19 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 OCAK 1996 PERŞEMBE CUlMHURlrET SAYPA KULTUR 15 GRAMOFON İĞNESİ SELİM İLERİ Ihııpmar'la zaıııaıı25 Ocak 1962 Ahmet Hamdi Tanpt- nar'ın ölûm tarihi. Tanpınar okumaya çabalamalanm da herhalde o tarihe yakın. Bir yaz mevsi- mi. Eniştem Dr. Talat Akdağ'ın zengin kitaplığında, Varlık Yayınlan 'nın yan ya- na dızildiği köşede, kenarlanna kavuni- çi sentlergeçirilıniş, lacivert kapaklı, adı Yaz Yağmuru olan bir kitapla karşılaşı- yorum. Yazann adını ise hiç işitmemi- şim: Ahmet Hamdi Tanpinar. Öykü şöyle basjar: "Kapıdan girip de genç kadını bardak- tan bosanırcasına yagmurun altında, bir elı bahçenin ortasındakj kurumuş palmi- yenin gövdesme dayalı, yüzünde her şey- den habersiz, çok mesut bir gülümseme, adeta onu okşar görünce hakikaten şasır- dı ve kendi kendıne gûldii: - Bu da bir başka türlüsii olacak... Ne dersin Hacivafım! Hacivatomuzsilktı: - Benim mecânin taifesiyle işim yok. Ben Karagöz gibı akıl ve zevat isterim." Itiraf edeyim ki, okuduklanmdan pek bir şey anlamanuştım. Bırdefa, ilk cüm- le çok kanşık gelmışti. Kapıdan giren kinidi? Hacıvat'la konuşuyor, Hacivat da onu yanıtlıyordu. Sonra 'mecânin taife- si_' Hiç bilmediğim bir şey... Ne?.. Bununla birlikte yağmur bardaktan bo- şanırcasına yağıyor, bahçede bir genç ka- dın. dalgın, gülümseyerek duruyordu. Kurumuş bir palmiye vardi. Bunlar yetip artıyordu. Sözlük, 'mecânin'içın "De_ler,çdgın- lar, akfandan zoru oianJar" diyor. Demek sözcük o zamanlar bile sönmüştü. Hem sonra, yagmur altında duran kadın çıl- gınlar arasında sayılıyor da. Hacivat'la konuşan kişi çılgın. Hacivat'ın yanıtlayı- şı çılgınlık sayilmıyordu... Belki bunlar da büyülemişti. BüyüJenmeme karşın "YazYağmuru" öyküsünü bastan sona uzunyıllarokuya- madım. tmgeler, sannlar, hep o yaz yağ- muru ve resimlerdckini andınr birtakım fîgürler, sayfalararasmda belirdi kaybol- du, aydınlandı karardı. Ama bu uzun öy- küyü pek çok seviyordum. Yazmsal me- tinlere alınyazısı biçmeye kalkıştığım- dan, tılsımlı "Yaz Yağmunı"yla aramda birgönül bağı kurulacağmı duyumsuyor- dum. Ola ki şu cümle: "Çocukluğundan be- ri onun Karagöz ve Hacivat'la konuşmak adetivdi." Ve devamı: "Uzun süren bir hastahk boyunca oniaria öyle haşır neşir olmuştu ki aradan otuz sene geçüği hakfc yine benliğinin ayrûmaz parçaian gibiy- dfler." Benzeri bir yaşam çizgisinden gelmi- yor muydum? Çocukluğum boyunca ateşli hastalıklarda resimli roman İcişile- riyle, artık Karagöz ve Hacivat'la değil de, Hürriyet gazetesinin her gün yayım- ladıgı "Fatoş"larla, "Cüngörmnşter"le dostluk kurmarruş rruydjm? Btröykününgia "Yaz Yağmuru" için ilginç ve öncül bir yorum Tahir Alangu'dan gelir: "Bu hikâyenin Huzur (1949) ve Saatle- ri Ayarlama Enstitüsü'ndeki (1961) kiş»- krine ve anlaöşına bağlandığı göriilmek- tedir. Yasamayı da Dpkı rüya gibi hareket- siz ve iradesiz kabul eden.günlük yaşama ve çabşmalar dünyasına bağlı zamamn dışında, derûnî bir başka ha>at >aşayan Idşiler bunlar. "(„) Ahmet Hamdi, astaıda bu Idşfle- rinin saplantılannda hep kendi musallat kişbini, içine oturmuş, hayati yaşamasına yol vermektense onu sürekJi olarak an- cakyorumlamaya iteliyen, kendi'ben' ini anlatmıştır" Öykü bir aşk öykûsü gibi gelişir. Ço- cukluğundan beri Hacivat'la, Karagöz'le iç söyleşilere dalmayı alışkanlıklan ara- sına katmış Sabri,yaz yağmurunda tanı- dığı genç kadına tutulur. Ancak birmev- sim boyu, mevsim sona erinceye kadar sürebilecek bu aşk, tıpkı hayat gibi, tıpkj her günkü ilişkilerimiz gibi devingen, canlı, kıpirdak degildir de, bir hürya par- çalanmışlığındadır. Genç kadın, dahası. Alangu'yu izler- sek, "kaybotaıus ve yanmış bir esld dûn- yayısırönayükfcnerek" bu Boğaziçi bah- çesine gelmiştir. Onunla birlikte bütü- nüyle silinmiş mazi bir kez daha dirile- cek sanınz. Ama bu diriltme çabası da he- pi topu bir sanndır: Genç kadın. Sabri'nin gözûnde "ipi kopmuş bir uçurtma havalTyle geldiği gibi çekip gidecektir... Bir aşk öyküsü, ama kültür gömleği değiştirmenin sancılan üzerine eşsiz bir söylence de. "Yaz Yağmuru "nu nihayet sonuna ka- dar okuyabilmiştim. Sonra birçok kez ye- niden okudum. Bir zaman geldi ki, ağtr akjşını ben de yaşamaya koyulmuştum. Tanpınar içe işleyen yazardı. Sözgelimi Sabri'nin dolaştığı kitaplık- lan, yaz sıcağında bu kitaplıkJann serin havasını ben de dolaşmakta, ben de his- setmekteydim. Ben de Sabri gibi geçmiş yüzyıllarda geçen bir roman yazma çaba- sı içinde gibıydim. Tanpınar: "Plaj tenha ve stcakn. Beyaz aJevdalgalan içinde kavnıluyordu. Fakat biraz evvel çık&klan kabine ıslak, loş ve serindi" der. fşte birdenbire, gözümüzün önünde lstanbul plajlan tekrar yaşamaya koyulur. Sabri'nin yazıda yaratmaya ça- lıştığı geçmiş, şimdi bizim için, o yitip gitmiş plajlan düşünürsek, okumada ya- şatmaya çalıştığımız bir şey olmuştur... Belki buyüzden "Yaz Yağmuru"na gi- zemli, gizleri olan bıröyküye yaklaşırca- sına eğilmekte yarar var. Tanpınar'ı bu öjküyle tanıdım. Onu hiç okumamış olurlara, "Yaz Yağmuru "yla başlamala- nnı salık veririm. Gönül bağı bir ömür- boyu sürebilir. Ama yalnız "Yaz Yağmuru" mu? Ahmet Hamdi Tanpınar, eseri bugün de olanca yaşarlığını koruyan bir yazar. A hmet Hamdi /% Tanpınar ne -/X. sağın, ne solun insanıdır. Ne muhafazakârlarla tam bir düşünce birliği içindedir, ne de devrimcilerle. Şiirinden öyküsüne, öyküsünden deneme yazılanna, birer anıt değerindeki romanlanna gönülden eğildiğimizde bu usta, karmaşık, yetkin yazann, kendisinden sonra da süreceğini bildiği bir 'sentez arayışı' peşinde olduğunu saptanz. TT/'argaşada, §C Saatleri JL \ ~ Ayarlama Enstitüsü gibisinden göz kamaştıncı bir ironi de yıllar yılı ırak kalır. Huzur'da 'kendi içinden yeniden' doğamayan birey- toplum anlatılmışsa, Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde de, çalışma hayatının, üretimin durduğu toplumda şahlanan acıkh güldürüye yer verilir. Yalan dolan işler mekanizmasında, Tanpınar, Türkiye'nin bugünkü rantiye, batak hayatını görmüş gibidir. Oysadönemindeokurun ilgisineyeterin- ce sunulmamış. Henüz bütünii yayımlan- mamış gûncesinde yakınıyor: "Tenldt- lerden eser vok." Günceyi "basıma hazırlayan Ind Engi- nün'ün önemlı açıklamasını da alıntıla- mak ıstenm: "Tanpınar. ş/ir kitabı çıkdktan »onra tenkit beklemiş, fakat bir sessizlikJe kar- şılaşmıştır. Daha sonra çıkacak birkaç tenJodin onu çocuk gibi se\indirdiği an- laşümakla birlikte, bu scssizliği, habraia- nnda birkaç kere tekrarladıgı 'sükût su- ikastı' diye nitelendinniştir/' Hemen Tanpınar'a dönelim: "(_) mu- hakkak olan bir şey varsa jirmi sene ev- veJ bir şöhrerim olmuş. Kitap neşretme- mek, aynı muhitierde yazmamak bu tesi- rin devamını men etmiş." Aynı muhitierde.. çevrelerde yazma- tnak. Belki de çevreler üzerinde durmak gerekiyor. Karşı kanat ise Dede Efendi'den alınabi- lecek birtadın, yeni zamana aktanlabile- cek bir estetik değerin kalmadığını ileri sürer. Tanpınar her kanatta yapayalnızdır. Bu yapayalnızlığa karşın yazann. bii- diği. ınandığı dünya görüşünde tek başı- na yol aldığı şımdı daha açık seçik kav- ranabiliyor. Yayımlandığı dönemde ardı- lı çıkmamrş görüşler, savlar, düşünceler bugünkü kargaşaya, toplumsal açmazla- ra kılavuzluk edebilecek. büyük olasıhk- la: "Tenkidin, bir yıgıninkann,tekrar ka- bul ve reddin. ümrt ve hülyanın \e zaman zaman da gercek hesabın iklimmde ydşa- dığımız bu macera.daha uzun zaman.ya- ni her manasmda verimli bir çalışmanın hayatunıa yeniden şekillendireceği güne kadarTürk cemiyetinin hakikidramıola- caktır. "CkJeceğimiz jwlu hepimiz bilrvtMruz. Fakat yol uzadıkça a> nldığımı/ âlem. bi- Yağmuru'na gizemli, gizleri olan bir öyküye yaklaşırcasına eğilmekte yarar var. Tanpınar'ı bu öyküyle tanıdım. Önu hiç okumamış okurlara, "Yaz Yağmuru "yla başlamalannı salık veririm. Gönül bağı bir ömürboyu sürebilir. Tanpınar ne sağın, ne solun insanıdır. Ne muhafazakârlarla tam bir düşünce bir- ligi içindedir. ne de devrimcilerle. Şiirin- den öyküsüne. öyküsünden deneme ya- zılanna, birer anıt değerindeki romanla- nna gönülden eğildiğimizde bu usta, kar- maşık, yetkin yazann. kendisinden son- ra da süreceğini bildiği bir 'sentezarayı- şı' peşinde olduğunu saptanz. Doğu'dan ve Batı'dan gelgitler, onun yazısrnda yapıtında, en görkemli sayfa- lara açılır. Sentezi noktalayabilmiş mi- dir? Bu ayn konu... Ne var ki bizi soru- larla donarmıştır, can alıcı sorular, sonın- larla: "Tesadüfen Dedc'yi tanımısöm. tnsan- oğın ayn bir yüziinü öğrenmişthn. Yunus diye Wr şairim, Naci diye acayipbir şairün var,o haideniçin btlmiyorumL Brtmesetn rahat edebilir mi>im!.. Ve mesete kendi kendime oh bugün bu Dede EfendPyi de unuffum, yann da IrrTden kurrulsam- di- vebflir nuyiz! Dememiz doğru mu?" Tesadüfen tanıştlan Dede, ogünün mu- hafazakârlannca bilinmekte, ama güncel hayatın kılgısına geçinlememektedır. zi her günden biraz daha meşgul ediyor. Şimdi onu, hüviyetimizde gittikce biiyö- yen bir boşluk gibi duyu>x)ruz, biraz son- ra, bir köşede bırakıvermek için sabırsız- landjğımız ağır bir yük oluyor. frade'mi- zin en sağlam oMuğiı anlarda bile içbniz- de hiç olmazsa bir sızı ve bazen de bir vk- dan azabı gibi konuşuyor." Denge ve ikih'kler BeşŞehir'den bu saptayımlar. Beş Şe- hir, Ankara'yı. Erzurum'u, Konya, Bur- sa ve lstanbul'u dile getirirken yurdun. yurt insanının bir "histarihi"ni de yazar. Tanpınar, hayatımızın, "gerçek bir sorgu- nun sûzgecinden" geçırilmesını öner- mekte, belki de talep etmektedir. Sorgu ve iç sorgu, Huzur romancısmın çağdaş Türk toplumuna sunduğu tek kı- lavuzdur. Beş Şehir, imparatorluk bas- kenti lstanbul'u yeni başkent Ankara'ya sıkı sıkjya kenetlerken, biryandan da top- lumsal-tarihî uyum aranır, bu uyumu şid- detle gereksinir. Huzur'a gelince, roman, düpedüz bir tedirginliğin, huzursuzluğun romanı de- ğil midir? Dengeyle ikilik daıma yan yanadır. Sabahattin Eyuboğhısebebi çözümlü- yor: "Ahmet Hamdi Tanpınar, yaşarken de vazarken de duyguyla düşüncenin, düşle gerçegin tam ortasında bir yerde, zamanın hem içÛMkhem dışında yaştyor- du. Bir şeyin birip bir başka şeyin başiar gihi olduğıı kaypak, kıklan ince sınınn üs- tünt'e, dünle bugiin arası alaca karanhk- ta duraklrvordu çok zaman. Pariste fs- tarbul'u, tstanbul'da P*aris'i, Baki 'de Va- leryyi, Vatery'de Baki'yi özlemea, De- bussy 3e Ftri yi, Proust'la Evliya Çele- bı 'yi bile bir arada tadışı bundaıidL Yetiş- figi çc\rcnin ve zamanın da beslediği bu ikilikler Tanpınar'ın şiirinde zaman za- man büyülü bir dengeye kavuşuyor ve Türkçe've umulmadık bir tat kazandoı- >«rdu." fkilikJerden habersiz görünmeye ya- naşmayan, biryandan da denge gereksi- ranpınar son yirmi yılda gündem oluşturan yazarlardan sayıldı. Onun eserini irdeleyen önemli yazılar, incelemeler yayımlandı. Bu eser çevresinde tartışıldı. Tanpınar'ın emeği değişik dünya görüşlerine bağlı yazarlarca değerlendirildi. nen bu şaşırtıcı yazar, dengeyi herhalde yazısında çızısinde bulabilmişti. Dene- melerinin başyapıtı sayılabilecek Beş Şe- hir'de iz sürersek, Istanbul. kendine iliş- kin sayfalarda, boyuna 'kahcı' olanı sap- tarnaya çalışır. "Hayatımızda hüküm sû- ren gömlek değiştirme telaşı içinde" bir türlü gönül gözüyle göremedığımiz, gör- meye firsat bulamadığımız bu kahcılık- lar. öte yandan şehirden hızla silinmek- te, yok olmaktadır. Öylesine derin bir kar- şıtlık karşısında, iç dengenin korunabil- mesi neredeyse imkânsızdır. Ama yazı denge ve uyumla örülüdür. Bakın, bir cami ve bir ayazmadan geriye kalanlar, yıkım yazısında ışıyan estetik uyum: "Sümbül Sinan'ın baüfesi Merkez Efendi. suriann dtşmda kendi yapdnhğı caminin ve kendi bukhığu bir ayazmanm yanında yatar. Vazık ki çocukluğıunun hatıralan arasında kuyru vc haşyetli rah- maniyctini güçlükle vaklaşılan bir kürsü gibi panldayan bu Vliisliiman asklepi- on 'u artık kay'bolmuştur. Ziyaretio kadar karanhkyapan agaçbr kesimij, avtuda- ki dergâh hücreieri yıkılnuş, kuyu kapa- tümış, hulâsa sımn kendisini yapan un- surlarortadankalkmıştır." Bağnazhğa karşı kültür Pekı ama sırnn yerinı ne almıştır, diye sorabiliriz. Tanpınar, Merkez Efendi yapılannda, bir de "mimarisiz, düz bir kışla odasında yatan birkaç 5lü ile ayazmanm derindeki ha\ uzuna bakan silik yaklızlı kafesi ancak görülen çile odası"*nı göriir. Edebıyatının belli başlı göriinttileri, burada olduğu gibi, yitirilmiş, sönmüş, silinmiş, yıldızsız şeylerle donanmıştır. Tanpınar. böylesi görüntüleri yaratan et- kenlen, fizikötesinde değil, doğrudan doğruya somut koşullarda arar. Her şey- den önce iktı&adi çöküş ve yenilenişteki verimsizlik. "Hayanmızda yarancı oU- cağınnz güne kadar", büftin görebilece- ğimiz, "bir hortlak hikâyesinden çıkmı- f_" benzeyecektir. Yazar birçok 'son' şeyin ardına takıl- ıruştır. Bir ömek: "Son atlıkanncayı Ka- dırga meydanında birkaç yıl evveİ gör- müştüm." Ne var ki 'wn atukannca'run göriile- ceği zaten bilınmektedir. Geçmiş bir da- ha yaşanmak içın değil, sadece kültürün süreklilığı adına korunsun ıstenilmekte- dir. Beş Şehir'de Konya sayfalan Mevlâ- na'yı bir de iktisadi koşullar ortasında yorumlar: "Moğoitahsildariannın korkusı üeko- Miklarda, mağaralarda >a^a>an,o müthiş 699 >ılı kıtlığında kemirecek ot bulama- yan, zulmün, vebanm, her türlü felaketin harap ettiği Anadolu üzerinde bu ses bir bahar riizgân gibi daigalanır. Dışandan o kadar çok şeyin vıktıgı insan onu dinJe- dikçe kendi içinden yeniden doğar." Yıkılan Osmanlı Imparatorluğu'na Tanpınar herhangi birgeçmişseverin ke- deriyle bakmıyordu. Kültür değerlerinin ışığında verimli bir yann arayışıydı en- dişesi. Bu endisesi, bu söylemi yazık ki uzun yıllar örtük kalır. Tanpınar belli bir kesi- min ya okumadjğı yazardır, ya da, karşıt kesimin okur göründüğû... Kargaşada, Saatleri Ayarlama Enstitü- sü gibisinden göz kamaştıncı bir ironi de yıllar yılı ırak kalır. Huzur'da "kendiiçin- den yeniden" doğamayan birey-toplum anlatılmışsa, Saatleri Ayarlama Enstitü- sü'nde de, çalışma hayatının, üretimin durduğu toplumda şahlanan acik.li gül- dürüye yer verilir. Yalan dolan işler me- kanizmasında, Tanpınar, Tûrkiye'nirfİRii günkü rantiye, batak hayatını görmüş gi- bidir. Saatleri Ayarlama Enstitüsü çalışma ahlakından yoksun toplumun genel görü- nümünü betimler "Eğeryaşamak kefimesinin manas her $eyden mahrum ofanak ve tsbrapçekmek- se,her an küçülmek \v bunu nefsinde her lahza duymaksa, bir türlü aşamayacağı bir çemberin içinde durmadan çırpın- maksa, şüphesiz ben de benimkiler de en derin şekilde yaşr>x»rduk- Vok, bu kelime- nin içinde biraz ruh ve imkân genişligi, birtakım haklan duymak. o içten sevm- meJer,dışa karşı bir parçacık güven,etra- nmızia müsa\i şartiar içinde rahat bir karşılaşma filan varsa, o zaman iş çok de- ğisir. Dikkat ediniz ki, bir şeyler yapmak- tan. insanlara faydaiı ofmaktan hiç bah- setmedim." Kaybotduktan sonra Tanpınar, kaybolduktan sonra gelecek olanı satır aralannda söylemiştir. Tahlil etmek bugüne düşüyor. Gördüğü son resim de çoktan değiş- miştir: "Birdenbire hiç bekiemediğimiz bir yerde mermer bir çeşme aynası veya ka- pı çerçe\esi. i>i yonrulmuş taştan beyaz Mr duvar sizc gülümscr. İki servi, bir akas- ya veya asına küçük ve üslupsuz bir tür- be,yahutküçük bir bahçesanacağıntz bir mezarlık, orâda tath bir köşe yapar." Çoktan değişmelere karşın, burada an- latılmak istenenin bir kültür banşıklığı olduğunu nasıl yadsıyabiliriz? Ve zaten asıl öngörü o kültür banşıklığmda odak- lanmıyor mu? Tanpınar'ın kültür banşıklığı, eskiyi reddetmekten geçmediği ölçüde. yeniye 'legende' duygusu katabilecek kadar an- lamlıdır. Işte Beş Şehir'in 'Ankara'sın- dan: "Atatürk'ön hemen herkesingörduğü, mektep kitaplanna kadar geçmiş bir fo- toğran vardır. Anafartalar ve Dumlupı- nar'm kahramam son muharebenin saba- hında tek başına. ağzında sigarası, bir te- peyedoğru ağır ağır vedüşünceli çıkar. tş- te Ankara kaiesi muhayyitemde daima ömrünfin en güneşli saaüne böyle yavas yavaş çıkan büyük adamla birleşmiştir." Tanpınar son yirmi yılda gündem oluş- turan yazarlardan sayıldı. Onun eserini ir- deleyen önemli yazılar, incelemeler ya- yımlandı. Bu eser çevresinde tartışıldı. Tanpınar'ın emeği değişik dünya görüş- lerine bağlı yazarlarca değerlendirildi. Ama Huzur yazan okura gerçekten ulastınlabildi mi? Yanya Kemal-Tanpınar ilişkisi üzerin- de duruldu da, bir öbekte görülebiiecek öteki ilışkilere. sözgelimi Pej'ami Safa, Abdulhak Şinasi, Nahit Sım ve Samet Ağaoğhı çızgilerine hiç değiniltnedi. Sanınm gündem de usul usul elayak çekti. Tanpınar çapında büyük bir yazar, bana kalırsa, okurlanmızda bütün bir ders yılı boyunca okutulmalıdır. Bu yazar ve esen, yasadığimız toprağı külrürle. kül- tür banşıklığıyla donatmaya devam edi- yor. Oysa kendisi, besbelli, çok acı çekmiş: "Hayat acayip bir yol.. sizin bıraknğı- nızı bir başkası yakahyor. Böylece sahne değişiyor. Ve fakat aktörler gözünuzden kavip oiuyor." ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Bir Ögrencimden Öğpendiklepim... Anadolu Üniversitesi lletişim Bilimleri Fakülte- si'nde, birinci yanyılda verdiğim kültür tanhi dersle- ri içinfinalsınavı yerinegeçmek üzere, öğrencilerim- den bir ödev istedim. Odev, bir soru biçimindeydi: "Bundanböyle kültürtarihinin değeryargılannakay- naklık edecek biçimde işlenmesi, yannın insanının eğitimi açısından okımkı sonuçlar doğurabilir mi?' As/ında ben de bu köşede aynı konu üzerine bir yazı yazmak niyetindeydim. Fakat Sinema-Televiz- yon Bölümü'nden Meriç Eryürek adlı öğrencimin ödevini okuyunca, bu konuyu asla onun kadar iyi iş- leyemeyeceğimi anladım ve onun yazdıklannın bir bölümünü okurianma aktarmayı yeğledim. Meriç Eryürek, tarihe ilişkin açıklamalanna önce zaman birimi olarak "Şimdi" ve "Bugün" kavramJa- nyla başlayarak şöyle diyor: "İnsan için 'şimdi' kav- ramı tamamen kurmacadır, çünkü hiçbir zaman 'şimdi' sözcüğüne denk gelecek bir koşut-zaman varolamaz, 'şimdi'sözcüğü te/affuzedildiğianda bi- le artık geçip gitmiş bir zaman parçasının haberci- sihalinegelmiştir... Bugününyannı, 'şimdikizaman' için hiçbirzaman dünün bugüne olduğu kadar ya- kın degildir: Geçmişin düşünceleri, psikolojikolarak bugün cismiyle veya cisim dışı ürünlenyle varolan her insan için hep sahip olunmuş değerlerdir; on- lann zaman içinde kazanıldığını ve zamanın da an- cak geçmişin bilinmesine izin veren kurgusuz bir dramatik akış olduğunu hep gözardı ederiz. Tarih, 'şimdi'ninancakdünün bilinmesi veyannın bilinme- mesi sabit kurallan ile varolması gerektiğıni göste- ren bir olaylardüzenidir. (Buradaki fiknmi şu örnek- le daha iyi açıklayabilirim: Yazıyı ılk bulan insan ya- zı yazmayı bilmiyordu.) 'Bugün', yaşayan insan için bütün tarihin en baskıcı düzenidir; çünkü uç zekâ- lar için bile dünden ve yanndan başka bir alternatif yoktur. Sanat, dünün veyannın kurmacasının haya- . ta geçirilmişhalidir; aynı düşüncelerin de olduğu gi- bi.. ."Dahasonra"yaratıcılık", "rastlantısallık"ve"sı- nıriılık" kavramlanna geçen Meriç Eryürek, şöyle de- vam ediyor "İnsan, her ne kadar çeşıtli yapılar ve ürünlerte karşımıza çıksa da, neticede rastlantısal- lıklanyine de sınıriı biryaratıktır,yaratımgücünü elin- de tutmak ve bu gücün variığını hissettiren güdüyü de birboyundurukgibi takmakzorunda olan birya- ratıktır hem de. Kendi çıkışlannı beliheyememesi- nin ana nedenlerinden biri, zehih alınmış bu gücû- dür; çünkü yaratıcılığın tek düşmanı sınıhanmaktır ve insan, yaratıcılığında sınır tanımadan yaratama- yacak kadar sosyal bir yaratıktır. Aklımıza gelecek her türiû marjinal düşünce, eninde sonunda 'ehli- leştirilmiş', birbiçime sokulmuştur; çünkü hepimiz ortak kod ve müştereklerin sınıharında hareket et- mekle yükümlü birer 'birey' kimliğini taşınz. Bu ku- ral, o kadar yaygındır ki, insan kendi sınıhanna uy- mayanlan kabul edemeyecek kadar zekidir; ya ye- rer, izole eder onlan ya da gıptayla bakar." Bütününü ne yazık ki buraya alamadığım çalışma- nın doğrudan kültür tarihine ait bölümü de şu gö- rüşleri içeriyor: "Geleftm bunun özelistm, büyükharf Kültür Tarihi ile olan ilişkisine; değer yargılan, Kül- tür Tarihi'nin malzemeleridir ve ne gariptirki bütün tarihler bir değeryargısının yıkılmasına neden olan olaylartarafından kurulmuştur. Kültür Tarihide eğer bu düşüncenin ışığında incelenirse akışı boyunca hep cesur ve yenilikçi fikirierin ortaya çıkışı ile şek- linialır. Yeni düşünceler, 'şimdi'nin anlamsızlığını iyi anlayan kafalar tarafından yanna, şimdiyı anlatma- lan için, miras bırakılan değerierdir. Tarih ve sanat, her zaman bugünüyanna göre inceleyebilen insan- lar tarafından yaratılmıştır, O zaman, 'değer yargı- lan tarihin ve sanatın oluşumununbirincilmalzeme- leridir' demek hiç de yanlış olmayacaktır, ama de- ğer yargılannın kültürü ve sanatıyarattığını söylemek de birincidereceden bir hata olur; gerçekolan, de- ğer yargılannın 'şimdiye ait' yanlışlığını görerek on- lan yıkma yolunda yol olan insanlara bu yargılann biritici güç, bir motorgöreviyapmasıdır. Kültür, bir insan topluluğunun ne hızla yol alacağını belirieyen güçlü bir motordurgerçekten deveaz önce söyle- diğimi eğretilersek, bir motorda kullanılan yakıt ne kadarpariayıcı ve tehlikeliyse motoro kadarkuvvet- lidir. Ömek olarak;Anadolu Medeniyetigibikozmo- polit, ırklan içinde eriten ve bütün bu yakıtgücünün tesiriile kültüralanında tarih içinde ('şimdi'ye kadar, diyelim)her zaman birkutupgörevigörmüş olan bü- yük bir medeniyet, gücünü bu yakıtın kanşımında- ki pariayıcılıktan almıştır; tabii ta ki belli kurallann esaretine girip gerçek gücünü kaybedene kadar..." Bu çalışmayı kaleme alanın yine geçtiğimiz yan- yılda, sanattarihi üzerine hazırladığı bir başka ödev- de, tarihin -neyin tarihi olursa olsun- mutlaka "top- lumsal"olması gerektiğini belirtirken yaptığı birsap- tamayı da alıntılayamadan geçemeyecegim: "Soluk almayan bir tarihi, kendisinden sonra gelenlere ye- ni hayatlar verecek nefesler olarak kullanamazsı- nız..." Evet, bütün bu satırlann yazan Meriç Eryürek, he- nüz yirmilerinde bir üniversite ikinci sınıf öğrencisi. Ama daha şimdiden bir "düşünce adamı" olup çık- tığı da tartışmasız bir gerçek. Bir üniversite hocası olmaktan duyduğum mutlu- luğun, geniş ölçüde böyle öğrencilerin öğrencisi ola- bilmemden de kaynaklandığını gittikce daha iyi an- lıyorum... İş Bankası'ndan yeni bir kitap Kültür Servisi-Çağımızın önde gelen sosyal filozaflanndan Friedrich A.Hayek'in "Kanun, Yasama Faaliyeti ve Özgürlük' adlı üç ciltlik kitabının ikinci cildi olan "Sosyal Adalet Serabı" Iş Bankası Kültür Yayınlan Tarafından yayımlandı. "Sosyal Adalet Serabının" ana tezi, özgür bir toplumda "sosyal adalet" arayışının adalete hizmet etmeyip, aksine devletin cebir mekanizmasının kötüye kullanılması yoluyla keyfı kayırmacahğa ve adaletsizliklere yol açtığı. Moskova'da Türk filmlerine biîyükügi MOSKÖVA (AA) - Kültür Bakanlığı'mn girişimi ile Moskova'da İ 8-23 ocak günleri arasında gerçekleştirilen Türk Filmleri Haftası, Rus izleyicinin yoğun ilgısi ile karşılaşti. Günde üç seans olarak ve Moskova'nın en ünlü sinema merkezi 'Kinosentır'da gösterilen filmJerin ilk seanşı Türk işçilerine, ikinci seansı eleştirmen ve basın mensuplanna, üçüncü seansı da Rus izleyicilerine yönelik olarak düzenlendi. Yoğun ilgı üzerine Moskova'da en çok ilgiyi toplayan 'Berdel' ve 'Dönersen Islık Çal' gibi filmler 23 şubatta bir günlüğüne St. Petersburg'da göstenme girecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle