23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 OCAK 1997 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 KİTAP TIRTILI SELtM İLERİ Türkçede nihayet Marcel ProııstYirminci yüzyıl romanının bir anıt eseri A La Recherche du Temps Perdu, yirmi binncı y üzyıla iyice yaklaşmışken, Türkçede bütünüyle yayımlanabilecek mı° Aslında macera Abdûlhak Şinasi'yle başlı\or denebılır O dönemlerde Mar- cel Proust'tan kımse söz açmazken, Ab- dülhak Şinasi Hısar ımzah kıtaplar boy gösterince. kımı eleştirmenlerimiz, Bo- ğaziçi Mehtaplan yazarını Fransız ro- mancısıyla oranlıyorlar. Mustafa Şekip Tunç'un 1944 yılinda. Cumhunyet'te yayımlanmış bir yazısı \ar: Abdûlhak Şınasi'nın 'geçmiş za- man' ardında dolanıp duruşlannı. geç- mışın sılasınıdilegetinşinı Proust'un ça- basına benzetıyor. Bununla birlıkte Türk okurunun Proust'u ne öiçüde tanıdığı pek anlaşılamıyor Abdûlhak Şinasi de bir ıkı söyleşısin- de roman sanatına ılişkın yazılannda Proust'u anıvor; büyük bir romancı ol- duğunu vurguluvor: sonra y ine sessizlik çıkagehyor İlk önemlı çalışma ıçin Yakup Kad- ri'nin çe\iri emeğıni beklemek gereke- cektir: Mıllı Eğıtım Bakanlığı Yayınlan ara- sında Svvann'lann Semtinden'ın birinci cildi çıkar. Yakup Kadn eseri çevirmek- leyetınmez. bırdeozlüönsözyazar. Pro- ust'u Türk okuru ışte bu önsözle tanıma fırsatı bulur Yakup Kadn. A La Recherche du Temps Perdu'yü GeçmişZaman Peşinde dıyerek dılimıze çevırmıştır. Proust'u •bilinç' sorunu açısından ırdeler. Pro- ust'tan önceki romancılar yazida bilinç yansımalarını haylı sıradan tutumlarla işlemişlerken. Geçmiş Zaman Peşinde yazarı bütün esen boyunca bilinç ışıma- İarının ızını sürmüş. roman sanatında adeta bırdevnm yaratmıştır Yakup Kad- n'ye göre. Svvann'lann Semtinden'ın birinci cil- dı, Yakup Kadri'nın çevirisi, önemli bir çevın başansıdır. Usta romancımız Pro- ust'un uzun. ıç içe geçmiş. kimileyın hayli karmaşık tümcelenni. kişisellik damgası taşıyan üslubunu Türkçede ye- nıden yaratır. Ne\arkı buçevıri çabası- nın arkası gelmez. Yakup Kadri bir ör- nek \erdikten sonra sahneden çekilir. Yeni bir çeviri Svvann'lann Semtınden'in ikınci cildi- nı Nasuhi Baydar çevırecektır. Baydar. böylesı bir olanak tanındığı için mutlu- luk duyduğunu soyler, Yakup Kadri'ye teşekkür eder. Şimdi o çe% iriden bir alıntı "Her akşamki gibi Odette'le buluşun- ca. onun daima değişen çehresine, arzu- nun ilerleyişini görmemesinden ve men- faatsi/ alakasına artık inanmamasından korktuğu için. hemen başka tarafa çev ir- diği bir gözJe bakarak kendisinden he- . menaynlmasını mümkün kılacakve pek o kadar istediğini de belli etmeden ertesi giin Verdurin'lerde yine buluşabilmesini, yani kolları arasına almaya ciiret ede- meksizin yaklaştığı bu kadının bey hude huzurunun kendisine getirdiği hayal kır- gınlığı> la işkenceyi o an için uzatmasını ve bir giin daha tazelemesini sağlayacak bahaneler aramakla iyice uğraştığı için Odette'i düşünemez oîacakn." Türk okuru Proust'un bir •bümece'ol- duöu sanısına kapılır ve Svvann'lann Semtinden'ın ikinci cildinin şu çevirisi okuru Proust'tan uzaklaştırır. Yıl 1945'tir. Ancak uzun yıllar sonra Tahsin Yücel, Geçmiş Zaman Ardında'dan bağımsız - da ya>ımlanabilen Svvann'ın Bir Aşkı'nı M illi Eğitim Bakanlığı Yayınlan arasında Swann'lann Semtinden'in birinci cildini çeviren Yakup Kadri'nin yazdığı özlü önsözle Türk okuru Proust'u tanıma fırsatı bulur. İkinci cildinin Nasuhi Baydar çevirisi okuru Proust'tan uzaklaştınr. Yıl 1945'tir. Ancak uzun yıllar sonra Tahsin Yücel, Geçmiş Zaman Ardında'dan bağımsız da yayımlanabilen Svvann'ın Bir Aşkı'nı dilimize kazandıracaktır. Şimdi Geçmiş Zaman Ardında, Roza Hakmen'in büyük emek ürünü çevirisiyle yeniden okurun karşısına çıkıyor. dılimıze kazandıracaktır. Sonralan bir de Bertan Onaran'ın hazırladığı. çevır- dıği Proust seçmesi yayımlandı Öte yandan Marcel Proust adı edebi- yat çev relennde daha sıkanılırolmuştu. Bir ara Tahsin Yücel'le Adnan Benk'in Geçmiş Zaman Ardında'yı bütünüyle Türkçeyekazandıracaklan haben yayıl- mış, ama girışımın arkası gelmemıştı. Şimdi Geçmiş Zaman Ardında. Roza Hakmen'in büyük emek ürünü çe\ın- sıyle yeniden okurun karşısına çıkıyor. Hakmen, A La Recherche du Temps Per- du'ye KayıpZamanın İzindedıyor. Ben de bazı zamanlar 'Geçmiş Ola..." deyip dururdum. Kayıp Zamanın Izinde hıç de yadırgatıcı gelmedi Yapı Kredi Yayınlan'nın yayımladığı Çiçek Açmış kızların Gölgesinde, Svvann'lann Semtinden'ın hemen ardılı- dır. Roza Hakmen çe\inye bu eserden başlamış \e öncesındekı çevirmenlere beslediği saygıyı ifade etmış Dılerim. bıkmaz usanmaz. Kayıp Zaman Izın- de'yı bütünüvle Türk okuruna kavuştu- rur. Eserin öyküsü Marcel Proust ırmak romanını tum- den vayımlanmıs olarak göremeden. 1922'deölür. 1913'te Svvann'lann Sem- tinden yayımlanmış. çok tuhat. ama pek ılgi devşırmemıştir. Yaklaşık yedi >ıl sonra Çıçek Açmış Genç Kızların Göl- gesinde okura ulaşır. Proust bu yenı cilt- le Goncourt Ödülü'nü kazanır. Esenn son bolumü Le Temps Retrouve ancak 1927'de yayımlanacaktır. O günden sonra yer yerınden oynar, Proust'un değeri, roman sanatına katkı- sı konusunda sayısız yazı. inceleme, ki- tapkalemegetinlir. Kayıp Zamanın İzin- de yaratıcısı bir efsane olup çıkar. Stefan Zweigefsanenin ardındaki tra- jık durumu şöyle anlatır: "Savaştan sonra, yani ilk beş cildin ya- y ımlanmasının ardından, Fransa ve bü- r"n A\ rupa cağımı/ın bu en kendine öz- gü epik yaratısının ay ırtına v armaya baş- lar. Gelgelelim iinün parıltılan, artık yal- nı/ca bitkin düşmüş,ateşler içerisinde ya- nan bir insan kaüntısuu, zavallı bir has- tayı aydınlatabilmektedir. "Artık Proust'un kalan güciinü topla- maya çalışmasının tek nedeni, eserinin yayımlanışını görebilmekrir. Hâlâ akşam- îan neredeyse >an sürünerek Ritz'e git- mektedir. Orada örtülii bir masanın ba- şında ya da kapıcı locasında son düzelt- meleri yapmaktadır; evinde, odasında, yatağında artık mezann yakınlığını du- yumsadığından, kaçmaktadır. Kendisini ancak burada, sev digi o monden atmos- ferde biraz olsun güçlü duyumsayabil- mektedir; eve vardığuıda ise kolu kana- dı kırılmışçasına yığılıp kalmakta. ya uy uşturucularla yorgunluğu daha da art- makta ya da dostlany la kısa söy leşiler ya- pabilmek veya biraz olsun çaüşabilmek için kafeinden medet ummaktadır. "Durumu gittikçedaha hızlı tempoyla kötüleşmekte,\aşamının uzun zaman di- limleri boyunca, tembel kalmış olan in- san, şimdi ölümün önüne geçebilmek için gittikçe daha çok çalışmaktadır. Artık doktoıian görmek istememektedir; dok- toriar yıllar boyunca acı çektirmişler, fa- kat iyikştirememişlerdir. Böylece Proust, kendini tek başına savunur: 18 Kasım 1922 günii ise son nefesini verir." (Ahmet Cemal çevınsi ) Yaşamın ta kendisi Kayıp Zamanın Izınde'ye Proust 1905'te başlar. Huzursuz, sık gelen nö- betlerleyıprananbırastım hastasıdır Ça- lışmasını yine de aralıksız sürdürür. Irmak romanında yepyeni bir tarza yö- neldiginin bilincındedir. Bir roman çer- çevesinde yaşamın ta kendisini anlatma- yı denemektedir. On dokuzuncu yüzyı- lın benimsedığı klasik romanın ılkeleri- ni handıyse reddetmekte, Kayıp Zama- nın İzinde'yle kişisel ilkelerini bir bir saptamaktadır. Kayıp Zamanın Izinde ne büyük. kar- maşık entrikalarla yüklüdür. ne de bir se- rüven çizgisinin peşini kovalar Bu eşsiz romanlardizisi.biruçtanbıruca'yaşan- mtş'ın yorumuna girişir \e yaşanmışı bir kez de kâğıt üstünde yeniden kurar. Eseri, Kayıp Zamanın Izinde, bir yer- den sonra Proust'un asıl yaşamı olupçık- mıştır. Gerard Genette şöyle yorumlu- yor: "Bu bakımdan. yaşamının son yılla- nnda, artık yalnızca yapıtı için yaşadığı ve ölüme karşı sürdürdüğü mücadele. daha doğrusu ölümleyaptıgı yanş sonun- da yaşadığı anlarla yapıtuun sayfalannı birbirine kanştırmış olmasından daha altüst edici bir şey yoktur. ">aşamak için yapıtına ihtiyaç duyar, yapıtı yaşamının en temel gerçekliğiyle \e nefes ahşıyla eşanlamlıdır." (Beıran Ersan çevirisi). Kayıp Zamanın Izinde. hatırlayışlar, yeniden -ama bu kez bellekte- yaşatışlar aracılığıyla, bütün bir geçmiş zamanı geçmişin saltanatından çekip kurtarma- yı amaçlar. Iç içe geçmiş birçok zaman- lar yeniden sökün eder ve bir sanat ese- rinde dirilerek artık geçıp gitmış olma- ya, yok olmaya meydan okurlar. Çıçek Açmış Genç Kızlann Gölgesin- de "de söylendiği gibi. "Günlük hafizanın parlak aydınlığın- da, geçmişin hayülleri yavaş ya\aş solar, silinir. sonundageriye bir şey kalmaz; on- lan bir daha bulmamız mümkün degil- dir artık." (Roza Hakmen çevınsı.) Proust'a gelince, o belleğin alaca ışık- lı, dolambaçlı yollannda bütün bir ma- zınin izini sürmüş. mazıye bir şımdiki zaman tadı vermiştir. (Bu yazıyı Roza Hakmen'e teşekkür ederek noktalamak istiyorum.) Takı tasanmında ustam doga'ESRA ALİÇAMJŞOĞLU İnsanlık tarihi kadar eski bır obje: takı Kadınlann vazgeçemedikleri. erkeklerin ise arada bır kullandıklan süs eşyasından öte bir sanat harikası. tşte takıyı. süs eşy ası nitelığinden kopanp ona sanat eseri formunu veren bır takı sanatçtsı Emine Nur. Robert Kolej Yüksek Okulu Karşılaştırmalı Edebiyat Dalı mezunu olmasına karşın. yaşama biçimı olarak takıyı seçmış. Sanatçının "Doğa Koleksiyonu" başlıklı takı sergısi 4 ocak tanhine kadar Ayşe Takı Galerisi'nde görülebilecek. Emine Nur. takı ile tanışmasını şöyle anlatıyor: , "Takı yapmaya geçiş serüvenim, eski Osmaniı parçalannı yeni bir tasannı içinde düzenleme yapmaya başiamamla gelişti. 1982'den bu yana, profesyonel olarak takı yapıyorum. Benun takılanmın en önemli özelliği doğanın içûıden gelmiş olmaları. Ben doğamn sözcüliiğünü y apıyorum. Hiç bir bitkiyi stilize etmeden kuUanıyorum. İ982'den bu yana, yaptığım takılarda. çiçek ve yapraklan giimüşe \e alüna uyarüyorum." Aradolu insanının en sevdıği rnotıfler; çiçekler. yapraklar. • çelenkler Emine Nur'un ellennde sonsuza dek solmamak üziK doğuyorlar. " Benim ustam doğa. Formlarda. renklerde siirekliliği ve değişkenliği görebilmeyi öğreten ustam... Bu nedenle, her yeni koleksiyonum da doğadaki yarancılığın labirentinden bir bKÜüm, ayrmtı yoğunluğu ve renk tx\erisini çağrıştırmaya ujj-aşıyorum." Gtnumüzde sanatın ve Takı sanatçısı Emine >ur. (Fotoğraf: KL BİLA^ sanatçının doğadan uzakJaşması. Emine \ur"u doğaya yaklaştırmış. Öyle ki doğa formlan onun sanatının çıkış noktası olmuş. "Bütün sanat yapıtlaruıa baktığımızda mümkün olduğu kadar doğa formlanndan uzaklaşıhnış olduğunu görüyoruz. Ben tam tersini yapıyorum. İnanıyorum ki. doğadan uzaklaşıldıkça, bitki formlanna yabancılaşıldıkça insanlar kendilerini beton duvaıiara hapsettikçe. dekor olarak araba parçalannı kullandıkça, insanlar kendi güzelliklerini unutacaklar." Emine Nur. takılan. kadınlann her an taktıklan kendılerine öztrü TÜNTLLj gündelık şnrler olması gerektiğını v urgularken. takıdaki renklerınde çok onem taşıdığını ıfade edıyor. "Doğa, takı tasanmını tarih boy u etkilemiş. Bu tasanmın doğrudan etkilendiği, neredeyse bir doğa kopyacılığı yaptığı bazı de\ irler ise Ântik Sunan. 20. yüzyıl başlan gibi beni hep heyecanlandırdı. Daha takı yapmayı hayal etmediğim tarihlerde bile. Bu nedenle ilk yaprak modelimi yaptığımdan bu yana, bu tasanm biçiminden hiç bıknıadım. Kaldı ki Anadolu'da çiçek ve yaprak motifleri, insanların gündelik hayatlarının bir parcasıdır. 4000 y ıldır, bahçesinde. taıiasında gördüğü yastığına, giyimine, sarayının. ibadethanesinin mimarisine taşımış Anadolu halkı. Ben de bu başı ve sonu olmayan zincirin bir halkasıyım. Mor bir orkideye bakıyorum. önde ametist bir kolye. arkada mor bir orkide. en arkada bir kadın boynu... tuhaf üç boy utlu görüntüler oluşuy or beynimde." Emine Nur, sergilerinde eserlerinın yanına doğanın meyvelerinden de örnekler koyuyor. Örneğın bu sergisının malzemesı fındık. Geçen sergıde ise yeni balıar ve tarçın kullanmış. "Bana simetri çok anlamsız geliyor. Simetri eski Yunan'da 4000 yıl evvel, insanın doğaya üstünlüğünün kamtı olarak başlatılmış ve bunca yıl insanların tüm yaşam biçimlerini etkilemiş yapay bir kavram. Doğa ise sürekli dengedir. Ben bu dengeyi yakalamay a çalışıyorum. Taküanm bazen cesur olabiliyor ama doğadan daha cesur değil." Sergiyi gezen ızleyıcilenn tepkilerinden de çok hoşnut Emine Nur. Sanatçı. sergiye takı almaya gelen ınsanlann Kapalıçarşı'ya takı almaya gidenlerden çok farklı olduğunu söylüyor. Aynca sergiye geîenİerin buradan aynlırken çok net duygular içinde olduklarını da vurguluyor "\a çok seviyorlar ya da nefret ediyoriar. Benim izleyicim bana özeldir, başka şey ler beğenmekle birlikte benim takılanmın özel bir seveni vardır. Takının işlevi durduğu yeri. kulağı, boynu, bileği sevmesi, ve onunla bütünleşmesi. .Ama ele alındığında da tek başına bir bütün olması. Yani bağlantılann doğal geçişlerle sağlanması. Takılanmda beni en çok zorlayan da bu prensip oluyor. Çoğunlukia nadir görülecek taşlaıia çalışmak, özel birine, kişiliğine, yaşam biçimine uygun özel bir takı yapmak ve bazen de takının sahibiy le dostluğa ilk adım atmak işte sanatımın bana sağladığı en büyük mutluluklar." Emine Nur, ev takılan da yapıyor. Aksesuvar yerine ev takılan demesinin nedeninı ise takı kadar emek verip özen gösterdiği ıçin. "Gümüş yapraklanm bir kahvaltı ya da yemek sofrasını, bir yazıhaneyi ya da tuvalet masasuu da süslüyor. Doğrusunu isterseniz şımankça harcayıp sonra da unuttuğumuz doğayı hatniatmak için bu benim kişisel hay kınşım." Tadımlık "Sevdiğimiz bir insanın bize verdiği keder, o insanla ilgilı olmayan kaygılann, meşgulıyetlerın, sevinçlerin ortasında ver alsa da dıkkatimizi bunlardan ancak zaman zaman avırıp kederımıze yöneltsek bile, acı olabilır. Ama bu keder -bu durumda olduğu gibi- o insanı görme murluluğuyla dolup taştığımız bir anda doğmuşsa, o ana kadar güneşli, dıırgun ve sakin olan ruhumuzda meydana gelen ani çöküntii. içimizde öyle zorlu bir fırttna varatır ki. somma kadar karşısmda mücadele edebileceğimizden emın olamayız. Kalbimde esen fırtma o kadar şiddetliydi ki eve allak bullak, yaralanmış halde dönerken. ancak geri döner, herhangi bir bahaneyle tekrar Gilberte 'in vanına gidersem yeniden nefes almaya başlayabıleceğımı hıssedivordum. Ama o zaman da 'Yine o! Belli ki her şeyi yapabilirim; her defasında gerı dönecek, hem de yammdan ne kadar mutsuz ayrılmıssa o kadar ııvsal dönecek' dive düşünecektı. Ne var ki düşüncem, karşı konulmaz biçimde beni tekrar Gilberte e doğru yönlendirivordu; bu değsşik vönelişter içimdeki pusulanmJırdönü'şleri, eve vardığımda da devam etti ve Gilberte 'e yazdıgım çelişkili mektup müsveddelerinde ifade buldu.' (Çiçek Açmış Genç Kızlann Gölgesinde'den) ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Kültürel Kimlik ve Yabancı Dilde Üniversite Eğitimi Türkiye'de yabancı dilde öğretim yapan üniver- sıteleri konu alan geçen haftaki yazımı şu soruyla noktalamıştım: Kendi dilı yerine bır yabancı dilde düşünce üretme zorunluluğuyla karşılaşan bir üni- versiteli, içinden geldiği ve yaşadığı ortamı kendi ortamı sayabilecek mıdır, yoksa bu ortam karşısın- dakı tutumu, kaçınılmaz bir yabancılaşma mı ola- caktır? Şimdi bu sorunun yanıtını, her toplum ve toplum- daki her bırey açısından önemı yadsınamaz bir kav- ram olan kültürel kimlik bağlamında vermeye çalı- şacağım. İnsanın kişilığı, dünyaya geldiği andan başlaya- rak, özel yeteneklerinin, becerılerinin, yönelım ve eğilimlerının (bıyolojik kimliğinın) yani sıra, içinde doğduğu ve sonradan yetişmesını sürdürdüğü kül- türel ortamlarca belırlenır. Bu bağlamda kültürel ortam kavramının çatısı altında toplanan olguların etkısi öylesıne güçlüdür ki, bir insanın yaşamının bütününu, o insanın bıyolojik kımlığı ile kültürel kimlığı arasında kaçınılmaz biçimde oluşan, varlı- ğını ve etkisıni de o insanın son nefesine değin sür- düren bir gerilim alanı diye de tanımlamak, yanlış olmayacaktır. Bu gerilim alanı, insanın bütün dü- şünsel çabalarının, ıçgüdüsel davranışlarının ve toplumla olan her türlü alışverışinin gerçekleştiği doğal ortamdır. Bu açıklamalar doğrultusunda ele alındığında dil, yalnızca birincil iletışım aracı olarak değıl. fakat bel- li bir kültür ortamının geçmişı yüzyıllara dayanan ta- rihinin başlıca taşıyıcısı nıteliğiyle de belirginleşir. Bugün gerek dılbılim, gerekse çevırıbılim alanlann- da bir ılke olarak benimsenen "Her dil, bir dünya görüşüdür" söylemı, yukarda sözü edilen taşıyıcı- lığın vurgulanmasından başka bir şey değıldır. Bu söylemi, "Her dil, belli bir kültür ortamının kendi- ne özgü dünya görüşünü yansıtma aracıdır" diye tamamlarsak, vurgulamak ıstedığımız gerçek da- ha iyi anlaşılır. Bu bakış açısından belli bır dile yal- nızca bır bütün olarak değil, tek tek sözcükler düz- lemınde eğildiğimizde. kimi zaman tek bır sözcü- ğün bile yüzyıllann kültür mirasının taşıyıcısı oldu- ğunu rahatça görebiliriz. İnsan, içine doğduğu ve içinde yetiştiğı kültürel ortamla en doğal, en dolaysız ılışkıyı, ancak o kül- türel ortamın diliyle kurabilır ve sağlam bır kimlik edinebilmek bakımından biyolojik kimlik ile kültü- rel kimlik arasında variığı kesinlikle gerekli denge- yi yine ancak o kültürel ortamın diliyle, o dilı öğre- nip kullanabildıği ölçüde kurabilır. Buna karşılık, hem kendi ortamının diline yete- rince egemen olamamak, hem de bu eksik teme- le yabancı bır dilin eklenmesı nedeniyle ortaya çı- kacak dil karmaşasından kaynaklanacak iletişim- sizlik, doğrudan kültürel kimlik edınme çabalarını sekteye uğratır. Belli bir kültür ortamında planlı eğitımın o orta- mın diliyle değıl, yabancı bir dille verilmesı, özellik- le Türkıye gıbı, o ortamın kendi diline gereken öze- j i n genelde yeterince gösterilmediği ülkelerde kül- lörel kimlik edinmeçabalarının bu kezplanlı biçim- de örselenmesinden başkaca bir sonuç veremez. Ülkemizdeki ortaöğretimde daha çok öğrenciyi kendi dilinde düşündürtmeye değil, fakat tartış- maksızın ezberlemeye ve yinelemeye iten bır tutu- mun geçerlı olduğu bilinen gerçektır. Başka deyiş- le, uygulamadaki ortaöğretim sistemınde öğrenci kültürel kimliğıni kendi kültürel ortamında ve o or- tamın diliyle, tartışmayı temel alan bir hesaplaş- mayla değıl, fakat genış ölçüde aktanlanı ezberle- mekle edinmek, yani aslında yeterince edineme- mek durumundadır. Böyle bir ortamdan gelen bir öğrencinin kendi ülkesinde yabancı dilde öğretim yapan bir üniversıteye girmesı, doğru kültürel kim- lik edinebilmeye açılan son kapının da kapanma- sından başka bir şey değildir. Çünkü üniversite - yani olması gereken üniversite!-, hertüıiü bilgi alış- verişinin ve düşüncenin diyalog, tartışma ve araş- tırma temelinde gerçekleştiği kurumdur. Sağlıksız bir ortaöğrenim sürecinin ardından düşünme eyle- minin gerçek boyutlarıyla ilk kez -yabancı bır dün- ya görüşüyle eşanlamlı- yabancı bir dilde karşıla- şan birgencin, bu dil aracılığıyla kökleri ancak ken- di kültürel ortamında bulunabilecek bır kültürel kim- liği nasıl edinebileceği, araştırılmaya değer bir nok- tadır! Bu durumdaki bir gencin, söz konusu kimli- ği aıle çevresinde edinmiş olması şıkkı dışında, ge- nelde karşılaşabileceği tek yazgı, kültür bağlamın- dakimliksiz bir konumu kimlik yerine koymanm ya- nılsamasıdır. Türkiye'de üniversitelerin yabancı dilde öğretim yapmalarının yolu açılırken acaba genelde kültürel kimlik kavramının, özelde de -kendi koşullan doğ- rultusunda- Türk insanının kimlik sorunlarının öne- mı göz önünde bulundurulmuş mudur? Var olan üniversitelere bile yetmeyen parasal olanakları "Her ilde bır ünıversite" gibi akıldışı bir ıdeale harcayıp, ardından üniversiteleri yılda birkaç kez "tasarruf tedbirlehyle" karşı karşıya bırakan, YÖK'ün yapı- sında öngördüğü değışikliklerle üniversiteleri sıra- dan birer devlet dairesine dönüştürmeyı amaçîa- yan bir resmi pohtikanın böyle "ince" konuları dü- şünmesini beklemek, herhalde boşuna bir umut- tur! Türkel Türegün Sergisi Kültür Servisi - Türkiye'de kabartma resmin öncüsü olarak tanınan ressam Türkel Türegün. 25. Sanat Yılını • 21. kişisel sergısi ile kutluyor. Kabartma resmin yani sıra ısptula ile yaptığı yaglıboya doğa çahşmalarını surdüren sanatçının yapıtları. Türkıye \e Almanya'da pek çok sanatseverin evlennı. Abu Dhabı ve Kuveyt saraylannı süslüyor. Türegün şımdılerde ağırlık verdiği doğa tablolannda fırça kullanmıyor. Sanatçı sadece ıspatula ile yaptığı tablolannda bır renk cümbüşü yakalamay ı amaçlıyor. Türkel Türegün'ün 21 sergısi 6 ocak pazartesı günû saat 19.00'da Pera Palas Otelı Pa^a Salonu'nda açılıyor. 15 ocak tanhine kadar açık kalacak sergıde sanatçının 10'u kabartma. 50 esen yer alıyor. Türegün'ün sergısınde 20. sergıde de yer alan, genç bır annenin ölümü ile çocuklarının mezar üzenndekı çımlen yolan durumunu anlatan tablosu ile kardeşı Atilla Önen'ın ıkı esen de yer alıyor. BUGÜN • İSTANBUL DEM.ET OPERA \'E BALESİ saat 20.00'de Kral ve Ben'ı sahnelıyor. • CEMAL REŞİT REY'de saat 19.30'da Â^ık Yorgansız'ı Anma Konserı yer alıyor. • AKSANAT'ta saat 12.30ve 17.30'da laser-disc'ten Verdı'nın 'Maskelı Balo' adlı operası ızlenebilır. • SAHAF CAFE KÜLTÜR MERKEZİ'nde Atatürkçü Düşünce Derneğı Kadıköy Şubesı "Cumhurıyet Anılan' başlıklı bır söyleşı düzenlıyor. • TARANTA BABL KÜLTÜR MERKEZİ nde Kieslovskının "Öldürme Lzerıne Küçük Bır Film" başlıklı fılmı saat 16 00 ve 18.30'da ızlenebilır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle