Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 15 AĞUSTOS 1995 SAU
14 KULTUR
TÜRK ROMANININ SON YÎRMİ BEŞ YILI DEĞERLENDİRİLİYOR
Türkromanı bugün birdeğişim içerisinde. Kendi geleneksel çizgisini yenilemek mi istiyor? Yoksa yepyeni bir giysi kuşanmak
mı ? Tabii şu da göz önünde tutulabilir: Türk romamnın geleneksel çizgisi eleştirel süzgeçten yeterince geçmiş midir?
J Son yirmi beş yılın roman çabasını nasıl
değerlendiriyorsunuz? 2 Türk romanı ne ölçüde incelenip,
eleştirilmiştir? .-'••'
Roman
yok, anıaiyi
romanlar var
DOGAN HIZLAN
Türk edebiyatında romanın geleneğinden söz
edemeyiz ama Batı'dan aldığımız bu türün son 25
yılda çok iyi örneklennı verdik. Gerçekten dünya
normlanndaki eserlerdi bunlar.
Gelenek sözü üzerinde burada durmak gerekiyor,
bütün romanlar klasik roman anlayişında ûrûnler-'
di. ama bunu toptan bir yargıyla da değerlendire-
meyiz. Batı'da romanın seriiveni hangi aşamalar-
dan geçmişse, hangi akımlann etkisi altında kal-
mışsa, Türk romanı da onlardan esinlendi ve on-
larla aynt düzeyde romanlar ve romancılaryarattı.
Ne var ki, tyimser bir yaklaşımla, 25 yılda esin-
lenmeden, taklitten özgün birnoktaya gelindi. Ar-
tık Batı'yla mukayese etmeden. kendi başımıza da
romancılanmızı övebilınz. Onlan okuyoruz.
Romanın edebi özelliğini aşan bir başka yanına
değinmek gerekiyor. Klasik ve klişe deyimle, top-
lumun aynası olma konumu. llle de bunun roman
için tek kural olduğunu savunmayacağım, bu top-
lumda yaşayan romancılanmız son 25 yılda gerçek-
ten toplumsal/toplumcu değişmelerin, bozulmala-
nn, çalkantılann romanını sundular. Üstelik bun-
lar kaba, kalın çızgili birtoplumculuk anlayıştnı da
simgelemiyordu, çok cepheli gerçeklikle birlikte,
ilgi çekici tipler de yarattılar.
Zaten, romanda unutulmaz kahramanlar dönemi
geçti bana kalırsa. Bizi sarsacak, rastlamadığımız,
bilmediğimiz nitelikleri şahsında taşıyan insanlar
yaşamıyorki.
Iletişim çağı, televizyon her şeyi ve herkesi o ka-
dar olağanlaştırdı ki olağanüstülüğü örttü. Olağa-
nüstülüğün bulunmadığı yerde de Dostoyevski,Bal-
zac kahramanlannın ışı ne ?
Bizde yaşamayan kahramanlan nasıl birer ro-
man kahramanı kabul edebiliriz.
Köy romanından kent romanına geçmek bir atı-
lım. Ama köy romanlannın, köyden kente gelen,
gecekondularda yaşayan, kenti bir kuşak gibi saran
insanlan anlamamızda yaran olmadı mı ? Onlan
okumasaydık. bugünkü romancılanmızın kent pa-
noramalan bu kadar başanlt olabilir miydi ?
Kasabanın enfes romancılan 1950 sonrası Tür-
kiye'sinin politik ve insani değişimini başanyla ro-
manlaştırmasalardı bugünün toplumsaL' insani ya-
pısını yorumlayacak malzemeyi bulamazdık.
Türk romanında gelenek sözü kullanılıyorsa, bu
bağlamdaanlaşılmasını savunuyorum.
Halk ka>naklanndan, destanlardan, şehirli dili-
ne kadar değişik usluplar. romanın dilini ne kadar
zenginleştirdi. Her kuşak ve her yazar artık Batf-
•dan aldığı biçime, kendi özünü, malzemesini koy-
du. Onun için de özgün Türk romanı yaratılabildi.
Türk romanı kuşaklar arasında kendi geleneğini
oluşturdu, daha da oluşturmak üzere.
Hiç kuşkusuz, Batı'dan aldığımız etkilerle, esin-
lenmelerle de yenı bir roman yarattık, orta ve genç
kuşak romancılar, Batı'nın bilinçakımının dil ve
uslup zenginliğini Türkçe dil yapısi, sentaksı için-
de yarattılar, roman dilinin başansıydı bu.
Romanın içine, bıreyin sorunlan, ille de toplum-
sal çerçeveye alınmadan getıriidi. Azımsanacak ba-
şan değil.
Gelenek sözünün bir yanını övdük, bir yanını da
yerelım. Her kuşak kendi yaşamının romanını arar,
günlük yaşamından kınntılan ister romanda, ro-
mancı için tehlike, bunun sıradanlığına, okur tuzak-
çılıgına kapılmadan başarabılmesi. Kuşaklar ara-
sındaki bağlantıyı kuran da koparan da romandır.
Ostelik romancılanmız. politik olaylann içinde
yaşadılar, sadece gözlemci kımliği ile"yetinmedi-
ler, hapsedildiler. yargılandılar, bundan da başka
canlılıkta, birinci elden yaşantıya dayalı bir roman
doğdu. Kısacası, Türk romanı kendi içinde bir ge-
leneği kurdu, onu geliştinyor.
1970 sonrası romanırruzla ilgili incelemeler, oku-
ru aydınlahcı, bilgilendirici, kalitelı çalışmalar doğ-
rusu Onlan güçlü kılan kitaplar, kaynaklar da var-
dı, Güzin Dino'yu. Cevdet Kudret'i, Tahir Alan-
gu'yu anmalı.
Berna Moran, Fethi Naci, Gürsel Aytaç, Semih
Gümüş de, 1970 sonrası romamnın sırlannı çöz-
mek için çok önemlı çalışmalar yaptılar, üstelik
toplumsal yapımızla, edebiyatımız, edebıyatçılan-
mız. politik tarihimiz arasında bağlar kurarak, yar-
gılannı zenginleştirdiler.
Zaman zaman da olsa, roman üzerine yazılany-
la Selahattin Hilav'ı Murat Beige'yi de anmak ge-
rekir.
Türk
romanı
diye bir
şey yoktur
ERHAN BENER
1- Edebiyat tarihçileri ve incelemecileri, yazinsal
yapıtlan kimi kolaylıklar sağladıği için, çeşitli bö-
lümler halinde toplayabilirler, ama ben. insanin en
tekil, hatta en bıreysel çalışma alanı olarak nitelen-
dirdiğim yazın alnında, her türlü genellemenin yan-
lış olduğu kanısındayım. Daha açık anlatımıyla,
Türk romanı diye bir şey yoktur. Türkçe roman ya-
zan yazarlan ortak bir şapka altında toplamak, el-
mayla armutu toplamaktan daha anlamsızdır. Son
yıllarda, kimine göre çok başanlı, kimine göre şar-
latanca bulunan romanlann yazarlannı, örneğin bir
V'üs'at O. Bener, bir tnci Aral bir BBge Karasu. bir
Muzaffer Buyrukçu, bir Orhan Pamuk. bir ÎNecati
Cumah, bir Talip Apayduı'ı nasıl böyle genel bir ta-
nımın içine yerleştırebılirsiniz ?
Öte yandan, itiraf etmeliyim kı, son yirmi beş yıl-
da, Türkçe yazılıp yayınlanmış olan romanlann pek
çoğunu, bir değer yargısına varabilecek kadar oku-
yabilmiş değilim. Bir edebiyat tanhçisi. eleştirmen
ya da ıncelemecı olmadığım için bu konuda kendi-
mi fazlaca suçlayamıyorum. Ancak. benim beğenı-
me hoş gelen romanlar okuduğumu söyleyebilirim.
Yabancı dil bılenler çoğaldıkça, Türkçe'ye yabancı
dillerden - bir kısmı çok baştan savma ve gelişigü-
zel yapılmış olsa da - çeviriler çoğaldıkça, Türkçe
roman yazanlar, kendilerini evrensel edebiyat değer-
leriyle karşılaştırma olanağı buluyorlar. Bu da sanı-
nm yazınsal yaşamımızın giderek zenginleşmesi-
ne. çeşıtlenmesine ve renklenmesine yol açıyor.
2- Benim zaman zaman eleştırmenler konusunda
olumsuz laflar etmem sanınm yanlış değerlendirili-
yor.Türkçe edebiyat yapıtlan üretmeye çabalayan
yazarlar, (bir iki çok özel durumlar bir yana bırakı-
lırsa) kitaplan 2-3 bin civannda satılırken, Batılı ya-
zarlara göre, yapıtlannı olgunlaştırmak için gerekli
maddı ve manevi olanaklardan yoksun bulunuyor-
lar. Yine de kişisel mutsuzluklan pahasına da olsa,
zaman zaman evrensel zevk ve kültür düzeyine ula-
şan yapıtlar ürettiklerini görüyoruz. Her ne kadar
Memet Fuat eleştirmenlerin fazla önemsenmeme-
si gerektiğini, bir eleştirmenin övgüsü ya da yergi-
sinin, yazann tanınması, okunması, beğenilmesi açı-
smdan fazla etkili olmadığım söylüyorsa da; sahne-
ye çıkıp başanlı bir oyun sergileyen sahne sanatçısı
nasıl alkış bekliyorsa ve onun ödülü, aldığı ücret de-
ğil bu alkışlann yoğunluğu ve sürekliliği ise, bir ya-
zar için de, yapıtlanndan söz edilmesi. övgüyle söz
edilmesi aynı ölçüde önem taşımaktadır. Oysa, ro-
man, öykü ve diğer yazınsal yaratılann toplumda
karşılaştığı genel ilgisizlik, eleştirmenlerin ve ede-
biyat incelemecilerinin de işinı zorlaştırmaktadır.
Edebiyat eleştirmenliği. edebiyat incelemeciliği çok
ciddi bir iştir. Kışinin tüm kültürel çalışmasını ve ya-
şamsal tercihlerini bu alanda yoğunlaştırmasını ge-
rektinr. Daha çok okuyucu bulacağı varsayılan ro-
man ya da öykü gibi yaratılann toplumda karşılaşa-
cağı ilgisizliği düşününce, eleştirmenler ne yapsın
dememek olanaksız. Ama, sanınm, toplumdakı ka-
yıtsızlığın ve kaygısızlığm nedenleri arasında, ken-
dilerini eleştirmen ilan eden kimi kişilerin, yazarla-
ra yüksekten bakışlan, küçümsertavırlan, alaycılık-
la ince dokundurmayı kanştıran kaba üslupçulukla-
n da önemli bir yer tutmaktadır. Örneğin Memet Fu-
at'ın dediği gibi, meyhane köşelerinde, dost ahbap
meclislerinde üretilecek bir iş değildir eleştirmen-
lık. Bu durumda, eleştiri alanımızın fazla başanlı ol-
duğunu söylemek zordur. Yalnız, burada, Türkçe ya-
zan yazarlar için söylediğimi, biraz farklı da olsa yi-
nelemek isterim. EÎeştirmen ya da edebiyat incele-
mecilerinin hep_sini aynı kefeye koymak büyük bir
yanhşlık olur. Örneğin, son yıllarda, özeUikle üni-
versite çevrelerinde giderek yaygınlaşan edebiyat
incelemeciliği çabalan bence övülmeye değer. Ay-
nca, eskı deyimle iltifat marifete tabidir. Bunca
yazara karşilık kaç eleştırmenımiz var ? Bunlann
yazılannı yayınlayacak ağırlığı olan edebiyat der-
gileri nerde? Böyle olunca da yük daha çok
gazetelerdeki köşe yazan eleştirmenlerin sırtına
biniyor. Bir eleştirmenin, 2-3 yüz sayfalık bir romanı
ciddi olarak incelemesi ve daha sonra da olumlu ya
da olumsuz açıdan eleştirebilmesi için, bana göre.
ortalama 2-3 haftalık bir çalışmaya gereksinmesi
vardır. Yani, taş çatlasa, yılda 15 kitap okuyup eleş-
tirebilir. Bu durumda, eleştiri yaşamımızın zengin-
leştiğini söylemek olası mı ? Ben bu açıdan, kapsam-
lı edebiyat incelemelerine daha fazla önem veriyo-
rum. Belirttiğim gibi, üniversitelerimizin bu alan-
daki boşluğu giderek doidurma yolunda çalışmalar
yaptıklanna tanık olmaktan da mutluluk duyuyo-
rum.
Kayıp tablo skandah
• Güzel Sanatlar Genel Müdürlüp'ne 1981
yılında tstanbul Türk ve tslam Müzesi'nden
sergilenmek üzere teslim edilen W adet 'hat,
tezhip ve minyatür' sanatımn en seçkin
örneğinin de kayıp olduğu anlaşıldı. CHP
Genel Başkanı Hikmet Çetin ve Genel
Sekreter Adnan Keskin'e kayıp tablolar
konusunda bilgi verildiği öğrenildi.
• Konservatuvar mezunlanna tanınan notist
kadrosu ile yasa ve yönetmelikler
çerçevesinde belirlenen sanatçı kadrolannın
sonra keyfi olarak verildiği saptandı. Kültür
Bakanlığı'nda sekreter Selma Çine, Güzel
Sanatlar Genel Müdürü Mehmet Özel'in
sanatçı olmayan oğlu, gelini ve kızının da bu
kadrolardan maaş aldıklan bildirildi.
HÜLYA KARABAĞLI
.\NKARA - Güzel Sanatlar Genel
Müdürlüğu'ne bağlı çeşitli bırimlerde
kaybolan 100'ün üzerinde dünyaca ün-
lü sanatçılann paha biçilmez yapıtlan
için soruşturma sürerken, kayıp liste-
sine 'hat, tezhip ve minyarör' sanatın-
dan en seçkin 10 örnek daha eklendi.
CHP Genel Başkanı ve Başkan Yar-
dımcısı Hikmet Çetin ile CHP Genel
Sekreteri Adnan Keskin'in de konu
hakkında bilgilendirildikleri öğrenil-
di.
Kültür Bakanlığı'nda atama ve alım-
larda sanatçı kimliğini koşut olarak be-
lirten yönetmelik hûkümlerine karşın,
keyfı atamalar yapıldığı anlaşıldı.
Yüksek maaşlı sanatçı kadrolanna 'sa-
natçı ohnayan' kişilerin alındığı belir-
lendi.
1981 yılında lstanbul Türk ve Islam
Eserlen Müzesi'nden Güzel Sanatlar
Genel Müdürlüğü'ne sergilenmek üze-
re devredilen 'hat, tezhip ve minyatür'
sanatından 10 örneğin de kayıp oldu-
ğu ortaya çıktı. Nerede oldukİan bilin-
meyen seçkin örneklerin genel müdÜT-
lüğe teslimının tutanakla yapılmasına
karşıhk teşhir yeri olarak göstenlen
Ankara Resım Heykel Müzesi'ne gön-
derilmedıği saptandı. Nerede oldukla-
n bilinmeyen örnekler şunlar
"1 adet levha: 245x205 mm ölçüsün-
de. Yeşil üzerinebir saürsülüsve saman
rengi üzerine 2 saür nesih olarak \-aal-
nnşör. 1229 H. 1813 M. tarihli.
- 1 adet murakka sahifesı: 297x235
mm saman rengi kâğıt üzerine siyah
mürekkeple bir satır sülüs 4 satır nesih
olarak yazılmıştır. Yaalann etrafı üze-
ri çiçek ve yaprak motifli ve gümüş za-
rafşanladır. Arkası ebru kaplıdır.
- 1 adet levha: 250x160 mm Siyah
mürekkeple bir satır sülüs 9 satır diago-
nal olarak nesih hat ile yazılmışnr. Ya-
a kenarian > aldudıdır.
- 4 adet murakka sahifeleri:
220x130mm, 220x134mm,
22\xl33mm, 219x135 aynı murakka-
den almmış 4 yapraklıdır. Satır aralan
ve kenarlan yaldız cetvellidir.
-1 adet izuzetname: 350x265 saman
rengi kâğıt üzerine 15 satır sülüs bes-
mele ve 2 saür nesih olarak yazılmtştır.
Altm yaldız ve çeşitli renkte vazo için-
de çiçekler vardır. 1294H. 1877 H. ta-
rihli olduğu yazıhdır.
- 1 adet levha: 420x300mm saman
rengi kâğıt üzerine siyah mürekkep ve
celi sülüs ile "Albekavn AUah" yazılı-
dır. İki yanında gül resmi vardır.
- 1 adet cUt kapağı: 20x14^ cm çift
kapak içi kırmızı üzerine gümüşle de-
serüenmiştir.
-1 adet cilt yazma: 19.5x13 cm. çift
kapaklı. dışı bitkisel yaldız motiflidir.
-1 adet deri kılıf: 20.5x12.4 cm koyu
kırmızı deri üzerine çiçek buketi yapd-
mıştır.
-1 adet cilt (Türk): 19.5x13 cmmik-
lepli cilttir. Köşeliklerinin içi bitkisel
motiflidir.
Sanatçı kadrosu
Kültür Bakanlığı'nda tablo ve hat
sanatına ilişkın skandalın boyutlan ge-
nişlerken, atama ve alımlan yasa ve
yönetmelikle düzenlenen 'sanatçı kad-
rolan' için keyfi uygulamalar yapıldı-
ğı anlaşıldı. Gûzel Sanatlar Genel Mü-
dürlüğü'nden Genel Müdür Yardımcı-
sı olarak görev yapan Yaşar Donık'un
yüksek maaşlı sanatçı kadrosundan
emeklı olduğu bildirildi. Doruk'un
emekli olmadan önce de bir ay tek, bir
ay çift olmak üzere yaklaşık 40 mihyon
lira maaş aldığı öğrenildi.
Ortaokul mezunu olarak kadrosu ya-
pılan sekreter, Selma Çine'nin maaşı-
nın yalnızca konservatuvar mezunlan-
na tanınan sanatçı kadrosundan öden-
digi belirlendi. Güzel Sanatlar Genel
Müdürü Mehmet Özel'in, sanatçı ol-
mayan oğlu LeventÖzd, gelini Nurgül
Özel ve kızı Binnur Koçer ile sekrete-
ri Metiha Ersoy'un da, sanatçı ve no-
tist kadrolannda olduİclan belirlendi.
Bursa Eğitim Enstitüsü mezunu Nail
Tan ile sağlık lisesi çıkışlı Ayşe En-
gin'in de sanatçı kadrosunda görev
yaptıklan bildirildi, Milli Eğitim Ba-
kanlıği kız meslek lisesi konfeksiyon
dalı mezunu Gtizide Mestan da. sanat-
çı kadrosunda bulunuyor.
Bestecilerden 'uzlaşma requiem'i
Kültür Servisi- Ikincı Dünya
Savaşı'nın sona erişinin. 50. yılında.
o zamanlar birbirlerine karşı savaşan
ülkelerinin ve dünyanın en önemli
bestecılennden 14'ü "Bir l'/.laşma
Requiem"ı yapma için bırlcştiler.
John Harbison, VV'oUgang Rihm.
Judith \Yeir, Marek Kopelent.
Luciano Berio, Arne Nordheim,
Alfred Schnittke, Joji Yuasa,
Krzjsztof PendereckL Marc-Andre
Dalbavie, Friedrich Cerha, György
Kurtag, Paul-Heinz Dittrich ve
Bernard Rands'in katılımıyla
gerçekleşen bu iki saatlik eseri
yaratma fikri, eserin 16 ağustosta ilk
defa sunulacağı Stuttgart A\Tupa
Müzik Festivali'nin Direktörü
Helmut Rfling'e ait. Sanatçı.
içlerinde Verdi'nin de bulunduğu 13
bestecinin yazdığı Messa per
Rossirü'den esinlenmiş. Bu
requiemin kaderi, Rossinı için
yapılan dığeri gibi olmayacak, yıllar
önce yapılan Messa per Rossini'nin
dünya prömiyeri, sadece 5 yıl önce
yapılmıştı.
Verilmek istenen "bagnşlama"
mesajını pekiştirmek için. 14
bestecinin katılımıyla
gerçekleştirilecek konserde. Israil
Fılarmoni Orkestrası'nın çalması
uygun görülmüş.
Savaştan sonra 1976'da Israil'de
çalan ilk Alman topluluğunu da
yönetmiş olan Rilling için,
birbirinden çok farklı 14 değişik ve
başanlı besteciyi, birlikte çalışmaya
ikna etmek pek kolay olmamış. Ama
sonuçta her bestecinin kendi tarzını
yansıtan, Penderecki'nin hüzünlü
melodilerinden, Paul Heinz
Dittrich'in dramatık kreşendolanna
uzanan eklektik bir kanşım ortaya
çıkmış.
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ'NDEN
Rektörlüğümüze bağlı FEN, SAĞLIK ve SOSYAL BİLİMLER ENSTtTÜLERtNE
1995-1996 Eğıtim-Öğretim yılı "GÜZ" yanyılında asagıda belırtilen programlara sınavla
lısansüstü öğrencileri alınacaktır.
Öğrenci alınacak programlar. kontenjanlar ve adaylarda aranılacak şartlar ile sınava
girmek istediklenni belirten başvuru dılekçesi ekınde aşağıda belırtılen belgelerle ilgili
Enstitü müdürlüklenne şahsen müracaat etmelen gerekmektedır. Posta ile yapılacak
müracaatlar işleme konulmayacaktır.
ENSTİTÜ ANABlLIM DALI/ BİLİM DALI YÜKSELİSANS DOKTORA
FENBlLtMLERl MAKtNA MÜHENDlSLİÖt 12* 1**
ELEKTRONtK MÜHENDlSLlĞt 10 3
FtZtK 7 ' 5
KİMYA , 1 0 5
MATEMATİK " *~ ' ' 7 5
BİYOLOJİ 3
(*) Makına Anabılımdalı için aiınacak yükseklısans öğrencilerinden 7 adedi Kon-
strüksıyon ve tmalat. 5 adedı ise Enerjı ve Isı Obsiyonu bilım dalı için,
(**) Makina Anabılımdalı Doktora programı için alınacak öğrenci ise Konstrüksiy-
on ve tmalat bılım dalı için
SAĞLIK BtLlMLERl
ANATOMI - • . » -3 ' 3
T1BBİBİYOLOJİ 2
BİYOKİMYA ' 3 3
HALKSAĞLIĞI 4 4
BİYOISTATİSTİK* 2 . <>
MlKROBlYOLOJt** 3 2
BEDEN EĞT. VE SPOR BtL. 2 -•••-•
BlYOFtZİK*** 2
HtSTOLOJl-EMBRlYOLOJl 2 2
FtZYOLOJl 4 3
(*) Derslenn bir kısmı Hacettepe Üniversitesı'nden alınacaktır.
(**) Mikrobiyolojı Anabilımdalında 1 yükseklısans, 1 doktora ögrencisine
Parazıtolojı ağırlıklı eğitim yaptıniacaktır.
(***) Programa: Tıp fakültesı, biyomedikal mühendislik lisans, elektronik
mühendısliğı, lisans, fizik ve bıyoloji lisans mezunlan alınabilecektir.
SOSYAL BtLlMLER
TARtH 12 7
İŞLETME 18
İKTİSAT 15 6
TEMEL tSLAM BtLtMLERİ 20 10
FELSEFE VE DFN BtLlMLERl 15 7
İSLAM TARlHt VE SANATLAR] 7 2
EĞtTtM BtLtMLERİ 3
(*) Aynntılı bılgı enstitü müdürlüğünden öğrenilecektir.
BAŞVURACAK ADAYLARDAN ISTENECEK BELGELER
1- Yükseklisansa başvuranlar için lisans, doktoraya başvuranlar ıçın yükseklısans
diploması veya mezuniyet belgesi (Aslı veya onaylı fotokopısi),
2- Yükseklisansa başvuranlar için lisans, doktoraya başvuranlar için yükseklisans
öğrenımınde aldığı derslen ve not dökümlerini gösteren belge,
3- Özgeçmış,
4- 2 adet vesikalık fotoğraf,
5- Fotoğraflı nüfus cüzdanı sureti,
6- Doktora bilim smavma başvuracak adaylann ÖSYM Başkanlığı'nca yapılan Dok-
tora/Sanatta Yeterlik Merkezı Yabancı Dil Sınavını başarmış olduğunu belirten belge.
BAŞVURU TARİHLERt
FEN BtLlMLERl ENSTİTÜSÜ: tlan tarihinden-14/EYLÜL/1995
SOSYAL BİLİMLER ENSTtTÜSÜ:
SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTlTÜSÜ:
SINAV TARİHLERl
FEN BİLİMLERİ ENSTtTÜSÜ:
Perşembe gününe,
21/AĞUSTOS'-8 EYLÜL/1995 Cuma
gününe,
ilan tarihinden-15/EYLÜL/1995 Cuma
gününe kadar.
SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTlTÜSÜ:
SOSYAL BİLİMLER ENSTtTÜSÜ.
Doktora ye Yükseklisans Bilim Sınavı:
20/EYLÜL/1995 Çarsambasaat 14.00
Doktora ye Yükseklisans Bilım Sınavı:
18'EYLÜL/1995 Pazartesi Anabilim d
allannda
Yüksek lisans:
Bılım sınavı 14/EYLÜL/1995 Perşembe saat 10.00 Arapça-Osmanlıca mülakat
15/EYLÜL/1995 Cuma saat 14.00
Doktora:
Bilım sınavı: 18/EYLÜL/1995 Pazartesi saat 10.00
Arapça-Osmanhca mülakat I9/EYLÜLM995 Salı saat: 10.00
NOT: Doktora programlanna başvuracak adaylann ÖSYM Başkanlığı'nca yapılacak
Doktora/Sanatta Yeterlılik Merkezi Yabancı Dil Sınavını başarmış olmalan gerekmek-
d
Basın: 36434
YAZI ODASI
SELİM İLERİ
Neden Eski Kültürümüz?
Yol aynmına gelindiği artık çok açık seçik anlaşılı-
yor: Türkiye'de bugün yapay aydın olmak isteyenler-
le yapay aydının tahakkümüne karşı olanlar arasın-
da söze tam dökülmemiş, dökülememiş, nerelere
uzanabilecegi şimdilik beilısiz bir tartışma, mücade-
le var.
Batı'ya açılan pencere Tanzimat, daha ilk dönem-
lerinde kendi yazarlarınca eleştirilmiştir. Değerleri,
eserleri ve çabalan üzerinde bugünün bakış açısıyla
durmayı gereksinmediğimiz Tanzimat yazarlan, ya-
pay bir aydının kimlik kazanmaya çalıştığını ilk gören-
lerdir. Cevdet Paşa'nın Tezâkirt, söz konusu uzgö-
rüsüz yapay aydının acıklı-gülünç öyküleriyle doîup
taşar. Ahmet Mithat Efendi, Felâtun Bey ile Rakım
Efendi'öe (1875), Rakım Efendi'nn başanlı olabilme-
sinitemenni etmiştir: Bey değil, efendi kazanmalıdır.
Hayli yandaşçasına yazılmış bu roman, yine de çok
düşündürucüdür. Recaizade'nin Araba Sevdası'na
(1^9) gelince, yetıştıği kültürden büsbütün kopan in-
sanın nasıl zavallılaşacağına ılişkin ilk başyapıttır bu
roman.
Sonraki yazarlanmız, Halide Edib'den Tanpınar'a,
doğu kültürünün Türk toplumu üzerındeki çok denn,
yüzyıllara dayalı etkisini küçümsemek şöyle dursun,
ikide birde gündeme getirmek, gündemde tutmak
ihtiyacını duymuşlardır. Batı kültürüyte yetişmış Ha-
lide Edib'in gençlik romanı Handan'daki (1912) II.
Abdülhamid yorumuyla, olgunluk eseri Sinekli Bak-
^ca/'daki (1936) yorum arasında farklar ya da zama-
nın getirdiği düşünce bütünlenişi dıkkat çekickjir: İlk
romanda yalnızca müstebit yanıyla göstenlen Abdül-
hamid, Sıneklı Bakkal'da dağılmakta, parçalanmak-
ta olan bir ımparatoriuğun ıstibdata yönelmek duru-
munda kalmış padişahı olarak yorumlanabılir.
Halide Edib, Sıneklı Bakkal ardılı bütün romanla-
nnda batılı ve daha önemlisi, batıcı, mutlak batı yan-
lısı yapay aydının acımasız eleştirisine girışmiştir. Po-
lisiye kurgu etrafında dönenen kısa roman Yolpalas
Cinayeti (1938) o zamanki Şişli sosyetesinin gardı-
rop tutkusunu alaya aldığı gibi, ucundan bucağından
Şişli sosyetesıne sızmaya çalışan tırnak içi okurya-
zann çıkarcılığını, benbencılığini de gözler önüne se-
rer. Sonsuz Panayır (1946) bu konuda bir doruktur.
Çaresizlikler karşısındakı önerisı, ömrünün çok kı-
sa sürmüş dilimine rastlayan Amerikan mandacılığı
sık sık anılmış Halide Edib, Avrupa ve Amerika tut-
kunluklannı neredeyse bütün ömrünce eleştinniş,
toplumsal beraberliğimiz açısından tehlikeli bulmuş-
tur.
Tanpınar teşhıs koyuyon "Nihayet bütün bu unut-
tuğumuz, unutacağımız şeylerin yerine ne koyaca-
ğız? Haydi bizler koyduk, büyük kitle... yeni yetişen-
ler? Kolej ve Fransız mektebı mezunu mu bu cemi-
yette munevver olacak! (???)"(Bkz.: Dergâh dergisi,
Haziran1995).
Yaklaşık 1960'ın bu teşhisi, o günden günümüze,
büyük kitlenin kimlik sorununadoğru yol almışa ben-
ziyor.
Büyük kitlenin kimlik sorunu elbette daha eskilere
dayanıyor: Melodram havasında gelişen Çalıkuşu,
Feride aracılığıyla Anadolu'ya kültür ve tabii tımak
içinde kültür taşımakla yetinmez; Anadolu'dan Istan-
bul'a dönen Feride artık büyük kitlenin kimliğine ka-
nştığından, o eskı Çalıkuşu değildir. Reşat Nuri, Ça-
lıkuşu'ndan on altı yıl sonra, 1938 tarihli Eskı Hasta-
lık'ta iki kültürü, bızdeki doguyla batıyı birkez daha
yüz yüze getirir: Hayatının dönüm noictasındakı Zü-
leyha, kocasını, büyük kitlenin temsilcisi Yusuf'u o
güne kadar niye anlayamamış olduğunu. tam da ay-
nlık anında kavramıştır. Ve Züleyha, artık başka bir Zü-
leyha'dır.
Işin tuhafı, kolejde okumuş Halide Edib'in yanı ba-
şında, Reşat Nuri de Izmir'de Frere'ler mektebine de-
vam etmiştir. Paradoks gibi görünmesine karşın, her
ikisi de Tanpınar'ın teşhisini doğruluyor, gerçek ay-
dını salt kolej ya da Fransız mektebi mezuniyetinde
bulamıyor...
Şu ürkünç olayı gözden ırak tutmamak gerekir:
1949 tarihli Huzur yapay aydının desteğini kazana-
mamış; Tanpınar'a kendi arasında "Kırtipil Hamdi" di-
yen aynı yapay aydın, 1950 tarihli Bizim Köy'ü sade
okuryazara okunacak başyaprt nitemiyle takdim et-
miştir.
Yapay aydın şimdi sahneden çekiliyor. Geleneksel
kültürü büsbütün inkâr edişi, kendi hayatına -eşya-
nın tabiatı gereği- bir türlü uyarlayamayan, belki de
güçlü bir sezgiyle uyarlamak ıstemeyen büyük kıtle,
eski yöntem yaşayışına şımdı dört elle sarılıyor. Hat-
ta bu sanhşta, karmakanşık, ister ıstemez tepkici, za-
man zaman çarpık bir yeniden doğuş hıssediyor.
Kendi olmaktan çıktığı gibi, batılı matılı da olama-
mış yapay aydın, sorunu elbette böylesi bir perspek-
tiften göremeyecektir. Yapay aydın, çok uzun yıllar-
dan beri, büyük kitlenin ne şekle gireceği, nasıl der-
lenip toplanacağı, ne yiyip ne içeceği, hangi müziği
dinleyip hangisini dinlemeyeceği konusunda masa
başı fikirier üretmektedir.
Bu fikirier öyle şaşırtıcı bir noktaya ulaşmıştır ki,
Türk halkının ya da Türkiye'dekı her kültürel kesim-
den, hermeslekten insanın kaçta kaçının aptal oldu-
ğunun istatistiği bile çıkartılmış, dile getirilmiş, ista-
tistikler bazı çevrelerde ilgi devşirmiştir.
Uçurumun kenarındayken, sabuklamalan bir yana
bırakıp, eski kültürümüzün sönmemiş bırikimıni atgı-
lamakta büyük yarar var.
Salman Rüşdü^nün
yeni romanı
GÜRHAN UÇKAN
STOCKHOLM - tngı-
liz yazar Salman Rüş-
dü'nün. hakkında Ayetul-
lah Humeynharafından
ölüm fetvası verilmesin-
den sonra yazdığı ilk ro-
man olan
u
The Moor's
Last Sigh" (Arabın Son
Nefesi), 12 ülkede birden
vayımlanıyor. Yazdığı
"Şeytan Ayetleri'" adlı ro-
mandan sonra, Müslü-
manlığa ve Kuran'a haka-
ret ettiği savıyla kökten-
dincilerin tepkisine yol
açan Hint kökenli yazann
romanını yayımlayacağı
ülkeler şunlar:
Norveç, Brezilya, Dani-
marka, Isveç. Yunanistan,
Finlandiya, Fransa, Hol-
landa, lspanya, Portekiz,
Almanya ve Ingiltere.
Norveç'te daha önce Şey-
tan Ayetleri'ni yayımlayan
ve bu nedenle redaktörüne
silahlı saldında bulunulan
"Aschehoug" adlı yayıne-
vi. romanı 3 ekimde dağı-
tıma sokarak en erken dav-
ranan yayınevi olacak. KJ-
tabın İsveç'te yayın hakkı-
nı alan a
Bonniers",bu ro-
mandan önce yazann ge-
çen yıl yayımlanan "East
and West" (Doğu ve Ba-
tı)adlı öykü toplamını pi-
yasaya sürmeyi yeğliyor.
Romanın en erken gelecek
yıl yayımlanacağını açık-
layan Bonniers, yapıtın çe-
virisininu
imkânsıza ya-
kın" olmasının bu gecik-
mede önemli payı olduğu-
nu gerekçe gösterdi.
The Moor's Last Sigh'ın
kişileri. çeşitli ırklann ka-
nşımmdan oluşan melez-
ler. Kullanılan dil^ Rüş-
dü'nün "Britanv-a Ingiliz-
cesine,sömürgelerdeki tn-
gili/ccnin kanşmasıyla
oluşan şeklini yansıtma,"
çabasından ötürü oldukça
anlaşılması güç olarak ta-
nımlanıyor. Hint kökenli
tngilız yazann, özellikle
deyimlerde çeşitli dil
oyunları yaptığı, romanı
henüz okuma fırsatı bulan
az sayıdaki eleştirmen
tarafından dile getiriliyor.