25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 TEMMUZ 1996 SALI 14 KULTUR SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL 1995-96 tiyatıv sezonundan belleklerde kalan, 'yasallaşmış 'ın ötesinde birgörme, algılama ve anlatma biçimiyle izleyiciye ulaşan Robert Wilson ve 'Persephone'... 'Çorak iüke'de yaşamak, ölümü yaşamaktırTiyatrosuz yaz günlerinde. tiyatro olavlarını sıcaklığı geçmeden okurlarla paylaşma kaygısının yerini, izlenmiş olan oyunlan enine boyuna düşünebilme rahatlığı alı>or. 1995-96 tiyatro dönemınin bende ka- lan izlerini yokladığımda. yalnızca bir tek gösterinin beynimde çakılıp kaldığı- nı kavnyorum: Istanbul Uluslararası Ti- yatro Festivali'nin açılış gösterisi olan "Persephone'". Dünya vatandaşı sayabi- leceğimiz Amerikalı tiyatro adamı Ro- bert NVilson'ın. Amenkalı-lngilız de\ ozan T. S. Eliot'un "Çorak Ülke" başlık- lı şiirinden esinlenerek sahneye aktardı- ğı birçalışma... Isteravangard, ister postmodern, ister alternatif tiyatro. istersenız yalnızca "acayip" olarak yaftalayın. karşımızda tiyatrodaki yasallaşmış (seyırci tarafın- dan onaylanmış ve "kolay algılanır"lıgı nedeniyle doğallaştınlmış) söylem bi- çimlennin dışına çıkan bir "Mçim" var- dı. Iç ıçe girmiş, durağan ya da hareket- li görsel tasanmlar. oyunculann alışıl- mış ses. tonlama. mimik ve jest kulla- nımlanna karşı çıkarak oluşturduklan aynksı devinim. her aşamada oluşturu- lan şaşırtıcı ışık mimarisi. müzik. ışık, ses \e hareketin. çok katmanlı bir "can- landırma" ortamında. beklenmedik bu- luşma ve aynşma noktalannda oluştur- duğu görsel-işitsel bir şölen... Baştan sona söze dayalı bir sevirlik gelenekten, yıne "söz"edayalı "gerçek- çi" tiyatro geleneğine geçmiş, Brechtti- yatrosuna bile. sunduğu "yeni bi- çem"den çok içeriği nedeniyle tutkulan- mış. tiyatroda genellikle ya bol kahkaha atmayı ya da mendil ıslatmayı öngören "seyirci" konumumuz içinde. "Persep- hone" türü bir sahne olayını benimseme- mız kolay degildi. Olsa olsa (çoğunluk- la anlamadığımız, benimsemeve de pek niyetlenmediğimiz şeylere duyulan) "havranlık" olgusuyla karşılavabilirdik "\adirgarjcr olanı ya da "Hoş bir dene- me", "Bunu da gördüğüm iyi oldu" gibi saptamalarla geçiştirebilırdik "otoma- tikJeş.miş. tembelleşmiş algılama meka- nizmalan"mızı zorlayan bu sahne olayı- nı Övle de yaptık. Oysa Robert \Vilson, otuz yıla yakla- şan sanatçı kışilığini uluslararası düzey- de benimsemiş, tiyatroya uluslararası dii- zeyde hizmet eden. etmekte olan bir ti- yatro insanı. Yapıtlannı ABD'nin ve Av- rupa'nın büyük tiyatrolannda sahnelı- yor. resim ve tasanmlan büyük müzeler- de sergileniyor. önceleri >apımlarını oluşturmak için kendi ülkesinde parasal destek bulamayan VVilson'ı bugün belli başlı bir dolu kültür kurumu benimsemiş durumda. Bu da VVilson'ın çevresindeki dünyayı ve yaşamı (sahnede ya da resim tasanmlarında) algılama biçiminin ne- redeyse "yasallaşma" yolunda oldugunu gösteriyor. TV'nin öğrettiği algılama biçimleri Dahası. VV'ilson tiyatıosu "söz"den de besleniyor. Sahne olayının herhangi bir anında sahnedeki "tüm resmi" oluştu- ran ögelerin başında "söz" ve "miizik" geliyor. VV'ilson. bu resmi oluşturmada "eşyanın tasanmı ve yerieştiriliş biçimi- nin, gi\ silerin renk. kumaş ve tasanmı- nın. nim öğesinin içeriğinin ve yerieştiri- liş biçiminİR,oyunculannjestlerinin ve iz- leidikleri hareket düzeninin, ışık tasan- mının, en az "söz" \ e "müzik" düzey in- dejönemli sayıldığını belirtiyor. VV'ilson, unya vatandaşı sayabileceğimiz Amerikalı tiyatro adamı Robert Wilson'ın, büyük ozan T. S. Eliot'un "Çorak Ülke" başlıklı şiirinden esinlenerek sahneye aktardığı "Persephone" beklenmedik buluşma ve aynşma noktalannda oluşan görsel- işitsel bir şölendi. *****J#X* aynı zamanda bir oyun yazan. Yarattığı sahne oluyları. seyircinin görsel-işitsel alg\lamasında özgür çağnşım alanları oluştuımayı amaçlasa da VV ilson bir dü- şünür. bir sanat insanı olarak bir içerik sunuyor sev ircisine. Kısacası. sahneye çıkardıgı metinlerle insanlığa söylemek istediklerini iletiyor. "Yasallaşmış"ın ötesinde bir görme. algılama v e anlatma biçimiyle... 1976'da yazdığı "Bahçemde Oturur- ken Bu Adam BeUriverdi Ha>al Gördii- ğümii Sandım" adlı oyunundan yola çı- karak vazma uğraşının özgül nıteliğine ilişkın ipuçlan veriyor bize. "Oyun yazarken hem yazar hem de çi- zerim." (Böylece "söz* 1 \e "görsel akta- nm"yan yanaoluşuyorVVilson'ıntiyat- rosunda). "Dili doğal konuşma biçemi- miz içinde değil. düşünme biçemimizi yansıtır biçimde kullandını." (VV'ilson '•söyieşim" oluştururken. alışılagelmiş tiyatro söyleminin dışına çıkarak "söy- leyen"in düşünceleriyle baş başa olduğu şiir söylemine kayıyor. Aynca "karak- ter"i de şiir söyleminde olduğu gibi ken- di kendisiyle baş başa bırakıyor.) "Ka- fam kanaldan kanala geçen bir tele> iz>on gibi çalışı>ordu: bir düşünceden bir baş- ka düşünceye, bir sö/tük kümesinden bir başka süzcük kümesine. bir kanaldan bir başka kanala atlarcasına geçi\ordunı." (VV'ilson, alışılagelmişdüzenekte bir sah- ne öyküsü dökmüyor kâğıda. Aynı anda düşüncemizde v ar olan birçok olgu rep- liklerde de yan yana geliyor.) Bu rür bir algılama biçimi hıç de ya- bancımız değil. Çoğumuz birkaç ayrı ka- nah aynı anda izleyebilme becensi geliş- tirdik. Ne yapıyoruz? Algıladığımız > üz- lerce mınik parçayı kafamızda bütünlü- yoruz. Çağnşım gücümüze, bilgi birikimimi- ze. imgelemimize \e o andaki duyarlik düzeyimize dayanarak... Babasında göz- lemlediği. aynı anda tüm kanallan izle- yebilme yeteneğinin sanat anlayışını de- rinden etkiledieini sö\ leven VV iİson. sah- ne vapıtlannı da bu tür bir algılamaya açık tutu>or. LJn Iü göstergebı 11mc i-düşünür-roman- cı Umberto Eco, 1991 "de Wılson"la yap- tığı bir *öyleşide -kendi "açık yapıt" an- layışına da denk düşen- bir açıklama öneriyon "Siz yapıtlannızı. \olu tanunadığı bir kente düşmiiş biri gibi işlhorsunuz. Az öncedikkatini/i çeken bir şey i bırakıp bir başka şeye baknorsunu/, bakış açılannı- zı değiştirhorsunıız, şimdi düşünmeniz gerekeni daha sonrasa erteliyonunuz. N'apıtlannızı kendi kafasında tamamla- yabilecek bir se> irci kitlcsi öngörüyorsu- nuz." VV'ilson katılıvor Eco">a: "Bu kent ben/etmcsini se\dim. Paris'te büromun camından dışan bakıyorum: karşımda modern bir yapı. \aninda 18. yüzyıldan kalma bir bina. daha ötedede tamamlan- mamış bir inşaat. IVmck ki gördüklerim \alniy ges'mişi \e şimdiyi değiU aynı za- manda geleceği de içeri>or. Göge bakıyo- Soul-rock'un kraliçesi Istanbul'a geliyor Kiiltür Servisi - Tına Turner. dün\a turnesine lngıltere'nın ünlü VV'embley Stadyumu'nda başladı. Stadı dolduran on bınlere muhteşem bir konser veren Turner. ılerlemış yaşına rağmen enerjisini yitirmedığıni bir kez daha kanıtladı. 1984'te yaptıgı 'Private Dancer' adlı solo albümii ıle rock'ın kraliçesi olarak anılmaya başlanan 58 yaşındaki Turner"ın başanlı kariyerinin ardmda ikı önemlı anahtar \ar: Duygulu. dinleyende bomba etkısi yapan güçlü sesi ve müzik pıyasasının kurallannı çok iyi bilen ticari kafası. Turner'ın cınsı cazibesını ı\ı kuüanması da her konserinin olay halıne dönüşmesini sağlıyor. Ancak hayranlannın gözünde Tumer'ı 'kraliçelik' mertebesıne yükselten en önemli neden. Ike Turner ile olan olaylı. eziyetli e\liliği belki de... Beyazperdeye de yansıyan ve geçen yil sınemalarda izlediğimiz bu "acıklı öykü*. Tina haNranlarını fazlasıyla etkılemış olmalı. Ike Turner'dan boşanıp kendi ayaklan üzerinde durmaya başlayan Tina. 80"lerden günümüze soul- rock dünyasındakı kadın şarkıcılar arasında tartışmasız üstünlüğünö koruyor. Sanatçınm. Avnıpa turnesiyle aynı adı taşıyan son albümü "VVildest Dreams" (Vahşi Rüv-alar)*.Tumer"ın pop dünyasından toparladığı parçalarla melodık. kolay tüketilebılir bir çalışma. Pop dünyasından pek çok ünlü müzisvenin destek verdiğı albümde ılk göze çarpanlar L2'nun solisti Bono. Pet Shop Bovs >e Frankie Goes To Hollyvvood'dan Trevor Horn. Izlanda'nın son yıllarda çıkardığı başanlı seslerden Björk'ün ilk albümüne attığı imza ile dıkkat çeken Nellee Hooper. Sting \ e hatta Antonıo Banderas bile 'VVıldest Dreams' albümünde Tina Turner'la bırlikte söylemış. \Masshe Attack'ın 'l'nfinished S\nıphon> şi ıle John VVaıte'ın en güzel aşk şarkılanndan 'Missing Vou'yu Turner'ın pop. blues ve soulu bırleştıren yorumuyla yer alıyor albümde. Ekim ayına dek sürecek Avrupa turnesı kapsamında 20 eylülde tstanbul'da da bir konser verecek olan Tina Turner. Inönü Stadyumu'nda sahneye çıkacak. Merakla beklenen bu konserın onaanızasvonunu Ahmet San üstlenivor. 25. Kare'de 6 Türk sinemasında estetik' Kültür Servisi- Sinema \e kültür dergisi '25. Kare'nin \ az sav ısı. '80 Sonrası Tiirk SİDemasuıda Estetik ve İde- îoji" konusuna ayrıldı. 1994'ün son aylannda tele% ız>on \e basında yoğun bir şekılde tartışılan Türk sineması \e sorunlarına. unutulmajabaşlanmadan, yeni bir soluk ge- tirmek amacı>la hazırİanan bu dosyada Necla .\lgan (İL Iletişım Fakültesi öğretim görevlısi): askerı bir darbeyle başlayan 80'lerden günümüze Türk sinemasındaki este- tik \e ıdelojik kaygılan Atıf Yümaz'm 'Ahh Belinda'sı. Ömer Kavur'un 'Gece ^'olculuğu'. Ya>nz Özkan'm 'İki Kadın'ı. Fehmi Yaşar'ın 'Camdan Kalp'ı.Zeki Demirku- buz'un 'C Blok'u gibi filmleri ömekleyerek inceliyor. Ayla Kanbur ıse "Dünyada Bir Amerikalı: Jim Jar- mush'un Sinemasında Gördüklerim' başlıklı yazısında. Amerikalı yönetmenler arasında kendine özgü çizgısis- le yer alan muhalif Jarmush'u ve onun Beat kuşağının iirünleri\le beslenen binemasını değerlendiri\or "25.Ka- re'de. Gülşen Sa>ın'ın "Etnik Kökenli Yönetmenler Sinema- da Kendilerini Nasıl Yansıd\or?" başltklı yazısı ise Ame- rikan \e Ingılız sınemasından ıki etnık kökenli yönetme- ni. Spike Lee \e Stephen Frears'in senaryo yazan olarak bilinen Hanif Kureshi'^ ı konu alıyor. Eleştırmen Lester Friedman'ın deyişiş le 'egemen kültürie azınhk kültürii arasındaki du\arlan yıknıadan köpriiler kurmaya çab- şan' etnik yönetınenlerın. \aşadıkları topluma \e onun sorunlanna bakış açılarını yansıtan ilginç bir çahşma\i yansıtıyor Sayın. Onat Kurtar'ın anısına. Seçil Büker'in öncülüğünde hazırİanan proıe. iki \azı\la '25. Kare'ye konuk oluyor. tlkınde Erciyes Lrmersıtesi Güzel Sanat- lar Fakültesfnde araştırma gore\ lisı olarak çalı^an Ha- kan Erkılıç. Lütfü Akad'm göç üçlenıesınde. •eşya-insan ilişkileri" çerçe\esinde kımlık borununu ırdehşor. Büker ıse Onat Kutlar'ın anısına ıthaf ettığı ıkincı bölümde. fılm kişılerinin bırbırlerıy le özde^leşmelerı olgusuna ör- nek olarak "İ'ç Renk: Kırmızı'v ı inceliyor. AÜ Eğitim Fakültesiaraştırma göre\li>ı RukınÖztürk ise 'Dışavurumcu Sinema'. 'Tarkovski ve Gerçekçi Sine- ma' adlı incelemelennden sonra >azdığı bü>ük hacımli son denemesi olan "Sinemanın Resimle Buluştuğu Ver'de. farklı malzemeler kullanan ıkı sanat dalının örtüştüğü noktaları. birlıkte anıldıklan alanları ıntelıyor. nım, bulutlar değişiyor, bir uçak geçiyor. Sokakta bir adam yürüvor, bir araba ge- çiyor. Bunlann hepsi aynı anda, ama farklı hızlarda gerçekleşiyor." tşte VV ilson tiyatroda bunu yapıyor. Aynı anda göz- lemlediğinız farklı olgulann her birini kendi özgül zaman ve uzam özelliklen içinde göreceli olarak birbirinden aynş- tırarak yansıtıyor. Parçalıyor \ e bütiinlü- yor. Parçalan ve bütünü sizin ("çoğul" olması beklenen) algılamanıza sunuyor. ^orak Ülke' ve Tersephone' Bir tür bir algılama düzleminden ba- kıldığında VV'ilson'ın "Persephone"sı ıle T. S. Eliot'un şiir başyapıtı "Çorak Ül- ke'" arasındaki ilintiyı daha bir netlikle görüyorsunuz. Yüzeysel göstergeler bâkımından iki yapıt arasında hiçbir benzerlik vok. Ol- sa olsa Elioftan ödünç alınmış birkaç sözcük. birkaç imge. bir de ünlü "çorak ülke" sözü "Persephone" yüzeysel ko- nusu. yeraltı tannsı Hades'in kaçırdığı doğa kızı Persephone'nin yeryüzünden yok olmasıyla annesi bereket tannçası Demeter'in yeryüzünü kuraklığa ve kıt- lıga boğmasını, bu açmazın, kızm yılın bir bölümünü yeryüzünde, bir bölümü- nü de yeraltında geçirmesiyle çözümlen- diğini anlatan söylene dayanıyor. Doğa- nın kışın ölümünü ve baharda yeniden canlanışını ö>küleştirmiş bir söylen... Eliot ise "Çorak Ülke"de ünlü bir söy- lenceden yola çıkmış. Cinsel organında- ki bir hastalıktan dolayı ülkesinde kıtlı- ğa. kısırlığa \e kuraklığa neden olan ba- lıkçı kralın ve ülkenin çoraklıktan ann- ması yolunda yaşanan dene\ imi dıle ge- tiren söylenceyle Ortaçağ'da İsa'nın "Son Yemek"te kullandığı kupayı bul- manın inançlı bir "arayış"a dönüşmesi- ni öyküleyen "Kutsal Kupa" söylenee- sinin buluştuğu bir konumda. antik Yu- nan sö> lencelerindeki kör kahin Tiresi- as'ın düşünsel-tinsel serü\enini anlatı- yor. (Balıkçı Kral ve Kutsal Kupa söylen- celerinin çağdaş bir Neu York öyküsü- ne dönüştürüldüğü "Balıkçı Kral" baş- lıklı filmi görmüş olnıalısınız.) Bu noktaya dek VV'ilson ve Eliot'un \a- pıtlan arasındaki tek ortak yan ikisinin de söylen ve söylencelerden esinlenmiş olması, bir de her iki yapıtta da kuraklık. kıtlık ve kısırhk izleginin egemen olma- sı. Eliot'un 1922'deyayımlanan "Çorak Ülke" şiiri Birinci Dünya Savaşı sonra- sı şiirinin genel yaklaşımını belirlemiş- ti. Batı uygarlığının çürüyüşünü dile ge- tiren bu yapıt "modern insanın umarsız- lıgı-nın başlıca anlatımı olarak belirlen- mişti. Elıot. insanın saflığını (tannsallı- ğını) yitirmesine. insanın ruhuyla bede- ni arasındaki dramatik aynşmaya neden olan Batı uygarlığını yargılarken, ruhsal düzeyde bir çoraklaş.madan, insanın Tan- n'dan. insandan ve kendisinden uzaklaş- masını. yabancılaşmayı. insanın sınırsız yalnızlığını ve kurtuluş aravışını vurgu- luyordu. "Persephone" metninin (yazanlar Brad Gooch ve Maita Di Niscenıi) i şte bu noktada Eliot'un metnivle aynı duyarlı- ğı paylaştığı görülür. Hades. gözüne kes- tirdiği her kızı kucağına düşürmekte us- ta bir çapkın. hızlı araba sürücüsü, bar- lara takılan bir gece kuşu olarak tanım- lar kendini. "Uyuyan bir çiçek gördüğümde ko- parmadan edemem onu" der. Sonra tav - ladığı kızı "çorak ülkesi"ne götürür. Kız onunla geceyi, karanlığı >aşar; onunla "tüm yapay ışıklan görür; elektrik, neon, floresan, bir buzdolabının soğuk ışığı ** Doğanın kızı Persephone de kapılıve- rir Hades'e. Yaptığı seçimin bilincinde olmadan. "gecenin siyah kadifeden elbi- sesiniiste\erek" giyer. Doğanın mantığı- nı altüst ederek teknolojik uygarlığın tüm yapay maskelerinı bile isteye takınarak... Demeter'in Toprak Ana'ca direnişi so- nunda yılın bir bölümünü annesiyle ay- dınlık ve doğurgan doğada. bir bölümü- nü de Hades'le karanlık kısır, çorak ül- kede eeçiren Persephone'nin yaşadıöı "ikilem", Eliotun 1920'lerde Batı uy- garlığı içinde saptadığı "yabancılaş- ma"yı ve "yalnızlığı" 1990'lara taşır. "Sîz hiç havaalanında şaşamak nedir, dü- şündünü/ mü" diye sorar Persephone: "Ben nerede olursam olayun, asunda ora- dadeğilim." VVilson, 2000'li yıllara ula- şan insanlığın bile isteye seçtiği varoluş koşullanna. insanın gitgide yapaylaşan. çoraklaşan. aydınlığınkaranlıkla. yaşam seçeneklennin ölüm seçenekleriyle yer değiştirdiği bir dünyada "kendini yerin- den etmişîiğine", "hüzünlü" bir ışık tut- maktadır. Eliot ve Wilson'ın görme biçimlerin- deki ortaklık da iki yapıtı birbirine yak- laştınyor. Eliot şiinni durmadan değişen bir "ölçü" anlayışı içinde. çok parçalı (parçalanmış)birbiçemöngörerekoluş- turmuştu. Söylenden. söylenceden. din kitaplanndan. yazın yapıtlanndan. çağ- daş yaşamdaki insanlardan. onlann sıra- dan konuşma biçimlerinden yola çıka- rak yaptığı göndermeler. zaman-uzam sı- nırlamalannı aşarak art arda. iç içe kur- gulandığında. Batı kültürii bağlamında uçsuz bucaksız bir çağnşımlar alanı çık- mıştı ortaya. Tıpkı VV'ilson'ın aynı anda pek çok katmanın yer aldığı "sahne re- simleri"nin oluşturduğu çağnşım alan- ları gibi. Bir tek fark var. VV'ilson'ın, çok katmanlı görsel-işitsel anlam dizgeleri. kültürler arası göstergelerle biçımlendi- ğinden. sahnede yaratılan çağnşım alan- lan tüm kültürlere sesleniyor. Bu sesle- nişi tiyatroda "otomatik algılama" alış- kanlığımızdan sıynlmaya istekliysek du- yabılıriz ancak... YAZI ODASI SELİM İLERİ Çocukluğumun Bir Dergisi Ilk sayısı 1952 sonbaharına rastlamış olması gere- ken Aydabir "s/yas/" aylık mecmua" ciltleri, kim bilir hangi evden arta kalarak, okuma yazmayı söktü- ğüm, dergiler, kitaplar kanştırdığım 1957'de Cihan- gir'deki evimizde dururdu. Sonra yine evlerden evlere taşınılırken Aydabir cilt- leri savrulup gitti. Onları Teşvikiye'deki evde hiç ha- tırlamıyorum. Oysa en zengin kitaplığım bu evdeydi. Orada apar topar tek başıma ayrılırken bini aşkın ki- tabımı, dergi dosyamı apaçık sokağa atmak zorun- da kaldım. Şişli'deki ilk evim, geniş teraslı, çok küçük çatı ka- tı, sağda solda, hatta mutfakta, banyoda. darmada- ğınık kitaplanmla donanmıştır. Kitap bolluğuna, bir gün Sahaflar'da yeniden görüp kavuştuğum Ayda- bir ciltlerini de ekleyecektim. Gerçi tüm sayılan ele geçirememiştim, arada ikin- ci cilt eksikti, derginin ne zaman kapandığını sapta- yamadığıma göre, son sayısına kavuştum mu, o da belli değil. Varsın öyle olsun, Aydabir bu haliyle de beni oyalıyor. Aydabir, ibaresınin tersine, siyasal bir dergi değil. Bir magazin dergisi. Dahası, dekolte fotoğraflara, cinsel duyguları kışkırtıcı yazılara yer vermeye çalış- mış bir dergi. Ama ne ölçülülükle, ne örtük bir tutum- la! Şu "Yaprak dökümü!" adlı fıkrayı okuyalım: Resim sergisinde llkbahar adlı ve muayyen yer- lerindeki iki üç yapraktan başka üzerinde hiçbir şey bulunmayan mevzun vücutlu genç kız tablosunu seyreden adama karısı şöyle çıkıştı: "- Ne bekliyorsun? Sonbaharın gelmesini mi?" Şimdi birde "Beyazperdenin cinsîcazibe kraliçe- leri"ne bakalım. Inanmayacaksınız, ama bizim kuşa- ğın romantik filmleriyle hatırladığı Lana Turner, o za- manlar cinsi cazibe kraliçesi sanılıyor. Jean Har- low'un yerine geçtiğı ileri sürülmüş. Cinsî cazibesinin sebebi -artık hiç ınanmayacak- sınız-, süveterierin birini giyip birini çıkarmasıymış. Ne ilgisi var, demeyin. Sözcüğü sözcüğüne aktarıyo- rum: "Lana Turner cınsi cazibe kraliçeliğini kazandık- tan sonra Süveter Kızı tabirini ortaya çıkardı. Her fır- satta süveter giyerek resimler çektiriyordu." Marilyn Monroe o zamanlar yeni yeni ünleniyor- du. Aydabir'in Hollyvvood ağzıyla bazı tavsiyeleri bi- le var Marilyn Monroe'ya: Dedikodulu bir hayat '•_ "Marilyp, Clara Bovvve Jean Harlovv gibi her ta- rafta akisler yaratan aşk maceralarına ısminin kanş- masını pek istemiyor. Böyle bir şey olsa bile eski ta- assup devri çoktan geçtiğı ıçin aşk maceraları Ma- rilyn'in meslek hayatına tesir etmez. Hatta birçok kimseler Marilyn 'in çok daha hareketli ve dedikodu- lu bir hayat sürmesıni istiyorlar." Sarışın bomba içın hayat serbest aşka açık, ama kendi toplumumuz söz konusu edildiğinde "cinsî aşk" yalnızca evli çiftler için geçerli olabiliyor. Ayda- bir'in yazarları, kadınların erkeklere soğuk davranma- lanndan yakınıyoriar ve "izdivaç hayatında" cinsi aşk- tan kaçınılmaması gerektiğini vurguluyortar. Gerçi bu öneri de dönemi için ileri bir adım sayılabilir. Günün moda parfümü Arpege'dir. Parfüm o za- manlar 'parföm' diye yazılıyor. (Refik Halid, öteden beri, Istanbul hanımlarının söyleyişini örnek almış, 'parfön' derneyi yeğlemiştir. Işte böyle, ö'ler, ü'ler, m'ler, n'ler zaman içinde bir oyun oynamışlardır.) Arpege. hanımların istedikleri en iyi parfümün adı- dır. Geçen asrın kadınları pek talihsizdirler. Zira on- ların "parföm Arpege'i" yoktur... Arpege 1 in ilanında bir yıldız falı bile var: "Siz de talihinizi denemek için Arpege'den istifade edıniz." Arpege'in eski modası yok herhalde bugün. Tey- zem kullanırdı. Parfüm sürünüp sürünüp bittiğınde, şatafatlı boş şişe bir zaman daha tuvalet masasında boy gösterirdi. Aydabir'de gözde olan her şeyin değiştiğini saptı- yorsunuz. Arpege gibi, cinsi cabize kraliçelerı gibi, cinsellik anlayışı gibi. Tabii toplumsal ülkü de çok farklı: Aydabir yazan Sıvas'a gidiyor. Sıvas "mahkûmlar yurdu"r\u zıyaretinde "50 faal halı fezgâ/ı/"yla karşı- laşıyor. Mahkûmlar, halı dokumaktan çok mutlular. Ustabaşı, tamamen serbest kaldığı gün de cezaevin- den ayrılmayıp sanatına devam edeceğini söylüyor. Mahkûmlar, cezaevi müdürü AN Birkan'a Beybaba diyorlar. Yarısı ütopya olsa bile yürek yakıcı. Hükümlü "desinatör" diyor ki: "Anamız babamız bizi vatan için yetiştirdi. Kadenn acı sillesini yiyerek düşmüş bulunuyoruz." Mahkûmlar toplu halde hatıra fotoğrafı çektirmiş- ler: Takım elbiseii, beyaz gömlekli, bırkaçı kravatlı... Bir sayıda "sevilmiş bir sanatkâr" nitelemesiyle Necdet Koyutürk tanıtılıyor. Babası harita subayıy- mış, kendisi o zamanlar varlığını hâlâ koruyan o bil- meceli hicri tarihlerle 1337'de doğm'uş. Trompete heves etmiş. ama akordeonda karar kılmış. Ilk bes- tesi, ilktangosu 1939'da; adı Gönlümün Melodisi. 1950-1960 arası bu gönlümün melodıleri, bu Ay- dabir'ler, Sıvas halısının iran halısıyla boy ölçüşme- si, Cumhuriyet'imizin ilkyıllanndan izdüşümlerleme- ğerse son sözlerini söylüyorlarmış da biztanıklığımı- zın ayırdında değilmişiz. Saim Akçıl'ın ABD konserleri Kültür Servişi - 20 haziran -7 temmuz tarihleri arasında Los Angeles'ta yapılan Oda Müziği Fesitvali'ne konuk şef olarak davet edilen MSÜ Devlet Konservaruvarı öğretim üyesi Kemancı Şef Prof. Saim Akçıl. Festival Oda Orkestrasf yla Los Angeles'ın önemli konser salonlannda başanlı konserler verdi. Los Angeles Times eleştın yazarlarından Daniel Cariaga. 22 kişiden oluşan orkestrayı ve Şef Saim Akçılı değerlendiren bir yazı yazarak "Festıvale İstanbul'dan katılan deneyımli müzısyen Saim Akçıl. dinleyicileri etkileyen ve hatta büyüleyen kışkırtıcı konseri başarıvla vönettı' dedı. Karun Hazinesi belgeseli Kültür Servisi - Anadolu'da >'üzyıllardır süregelen tarihi eser kaçakçılığına dikkat çekmek üzere gazeteci- vazar Özgen Acar'ın aynı adlı çalışmalanndan yola çıkılarak hazırİanan " Karun Hazineleri" adlı belgeselin Türkiye çekinıleri tamamlandı. Yapımcılığını Yusuf Kurçenli ve Tank Akan'ın üstlendıği '"Antika Talanı" adlı belgeselin ılk bölümü olan "Karun Hazinesi"nin çekımlerı. Sardes Çayı kıyısında kurulan 2 bin metrekarelik eskiçağ kenti dekorunda yapıldı. Çekimler önümüzdeki sonbahar New York'ta Metropolitan Müzesi'nde devam edecek. Sunuculuğunu sinema oyuncusu Tank Akan'ın üstlendiği belgeselin görüntü >önetmenliğini Cousteau'nun dünşaca ünlü belgesellerindeki olağanüstü görüntüleri ölümsüz kılan Coulin Moulner. fotoğrafçılığını sanatçı Isa Çelik. yönetmenliğini ise Serdar Günbilen \wnnr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle