa cağımı/ın bu en kendine öz-
gü epik yaratısının ay ırtına v armaya baş-
lar. Gelgelelim iinün parıltılan, artık yal-
nı/ca bitkin düşmüş,ateşler içerisinde ya-
nan bir insan kaüntısuu, zavallı bir has-
tayı aydınlatabilmektedir.
"Artık Proust'un kalan güciinü topla-
maya çalışmasının tek nedeni, eserinin
yayımlanışını görebilmekrir. Hâlâ akşam-
îan neredeyse >an sürünerek Ritz'e git-
mektedir. Orada örtülii bir masanın ba-
şında ya da kapıcı locasında son düzelt-
meleri yapmaktadır; evinde, odasında,
yatağında artık mezann yakınlığını du-
yumsadığından, kaçmaktadır. Kendisini
ancak burada, sev digi o monden atmos-
ferde biraz olsun güçlü duyumsayabil-
mektedir; eve vardığuıda ise kolu kana-
dı kırılmışçasına yığılıp kalmakta. ya
uy uşturucularla yorgunluğu daha da art-
makta ya da dostlany la kısa söy leşiler ya-
pabilmek veya biraz olsun çaüşabilmek
için kafeinden medet ummaktadır.
"Durumu gittikçedaha hızlı tempoyla
kötüleşmekte,\aşamının uzun zaman di-
limleri boyunca, tembel kalmış olan in-
san, şimdi ölümün önüne geçebilmek için
gittikçe daha çok çalışmaktadır. Artık
doktoıian görmek istememektedir; dok-
toriar yıllar boyunca acı çektirmişler, fa-
kat iyikştirememişlerdir. Böylece Proust,
kendini tek başına savunur: 18 Kasım
1922 günii ise son nefesini verir." (Ahmet
Cemal çevınsi )
Yaşamın ta kendisi
Kayıp Zamanın Izınde'ye Proust
1905'te başlar. Huzursuz, sık gelen nö-
betlerleyıprananbırastım hastasıdır Ça-
lışmasını yine de aralıksız sürdürür.
Irmak romanında yepyeni bir tarza yö-
neldiginin bilincındedir. Bir roman çer-
çevesinde yaşamın ta kendisini anlatma-
yı denemektedir. On dokuzuncu yüzyı-
lın benimsedığı klasik romanın ılkeleri-
ni handıyse reddetmekte, Kayıp Zama-
nın İzinde'yle kişisel ilkelerini bir bir
saptamaktadır.
Kayıp Zamanın Izinde ne büyük. kar-
maşık entrikalarla yüklüdür. ne de bir se-
rüven çizgisinin peşini kovalar Bu eşsiz
romanlardizisi.biruçtanbıruca'yaşan-
mtş'ın yorumuna girişir \e yaşanmışı bir
kez de kâğıt üstünde yeniden kurar.
Eseri, Kayıp Zamanın Izinde, bir yer-
den sonra Proust'un asıl yaşamı olupçık-
mıştır. Gerard Genette şöyle yorumlu-
yor:
"Bu bakımdan. yaşamının son yılla-
nnda, artık yalnızca yapıtı için yaşadığı
ve ölüme karşı sürdürdüğü mücadele.
daha doğrusu ölümleyaptıgı yanş sonun-
da yaşadığı anlarla yapıtuun sayfalannı
birbirine kanştırmış olmasından daha
altüst edici bir şey yoktur.
">aşamak için yapıtına ihtiyaç duyar,
yapıtı yaşamının en temel gerçekliğiyle
\e nefes ahşıyla eşanlamlıdır." (Beıran
Ersan çevirisi).
Kayıp Zamanın Izinde. hatırlayışlar,
yeniden -ama bu kez bellekte- yaşatışlar
aracılığıyla, bütün bir geçmiş zamanı
geçmişin saltanatından çekip kurtarma-
yı amaçlar. Iç içe geçmiş birçok zaman-
lar yeniden sökün eder ve bir sanat ese-
rinde dirilerek artık geçıp gitmış olma-
ya, yok olmaya meydan okurlar.
Çıçek Açmış Genç Kızlann Gölgesin-
de "de söylendiği gibi.
"Günlük hafizanın parlak aydınlığın-
da, geçmişin hayülleri yavaş ya\aş solar,
silinir. sonundageriye bir şey kalmaz; on-
lan bir daha bulmamız mümkün degil-
dir artık." (Roza Hakmen çevınsı.)
Proust'a gelince, o belleğin alaca ışık-
lı, dolambaçlı yollannda bütün bir ma-
zınin izini sürmüş. mazıye bir şımdiki
zaman tadı vermiştir.
(Bu yazıyı Roza Hakmen'e teşekkür
ederek noktalamak istiyorum.)
Takı tasanmında ustam doga'ESRA ALİÇAMJŞOĞLU
İnsanlık tarihi kadar eski bır
obje: takı Kadınlann
vazgeçemedikleri. erkeklerin ise
arada bır kullandıklan süs
eşyasından öte bir sanat harikası.
tşte takıyı. süs eşy ası
nitelığinden kopanp ona sanat
eseri formunu veren bır takı
sanatçtsı Emine Nur. Robert
Kolej Yüksek Okulu
Karşılaştırmalı Edebiyat Dalı
mezunu olmasına karşın. yaşama
biçimı olarak takıyı seçmış.
Sanatçının "Doğa Koleksiyonu"
başlıklı takı sergısi 4 ocak
tanhine kadar Ayşe Takı
Galerisi'nde görülebilecek.
Emine Nur. takı ile tanışmasını
şöyle anlatıyor:
, "Takı yapmaya geçiş serüvenim,
eski Osmaniı parçalannı yeni bir
tasannı içinde düzenleme
yapmaya başiamamla gelişti.
1982'den bu yana, profesyonel
olarak takı yapıyorum. Benun
takılanmın en önemli özelliği
doğanın içûıden gelmiş olmaları.
Ben doğamn sözcüliiğünü
y apıyorum. Hiç bir bitkiyi stilize
etmeden kuUanıyorum. İ982'den
bu yana, yaptığım takılarda.
çiçek ve yapraklan giimüşe \e
alüna uyarüyorum."
Aradolu insanının en sevdıği
rnotıfler; çiçekler. yapraklar.
• çelenkler Emine Nur'un
ellennde sonsuza dek solmamak
üziK doğuyorlar.
" Benim ustam doğa. Formlarda.
renklerde siirekliliği ve
değişkenliği görebilmeyi öğreten
ustam... Bu nedenle, her yeni
koleksiyonum da doğadaki
yarancılığın labirentinden bir
bKÜüm, ayrmtı yoğunluğu ve renk
tx\erisini çağrıştırmaya
ujj-aşıyorum."
Gtnumüzde sanatın ve
Takı sanatçısı Emine >ur. (Fotoğraf: KL BİLA^
sanatçının doğadan uzakJaşması.
Emine \ur"u doğaya
yaklaştırmış. Öyle ki doğa
formlan onun sanatının çıkış
noktası olmuş.
"Bütün sanat yapıtlaruıa
baktığımızda mümkün olduğu
kadar doğa formlanndan
uzaklaşıhnış olduğunu
görüyoruz. Ben tam tersini
yapıyorum. İnanıyorum ki.
doğadan uzaklaşıldıkça, bitki
formlanna yabancılaşıldıkça
insanlar kendilerini beton
duvaıiara hapsettikçe. dekor
olarak araba parçalannı
kullandıkça, insanlar kendi
güzelliklerini unutacaklar."
Emine Nur. takılan. kadınlann
her an taktıklan kendılerine öztrü
TÜNTLLj
gündelık şnrler olması
gerektiğını v urgularken. takıdaki
renklerınde çok onem taşıdığını
ıfade edıyor.
"Doğa, takı tasanmını tarih boy u
etkilemiş. Bu tasanmın doğrudan
etkilendiği, neredeyse bir doğa
kopyacılığı yaptığı bazı de\ irler
ise Ântik Sunan. 20. yüzyıl
başlan gibi beni hep
heyecanlandırdı. Daha takı
yapmayı hayal etmediğim
tarihlerde bile. Bu nedenle ilk
yaprak modelimi yaptığımdan bu
yana, bu tasanm biçiminden hiç
bıknıadım. Kaldı ki Anadolu'da
çiçek ve yaprak motifleri,
insanların gündelik hayatlarının
bir parcasıdır. 4000 y ıldır,
bahçesinde. taıiasında gördüğü
yastığına, giyimine, sarayının.
ibadethanesinin mimarisine
taşımış Anadolu halkı. Ben de bu
başı ve sonu olmayan zincirin bir
halkasıyım. Mor bir orkideye
bakıyorum. önde ametist bir
kolye. arkada mor bir orkide. en
arkada bir kadın boynu... tuhaf
üç boy utlu görüntüler oluşuy or
beynimde."
Emine Nur, sergilerinde
eserlerinın yanına doğanın
meyvelerinden de örnekler
koyuyor. Örneğın bu sergisının
malzemesı fındık. Geçen sergıde
ise yeni balıar ve tarçın
kullanmış.
"Bana simetri çok anlamsız
geliyor. Simetri eski Yunan'da
4000 yıl evvel, insanın doğaya
üstünlüğünün kamtı olarak
başlatılmış ve bunca yıl
insanların tüm yaşam biçimlerini
etkilemiş yapay bir kavram. Doğa
ise sürekli dengedir. Ben bu
dengeyi yakalamay a çalışıyorum.
Taküanm bazen cesur olabiliyor
ama doğadan daha cesur değil."
Sergiyi gezen ızleyıcilenn
tepkilerinden de çok hoşnut
Emine Nur. Sanatçı. sergiye takı
almaya gelen ınsanlann
Kapalıçarşı'ya takı almaya
gidenlerden çok farklı olduğunu
söylüyor. Aynca sergiye
geîenİerin buradan aynlırken çok
net duygular içinde olduklarını
da vurguluyor
"\a çok seviyorlar ya da nefret
ediyoriar. Benim izleyicim bana
özeldir, başka şey ler beğenmekle
birlikte benim takılanmın özel
bir seveni vardır. Takının işlevi
durduğu yeri. kulağı, boynu,
bileği sevmesi, ve onunla
bütünleşmesi. .Ama ele
alındığında da tek başına bir
bütün olması. Yani bağlantılann
doğal geçişlerle sağlanması.
Takılanmda beni en çok zorlayan
da bu prensip oluyor. Çoğunlukia
nadir görülecek taşlaıia
çalışmak, özel birine, kişiliğine,
yaşam biçimine uygun özel bir
takı yapmak ve bazen de takının
sahibiy le dostluğa ilk adım atmak
işte sanatımın bana sağladığı en
büyük mutluluklar."
Emine Nur, ev takılan da
yapıyor. Aksesuvar yerine ev
takılan demesinin nedeninı ise
takı kadar emek verip özen
gösterdiği ıçin. "Gümüş
yapraklanm bir kahvaltı ya da
yemek sofrasını, bir yazıhaneyi ya
da tuvalet masasuu da süslüyor.
Doğrusunu isterseniz şımankça
harcayıp sonra da unuttuğumuz
doğayı hatniatmak için bu benim
kişisel hay kınşım."
Tadımlık
"Sevdiğimiz bir insanın
bize verdiği keder, o
insanla ilgilı olmayan
kaygılann,
meşgulıyetlerın,
sevinçlerin ortasında ver
alsa da dıkkatimizi
bunlardan ancak zaman
zaman avırıp kederımıze
yöneltsek bile, acı olabilır.
Ama bu keder -bu
durumda olduğu gibi- o
insanı görme murluluğuyla
dolup taştığımız bir anda
doğmuşsa, o ana kadar
güneşli, dıırgun ve sakin
olan ruhumuzda meydana
gelen ani çöküntii.
içimizde öyle zorlu bir
fırttna varatır ki. somma
kadar karşısmda mücadele
edebileceğimizden emın
olamayız. Kalbimde esen
fırtma o kadar şiddetliydi
ki eve allak bullak,
yaralanmış halde
dönerken. ancak geri
döner, herhangi bir
bahaneyle tekrar
Gilberte 'in vanına
gidersem yeniden nefes
almaya başlayabıleceğımı
hıssedivordum. Ama o
zaman da 'Yine o! Belli ki
her şeyi yapabilirim; her
defasında gerı dönecek,
hem de yammdan ne kadar
mutsuz ayrılmıssa o kadar
ııvsal dönecek' dive
düşünecektı. Ne var ki
düşüncem, karşı konulmaz
biçimde beni tekrar
Gilberte e doğru
yönlendirivordu; bu
değsşik vönelişter içimdeki
pusulanmJırdönü'şleri, eve
vardığımda da devam etti
ve Gilberte 'e yazdıgım
çelişkili mektup
müsveddelerinde ifade
buldu.'
(Çiçek Açmış Genç
Kızlann Gölgesinde'den)
ODAK NOKTASI
AHMET CEMAL
Kültürel Kimlik ve Yabancı
Dilde Üniversite Eğitimi
Türkiye'de yabancı dilde öğretim yapan üniver-
sıteleri konu alan geçen haftaki yazımı şu soruyla
noktalamıştım: Kendi dilı yerine bır yabancı dilde
düşünce üretme zorunluluğuyla karşılaşan bir üni-
versiteli, içinden geldiği ve yaşadığı ortamı kendi
ortamı sayabilecek mıdır, yoksa bu ortam karşısın-
dakı tutumu, kaçınılmaz bir yabancılaşma mı ola-
caktır?
Şimdi bu sorunun yanıtını, her toplum ve toplum-
daki her bırey açısından önemı yadsınamaz bir kav-
ram olan kültürel kimlik bağlamında vermeye çalı-
şacağım.
İnsanın kişilığı, dünyaya geldiği andan başlaya-
rak, özel yeteneklerinin, becerılerinin, yönelım ve
eğilimlerının (bıyolojik kimliğinın) yani sıra, içinde
doğduğu ve sonradan yetişmesını sürdürdüğü kül-
türel ortamlarca belırlenır. Bu bağlamda kültürel
ortam kavramının çatısı altında toplanan olguların
etkısi öylesıne güçlüdür ki, bir insanın yaşamının
bütününu, o insanın bıyolojik kımlığı ile kültürel
kimlığı arasında kaçınılmaz biçimde oluşan, varlı-
ğını ve etkisıni de o insanın son nefesine değin sür-
düren bir gerilim alanı diye de tanımlamak, yanlış
olmayacaktır. Bu gerilim alanı, insanın bütün dü-
şünsel çabalarının, ıçgüdüsel davranışlarının ve
toplumla olan her türlü alışverışinin gerçekleştiği
doğal ortamdır.
Bu açıklamalar doğrultusunda ele alındığında dil,
yalnızca birincil iletışım aracı olarak değıl. fakat bel-
li bir kültür ortamının geçmişı yüzyıllara dayanan ta-
rihinin başlıca taşıyıcısı nıteliğiyle de belirginleşir.
Bugün gerek dılbılim, gerekse çevırıbılim alanlann-
da bir ılke olarak benimsenen "Her dil, bir dünya
görüşüdür" söylemı, yukarda sözü edilen taşıyıcı-
lığın vurgulanmasından başka bir şey değıldır. Bu
söylemi, "Her dil, belli bir kültür ortamının kendi-
ne özgü dünya görüşünü yansıtma aracıdır" diye
tamamlarsak, vurgulamak ıstedığımız gerçek da-
ha iyi anlaşılır. Bu bakış açısından belli bır dile yal-
nızca bır bütün olarak değil, tek tek sözcükler düz-
lemınde eğildiğimizde. kimi zaman tek bır sözcü-
ğün bile yüzyıllann kültür mirasının taşıyıcısı oldu-
ğunu rahatça görebiliriz.
İnsan, içine doğduğu ve içinde yetiştiğı kültürel
ortamla en doğal, en dolaysız ılışkıyı, ancak o kül-
türel ortamın diliyle kurabilır ve sağlam bır kimlik
edinebilmek bakımından biyolojik kimlik ile kültü-
rel kimlik arasında variığı kesinlikle gerekli denge-
yi yine ancak o kültürel ortamın diliyle, o dilı öğre-
nip kullanabildıği ölçüde kurabilır.
Buna karşılık, hem kendi ortamının diline yete-
rince egemen olamamak, hem de bu eksik teme-
le yabancı bır dilin eklenmesı nedeniyle ortaya çı-
kacak dil karmaşasından kaynaklanacak iletişim-
sizlik, doğrudan kültürel kimlik edınme çabalarını
sekteye uğratır.
Belli bir kültür ortamında planlı eğitımın o orta-
mın diliyle değıl, yabancı bir dille verilmesı, özellik-
le Türkıye gıbı, o ortamın kendi diline gereken öze-
j i n genelde yeterince gösterilmediği ülkelerde kül-
lörel kimlik edinmeçabalarının bu kezplanlı biçim-
de örselenmesinden başkaca bir sonuç veremez.
Ülkemizdeki ortaöğretimde daha çok öğrenciyi
kendi dilinde düşündürtmeye değil, fakat tartış-
maksızın ezberlemeye ve yinelemeye iten bır tutu-
mun geçerlı olduğu bilinen gerçektır. Başka deyiş-
le, uygulamadaki ortaöğretim sistemınde öğrenci
kültürel kimliğıni kendi kültürel ortamında ve o or-
tamın diliyle, tartışmayı temel alan bir hesaplaş-
mayla değıl, fakat genış ölçüde aktanlanı ezberle-
mekle edinmek, yani aslında yeterince edineme-
mek durumundadır. Böyle bir ortamdan gelen bir
öğrencinin kendi ülkesinde yabancı dilde öğretim
yapan bir üniversıteye girmesı, doğru kültürel kim-
lik edinebilmeye açılan son kapının da kapanma-
sından başka bir şey değildir. Çünkü üniversite -
yani olması gereken üniversite!-, hertüıiü bilgi alış-
verişinin ve düşüncenin diyalog, tartışma ve araş-
tırma temelinde gerçekleştiği kurumdur. Sağlıksız
bir ortaöğrenim sürecinin ardından düşünme eyle-
minin gerçek boyutlarıyla ilk kez -yabancı bır dün-
ya görüşüyle eşanlamlı- yabancı bir dilde karşıla-
şan birgencin, bu dil aracılığıyla kökleri ancak ken-
di kültürel ortamında bulunabilecek bır kültürel kim-
liği nasıl edinebileceği, araştırılmaya değer bir nok-
tadır! Bu durumdaki bir gencin, söz konusu kimli-
ği aıle çevresinde edinmiş olması şıkkı dışında, ge-
nelde karşılaşabileceği tek yazgı, kültür bağlamın-
dakimliksiz bir konumu kimlik yerine koymanm ya-
nılsamasıdır.
Türkiye'de üniversitelerin yabancı dilde öğretim
yapmalarının yolu açılırken acaba genelde kültürel
kimlik kavramının, özelde de -kendi koşullan doğ-
rultusunda- Türk insanının kimlik sorunlarının öne-
mı göz önünde bulundurulmuş mudur? Var olan
üniversitelere bile yetmeyen parasal olanakları "Her
ilde bır ünıversite" gibi akıldışı bir ıdeale harcayıp,
ardından üniversiteleri yılda birkaç kez "tasarruf
tedbirlehyle" karşı karşıya bırakan, YÖK'ün yapı-
sında öngördüğü değışikliklerle üniversiteleri sıra-
dan birer devlet dairesine dönüştürmeyı amaçîa-
yan bir resmi pohtikanın böyle "ince" konuları dü-
şünmesini beklemek, herhalde boşuna bir umut-
tur!
Türkel Türegün Sergisi
Kültür Servisi - Türkiye'de kabartma resmin öncüsü
olarak tanınan ressam Türkel Türegün. 25. Sanat Yılını •
21. kişisel sergısi ile kutluyor. Kabartma resmin yani sıra
ısptula ile yaptığı yaglıboya doğa çahşmalarını surdüren
sanatçının yapıtları. Türkıye \e Almanya'da pek çok
sanatseverin evlennı. Abu Dhabı ve Kuveyt saraylannı
süslüyor. Türegün şımdılerde ağırlık verdiği doğa
tablolannda fırça kullanmıyor. Sanatçı sadece ıspatula ile
yaptığı tablolannda bır renk cümbüşü yakalamay ı
amaçlıyor. Türkel Türegün'ün 21 sergısi 6 ocak
pazartesı günû saat 19.00'da Pera Palas Otelı Pa^a
Salonu'nda açılıyor. 15 ocak tanhine kadar açık kalacak
sergıde sanatçının 10'u kabartma. 50 esen yer alıyor.
Türegün'ün sergısınde 20. sergıde de yer alan, genç bır
annenin ölümü ile çocuklarının mezar üzenndekı çımlen
yolan durumunu anlatan tablosu ile kardeşı Atilla
Önen'ın ıkı esen de yer alıyor.
BUGÜN
• İSTANBUL DEM.ET OPERA \'E BALESİ saat
20.00'de Kral ve Ben'ı sahnelıyor.
• CEMAL REŞİT REY'de saat 19.30'da Â^ık
Yorgansız'ı Anma Konserı yer alıyor.
• AKSANAT'ta saat 12.30ve 17.30'da laser-disc'ten
Verdı'nın 'Maskelı Balo' adlı operası ızlenebilır.
• SAHAF CAFE KÜLTÜR MERKEZİ'nde Atatürkçü
Düşünce Derneğı Kadıköy Şubesı "Cumhurıyet Anılan'
başlıklı bır söyleşı düzenlıyor.
• TARANTA BABL KÜLTÜR MERKEZİ nde
Kieslovskının "Öldürme Lzerıne Küçük Bır Film"
başlıklı fılmı saat 16 00 ve 18.30'da ızlenebilır.