28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
17 AĞUSTOS 1995 PERŞEMBE CUMHURıYET KÜLTÜR SAYFA 15 GRAMOFON İCNESİ SELlMtLERt Bıuiık yaz tatifleıi...Tatil düşkünlügûm var mı. yok mu? Birtürlü yanıtlayamıyorum. Dörtyıl bo- yunca tatile çıkmadığıma, Istanbul'dan yaz boyunca aynlmadığıma bakıhrsa öy- le denız, güneş meraklısı değılım. Bu- nunla birlikte, sonbahar gelip çatinca, beyazcamda rastladığım bütûn deniz, güneş, tatil görüntüleri neden allak bul- lak edıyor kalbimi? Bir fırlayıp gitme is- teğiyle kalakalıyorum. Ve eski tatiller çıkageliyor Yirmi yıl önce. tatil dönûşü, adeta esrimeyle yazı makinesınin başına geçmiş, Her Gece Bodrum'u yazmaya koyulmuştum. Ça- pakh bir anlatıtn bana eşlik ediyordu. Yaz geçmiş, yazı masası başından ayn- laraamıştım, kış boyunca da sürdü, erte- si yaz başlangıcı da. Uç dört yıl üst ûste Bodrum'a gittim. 1981 kışından bu yana Bodrum'un ya- macmdan geçmedim. (Ya da 'gecme- miştim' demem gerekiyor: Bu yıl uğra- dım, daha on beş yirmi gün önce.) Ama o zaman dilimi içinde beldenin fotoğraf- lannı gördüm: Bakir deniz kıyısı kasa- basından. Halikamas Bahkçısı'na bütün bir eserini armağan etmış Mavi Sürgün yöresinden geriye sadece cinnet kalmış. Fotoğraflar her şeyi söylüyordu. Bodrum'un sonuna yetişmiştim. Ger- çi bir şeyler hızla değişiyordu, ama de- niz insanlannın inceliğinden, duyarlığın- dan, göz kamaştıncı sadeliğınden son iz- lere de rastlanıyordu. Orada, Halikamas Balıkçısı'mn hankulade deniz adamlan- nı bırer ikişer görmuştûm Tabii onlan değil, vıdıvıdı yaz konuklannı yazabil- mıştim. Pansiyonunda kaldığımız beyaz ba- şörtülü yaşlı kadın hayatımın derin tut- kulan arasında. Oda kapısının anahtan- nı istemiştinv. yaşlı kadın: "Biz burda kapılan hiç kiütlemeyiz_ r ' demişti. Kapi- lan geceleyin ve gündüzün kılitlenme- yen, anahtarsız Bodrum şimdi bellekler- de solgunlaşarak yaşıyor. 1981 kışından bnyana Bodrum'un yamacından geçmedim. Ama o zaman dilimi içinde beldenin ibtoğraflannı gördüm: Bakir deniz kıyısı kasabasndan. Halikamas Bahkçısı'na bütün bir eserini armağan etrniş Mavi Sürgün yöresinden geriye sadece cinnet kalmış. Fotoğraflar her söylüyordu. Bir yaz Kaş'a gittim. "Şimdi çok de- ğjşti, senin gördüğün gîbi değil—" diyor- lar. Gördüğüm Kaş. değişeceğinı, çok değişeceğini zaten söylüyordu. Turistik olmak ereğiyle pansiyonlara, lokantalarayabancı dillerden sözcükler- le bezenmiş adlar takılmıştı. Güzelim 'Sabah Yıldm' dururken Ingılızcesi yeğ- lenmişti. Yol boyunca da böyle yadırgaücı ad- larla karşılaşmıştık. Dingin köy kahve- sinin adı Bizim Dallas'tı. Aynı yaz Bod- rum'da bedbaht bir travesti kendini "As- taıda ben Sü Elhn'rnı" diye tanıtıyormuş. Onunkisi herhalde kara mızahtı. Kaş o kadar uzun süren, kolay kolay sona ermeyen yaz mevsımiyle insanda sonsuz bir yaz uuygusu bırakabilirdi. Ama ufak ufak dadanmaya başlayıver- miş büyük kentliler Kaş'ın altından gi- rip üstünden çıkacağa benziyorlardı. Durmadan dükkânlar açılıyordu, derici- ler, incik boncukçular. Kaleköy'de gönfil eğjtimi Kaş'ta bir genç kız, yazıp çızdıklerim dolayısıyla, bana zümrüt değennde bir salkım üzüm ikram etmişti. O ve ben, bu soy tatil yörelerinin dinozorlan olacak- tık besbelli. Kaş'a bir daha gitmedim. Ama Kale- köy gönlümde eser durur. Yükseklere çıkmaktan oldum olasıya korkmama ragmen, Kaleköy'ün tepelenne çıkmış. kekik satan kör bir genç kadınla tanış- mıştım. Bin yıl öncesinin kör bakıcüan gibi, o da geleceğe ılişkin sözler söyle- miş. belki de uyanlarda bulunmuştu. Adlanmızı soruyor, adlanmıza adeta tasavvufı yorurnlar getıriyordu. Hayatı- mızdan çıkıp gittiğmi sandığım tasav- vuf, bu gönül eğitimi, Kaleköy'de Likya harabeleri ortasında yeniden belinyor, kültürün ne kadar çetrefıl bir macerası olduğuna işaret ediyordu. Sonra o kekik kokusu... Kör genç kadın, kankoca arkadaşlan- mın çocuğuna da adını sormuş, o zaman- ki küçük kız "Nefes" deyince, "Mânâa derin,mesufiyetibüvüktür_" demişti. Bu sözü unutamadım. Bu sözü bir romanda. bir senaryoda bir sûre daha yaşatmak is- terdim. Dört beş yıl önce Avşa Adası'na git- tim. Vapur boyunca güneş, kalabalık, ba- ğınp çâgiran çoluk çocuk, plastik kutu- lardaki zeytinyağlı dolmalar, her şey ca- nımı sıkmıştı. Bunlarbaşlangıcrn izleni- mi ve duygulanımıydı. Avşa'da on gün kaldım. Yoğun kalabalık. lstanbul'un kı- yı köşe semtlerinden gelmiş o insanlar gttgide sevinç ve mutluluk getırdiler. Ço- cukluğumun Florya, Salacak plajlannda dolaşır gibiydim. Dört bir yanımda Or- han Kemal'in romanı esip duruyordu. Avşa'da bİT geceydi. Kıyıdaki gazino- lardan binnde çoluk çocuklu hanımlar çay, gazoz ve bira içiyorlardı. Işte başör- tülü büyükhanım çay, çocuklar kola, ga- zoz, bir iki genç hanım da bira. Sonra Çingene müzisyenler geldi, şarkılar baş- ladı. Büyükhanım, biralan içtikçe şarkıla- ra daha yüksek sesle eşlik eden bir genç kadını eteğinden, elbisesınin kolundan çekiştirdi birkaç defa. Genç kadın dedı ki: "AUah aşkma ifişme. Ben, bütün kış bu gecenin rüyasıyla yaşryorum_" Birden Behçet Necatigfl'in, Ceyhun Atuf Kansu'nun unutulmaz yazlık bah- çe, yazlık sinema şiirlerini andım. Genç kadın o şiirlere sanki bir dize eklemişti. Avşa'da o yaz ve sonraki yaz yoğun ka- labalığın nasıl olup da birbinnı rahatsız etmediğine şaşmıştım. Sokaklar, özel- likle denız kıyısı boyunca, kumsallar, her yer anababa günüyken, gürültü patırtı pek de öyle kafa şişirmiyor, itiş kakış baş göz yarmıyordu. Anlatuğımda, aziz dos- tum Hfilya Kocyigit şöyle bir yorum y ap- mıştı: "Dar gelirli insanlann köklü ter- bryesini değiştirmeko kadar kolay olmu- yor. Avşa çokeskiden beriorta halUnin ta- til bekksi." Biraz sonra anlatacağım: Bu yaz Av- şa'ya yine gittim... Sekiz gün YalıkavakÖnce Yalıkavak'taki sekiz gün- lük tatilden söz açmak istiyorum. Dört yaz sonra tstanbul'dan ayn- labilmek cesaretini, sevgili Çol- pan Ühan'm ısran olmasaydı, el- bette yine gösteremeyecektım. Çolpan, sevgili Gülşenlşıkveha- vaalanmda tanıştığım sevgili Sumru, uçağa bininceye kadar haylı sıkıntı çektik, ama sonra her şey birdenbıre değişti. Türk Ha- va Yollan'nın bilgisayarlan bir azizlik yapmış, bir tek benim bı- letim 'okey'knmişti. On sekizde kalkması gereken uçak, bilet sorunu yüzünden kırk beş dakika gecikmeyle uçabildi. Sonra hiç bilmediğim bir hava- alanına indik ve sevgili Kerem Altşık'ı görünceye kadar Bodrum cıvannda biı yere inıp inmediği- mizın kuşkusunu ıçin için duy- dum. Yalıkavak'ı ilk kez görüyor- dum. Orada Bodrum'un 1970'lerdekı resminden bir şey- ler hissettim. Sessizdi. Kaldığı- mız yer, Şamdan, eşine az rastla- nılacak ölçüde uygardı. Şam- dan'ın çalıs^nlannı, yöneticileri- ni, sahiplerini büyük nezaketle- riyle hatırlayacağım. Daha ilk gece Kerem ve arka- daşı Nıhat bizı Bodrum'a götür- düleT. Yıllaryıb etkisi alündakal- dığım Bodrum'a, o etki silineli yıllar geçmişken işte bir gece hayli geç saatte geliyordum. tlk gördüğümde başımı döndüren Kale ışıklar içındeydi. Ama o es- ki heyecarum, duygular kaybol- muştu. Belki de gençliğim geç- mişti. Bodrum'a bir iki kez daha uğ- radık. Yalruz gençliğim değil ge- çen, on dörtyıl sonra dolandığım Bodrum'da birçok şey geçip git- miş. Her yer evlerle, sitelerle do- lup taşmış. Her yer insan kaynı- yor. Geceleyin bu insanlara gitgit bir kurtadamhk yapışıp kalıyor. Kurtadamlar sokaklardan sokak- lara gezirüp duruyorlar. Sokaklann şurasına burasına, ortalık yerine kururmuş tuhaf meyhanelerden, lokantalardan müzik seslen geliyordu. Biraz de- dikodu yapmak istiyorum: Onca tanıtım gûrültüsünden sonra Bodrum'da, Turgutreis'te, Yalıka- vak'ta, Sezen Aksu çalan tek yer yok. Ama Ebnı Gündeş'in "Fn-- rjnalar"ı dörtbir yanda yankıyor. Geceleyin Bodrum. hepi topu birer ikişer saatlik izlenimlerle, tarihi Roma fılmlerinin bınlerce figüranlı sahnelenne dönmüş. Tabii biraz da Sodom ve Gomo- re'yi çagnştınyor. Gündüzün Bodrum pazanna gittik. lstanbul'un kaçak eşya sa- tan pazarlanna dönmüş. Oraya özgü her şey ıkinci plana ıtilmış. Herkes şarkı söylüyor. Her yer- de müziği andınr bir şeyler var. Her yerde herkes oynuyor. Her Gece Bodrum'un karan- lık, iç karartıcı sayfalarmı ne ka- dar acıklı buldum, dile getire- mem, sonra kendimi de çok gü- lünç_buldum. Boşuna değil, Er- dal Öz, bu romanın yeni basımı- nın hiç satmadığmı ikide birde söylüyordu... Yalıkavak'ta iki gece, sevgili Gül Gülgûn'la yemek yedik ve Şehir Tiyatrolan'nın geçmiş za- manlanndan söz açtık. Gül Gül- gûn kimileri ölmüş, kimıleri emekli olmuş eski ustalann sah- ne disiplinlerinı, tiyatroya bağlık- lannı anlattı. Onlan galibayalnız bizleT anıyoruz, hatırlıyoruz. Gittiğimizin üçüncü gecesi, Çolpan tlhan'la birlikte, Yıktoz Kenter'le Şûkran Güngör'ün ko- nuğu olduk. Bu iki usta Turgutre- is'te çok zevkli, küçük bahçesi bir masal bahçesi kadar güzel evle- rinde bizi ağırladılar. Yüdız Ha- nım, lngiltere'de yayımlanmış, yazan Türk, Türkiye'nin geçmiş günlerinden söz açan bir kitabı okumaktaydı. Bize de anlattı. Şükran Bey'le Türk edebiyatının dününden ve bugünündenkonuş- tuk. Tıpkı Bodrum gibi Turgutreıs de çok değişmiş. Orası da siteler- le dolup taşmış. On dört yıl önce- sinin bomboş kıyısı şimdi çöpbi- donlanyla şişkin. Kasabanın için- de kovboy rılmlerinin dekorlan- nı çağnşrınr bir mimari hûküm sürüyor.Ama Şükran Bey'le Yıl- dız Hanım'ın bahçelenndeki renk renk çiçekli begonvili, az- man, tombul ortancalan gözlerim iyi ki gördü. Bodrum'unkini bılmem, ama Yalıkavak'ta deniz tertemizdi. Sevgili Gülşen Işık'ın dürtükle- mesiyle her gün yanmşar saatten üç kez denize gırdım. Gülşen'ın bedeneğitimi öğretmenlerinde rastlayamadığım bir yöntemi var. Söyleşisiyle, neşesiyle bırbuçuk saatlik yüzmelerin yorgunluğunu unutturuyor. Bedeneğitimi öğret- menlerime gelince, ikide bırde, hımbıllığımı yüzüme vururlardı. Yahkavak'ta son üç günümüze Gülşen'in dostlan Latife İpek- çi'yle kızı Yasemin de eşlik ettı- ler. Yasemın'lebol bol Bodrum'u çekiştirdik. Yasemin, büyükbaba- sı ve büyükannesiyle yaptığı, Bodrum'a kadar uzanan gemi yolculuklannı anlattı. Gemi yol- culuklan yıllar öncesinin bır mo- dasıydı galiba. Bir uçtan bir uca Karadeniz'in kıyı kentlerini öyle dolaştığımızı hatırladım. Yalıkavak'ın pazan Bod- rum'unkine oranla sahicıliğini korumuş. Öyle uçsuz bucaksız bir pazar değil ve daha sade şey- ler satılıyor. Kekik, lavanta, ka- ranfıl, kimyon aldık. Bir iki örtü aldık. Perdelenn güzelliğme ba- kıp geçtik. Günler huzur içinde geçti. Dört yıldan sonra deniz, güneş ve Ak- deniz beni yeniden ahp götÜTdü. Bir romana mı? Bunu kendi ken- dime çok sordum; bir ara arka- daşlanm da yan şaka, yan ciddi sordular: "Her Gece Bodrum 2'yi yazacak mısın?" Yazık kı duygu- lanmda o eski coşkunluğu bir tür- lü bulamadım. Dinginlik duyu- yordum, ama Akdeniz benim için artık bir sevda yumağı değil, bir sağlık beldesiydı. Örnekse yüzmek çok iyi gel- mişti, kulağımın -sol kulağımm- kıştan yadigâr akıntısı geçmişti. Hatta gencelmiş gibiydim. Bun- lan düşünüyor, Yalıkavak günle- rinin biteceğine üzülüyordum. Roman değil, orta yaş bencilli- ğiydi sanp sarmalayan. Üstelık Istanbul'a döner dönmez, tatile çıkmış olmaktan -her zamanki gi- bi- suçluluk duyup duymayacağı- mı ölçüp biçmekteydim. Ertesi sabah dönecektik. Gece- leyin Şamdan'ın bahçesinde otur- duk. Ağustosböceklen cırlıyor- du. Artık ağustostu, beni en çok etkıleyen yaz, sonbahan haber verir ağustos. O an, bİT an, yılla- nn rutkusu yine belirdi: Adı Ağustosolan bir roman yazmak... 1995lstanbul nemli havasıyla sırt ağnlannı, bel ağnlannı. buruntı- kanmalannı başlatır başlatmaz, Yalıkavak'taki gencelmenin son gürlük olduğunu elbette anladım, ama buna inanmak istemedim. Gitmek düşüncesi yine öne çıktı. Bana Avşa'yı tanıtan sevgili arka- daşım Lütfü ve ailesi işte yine adaya gidıyorlardı. Birkaç gün daha, neden olmasın? Önce Nergis Çorakçı'yla Can Başakda geleceklerdı. Sonra tu- haf adlı pamuk beyazı kedilerinin ruh bunalımlan geçirdiği saptan- dı. Sonrasmda da Şehır Tıyatrola- n'nda mevsim açılacak, Nergis'le Can'ın zaten lstanbul'da bulun- malan gerekecekti. Dahası,kedi- leri onlann evden aynlmalannı is- temiyor, onlan çeşitli şekıllerde süreklı cezalandınyordu. Sözge- limi Nergis'ın yenı mayosunu özel kumu sanmakta ısrarlıydı. Nergis'ı, Can'ı, kedıleriyle baş başa bırakıp, bir sabah deniz oto- büsüyle Avşa'ya yollandım. Deniz otobüsleri iyi güzel de, soğuk hava donanımıyla o sırt, bel ağnlannı çarçabuk azdmyor. Ke- miklerimın sızladığını duyumsa- ya duyumsaya Avşa'ya vardık. Ve güneş! Sıcacık güneş! tskeleden otele yürürken AşkH Memnu'da- ki zenci Beşir'in kızgm çölleri öz- lemesi gibi ben de bu kızgm gü- neşe özlem duyduğumu ayııt edi- yordum. Lütfü"ye aslmda zenci ruhu taşıdığımı söyledim. Lütfü yanıt vermedi. Lütfü'ler, Avşa'nın evlerle do- nanmış, sakin, öte ucunda pansi- yonda kalıyorlardı. Ben, eğlence- li, neşeh, müzikal uçta kalaca- ğımdan pek hoşnuttum. Avşa'yı en çok o kalabahğı, eğlenen in- sanlan dolayısıyla sevmemiş miydim? Nihayet, gece, ikide mü- zik kesiliyor, eğlenti bitiyordu. Bense ikiden önce nasılsa yatma- yacaktım. Evdekı hesabın çarşıya uyma- dığını ilk gece öğrendim: Av- şa'nın bu ucunda kalabalık bam- başka bir özelliğe bürünmüştü. Alçakgönüllü, orta halli yurttaşa açık Avşa bu yaz birdenbire dar gelirlinin az buçuk para kazanmı- şına tatil beldesi olup çıkmış. Bir küçük burjuva şenliğidir sürüp gi- diyor. Şarkılar, nağmeler, hançe- reler, kıyamettir kopuyor. iki, iki buçuk, üç... Üçte müzik sona er- di. Otelin balkonunda tek başıma, bir an önce uyuyabilsem, diyo- rum ki, hayli neşeli bir orta yaş grubunun ta öte uçtan yeni yeni şarkılar, nağmeler, hançerelerle çıkageldiğini görecektim. Onlar- la birlikte uzaklardan diskotekler- den yankılar da peydahlanır ol- muştu. tlk gece saat beş buçukta sona erdi, gün ağanrken galiba baygın düşmüştüm. Küçük burjuva şenliği yalnızca geceleri hüküm sürmüyor. Denız bisikleti mi, deniz motosikleti mi denen bir deniz canavan otelin kumsalında her an meraklısına hızmet vermekte. İki kişi can ye- lekleri takıp biniyorsunuz, deniz- de yüzenlere inanılmaz ölüm, iki- ye üçe biçilme korkulan verip, son hızla Ekinlik'e o munis ada- cığa doğru açılıp gidiyorsunuz. Deniz motosikleti ilkçağ canavar- lan gibi uzun bir fıskıyeden sular fışkırtıyor. Uzaktan görünüşü bi- le denizde fazla durmamamz ge- rektiğine işaret etmekte. Ertesi akşamüzeri Lütfü'lerin pansiyon kaldığı eve çaya gittim Orada Yalıkavak'ı çağnştınrten- halığı. dinginliği. hatta ağustos- böceği konserini bulunca içim sızladı. Fakat geçmiş ola... Ahşap sundurmanın altında çaylanrruzı içtık, tadı damagımda kalan tuzlu lokmalanmızı yedik. Bahçedeki şeftali ağacı yaz baş- langıcından ham meyvelerle yük- lüydü. Yazbitmedi tkınci gecenin az buçuk sessiz- liğini kandil gecesine borçluyum. Gazinolarda pek öyle çatırtı patır- tı yoktu ve 'altın çocuk'lar, l züm- rût çocuk'lar. 'Avşa'nın sanat gü- tteşT filan şarkı söylemiyorlardı. Baİkonda uzun süre denizin ses- lerini dinledim. Fışırtılar iyi gel- di; lokantada yanımdan aynlma- yan, biraz yaşlıca sarman kediyi düşündüm. Kedicikler, hepsi bir- birinden güzel adaköpekleri kışın nasıl besleniyorlar?.. Ada'da şöhretimin geniş bir skalasıyla karşılaştım. Bır iki ki- şi: "Aa! Sefim Bey_"falan dedik- ten sonra, dahaçok, DoktorStress olarak tanındım. Bu kez: "Aa! Ne- dim Bey değil misinK?"' diyorlar- dı. Bir hanım da Sinan Erkoç ol- duğuma karar verdi. Kim olduğum konusundaki tar- tışmalar sürerken sevgili Metin Çekmez, eşi ve kızıyla karşılaş- tım. Metin'in çeyresinde Süper Baba'nın izleyicileri ikide birde toplaşryorlar ve Metin'i elbette ta- nıyorlardı. O ara yine Doktor Stress olup olmadığım soruldu. Avşa'nın en büyük sürprizi me- ğerse üçüncü gecede sakh durur- muş. Erkertce yatayim, uykumu kaçırmazsam müzikal ve küçük buıjuvasal gürültüyü duymam umuduyla lokantadan çıktığımda, kalabahk ön yoldan değil, tenha arka yoldan otele girmeye karar verdim. Uzayan bir yürüyüşten sonra yolumu kaybettiğimi fark ettim. Bir türlü denizkıyısma ula- şamıyordum. Derken ışıklar azal- dı, hiç kalmadı. Ağustosta ayışı- ğı solgun aydınlığıyla yol göste- riyor, ben de Avşa mezarhğında tek başıma yürüyordum. tki ya- nımda servıler, mezar taşlan; ha- yatın gehp geçiciliği konusunda derin düşüncelere dalrp gitmişim. Bir yandan da uzaktaki ışıklan görerek, korkmuyorum-korkmu- yorum, diyorum... Uzaktaki ışıklar, düşündüğü- mün tersine, deniz kryısının ışık- lan değilmiş. Avşa mezarlığmın bıtiminde hayli büyük bir disko- tek lstanbul Kuruçeşme'den sah- neler sunuyor. Mezarlığı yaradı- lışıma daha yakın bularak gerisin genye döndüm; bir buçuk saate ulaşan gece yürüyüşünden sonra Yarar Otel'e varabildim. Dördüncü gün deniz otobüsle- rine ek sefer konduğunu belediye anonslanndan işitir işitmez gişe- lere koştum ve bilet değiştirdim. Kumsala dönerken bu kez de yan- gın anonslan başladı; on beş ya- şından altmış yaşına kadar bütün erkeklerin kazma ve küreklerini alarak yangın mevkiine gitmele- ri istendi. Kazmayı, küreğı heye- candan bir türlü gözümün önüne getiremiyordum; anonslar üst üs- te, bütün şiddetiyle akşama kadar sürdü. Akşam: Yangın söndürül- dü. Ertesi gün: Dönüş yolculuğu. Ama daha deniz otobüsü kalkar kalkmaz o burukluk: Yaz bitme- di-yaz bitmedi! ODAK NOKTASI AHMETCEMAL Demokpasi Kulturunde Dünya Görüşü'nün YeriTürkiye'de demokrasi kültürünün yeterince kök salamamasının belki de en önemli nedeni, Türkiye demokrasisinin yoluna hep ya dünya görüşünden yoksun, ya da sahip olduğunu ileri sürdüğü dünya görüşünü yetennce karartılıkla ve ödünsüz savuna- mayan siyasi partilerle devam etmek zorunda kalışıdır. Süreklı yinelediğim bir noktayı, burada da vurgulamak gereğini duyuyorum: Hangi alanda olur- sa olsun, kurumlan biçimsel bağlamda var etmek, kurumlaşma yolunda atılan son değil, ancak ilk adımdır. Bu nedenle, partiler demokrasisine geçmek amacıyla siyasi partilerin kurulması, işin yalnızca başlangıcıdır, sonrası ise, o partilerin ne oranda gerçek anlamda partileşebildiklerine bağlıdır. Bu süreç, vanlması gereken yeriere vardınlamadığı takdirde, demokrasi de -bugün ülkemizde olduğu gibi- daha çok biçimsel yanı ağır basan, çarpık bir yapılaşma olarak kalır. Günümüzün yerieşik demokrasilerinde temelini herhangi bir dünya görüşünde bulmayan bir siyasi görüşü savunan siyasi partilerin varlığı söz konusu bile değildir. Kökleşmiş demokrasilerin parlamento- lannda temsil editen partilerin sayısının düşüklüğü de bu nedenden kaynaklanır, aynı dünya görüşünden yola çıkarak bir siyasi görijşe varanlar, sonunda - doğal olarak- aynı çatılar altinda toplandıklanndan, böyle ortamlarda herhangi bir partinin "ötekilerden" farklı olduğunu, hangi noktalarda aynldığını anlaya- bilmek için ozel bir çaba harcanmasına gerek kalmaz. Partiler demokrasisinin temellennden birini oluştu- ran "Muhalefetsiz ıktidar olmaz" ılkesı de, yetennce kökleşebilmek ıçin özde partıleşebilmiş siyasi parti- lerin variığını gereksinir. Ve yerieşik bır demokraside, iktidara gelmeyi hedeflemenin her parti için doğal ol- ması gerçeği, en az bunun kadar önemli bir başka gerçeğin, muhalefetin de demokrasi açısından on- suz olunamaz bir işlev ve görev niteliğini taşıdığı gerçeğinin göigelenmesine yol açmaz. Türkiye'de ise durum, onyıllardır ne yazık ki çok farklı bir tabloyu yansıtmaktadır. Ne pahasına olursa olsun -bu arada, savunduğu ilkelerden dönme ve o ilkeler açısından ancak öldürücü sayılabilecek ödün- ler verme pahasına bile!- iktidara gelme anlayışı bunun doğal bir uzantısı olan "Keşke muhalefet hiç olmasa!" düşüncesi, öte yandan muhalefetin "nepa- hasına olursa olsun karalama" anlayışıyla bir tutul- ması, temelde hep aynı hastalığın, sağlam bır dünya görüşü bağlamındaki özüriülüğün belirtileridir. Ülkemizde partilerin seçim vaadleri arasmdaki ayrımlan ortaya çıkarabilmek için herhalde mikroskop kullanmak bile pek ise yaramayacaktır. Buna karşilık bütün bu vaadlerin temelinde yatan herhangi bir dünya görüşünü, dünün deneyimlerinin ışığında bugünün ve yannın dünyasına bakışı ve o dünyada Türkiye'nin olası yerini belırten sağlam düşünceleri aramak, çoğu kez bir sonuç vermeye- cektir. Neredeyse bir bayram gibi kutlanan anayasa değişikliklerinin sonuçta ancak "gümrükbiriiği" olayı kapıya gelip dayandıktan sonra yapıldğını düşün- mek bile, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde temsil edilen partilerin dünya görüşlerinin sağlamlığını yeterince aydınlatabilir. Oysa kanımızca anayasa değişiklikleriyle ilintili olarak yapılması gereken, "Meclis 'in tarihinde ilk kez özgür iradesiyle anayasa yapışını" kutlamazdan önce, şu acıtıcı soruyu sormaktı: Bu değışiklikler, gümrük biriiği gündemde olmasaydı da bunca kararlı bir tutumla gerçekleştırilecek miydi? Bu sorunun yanıtının hayır olduğunu herhalde en azından geç- miş yıllann deneyimleri göstermeye yeterlidir. O za- man acı gerçek, ortaya kendiliğinden çıkmaktadır. Bugün bu anayasa değişikliklerini gerçekleştirmiş olan partiler, bu adımı örneğin özgürlük temeline dayanan dünya görüşlerinden ötürü değil, ama yalnızca pratik amaçlarla atmışlardır. Kanımızca salt bu gerçeğin yeterince saptanabilmesi ve değer- lendinlmesı bile, gelecek için iyi sonuçlar doğurabilir. Bunu yapacak yerde kutlamalarla yetinmek ise, yine olayı biçimsel yönüyle bırakmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Bunları söylemek, kimilerince yapılanlan küçüksemek diye yorumlanabilir; gel- gelelim demokrasi, bir haklar ve özgüriükler rejimi olduğu kadar, yapılanlann neden ve nasıl yapılmış olduğuna ilişkin hesabın her an çıkanlmasını gerek- tiren. güvencesinı ancak böyle birtutumda bulabilen bir rejimdir. Bizde dünya görüşünün eksikliği, soaınun yanlış sorulmasına yol açmaktadır. Bugün sorulmuş olan soru, şudur: Gümrük birliğine giımesi gereken bir Türkiye, nasıl bir anayasaya sahip olmalıdır? Oysa sorulması gereken soru: Yenı biryüzyılın eşiğindeki Türk toplumunun haklan ve özgühüklen, nasıl bir anayasayla güvenceye bağlanmalıdır? Ama dediğim gibi, sosyal demokratlar tarafmdan bile yalnızca ağızlarda gevelenen, fakat bir türlü açıkça ve ödünsüz sorulamayan bu soruyu sora- bilmek, bir dünya görüşü sorunudur? 'Oryantalist Kütüphaneler' Tartışılıyor Költür Servisi - IFLA '95 lstanbul Konferansf na bağlı olarak düzenlenen " VVorkshop on Orientalist Libraries and Orienta- lism" başlıklı toplantı, ya- nn lstanbul Üniversitesi Edebıyat Fakültesi Kurul Salonu'nda başlayacak. tki gün sürecek toplantıya tn- giltere, ABD, Almanya. Türkiye, Zagreb ve Ku- düs'ten katılan konuşmacı- lar, toplam on bildiri suna- caklar. Toplantı sırasında Süleymaniye Kütüphane- si'ndeki "Doğu Yazmalan Sergisi" ile lstanbul Onı- versitesi Kütüphanesi Nadir Eserler Bölümü'ndeki "Yıldız Sarayı Kütüpha- nesi'nden Seçilraiş Batı Nadir Eserleri" sergileri de izienıme sunulacak. Toplantıya katılanlar ara- sında, Cambndge Üniversi- tesi'nin lslam Kitaplan Bib- liyografya Uzmanı ve lndex tslamicus'un ve Al- Furqan Foundation (Londra) tara- fından yayımlanan World Survey of Islamic Manusc- ripts'in editörlüğûnü yapan Dr. GeomieyRoperda bulu- nuyor. Roper toplantıda, "Ahmed Faris al-Shidyad and the libraries of Tur- key and Europe" başlıklı bir bildiri sunacak. Yann başlayacak toplan- tıda l.Ü Edebiyat Fakültesi Kütüphanecilik Bölümü' nden Dr. Tûba Çavdar'm, "19. yy lstanbul' unda tlk Batdı Kütüphane" konulu bıldirisın yanı sıra. Londra Üniversitesı'nden Peter Colvm ve Kaliforniya Üni- versitesı'nden A. Paula- Churukian'ın da bildırileri yer alıyor. Toplantının Çarşamba günkü bölümünde ise tsra- il, Ingiltere, ABD, Almanya ve Zagreb 'den gelen katı- hmcılar "Oryantalizm ve Oryantalist Kütüphaneler" kavramım, sunacaklan bil- dirilerle tartışmaya açacak- lar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle