05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 AĞUSTOS 1995 PAZARTESİ CUMHURİYET n SAYFA KULTUR 15 Levent Kırca-Oya Başar Tiyatrosu, üç yıl aradan sonra Aziz Nesin'in Toros Canavan'yla tiyatroya dönüyor , biraz müzikal tıırizıııklh^ Kûttûr Servisi- Levent Kırca üç yıl aradan sonra tiyatroya dönüyor. AzizNe- sin'ın anısına Toros Canavan' adlı oyu- nu sahneye koyan Karca için bu, çok an- lamlı. 10 yıl önce 'Toros Canavan'nı sahnelediklerinde Aziz Nesin'in ayakta alkışladığını ve "Levent bu oyuna çok katiada bulundu" dediğini anlatıyor. Aziz Nesin'in kolay kolay beğenmedi- gini de anımsatan Kırca," Aziz Nesin ya- farfcen onun onaymı alnuşük'" diyor. 10 yıl önce sandalyeyi, masayı evden getirerek, 'yokluklar içinde' tiyatro ya- pan Levent Kırca, bugün bu oyun için ne gerekiyorsa gözünü kırpmadan har- cıyor: " Şu ana kadar, gururla söylüyo- rum, 10 miryar lira para harcadun." Tiyatroya yeniden dönüş yapan Le- vent Kırca-Oya Başar Tiyatrosu, 15 Ağustos-30 Ağustos arasında 'Toros Ca- navan'nı Harbiye Açıkhava Tiyatro- su'nda sahneleyecek. - Tiyatroya üç yıl ara verdiniz, niçiıı bu kadar uzun bir süretiyatrodanayn kal- KIRCA - Biz gelişen dünyayla birlık- te tiyatromuzu da geliştirelim istedik. O küçük perdenin önunde bir masa ve dört sandalyeli piyeslerden giderek büyük müzikallere doğru döndük. Sosyal içe- rikli müzikaller yaptık. Ömeğin bunlar- danbirtanesi "GereğiDüşünüldü" idi. Bu oyunu önceleri kiracı olarak Hürn- yet gazetesinin çadtnnda sahnelemeye basladık ve sonra da o çadın satın aldık. Benım tiyatroya olan aşkım, o çadın ba- na satın aldırdı. Ondan sonra birisi gel- di, 'kaldınn bu çadın' dedi. Bu çadın ben nereye kaldırayım ? Kolay bir şey değil. Sonuçta çadır yıkıldı. "Gereği Dü- şünüldü" tarzında bir müzikali hangı sa- lona girip oynayabilirsin ? Daha büyük kitlelere ulaşmak gerekiyor. Çünkü se- yircimiz o kapasiteye ulaşmıştı. Sonra salonsuzluktan ara verdik. Şevkimiz de kınldı, ama salon bulduğumuz ilk anda tiyatroya dönecektik. - 'Toros Canavan'nı neden müzikal oiarak sahneüyorsunuz? KIRCA -10 sene önce bu oyunu sah- nelediğimizde de, bazı yerlerine küçük küçük şarkılar koymak zorunda kalmış- tun. Çünkü oyun 1948 - 50 arasında ya- zılmış. Ve oyun içerisinde black - out'lar var. Yani ışık sönüyor, tekrar yanıyor ve aradan 11 ay geçmiş oluyor. Zaman aşımlan var. Bu za- man aşımında, ışığın yanıp sönmesinde ne dekor ne de kıyafet değişiyor. O zaman ben o karartma- lar arasına küçük küçük şar- kılar koymuştum. Şimdi o aralan büyüttüm. Aynca bu, 8 kişilik ve bir evın içinde geçen bir tiyatro oyunu. Bu oyunu Açıkhava Tiyatro- su'nda sahneye koyduğunuz zaman sahnenin ortasında küçücük bir şey kalır. Şarkı- lar ve danslar konuyla ilgi- li. Danslan hazırlayan arka- daşlar bale hocası. şarkılan Devlet Operası'ndan arka- daşlanmız seslendiriyorlar. Şarkılann seçiminde Aziz Bey'in kitabındaki ipuçla- • Televizyonda benim verdiğim mesajı kimse veremedi. Bu kesinleşti. Bu Le Monde'da da çıktı, New York Times'ta da çıktı. Yiğidin hakkını Türkiye'de belki biraz geç veriyorlar, ama Fransız gazeteleri, Amerikan gazeteleri yiğidin hakkını çoktan verdiler. nndan yararlanıldı. - Özellikk Toros Canavan'nı seçmeni- zin bir nedeni var nu? KIRCA - Ben çok gelenekselciyim. Benim televizyonda yaptığım programm yapısında da bir geleneksel yapı, bir meddahvari yapı, bir ortaoyunu yapısı vardır. Bu oyun Türk geleneğini anla- tan, biraz ortaoyunu yapısında, hep tek- rarlanılması gereken bir oyun. Bence ge- leneksel Türk tiyatrosu adına Aziz Ne- sin'den alınabilecek iki oyunundan biri- sı Toros Canavan. Dığeri ise Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz. Toros Canavan'nda müthiş bir ustalık var. Basit gibı görünü- yor, ama çok büyük bir ustalık var. Aziz Nesin'in o ustalığını yansırmak, sergile- mek istedim. Aynca büyük bir mizah us- tasının anısına bu oyunu sahnelemek is- tedim. -Tiyatro Ue ilgili başka projeleriniz var ıru? KIRCA - Var. Bu oyunla biz tekrar ti- yatroya dönüyoruz. Bu oyunu 15 gün Açıkhava Tiyatrosu'nda oynayacağız, ama ondan sonra da Bostancı Gösteri Merkezi ile prensip olarak anlaştık. ora- nın bütün işletmesini aldım ve bundan sonra da tiyatrolanmız devam edecek. Ama ben tiyatroyu, biraz müzikal turiz- mi, tiyatro turizmi olarak da düşünüyo- rum. Bugün dışanya gittiğiniz zaman Ame- rika'da, Broadway'de, Avnıpa'da sahne- lenen müzikalleri seyrettiğiniz zaman agzınız açık kalıyor. Tiyatrocu da büyü- mek zorunda diye düşünüyorum. - Tiyatro almak veya inşa etmek konu- sunda düşündüğfinüz bir proje var mı? KIRCA- Tiyatro almak ve inşa etmek konusunda girişimlerim var. Bunun için yanıp tutuşuyorum ama yer yok. Nere- ye yapabilirim? Yeni yapılan binalara gi- diyor görüşüyoruz. Garaj gibi, depo gibi yerlerle temas halindeyiz. Bu oyunun provasını dahi yapacak yer yoktu. Açıkhava Tiyatrosu boş diye birden celallenip oyun çıkar- maya karar verdik. - Oyunlannızda izieyicilere özelükler- le vermek istediğiniz bir mesaj var mı ? KIRCA- Ben oyunlann içenkli olma- sını istiyorum. Kişi ikı saatini boş yere harcamamalı. tnsanlar gülsün eğlensin- ler, ama bir soruna parmak basılsın isti- yorum. Oyunun sosyal içerikli bir yanı olmalı. Ömeğin televizyonda benim ver- diğim mesajı kimse veremedi. Bu kesin- leşti. Bu Le Monde'da da çıktı, New York Times'ta da çıktı. Yiğidin hakkını Tür- kiye'de belki biraz geç veriyorlar. ama Fransız gazeteleri, Amerikan gazeteleri yiğidin hakkını çoktan verdiler. Televiz- yonda veya tiyatroda aynı mesajı verme gayreti içindeyim. Ama tarz olarak tele- vizyonla tiyatro çok farklı. Benim tiyat- roda da, sinemada da, televizyonda da seyirci ile çok iyi bütünleştiğimi herkes biliyor. Çünkü ben, bunlann üçü ayn ayn tür- lerde olmalanna rağmen üçünü de iyi yapıyorum. T Ü R K R O M A N I N I N S O N Y Î R M l B E Ş Y I L I D E Ğ E R L E N D I R 1 L t Y O R Türk romanı bugün bir değişim içerisinde. Kendi geleneksel çizgisiniyenilemek mi istiyor? Yoksayepyeni bir giysi kuşanmak mı? Tabii şu da göz önünde tutulabilir: Türk romanının geleneksel çizgisi eleştirel süzgeçten yeterincegeçmiş midir? 1 Son yirmi beş yılın roman çabasını nasıl 1 değerlendiriyorsunuz? Türk romanı ne ölçüde incelenip, eleştirilmiştir? PERtDE CELAL Yirmi beş yıl içinde Türk romanı büyük bir patlama yapmıştır. Daha önceki yıllan sonnadığınız için burada Yakup Kadri, Ahmet Hamdi Tanptnar, Abdülhak Şinasi Hisar, HaHt Ziya UşakhgO gibi ve daha birçok Türk edebiyatında büyük yerleri olan romancılan bir yana bıraktım. Bizimki ise yazar olarak parçalanmış bir kuşaktır. Tutucu, faşist yöntemler içinde dolanıp dururken hem onlar tarafından parçalandık, hem birbirimizi yedik. Kimse tarafindan yüreklendirilmeden kendi başımıza ayakta durmaya çabaladık. Bu, uzun ve acıklı bir hikâyedir. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın dediği gibi, aramızda bir çok yazar "Sükût suikasü"na kurban giderek uzun zaman unutulmaya terk edilmiştir. Neden yirmi beş yıl? Yazarlann dünyası. yetenekleri, hayal • Genç yazarlara gelince, kimilerini okuyorum ve onlardan çok umutluyum. Dışanya sesimizi duyuruyorlar. Yabancı bir ülkeye gittiğimde Orhan Pamuk, Latife Tekin gibi yazarlann kitapçı vitrinlerinde yapıtlannı gönnek içimi ısıtıyor. güçleri kadar geride bıraktıklan yabancı, yerli büyük yazarlardan, düşûnürlerden, edebiyatçılardan beslenip oluşur bir bakıma. Şimdi sizin sorunuza yaklaşıyorum: Geçenlerde genç bir kadın eski yazarlarla yeni yazarlar arasında kültûr farkı olduğunu, yeni yazarlann meyhane köşelerinde sürüp giden gevezelikten kurtulup masa başına döndükleri için daha başanlı olduklanru söylüyordu. Biraz şaşırdım. Âklıma Oğuz Ata>, Sait Faik. Yusuf Aülgan, BOge Karasu, SeBm 1leri, Leyta Erbil, Tomris Uyar, Füruzan gibi sevdiğim yazarlar geldi. Bunlar o güzel yapıtlannı meyhane köşelerinde boş gevezeliklerle mi oluşturdular? Unuttuklanm da var aralannda. Bunlann yinrıi beş yıla girmediklerini söylemek garip olmaz mı? Genç yazarlara gelince, kimilerini okuyorum ve onlardan çok umutluyum. Dışanya sesimizi duyuruyorlar. Yabancı bir ülkeye gittiğimde Orhan Pamuk, Latife Birçok yazar 'sükût suikasb'na kurban gitti Tekin gibi yazarlann kitapçı vitrinlerinde yapıtlannı görmek içimi ısıtıyor. Daha birçoklan var. Yetişiyorlar, yazıyorlar, olumsuzluklara karşı durmayı, çabalannı sürdürmeyi başanyorlar. tkinci sorunuza gelince, yukanda değindiğim olumsuzluklardan biri de bizde gerçek eleştirmen yetişmemesidir sanıyorum. Birkaç kişi var ama. onlar da bu işi meslek olarak ele almıyorlar. Yalnız kendi çevrelerinden, düşüncelerine yakın olanlan okuyorlar. Bu soru bana yazarlanmızın ne kadar horlandığını düşündürdü. Batıda aşağı yukan yazar kadar eleştirmen var. Yazarlann yeni çıkan romanlannı haftalarca gazete, dergi sayfalannda görüyorsunuz. Televizyonda öyle, radyoda öyle. Oralarda yayınevleri de başka türlü ÇETİNALTAN Türkiye'yi yöneten insanlar kendi dillerine egemen olamadıklan için, ki bu yayınladıklan kitaplann azlığından da bellidir, kendi dillerini çok daha iyi kullanan insanlara karşı bilinçaltı bir düşmanlık beslemişler, yazardan, bir Osmanlı geleneği olarak, öncelikle kendilerine övgüler yazmasını istemişlerdir. Yöneten insanlar. özellikle Cumhuriyetin ilk yıllannda, kırsal kesim anlatılanna karşı çıkmış, yasaklamışlardır. Köy yoksullanndan söz etmek, belasını aramak gibi bir şeydi. Çünkü, yazann, iyi bir anlatımla kendilerinin kötülüklerini de ortaya çıkaracağından korkmuşlardır. Dünyada bu kadar çok yazann ceza aldığı, bu kadar çok kitabın toplahldığı başka bir yer yoktur. Franco îspanyası'nda bile böylesi görülmemiştir. Türkiye'de kırsal kesim romanı-kent romanı aynmı son yirmi beş yıl içerisinde çıkmıştır. Köy romanlan bir miktar demokratikleşme olunca yoğunlaşmıştır. Bu, kendi dillerinden hoşlanmayan yöneticilere bir tepkidir. Köy romanı-kent romanı diye bir aynm yapılamaz. Roman evrenseldir. Baizac'ın, Maupassant'ın romanlannda hem köy hem de Paris görünür. Fakat Türkiye'de romana da siyasi bir çerçevede bakılır oldu. Siyaset, edebiyatı daima bir araç olarak Roman okunmazken, eleştiriyi kim okuyacak? kullanmak istedi. Oysa zaten, yazann kullandığı, seyrettiği pencereden siyaset de görünür. Fnsan ne yazarsa yazsın. farkına varmadan kendi bulunduğu kumaşın dokusunu yansıtır. Aynca roman, sınıfsallık içerir bir simge haline de geldi. Halbuki bu, yazann niyetine değil, okuyucunun kişıliğine bağlıdır. Sanat sanat içindir - sanat toplum içindir tartışmalan yapılıyor. Hangi sınıftan, kültürden olursa olsun sanat, anlayan içindir. Yine de bu tez - antitez çatışmalan içinde bir çizgi oluşturmuştur ama, daha demokratikleşmiş, daha ilerlemiş toplumlann romam yanında cılız kahnıştır. Çünkü geçmişimizde düzyazı geleneği yoktur. Talebi de yoktur romanın. Yayıncı, öyküye romana para yatıracağına repoya, dövize yatınm yapsa daha fazla kazanacak. Bir ülkede yaşamak güçleştikçe, enflasyon yükseldikçe edebiyat geri çekilir. Avrupa'da yüzyıllardır olan düzyazı geleneği Türkiye'de yoktur. Dolayısıyla inceleme geleneği de yoktur, düşünce geleneği de. O yüzden inceleme, eleştiri alanında da bir yufkalık olmuştur. İyi eleştirmenlerimiz var. Onlann hakkını yemek ıstemem. Fakat roman okunmazken eleştiri kitaplannı kim okuyacak? Türkiye'de kitaba talep, yazara para veren yok ki... Eğer ev başına düşen kitap sayısmı 10'un üzerine çıkarabilseydik. başımızda hiç yöneticı olmasa bıle çok daha gelişmiş durumda olurduk zaten. çalışıyor. Bir romanı okuyucuya ulaştırmak başlı başına bir uğraş onlar için. Ömeğin Fransa da şöyle bir ışlem olduğunu okumuştum bir yerlerde: Yazar yapıtını verdiğinde önce yaymevinin roman bölümündeki yetkili kişi okuyor. Daha sonra yaymevinin okutmanlannın elinden geçiyor kitap. Karan yaymevinin sahibi veriyor. Bundan sonra yazar ne kadar namlı olursa olsun yapıtı üstüne uyanlar alıyor, düzeltmelere boyun eğiyor. Bunlara uymak zorunda. Yalnız Paul OaudeU yaşlı Gallimard'a karşı çıkabilirmiş. Gallimard, yazarlann çalışmalanna çok kanşan bir yayıncı. Marcel Proust bile boyun eğiyor ona. Kitabın çıkıp çıkmayacağına okuyup karar veren, ihtiyar Gallimard'mış. Yeni kuşak yayıncının tekelinde değil artık. Kapak düzeni, arka kapak yazısı, ilk sayfalardaki tanıtma yazısı.. bütün bunlan özenle hazırlayan başka bölümler var ve çoğu zaman romandaki ön yazıyı tanuımış yazarlar hazırhyor. Yazara düşen işler de var: Önce yapıtın dağıtılacağı kentlerde yayınevleriyle tanışma, sonra gazete, dergilerde çıkacak röportajlar için hazırlanma, eleştirmenlerle tanışıp romanı üstüne tartışmalar, çekilen resimler, bütün bunlar beş, altı ay sürüyor en az. Kitap çıktığında da yazann eline geçen para, yeniden yazmaya başlayıp ikinci romanını hazırlaması için dört beş yıl çalışmasını sağlayacak kadar büyük bir para. Bizde okuyucu yok, bu kadar hazırlık değer mi denebilir. Bence değer. Çünkü bütün bunlar okuyucuyu çekmek. kitaba yaklaştırmak için yapılıyor Yazara ödenen para ise onun daha rahat çalışıp iyi yapıtlar hazırlamasını oluşturuyor. Sonra, başka ülkelerde iyi yazar olmak yeterli. Bizde olduğu gibi sağ- sol sorunu yok. Bölünmeler, kutuplaşmalar yok. Oralarda roman bir yetenek ve sanat gücü. Okuyucunun yüzüne tutulan bir ayna. Kendini gör, kendini tanı, kendini bul gibilerden. Genç yazarlann bizlerden daha şanslı olduklannı düşünüyorum. Onlar gibi genç eleştirmenler de yetişecek ülkemizde, buna inanıyorum. Bunlar art düşüncelere kapılmadan, kitap okumaktan sıkılmadan yapıtlar üstüne düşüncelerini açıklayabilecek aydın kişilcr olacak. Son zamanlara kadar Türk romanı ve romancısı birbirine karşı ideolojiler, taraf tutmalar yüzünden topallayıp duruyordu. Bu yüzden de okuyucuya doğru dürüst tanıtılmadı. Komünizmin yıkılıp gitmesi ve sosyalizm ve gerçek demokrasinin yerini alması (eğer bunlara gerçekten ulaşabilirsek) genç yazarlanmız için bir şans olacak, önündeki kapılan açacaktır. BUAŞAMADA ŞÜKRAN KURDAKUL Kitap... Kitaplık... 1940'lann edebiyat yaşamını Karşıyaka Halkevi'nin kitaplığındaki dergilerde tanımaya başladığımı hiç unutmuyoaım. Genel çizgileriyle, iktidardaki CHP'nin ideolojisiy- le çelişmeyen Variık, Çığır, Servet-i Fünun, Uyanış gi- bi haftalık ve aylık dergilerde yeni edebiyat hareke- tini yaratan kalemlerle karşılaşma olanağı buluyor- dunuz. Özellikle, 1928'den sonra Uyanış adını da benim- seyen Servet'i Fünun'da Sait Faik'ten Abidin Di- no'ya, Ziya Osman'dan ilhan Berk'e, Oktay Ak- bal'a kadar bu hareketın öncüleri sayabileceğimiz şairleri, yazarlan tanımak o yaşlardaki bir edebiyat meraklısı için yeni çizgenlerin açılması anlamına ge- liyordu. II. Dünya Savaşı koşullarında bile çağdaş hüma- nizmanın öngördüğü ilkelere yakın, "militarrzm"den alabildiğine uzak. O kitaplık olmasaydı nereden bulabilecektim bu dergileri, nasıl tanıyacaktım çağdaş edebiyatımızın yol açıcılannı... Hele erken Cumhuriyet döneminde birçok yazann yaşamında unutamadığı kültürodaklannın bulundu- ğunu biliyorum. Yaşar Kemal'imiz de yetiştiği yıllar, çalıştığı Adana'nın Ramazanoğlu Kitaplığı'nda gir- memiş miydi ilk kürtür birikimi sürecine. Kitaplar bizden önce de vardı, bizden sonra da olacak. Kitaplıklar da. Bir yazımda da vurguladığım gibi, kalıplaşmış dü- şüncenin özgür düşünceye, sahtenin gerçeğe, ce- zanın ödüle düşman kesildıği bir ülkede toplumsal ilerleme bilincimize katkıda bulunduğu ölçüde uygar- lık güvencesi sayıyoruz kitabı. Çağımız, Hitler Almanyası'nda insanoğlunun dü- şünce ürünlerinin ateşe verildiğini unutmadı daha Oysa, mityonlarca kitap yakılırken faşist ideolojiye ya- taklık eden binlercesini propagandaya hazırlryordu basımevleri. Karşrtdüşüncenin hoşgörüyle karşılanmadığı bas- kı rejimlerinde iktidarların uydusu olmuyor mu kitap- lar? Kendi dünya görüşümüzün yörüngesinde sınırla- madığımız ölçüde uygarlık simgesıdir kitaplıklar. Neden değiniyorum bu dokunaklı gerçeklere? 12 Mart'lar, 12 Eylül'lerden önce de "Milli Kütüp- hane", "Beyazıt Kütüphanesi" vb. gibi en önemli kül- tür odaklarımızdaki, devletlilerin gözüne batan, kimi yapıtlann, dergi ciltlerinin "zindan"öa çürütüldüğü- nü bildiğim için. Süleyman Ege'nin yayımladığı Marksist yapıtlann göz göre göre yakıldığını bildiğim için. Kültür Bakanlığı Ayvalık Halk Kitaplığı'nın yeni bi- nasının açılış töreninde, yeni bakan fsmail Cem'i dinlerken anımsadığım gerçekler bunlar. Kendimizi, istediğimiz düşünce ürünlerini özgürce seçebileceğimiz kitaplıklarda bulabilecek miyiz? Asıl sorun bizim seçtiklerimizi okura dayatmak de- ğil, okurun aradıklarını verebilmek. Eğer geçmişte olduğu gibi "Risale-i Nûr"un bulun- duğu bir kitaplıkta sosyalizmin klasıklenne yer ver- mezseniz -ya da tersi olursa- düşüncenin özgürlü- ğünden söz edilebilir mi? Doğrusu, yeni açılan yapının -mimar arkadaşım Sedat Ulus'un da katıldığı gibi- yöresel mimari özel- liklerden yoksun bulunması da buruklukyarattı içim- de. Ama, çok amaca yönelik bir kültür merkezinin kı- sa sürede yaşama geçmesi sevindirici bir olay kuş- kusuz. Şunu soracağım: Açılış töreninin yapıldığı günün yıldönümünde kaç okurun yararlandığını öğrenece- ğiz bu kitaplıktan? Asıl sorun bu değil mı?.. Sinema okuluna başvıırular bugün _ Kültür Servisi - Yavuz Özkan'ın Istanbul Sırasel- viler'de kuracağı sinema okulunda öğrenim görebıl- mek için gereklı işlemler ve okulun planlanan faaliyet- leri açıklandı. Okulda haftada beş gün 40 saat ders venlecek ve!)u- nun karşılığında öğrenciler- den ücret alınmayacak. De- vam zorunluluğu olan oku- la beş dersten fazla gelme- yen ve bir seminere katil- mayan öğrencinin ilişkisi kesilecek. Senaryo - diya- log, kamera. ışık, çevre dü- zeni, prodüksıyon set, reji bölümlerinde eğitim gören öğrenciler lngilizce. sanat tarihi ve sinema tanhi ders- lerinden de sorumlu olacak- lar. Okula öğrencı seçimi üç aşamada yapılacak. Ya- zılı ve sözlü sınavlarda ba- şanlı olanlar mülakata alı- nacak. Üç aşamadan en faz- la notu alan 20 kişi aday öğ- renci olacak. on kişi de ye- dek öğrenci seçilecek. Birinci ay sonunda bütün dersler için konulan not ba- rajını aşabilenlerasil öğren- ci seçilecekler. Başanlı ola- mayanlann yerlerini yedek öğrenciler dolduracak. Yavuz Özkan'ın sinema okuluna başvuru 14 ağus- tos - 10 eylü! tarihlerinde yapılacak. Yazılı sına\ 21 eylül, sözlü sınav 26 eylül, sınav sonuclannm açıklan- ması da 28 eylülde. Başan- lı olanlar 30 eylülde müla- kata alınacak ve 20 adayla 10 yedek 5 ekimde açıkla- nacak. Daha geniş bılgi al- mak isteyenler 247 67 25 numaralı telefona başvura- bilırler. Müjdat Gezen Sanat Merkezr nde yeni dönem • Kültür Servisi- Müjdat Gezen Sanat Merkezi' nce düzenlenen yaz kurslannın 11. cisi 21 Ağustos' da başhyor. Haftada 5 gün, toplam 60 saat olan kurs süresınce 7- 15 yaş grubu ve gençlere yönelik KJasik Gitar, Tiyatro ve Müzik dersleri verilecek. Konuyla ilgili bilgi edinmek isteyenler 0 216 346 51 09 numaralı telefona baş\-urabilirler. Folklopculammız Dünya Şampiyonu tZMtR (A.A)- Izmir Çağdaş Halk Danslan Derneği ekibi, Polonya' nın Bielsko Biela kentinde düzenlenen Halk Danslan Yanşmasf nda Dünya Şampiyonu oldu. Dernek Başkanı Hatice Gül Değirmenci, UNESCO' ya bağlı bir kuruluş olan C1OFF tarafindan düzenlenen "Dünya Halk Danslan" yanşmasında, Türkiye" yi Izmir Çağdaş Halk Danslan Derneği ekibinin başanyla temsil ettiğıni söyledi. Değirmenci. ekibin yanşmaya geleneksel sünnet düğünü töreni ve halk oyunlanndan örnekler ile katıldığını kaydederek. Türkiye' nin 15 ülke arasından birinci. Kore" nın ikinci ve Polonya' nın da üçüncü olduğunu belirtti. Karikatür Yarışması Kültür Servisi- Trabzon' da yayınlanan "Karadeniz Gazetesi" tarafindan "Taka L'lusal Kankatur Yanşması" düzenleniyor. Amatör- Profosyonel tüm çizerlere açık olan yarışmaya serbest olduğu gibi konulu eserler de gönderilebilir. Konulu dalda adaylar Karadeniz' in doğası, kültürü ve insanını işleyeceklar. Yanşmaya son katılma tarihi, 15 Eylül 1995 olarak belirlendi. Katılım ve yazışma adresi ise: Karadeniz Gazetesi Taka Ulusal Karikatür Yanşması, Devlet Yolu Cad. Çınar Sok. no: 3, 61100 Değirmendere, Trabzon.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle