Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
9 OCAK 1996 SALI CUMHURİYET
t*
SAYFA
KULTUR 15
Diyarbakır Devlet Tiyatrosu, Işıl Kasapoğlu'nun yorumuyla Shakespeare'in 'Kısasa Kısas' adlı oyununu sahneliyor
EKyarbakır
9
m ruhımu yakalayanlar
EMRE KOVU.NCUOĞLU
"Kısasa Kısas"; Divarbakır Dev let Ti-
\atrosu"nun "Korku", "Macbeth" ve
-Onikinci Gece~den sonra sahneve kov-
duğu bir başka Shakespeare oyunu. Si-
yaset. ahlak adına vapılan zorlamalar.
röreler ve uygulanış biçimleri. böylelik-
le toplumsal adalet ve insanlık arasında-
ki sorunsala değinen Ze>nepA\cı'nın çe-
\irisi ve yorumuyla sahnelenen bu Slia-
kespeare komedisi, geçen günlerde Di-
yarbakır'da galasını yaptı.
Artık Diyarbakırlı yönetmen olarak da
anılan Işık Kasapoğlu'nun yönettiği bu
oyunun yönetmen yardımcıltğında. genç
Dıyarbakır Devlet Tiyatrosu Müdürü
HakanÇimenservar Işık tasanmı. İzzef-
tin Biçer'in imzasinı taşıyor. Dekor \e
kostüm ise Gürel Vbntan'ın. Oyunun
müzi gini Jan Carbarek v e Chant Byzan-
tin gibi besteci yorumculardan parçalar
oluşruruyor.
Oyun, Dük Vincentio'nun. bir süre
için kentin yönetimini Lord Angeloya
bırakması>la başlar. dük. lorda kent dı-
şında olacağını söyler. ancak gitmez. Ye-
rini lorda bırakmasının asıi nedeni. bü-
yük bırahlaki çöküntü yaşayan kente ka-
ii>asalargetirdikten sonra. başkası tara-
fından yapılan uygulamanın sonuçlannt
halkın ıçinden seyretmektir. Taviz ver-
mez gözüken >asa uygulayıcısı Lord An-
gelo. biranda kendısini takipçisi olduğu
yasayı çiğnerken bulur... Ve kısasa kısas
başlar.
Işık ve mekânJaUlanımıjlginç
"Kısasa Kısas", aslında sorunlu bir
oyun olarak bilınir. Shakespeare. oyuna
birtragedya olarak başlamış, ancak yaz-
ma süreci içinde oyun komediye dönüş-
müştür. O yüzden karakterlerde de oyun
boyunca bir degişim izlenir. Yani oyun-
da belli sahnelerde etık üzenne oldukça
ağır felsefik tartışnıalar geçerken bazı
sahnelerde de sırf giildürü unsurunun yer
aldığını görürüz. Işıl Kasapoğlu, oyunun
bu özelliğini kendi yaranna kullanmayı
bilmiş. Ve. bu da sahnede sürekli deği-
şen birtansiyonun oluşmasını sağlamış.
Dikkat hiç dağılmıyor. Eglendiren bir
bölümden sonra söylenenlere kulak ke-
siliyorsunuz. ardından size zaman tanı-
yan bir bölüm geliyor. sahnelerin arası
oldukça keskin çizgılerle avnlmış. Sah-
nedekı değişim süreleıi de karurı kara-
• "kısasa kı^a^ta oyıınculuktakı dınamızm ıkı iarklı boyuta taşınmış.
Oyunun hafif bölümlerinde oyunculuktaki hız ve dinamizm bir anlamda komiği getirirken
ağır bölümlerde de sertliği getirmiş. Sahnedeki bu sertlik hem oyuna hem günümüze hem
de Diyarbakır izleyicisine cuk oturuyor. Kasapoğlu'nun sahnede yarattığı
bu özelliğe, Diyarbakır Devlet Tiyatrosu oyuncularının ekip olarak gösterdikleri
olumJu katkıyı da anmadan geçmemek gerek.
Dekor oldukça \alm ve işlevsei. Sah-
neyi çevreleven üç gri duvar ve duvarlar-
da birbirlerine simefrik olarak açılmış
kapı görevini gören boşluklar. Sahne. iz-
leyici koltuklarına simetrik bir biçimde
geriye doğru hafîf yükseliyor. Kapılar.
kapı içleri. kapı aralıklan oyun boyunca
farklı anlamlaryüklenerek kullanılıyor.
li>ık ise. kendi başına oyunun bir baş-
ka oyuncıısu gibi "Kısasa Kısas"a ayn
bir boyut \e vorıım getirmiş. Işık tasan-
ınını üstlenen İzzertin Biçer. hem Kasa-
rıncaolmuş. Oyunsizı başında vakalıvor
ve sonunda da bırakıyor.
Kasapoğlu'nun şimdiye kadar izledi-
ğim oyunlarında dıkkatimi çeken ortak
özellikler var. Bunlardan biri. oyuncu-
luktaki dinamizm. "Onikinci Gece**de
bu. neredeyse oyunun birçok öğesiııden
çok daha öne çıkan bir unsıır olmuştu
" Kısasa Kisas*ta ise ov unculııktaki dina-
mizm iki farklı bovuta taşınmış. Ovu-
nun özellıği gereği yapı.sal olarak birbi-
rınden temelden avnlan sahneleri biran-
lamda bağlayıcı göre\i. bu özelliğe ve-
rilmiş. Oyunun hafif bölümlerinde oyun-
culuktaki hız ve dinamizm bir anlamda
komiği getirirken ağır bölümlerde de
sertliği getirmiş.
Sahnedeki bu sertlik hem oyuna hem
günümüze hem de Diyarbakır izleyicisi-
ne cuk oturuyor. Kasapoğlu'nun sahne-
de varattığı bu özelliğe. Dıvarbakır Dev-
let Tivatrosu oyunculannın ekip olarak
gösterdikleri olumlu katkıyı da anmadan
geçmemek gerek.
poğlu'nun yorumunu çok iyi anlamış
hem de oyunun ışığına kişilikli bir imza
atmış. Işıktada dikkat çeken noktalardan
bıri, simetri. Oyunun mekân kullanımı
oldukça ilginç. Simetrik birmekâna sü-
rekli farklı açılan olan üçgenlerüreterek
yerleşen oyuncular. Daha çok dilağırlık-
lı olan ve oyunun sertyada trajik bölüm-
lerini oluşturan yerlerde sahnede sürek-
li üçoyuncuyeralıyor. Diyaloglardahil.
Sürekli yaşananları izleyen. dinleyen.
yorum getiren ya da bilgisine başvuru-
lan bin \ar. Sanki hiçbir zaman yalnız
değiller. hiçbir zaman tek başlanna ka-
rar veremeyeceklergibi. Oyunun konu-
su kanunlar. uygulamalar. ahlak gibi top-
lumsal olguları ieerdigrnde. bu tiir bir
yorumun çok doğru bir yere oturduğunu
görüyoruz.
EvrenseHik mi, yöresellik mi?
Oyunun eğlendirdiği bölümlerde.
"Onikinci Gece"de de olduğu gibi ol-
dukça sık yer alan kelime oyunlan var.
Bu. bir tür Karagöz geleneğinin farklı
bir kullanım bıçımi aslında. Sürekli yan-
lış ışiten ya da sürekli belli bir temanın
üzerinde kelime üretilen ya da kekele-
yenlerde ortaja çıkan komiklikler gibi.
Bu bölümler aslında Zevnep Avcı'nın
metninde yok. Kelime oyunları sonra-
dan eklenmiş. celadetle adaletin, fanus-
la namusun. çükle dükün kanştınlması
gibi. Bazı \erlerde bu kanştırılmış keli-
melerin belli bir mesaja yönelik göster-
gelerinigörebiliyorsıınuz. Ancak. bir sü-
re sonra da bu tür mantığın tekrarı sıkı-
cı gelebiliyor. Belki izleyici sıkılmıyor.
Hatta oldukça hoşlanıyor bu bölümler-
den. O yüzden de oyunun bubölümünün
belli bir rürseyirciye yönelik olarak özel-
likle abartıldıgını düşünüyorum.
Peki, farklı izleyici benim gibi aynı re-
aksiyonu \ermezse ne olacak? Komik
bölümler tabii çok riskli bir durumu be-
raberinde getirir. herkes avnı şeye gül-
mez. Baştan seçim yapmak gerekir. Ev-
rensellik mi? Yöresellik mi? Kasapoglu.
Diyarbakır Devlet Tivatrosu oyuncula-
rıyla sahnelediğı "Kısasa Kısas"ta bazı
bölümlerde yöreselliği önplana almayı
tercih etmiş. tzleyicinin oyun süresince
ve sonrasındaki tcpkisine bakılırsa ya da
tüm salonun oyuncuları uzunca bir süre
ayakta alkışlayışını izlerseniz. geriye. se-
çiminde haklı oldugunu söylemek kalır
yalnızca.
ALINTILAR
TAHSIN YUCEL
Yeniden Yazmak
Gerçegm aynası perdede paramparça
Gösteiimi süren 'Carrington 'myaşayan tanıklarından Fmnces Partıidge, yakın arkadaşlan Canington ile Lytton Stmchey Y anlatıyor
Kültür Servisi-Yazarlann ve okurla-
rının ilgı alanlarında epeyce bir süredir
gözlemlenen bir değişiklik söz konusu:
Ne iyiye ne kötüye doğru bırdeğışim bu.
ama günümüz sanatseverlerinin edebi-
yat. tiyatro ve sinema konusundaki be-
ğenilerini son derece etkiledi: hayal
ürünlennden gerçeklere doğru bir kay-
ma şeklinde özetleyebıliriz bu değişimi.
Eskiden hayal ürünlerine yönelik vogun
bir ılgi vardı. Yazarlardan. hayali karak-
terlerle. gerilimli. dramatik. heyecaniı
olaylarla hayali birdünya kurmaları bek-
lenirdi. Tıpkı Dickens, Trollope v a da Ge-
orge Eliofun gününde olduğu gibi...
Okur da böyle kitaplara alışkındı.
... Oysa artık ön planda gerçek yaşam-
lar var. Yaşam öyküleri. romanlardan da-
ha çok ilgi çekiyor. Oyunlar da filmler
de büyük ölçüde gerçekte yaşanmış olay-
ları. gerçekte yaşamış insanları konu alı-
yor. Ğandhi. KrallçeMan ya da Danton
bu konuda verilebilecek çarpıcı örnek-
lerden... Avrıca şu sıralar herkes Kral
George"un nasıl delirdiğini izlemek için
sinemalara koşuyor. (Partıidge hunıdu,
geçen vılOscar'a aday gösterilen fılmler-
den "The Madness oj King George "dan
sö: ediyor)Lytton Strachey'nin kitapla-
nndan "Elizabeth ve Essex", Benjamin
BritteıTin •'Gloriana" operasının libret-
tosuna esin kaynağı olmuştu. bugün giin-
demde olan ise. Strachey'in biyografi-
sinden yararlanarak Christopher Hamp-
ton'ın sinemaya uyarladığı "Carring-
ton". Gerçi konuya eğılen ilk çalışma
değil bu: Aşağı yukan a\nı kaynaklardan
yola çıkan birkaç tiyatro uyarlaması ya-
pıldı bugüne dek. aynca olası bir film
uyarlamasında başrol kapmak için se-
naryo yazmaya soyunan. Carrington'ı
çok iyi anladıklannı sanan bir ikı Ame-
rikalı kadının çabalan da vardı...
O\ uncujar, canlandırdıklan
kişüermiş gibi...
Daha fazla uzatmadan konuya girecek
olursak: "CarTİngton" filmiyle ilgili bir
yazı yazmam istendi benden. baştan iti-
raf etmeliyim ki konuyla ilgili biriki-
mim. filmdeyeralan karakterleri vakın-
dan tanımış olmamdan öteye gitmiyor.
23 yaşımdan 33'üme dek. yaşamının
önemli bir bölümünde rol oynamış kişi-
Ier hepsi de. Bunlardan biri. 30 yıh aş-
kın bir süre mutlu bir evliük yaşadığım
kocam; filmde karikatürize bir halde kar-
şıma çıkan Ralph Partridge. Ben. film-
de pek az yer alıyorum ama doğrusu bu-
nun bıle, filmi izlemeyi. benim için ür-
künç bırdeneyime dönüştürdüğünü söy-
leyebilirim.
"Carrington", ünlü bireşcinsel yazar-
la. kendinden yedi yaş kadar küçük. son
derece yetenekli genç birkadın ressamın
arasındaki sıradışı sevgiyi ve ilişkilerini.
adamın kanserden. kadınınsa onun yok-
luğuna dayanamayıp intihar etmesiyle
sonuçlanışını anlatıyor. Bu rolleri. ger-
çekten de üsrün bir başanyla Jonathan
Prjee ve Emma Thompson canlandın-
yorlar.
Lytton, kalabalık. entelektüel bir aile-
nin içine doğmuştu, çocukluğunda son
derece narindi. Gençliğinde gittiği
Cambndge'te. bugün Bloomsburj Gnı-
bu diye bilinen sanatçı grubunun oluş-
masında önemli rol oynadı. Son derece
zekı. sevımli ve utangaç biriydi. müthiş
bir entelektüel birikimi vardı: pek çeki-
cı olmavan özellikleriyse. hastalık has-
tası olması ve kendini beğenmişliğiydi.
Filmde. ikilinin birlikte vaşadığı ilk ev
olan Tidmarsh Vlill'e vardığında. Lyt-
ton'ınbavuiunu Carrington "a taşıttığı il-
ginç bir sahne var.
Lady Ottoline Morrcllın 'vahşi bir
bozkırmidillisi'ne benzetiığı Carrington.
hep enerji doluydu, planlar kurmaya ba-
yılırdı. Sanata olan yatkınhğı okul yılla-
rında keşfedilmiş. ona. >eteneğini alev-
levecek olan sanat okulu Slade'in kapı-
lannı açmıştı. Sladeden ödüllerle mc-
zun olan Carrington. kendine özgü bir ki-
şi olarak tanınırdı. tabii bunda upuzun
san saçlarını kısacık kestirmesinin ya da
ilk ismi Dora'y
1 a s
'
a
kullanmamasının
da etkisi vardı. Doğava son derece düş-
kündü. Şiire de... Lvtton onun edebiyat
öğretmenıydı. Ister Shakespeaıv olsun.
ister Gibbon, ister Racine. hepsini me-
rakla \e ilgiyle öğrenir. se\erdi.
Çok iyi tamdığım \e sevdiğim bu iki
insanın filmde çizilen başanlı portrele-
rini övebilirim ancak.
Filmın ilk gösteriminde Jonathan
Pryce göründüğünde şaşkına döndüm;
kimisi dokunaklı. kimisi oldukça gülünç
birdizi karakteristik jest ve davranışlar
sergiliyordu L>tton"a özgü. o ünlü ses
tpnunu ise akıllılık ederek taklit etmek-
ten kaçınmıştı. Lytton'ın o olağanüstü
ince uzun parmaklanndan da yoksundu
tabii. ama bu konuda bir şey yapılarrîaz-
dı zaten. Emma Thompson'da da Car-
rington'ınkimi zaman müthişbirhınzır-
lık. kimi zaman trajik bir ka>gı taşıyan
iri. derin mav i gözleri ve oldukça çocuk-
su vücııdu yok tabii. Ancak Emma'nın
fotoğrafçılardan hep kaçan Carring-
ton'ın bulabildiği fotoğraflanna bakarak
v aptığı son derece derin gözlemler sonu-
cu ortaya koyduğu jestleri. davranışlan,
halinden tavnndan çok etkilendim. Öy-
le ki. filmi ilerledikçe. bu iki kişiyi ger-
çekten de canlandırdıkları kişılermiş gı-
bı ızlemeye başladım. Tabii eleştiriler
yapılabilır ve yapılmalıdır da. Carring-
ton açısından bakıldıgında, yapmıcıla-
önettncn
Christopher
Hamton, Dora
Carrington
rolündeki Emma
Thompson ve
Lytton Strachey'i
canlandıran
Jonathan Pyrce ile
'Carrington'
filnıinin
çekimlerinde.
rın. Carrıngton'ın körtutkusu. L>tton"ın
asla hata vapmavacağına dair kayıtsız
şartsız inancı. ona hastabakıcılığı yapışı
gibi özelliklerini ön plana çıkarmış ol-
maları. Carrington'ın aslında bunlarla
smırlı olmavan kişiliğinin aktif. eğlence-
vi seven vanının gözardı edilmesine ne-
den olnıuş. Carrington'ın mektuplarıv la
bu mektuplarda çizdiği illüstrasyonlar.
o öteki yanını açıklıkla ortaya koyar:
bunlardan yeterince> ararlanıimamışol-
masına şaşırdım. L>tton konusunda ise
tam tersi bir tavır benimsenmiş olması.
Lvtton'ın karakteristik deyişlerine yer
verilmesi, filme çok şev katmıştı... "Ol-
mek ölıysa, pek bir şe>e benzemiyor-
muş.«" gibi.
Lytton'ın ondan beklentisi yoktu
Filmle ilgili yapmak istedigim bir baş-
ka eleştiri de Carrington'ın heterosek-
süel hayranlannın aşırı düzeyde üstüne
düşmcleri. kıskançhk krizlerine kapıl-
malan. onu rahat bırakmayışlan üzerin-
de fazlasıyladurulmuşolmasıydı. Duru-
mun hiç de böyle olmadığını söv leyebi-
lirim, Carrington bu dururrHarı büyüt-
mez. dalgaya alırdı. aynca Carrington en
çok lezbiyen sevgililerine düşkündii.
Tîm VVest. egzantrik bir adam olan Ge-
rald Brenan'ı son derece başarıyla can-
landırmıştı. role hazırlanmak için Bre-
nan'ın bazı kitaplannı okudugunu ve İs-
panya'nındaglıkbölgelerinde tıpkı Bre-
nan gibi uzun gezilere çıktığını duvdum.
Belki dedoğal bırtepki ama. Ralph Part-
ridge'i canlandıran (Partridge benden
önce Carringtonla evlivdi) o 'çok sıra-
dangenç'hakkındanedüşüneceğimi bı-
lemedim.
Filmde sürekli geçirdiği kıskançlık
krizleri gerçeğe uygun olabilir belki
ama, Gerald'ın ta Birinci Dünya Sava-
şı'ndan. en eski dostu oldugunu ve evli-
liğinin daha ilk yılında Gerald'ın Car-
rington "la ilişkisi nedeniyle sona erdiği-
ni de unutmamak gerek ki bunlar film-
de yeterince açıklığa kavuşmuyor. Ben
Ralph ile bu olaydan birkaç yıl sonra ta-
nıştım. Filmdeİci portresinde gözüme
çarpan en önemli unsur. Ralph'ın benim
hayatım boyunca benzerini görmediğim
tarzdaki konuşmalanydı.
Filmde benim yer aldığım kısa bölüm.
Lytton"ın kendi isteğivie onu ziyaret et-
memle ilgili. Ralph'la birlikte yaşama-
mız konusunu tartışmıştık. Filmin bu bö-
lümünde *ben" iş arayan birhizmetçi gi-
bi görünüyorum doğrusu. ama sonunda
Ham Spray'da Ralph'la birlikte bana da
bir hissevermesi konusunda iknaedebil-
miştim Lytton'ı. Carrington'la ikisini.
zavallı Lytton hastalanana dek her hafta
sonu ziyarete gidiyorduk.
Filmi bir kez daha, Aldeburgh Festi-
vali'ndeki prömiyerinde izledim. Salon-
da tek bir boş koltuk yoktu. Lvtton ile
Carrington'ın ilişkilerinin başlangıcını
gösteren ilk bölümü izleyicilerin ilgiyle
izlediklerini \e olumlu tepküer verdik-
lerini hisettim.
Carrington'ın cinsel ilişkilerine ayn-
lan fazlasıyla uzun kesitler ise galiba on-
lara da fazla geldi ki sinemaya sessizlik
çöktü. Ama son bölüm, yani Lytton'm
hastalığı ve Carrington'ın intihan. >a-
pımcılartarafındanöylesineincelikleele
alınmıştı ki belli ki izleyici bu son bö-
lümden son derece etkilendi. Birkaç iz-
leyici, filmin sonunda gözyaşlannı tuta-
madıklannı söylediler^ana.
Başlarken sözünü ertiğim konuya ge-
ri dönecek olursak; oyunlarda. filmler-
de hayali kişilerin yerini gerçek kişilerin
alması... tabii ki gerçekte yaşamış insan-
lardaha çok ilgi uyandınyor. Onlan se-
venlerinse onları korumak adına, ger-
çeklerin olduğu gibi >ansıtılmasına ça-
lışmaktan başka birşeygelmiyorellerin-
den. Doğrusu Lytton'ın hiç umrunda de-
gildi insanlann ne düşündüğü. Carring-
ton ise özel yaşamının korunmasına da-
ha özen gösterirdi. aslında çok içedönük
bir insandı. Yapıtlarına imza atmaması.
yaşamı boyunca pek az sergi açmış ol-
ması başka neşekildeaçıklanabilir?Car-
rington'ın sevgilileri hep ondan bir bek-
lenti içindeydi. Lytton. ondan bir bek-
lentisi olmayan tek insandı. Onsuzyaşa-
yamadı.
(Modern Painters dergisinde yer alan
bu yazıyı kısaltarak yayımlıyoruz.)
Erdal Öz'ün Odalarda 'sı nerdeyse olaysız bir anla-
tı. Küçük birtaşra kentinde, birkaç oda, birkaç sokak,
birkaç kişi arasında geçiyor; üstelik. tek bir kişinin, an-
latıcının iç dünyasından yansıyan, gerçekle düş kan-
şımı bir dizı izlenim biçıminde eklemlenmekte. Gene
de alıp götürüyor insanı, bir solukta okunuyor. Ama
bir kez okumakla bitmiyor: tüm iyi romanlar gibi Oda-
larda 'nın çekiciliği de geri dönüşlerle, yeniden okuma-
larla artıyor. Böylece, yalın mı yalın bir anlatım içinde,
renklerin, seslerin. kokuların, ışığın, karanlığın, soğu-
ğun. sıcağın sanki hiç onemsenmeden. ama içimize
işleyecek bir biçimde yansıtılması daha bir büyülüyor
bizi; bu ince gözlemlerin yaşamın kıyısından bir ürkek
yabancı, kimsenin ağırlamaya yanaşmadığı bir sessiz
konuk gibi geçen bir kişiden gelmesi de yapıtın etki-
sini arttırıyor. Gene böylece, anlatıcıyı yönlendiren ve
aldatan, aydınlatan ve alçaltan kışınin üç aşağı beş yu-
karı onun yaşadığını yaşamış, üç aşağı beş yukarı
onun okuduklannı okumuş, üç aşağı beş yukarı onun
yaşında bir adam olması ben ve öteki, özdeşlik ve kar-
şıtlık kavramlarına tüm anlatıyı saran bir gizlem boyu-
tu katarak okuru yeni sorulara, yeni yorumlara yönel-
tiyor.
Odalarda bir başka yönüyle: yeniden yazılmış bir ya-
pıt olmaşıyla da yeni sorulara. yeni yorumlara yönelt-.
ti benı. Öyle ya, Erdal Öz. 1959 yılında Kırşehır'de ya-
zıp 1960 yılında yayımladığı bu kitabı 1995 yılında ye-
niden yazmış. Yenibasımın "Önsöz'undeşöylediyor:
"Tam otuz beş yıl sonra, Odalarda'y/ yeniden okurla-
nn karşısına çıkarmaya karar verince, zaman zaman
oturup değiştirmeyi düşündüğüm bölümlerle de ye-
tınemedım. Oturdum, romanı baştan sona yeniden
gözden geçırdım. Çocukça yazılmış bölümler vardı.
Gereksiz uzatmalar vardı. Eksiklikler vardı. Attığım
bölümler oldu. Ekledığim bölümler de oldu. Ortaya
bambaşka bir roman çıktı, dıyemeyeceğım, çünkü
Odalarda 'nın ilk biçiminı -yapı olarak- korudum."
Benzer işlemlere girişmiş yazarlar az degildir. Aynı
şeyi ben de yaptım, hatta Erdal Öz'den de ileriye git-
tim: 1954'te yayımlanmış bir öyküyü 1964'te daha
uzun bir öyküye, 1975'te roman boyutunda bir anla-
tıya dönüştürdüm; 1995'te aynı anlatıyı bir kez oaha
yeniden yazdım; 1996'da bu son (büyük bir olasılıkla
da kesin) biçimiyle yeniden yayımlanacak. Ama, bıl-
miyor değilim, kimileri bir tür oyunbozanlık olarak de-
ğerlendirir bu işi. yeniden yazılmış yapıtlara bıraz kuş-
ku, biraz horgörüyle bakar. Ne var ki. oyunbozanlık gi-
bi görünen şey işlemin kendisinden çok, biçimmde ve
sonuçlanndadır. Flaubert, La Tentatıön de Saint An-
toine'ı ilk kez 1849'da bitirmiş, 1856 ikinci, 1872'de
üçüncu kez yazmış, ama ilk kez 1874'te yayımlamış.
Erdal Öz'le ben de anlatılarımızın ılk bıçımlerıni ken-
dimize saklayıp yalnızca son bıçimleriyle yayımlamış
olsaydık, hiçbir sorun çıkmayacaktı ortaya.
Bu durumda, yayımlanmış biryapıtı yeniden yazma-
nın başlıca ıkı sakıncası bulunduğu düşunülebilir. Bi-
rincisi, hem kusurlu (ya da eksik) bir yapıt yayımlamış,
hem de en azından. okuru boşuna uğraştırmış olma-
nın ayıbını yüklenmek; ikıncisi, uygun biçimi bırçırpı-
da buluveren "esinli" yazarlardan olmadığımızı ve ay-
nı yapıtı yeniden yazacak ölçüde konu yoksulu oldu-
ğumuzu göstererek kendi kendımızı açmaza düşür-
mek. Ama, okuru değişkelerle oyalama sorunu bir ya-
na, bu sakıncalar temelsiz sakıncalardır genellikle.
Öyle ya. yeniden yazılmış yapıtın ilk biçiminin ille de
, kusurlu ya da eksik olması gerekmez (dahası, son bi-
çimin ilk bıçimden daha kusurlu, daha hantal olması
da olanaklı). Bilindıği gibi, kendi yapıtları yerine baş-
kalarının yapıtlarını yeniden yazanlar, bunun için de ör-
neğin Sophokles'in Antigone 'si ya da Aristopha-
nes'in Eşekanlan gibi başyapıtlardan yola çıkanlar
vardır. "Esinliyazar" kavramıysa, öneminı yitirmiş, gü-
nünü doldurmuş bir kavram: bugün yazın bir buluş
tansığı olmaktan çok, bir arayış serüveni. Konu yok-
sulu olmaya gelince. belırli bir evreden sonra, yazann
en büyük güçlüğünün konu bulmak değil, bırikmiş ko-
nular arasında uygun konuyu seçmek oldugunu bu iş-
le uğraşanlar çok iyi bilirler.
Öte yandan, ister yayımlanmadan olsun. ister ya-
yımlandıktan sonra. yeniden yazdıklanmızın en ku-
surlu. en eksikli yapıtlarımız oldugunu söyleyemedi-
ğimiz gibi. yeniden yazmanın her zaman bir "düzelt-
me" oldugunu da söyleyemeyiz. Orneği kendimden
vereyim: anlatılarım arasında. dört kez yeniden yaz-
dığım anlatının ilk biçiminden çok daha yetersız nice
öykü var, ama hiçbirını yeniden yazmaya gırışmedim.
Erdal Öz'ün tek yeniden yazma serüveni de Odalar-
da. Demek kı, yeniden yazdığımız yapıtlar sayıca çok
az, yeniden yazma nedenimiz de özel: bir yapıtı yeni-
den yazmaya gırişiyorsak, onda (bıçım ve/ya da içe-
rik açısından) hâlâ araştınlmaya ya da derinleştırilme-
ye değer bir şeyler bulunduğunu sezınlediğımiz için
girişiyoruz; en azından, bu yapıt (yazınsal değeri ne
olursa olsun) bize yeniden yaşanmaya değer bir se-
rtJven gibi gönJndüğü ve bizi direnilmesı zor bir biçim-
de çektiği için girişiyoruz. Bir kez daha, amaç "kusur-
suz"a ulaşmak değil. Odalarda'nın yeni bıçımi de bu-
nu göstermekte. Hiç kuşkusuz, son biçimiyle daha gü-
zel, daha yalın, daha bütüncül, ama, yazann kendisi-
nin de anıştırdığı gibi, gençlik yapıtı niteliğini hep sür-
dürüyor; belki de daha çok şımdi kazanıyor bu niteli-
ği-
Bu da gerçek bir "yeniden bulma" serüvenine, yani
Proust'un yazından beklediği işlevin ta kendisine
tanıklık etmiyor mu?
Cemal Süreya Şiir Ödülü Erdal
Alova'nm
Kültür Servisi - Aydınlık Dergisi'nin düzenlediği
Cemal Süreya ŞiirÖdülleri sonuçlandı. Füsıın Akatlı.
Cevat Çapan, Ahmet Oktav, Tuğrul Tanvol \e Can
Yücel'den oluşan jüri. yavımlanmış kitap dalında
Erdal Alova'nm "Yitik Kitap' adlı yapıtını ödüle değer
buldu. 'Yayınlanmamış Dosya' dalında bu yıl ödül
verilmedi. Altıncısı gerçekleştirilen Cemal Süreya Şiir
Ödülü çarşamba günü saat 18.00'de Tiyatrokare'de
(Şişli) düzenlenecek birtörenle Alova'>a verilecek.
AKM'de iki genç müzisyen
Kültür Servisi - Atatürk Kültür Merkezi Konser Salonu
bugün iki genç müzisyeni ağırlıyor Sedef
Erçetin(viyolonsel) ve Maria Papapetropoulou
(piyano)'nun konseri bugün saat 19.00"da
gerçekleştirilecek. 1%9 doğumlu olan viyolonselist
Sedef Erçetin, müzik eğitimini İstanbul Belediye
Konservatuvarı Pıyano Bölümü'nde tamamladı. 1980-
87 yılları arasında Mimar Sinan Üniversitesi Dev let
Konservatuvarı Prof Reşit Ersin Pivano Bölünıü"nde
okuyan Erçetin. 1988de Ecole Normale de Musique de
Paris'ten AlfVed Cortot Brevet d'E\ecutıon diploması
aldı. 1989 yılından ben Paris Cite International.
Ensemble İnternational de Paris. Sorbonne. Orchestre
de L'lle de la Cite. Campus Firmus Oda Müziği
Orkestrası gibi orkestralarda çalışan Erçetin.
yurtdışında, piyanist Betin Güneş eşliğinde Brüksel
NaTO merkezinde, Maria Papapetropoulou ile
Yunanistan'da, Oliver Roberti ve Sebastian Gurtler ile
Belçika'da trio konserleri olmak üzere pek çok konsere
katıldı. Lev Vilassenko, Gittv Pırner. Eduardo Hubert.
Bruno Camino, Françoise Thinat ve Ulrich Rademacher
ile çalıştı. Yunanistan, Fransa. Ingiltere. Italva. Rusya \e
Portekiz'de solo konserler verdi.