25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 TEMMUZ 1995 PAZAR OLAYLAR VE GORUŞLER Mahşerin dört atlısı ÇELtK GÜLERSOY B irkaç gün süren biryağmur, medyanın hem tam fiziksel olarak, hem de "mecâzT anlamda. "ayaklannı suya erdirdi! 7 " Büyük basın ve TV saraylannın alt katlan- nı, lağımlı ve çamurlu sular basıp, her şey bir anda karman-çorman oluverince, ga- zete sayfalanna dünyanın en ilkel ve uta- nılacak göriintüleri yansıdığı gibi, yazar- lar da ilk kez dünya iklimi konulannı ve o genel çerçeve içinde lstanbul'un özel ko- numunu, dile getirmeye başladılar. Ancak bunlann birçoğunun-Mehmet Ali Birand'ın yazısı hariç- yinesiyasal kad- rolan ve belediyeyi suçlayıcı planda kaldı- ğı görülüyor. Istanbul'unşimdilikbirbölgesindeken- disini gösteren bu âfete. sağhkh yorumlar getirmek gerektiğini düşünüyorum. Onun için burada topluca ve "tam anaütik" bir açıklama yapalım. Ortaçağ,dünyanın sonunu getirecek be- lalan, göklerden ınen dört heybedi ve uğur- suz athya benzetmişti: Savaş, salgın has- talık. kıtlılc, İstanbuTun da, -gerçekten- sonunu ge- tiren, kendine özgü dört tane aüYst oidu. Medyayı basan lağunlı ve çamurlu sular, dün yağan yağmunın değil. bu dört atlının, son 30-35 yılda önlenne sürerek yığdık- lan felaketlerin, sadece "kısnir' bir gö- rûntüsüdür. "Her şer'de bir hayır vardu""diyerek, yani kendını gösteren bir belanın, hiç de- ğilse önlemlerini de sürükJeyeceğine ina- narak. teselli bulaımyonım. Çünkü yara- dılışın en şaşmaz bir yasası olan determi- nizm'e göre, belli nedenler, belli sonuçlan doğurur. tstanbul'u onulmaz hasta eden et- menierin (faktörlerin) hangLsL bundan soo- ra düzelme umudu gösterir? Bana kötüm- ser dıyen safdil iyimserler, düşünün bir kez: Şu dört atlınm. bundan sonra, hangi- si geri döner? 1) Nüfiıs: Bütûn geçmişi boyunca, ba- nndırdığı insan sayısı l milyonu bulma- mış bu kent. bir tarih grafiği çizerseniz, onun üstünde ancak nokta kadar yer tuta- cakbirzamandilımi içinde, sel gibi bir in- san yayılmasının altında kahverdL Kcntın nüfüsu ûzerine verilen sayılarbile. ne an- lamsız. Nerede başlayıp, nerede bitiyor bu kent? Dünyada her kentin bir "son cadde- si" olur. lstanbul'un sınırian yok ki, beüi de nüfiısu olsun. Gerçekçı bir sayım. ken- tin değil, ilin nüfusunu vermeli. 15 mi. 20 mi. kaç milyon? Bu nüfus, kentteki her bozukluğun ve hastalığın. baş kaynağı oldu: Durmadan çocuk yapıp, ona göre kat üstüne kat çık- mak, kendisi zenginleşirken, kamu mali- yesine zırnık vermemek, genel pislik, ba- kımsızlık ve döküntü. doğrudan doğruya bu nüfusun eseridır. Öteki her dert de. bu insan kalabalığının doğurduğu yan ürün- lerdir. Su yetersizliği, kanalizasyon, ener- ji, ulaşım, güvenlik Dünyanın en zengin ekonomileri bile, böylesine kısa sürede. bunca yığılma ile baş edemez. Kaldı ki, ülkenin ve kentin. günlük hizmetlere parası yetmiyor. Büyük yatınmlara. elde hiç kaynak yok. Avrupa'nın büyük metropoDerinin, an- cak kapitalizmin ve emperyalizmin par- lakçağında ülkelerinc aJtın yağarken oluş- tuğıinu bflemediay dın kesunimiz. Nüfus yı- ğılmasuu, hep hafife aldL Biryağmur. ilk faturayı öne koydu. Bir deprem (ve sade deprem değil. onun ka- çınılmaz uzantısı salgın hastalıklar), han- gi faturalan çıkaracak? Bunu düşünen kaç kişi var? 2) Politika: Clkedeki sıyaset dokusu. mahşerin dördüncü atlısı oldu: "II. Cihan Savaşı demokrasilerin zaferi ile bitmesey- di ve Türkiye, öbür az gelişmiş ülkeler gi- bi, savaşın gaUbi zengin devtetİerbı kapri- si ile ya da tüketim programlannın gereği olarak, hesapsız-ldtapsız bir 'çok partili yaşam modeiıne' zorlanmasaydı. Istanbul da bir yağmaya uğramazdı" dersem, kıt akıllılann moda deyimi ile bu, "dinozor- luk"olmaz, tarihe serinkanlı ve geniş açı- dan bir bakış olur. Türkiye"deki demokrası uygulamasında, her parti İstanbul'a sadece oy deposu ola- rak baktı. Her seçim öncesınde bir yeşil bölgenin betonla sıvanmasına seyirci kal- dı politikacılanmız. Seyirci nedemek. kış- kırttılar, öne düştüler. Allah'ın dağlanna yol yapıldı, elektrik çekildi, içi boş kala- cak su borulan döşendi. Işin bu bölümü- nü bilmeyen yok. 3) Bürokrasi: Politika, bu çirkin oyu- nunda yalmz değildi. Bürokrasi, tam kad- ro ile baş yardımcısı oldu Devlet-memur çarkının bir bölümü. akılcı ve gereklı çö- zümleriçinkendiniyoımadı vecanını üz- medi. Boğaz'ın 1930'lardakı nüfiısagöre çizilmiş belediye sınırlannı. kâğıt üstün- de az ötelere çekip. kaçak büyüme bölge- lerini denetım altına alabılecek en basit imar önlemlerini bile almayan, bürokrasi- dir. Onun bir başka kesımi. işlen böylece yasallaştırmanın kendi cıkannaolmavaca- gını hesapladı. Her sabah ciplere doluşup. günlük ve haftalık paylan toplamak, işle- rine geldL - 4) Deneyimsizlik: Adına "şehircilik'" denen bir bilim ve teknik dalından haber- sizlik 4. etmen oldu. "Yerleşikyaşam" tı- pıne göre kurulmuş Batı kentlen bın yıl- dır, bir şehir yönetimı mekanizmasına. "Municipia* 1 sistemine sahiptıler. Müslü- man Istanbul, bununla ancak. 19. yy so- nunda tanıştı. Fetihten sonra. Roma'nın geometrik şehri. yenni yemyeşil ve sem- patik. fakat hiçbir disiplini olmayan bir göçebeyerleşiminebırakmıştı: Mezarlık- larla konutlar \e bostanlar iç içe idi. Nü- fus az iken ve binalar tahtadan yapdırken. bu iç hastahk göze batmıyordu. Nüfus çıl- dınnca ve inşaat betona dönüşünce, vü- cuttaki hastahk ortava döküldü. tkitelli'de basın saraylannı kuşatan \e çamur ve sel üreten, arsa ve bina kargaşa- sı,rastlantı sonucuyadamantargibi doğ- madı. Birkaç kişinın kusuru ile de yapıl- madı. Toplumsal birtemeli var. Tüm kente yayılması. 20. yy'ın başın- da gerçekleşebilen belediye örgütü, sade- ce 30-40 yıl sonra. sel gibi bir insan yayıl- ması ve beton yığılması ile karşılaştığın- da. dayanacağı hiçbir bilgi birikimi. yete- nekli ve deneyimli kadrolan \e yasal çer- çeveleri voktu. Bir imar kargaşası ortalığı kapladı."l940'larda bir vali. 50lerde bir polrtıkacı başbakan. 80'lerde de. birelekt- rik mühendısi, -akıllannaeseni" şehre uy- gulavabildiler. Çoğunluk, bunlan sadece seyretti. Bir azınlık. alkış rutup. payını al- dı! Doğrulan dıle getıren bir avuç adam, bu şehirdeyalnız kaldı. Bugün basın saray- lannın yer aldığı bu Ikitellı'nin, "sanayi, bölgesi'"olacağı, 30 yildırbıliniyordu. Bu- nun hiçbir altyapısını yapmayışın. yapılan- lan en bozuk şekilde yapmanın, ve dağın- taşın, karman-çorman konutlarla dolma- sına seyirci kalmanın. sosyolojık sorum- lusu, halkın kendisi ve onun yetersiz ve de- neyimsiz yönetim kadrolandır. Mahşerin dört atlısının, ıki de çocuğu ol- du. Buyan ürünlere. tay'lardadiyebiliriz. Felaketi onlar doğurmadı. Fakat çok açık bir şey var: Bunlarda tstanbul'un herdö- nemde biraz daha batmasına karşı, üstle- rine düşeni hiç yapmadılar! I) Mutlu azınlık: Paralı kesimin, özel bir konumu var. Çünkü halk çoğunluğuna oranla. açık bir biçimde etkinliklere sa- hiptirler. Olaylannhepsinedeğilsede, bir- çoğuna yön verebiliyorlar. Politıkayı ve bürokrasiyi, bir oranda etkileyebfliyorlar. Elinde bu gücü tutan azınlık. hiçbir za- man, bu şehrin rasyonel bir yön alması için en ufak birçaba harcamadı. Onun ye- nne. göriinümö en güzel noktalara yerleş- meyi,yanı heryen batmış bir şehırde. siv- ri tepelere tünemeyi. yeğledi. Dünya ölçü- leri ile inanılmaz paralar döküp, Avru- pa'daki birkaç şato fiyatına Istanbul'da "vûTalar" edindi. Herkes yüzünü yıkaya- cak su bulamaz ıken, kendine yüzme ha- v uzlan yaptı. Kışın şehir içinde, yazın kı- yılarda, sabahlara kadar, zambırtılı müzik > apan eğlence yerlerine kapanıp. kendile- rini dağıtmaktalar. Kendi çıkarlan gerek- tirince, politikacı ve bürokrat satın almak. baş marifetleri. Hastalanınca. tstanbul Amerikan Hastanesı bile onlara yetmiyor, doğrudan Houston'a uçuyorlar. Böyle bir "ccmaarin", bu şehrin çürümesindeki gü- nah pavlannL tarih yazmaz mı? 2) IVİedya: Bir tay da, kitlelere bilgi ve haber akışıııı sağlayan mekanizmalardır. yani alt katlannı çamur basan beton saray- lardır. Bunlann seçkin mensuplan, elekt- ronik sistemleri bozulunca ve yemek sa- lonlannı çamur kaplayınca. bu kez kıya- meti kopardılar ama, bir de pencerelerini kapatıp. salonlanndaki bo> aynalannda kendilerini seyretmeleri gerekmez mı? Ba- sın ve TV kanallan, bugüne kadar şehri ba- tırmakta olan dertlerin hangisini, bütün boyurlan üe gündeme gerimıiştir. Hiç de- ğil se. kendi saraylannı bir beton yapılar kargaşasının kenannayerleştirdikten son- ra olsun. pencereden seyrettıkleri dünya iğ- rençliklerine eğilebilirlerdi. Onun yerine, renkli sayfalannı hep palmiye ağaçlı "fu- ayc"leri",aircondition'lı salonlan ve ülke ünlülerini ağırladıklan "suareter"!. süsle- di. lstanbul'un yaz geceleri bile artık da- yanılmaz bir kokuya batarken, Medya y a- zarlan onun hiç sözünü etmeyip. festival konserleri ile nasıl sermest olduklannı bal- landırarak anlatıvor. Yaz geldığinde gü- neş ışınlannın tehlikesini duyurmak yeri- ne, podyum güzellennin endamını. son mayo modellerini, en pahalı güneş gözlük- lerini ve yanma kremlerini rekiam etmek, medyanın baş politikası değil mi? Bu kenti. tam bir toplumsal koalisyon mahvetti. Bunun kadar. "kolektifbirsuç 1 ". tarihte ve dünyada zor bulunur. Herkes el ele verdi ve 30-35 >ilda coğrafya ile sana- tın beraberce dokuduğu benzersiz bir gü- zelliğin, üzerinden geçti. ARADABIR MUHSİNE H.YAVUZ Halkbilimci- Yazar Ali'nin Babası... Sevgili Aziz Nesin, kendisine "Ali'nin babası" denmesinden çok hoşlanıyordu. Bir söyleşimiz sı- rasında "Biliyormusun"dedi, "eskiden Ali'ye, Aziz Nesin'in oğlu diyohardı, şimdi ise onun arkadaş- lan bana Ali'nin babası diyorlar, bu da benim ho- şuma gidiyor doğrusu." Hemen hepimizin çocuklarımıza karşı duyduğu- muz bu insansal zaafın, onun gibi duyarlı bir yü- rekte de olması çok doğaldı ve beni de çok etkile- di. Geçen yıl Ankara'da Ali'nin evınde söyleştiğimiz bir gün "Muhsine, beni Şükrü Kurgan'a götür" dedi. Hemen Kurgan'a telefon edip geleceğimizi bildirdim. Doğrusu, yaşları bir yüzyıla (asra) yakla- şan, benim hayatımdaki çok önemli ve çok değer- li bu iki insanın, bu iki eski dostun, yirmi yılı aşkın bir zamandan sonra yeniden buluşmalarına tanık- lık etmek, bana büyük bir heyecen veriyordu. Kurgan'ı da heyecanla bizi bekler bulduk. Bu görkemli, bilgili, görgülü ve baştan ayağa "insan" olan iki denizin, birbirleriyle karşılaşmalarını, hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan izlemek için, "sahne "nin dı- şındaki bir koltuğa oturdum ve gözlem gücümün bütün dikkatiyle izlemeye başladım. "Nasılsın, iyi misin?" türünden, hiçbir törensel gıriş yapmadan, sanki yirmi yıl öncesinden bıraktıkları yerden ko- nuşmaya başladılar. Başlıca konuları Nasrettin Hoca'ydı elbette. Çünkü bu alanda birlikte çalış- mışlardı. Birbirlerine, Hoca'nın bilinmedik birfıkra- sından ya da onun konusundaki yeni bir yayından söz ediyoriar ve eğer karşı taraf bunu bilmiyorsa onu bilgilendirmekten büyük mutluluk duyuyorlar- dı. Bir ara Kurgan, sözü Mevlana'nın torunu Veled Çelebi'yegetirdiveonuncumhuriyetdöneminde- ki hızlı değişim karşısında şaşkınlığa ve telaşa dü- şüp şu dörtlüğü yazdığını söyledi: "Bize bir nazar oldu I Cumamızpazaroidu /Ba- şımıza geienler I Hep azar azar oldu." Aziz Nesin, hemen bu dizileri not alarak "Şimdi de başımıza geienler hep azar azar oluyor da kim- se farkında değil, ben bu dörtlüğü bir yazımda kullanınm" dedi. Tanıklık ettiğim bu söyleşi boyunca, içimdeki ya- ramaz çocuğun "iğvasına" kapılarak hep sözü, iki- sinin de daha genç oldukları yıllarda hayranlık duy- dukları, güzel Yugoslav Türkolog "LJjubinka"yage- tirmelerini bekleyip durdum (üjubinka, menekşe demektir). Fakat hiç söz etmediler. Belki de ben- den gizli, gözleriyle söz ettiler de ben anlamadım kim bilir... Derken birden, kapatmayı unutup aralık bıraktı- ğım dış kapı aralandı ve biraz hırpani kılıklı bir adam girip salonun kapısında dikilerek hiçbir şey söyle- meden Aziz Nesin'e bakmaya başladı. Işte o za- man birden, işin başında bana gereksiz bir oyun gibi geien, koruma önlemlerinin nedenini anımsa- dım. Evet, şu anda birlikte olduğum ve benim için yalnızca sevilip sayılacak, uzun yaşaması için üs- tüne titrenecek bu güzel insan, ülkemin bu çok önemli değeri, karanlık bazı "yaratıklann" yakmak, öldürmek istedikleri Aziz Nesin'di. Bütün bunlar kafamdan birkaç saniyede geçti ve bir refleksle yerimden fırlayıp o adama ne istediğini sordum. Bir adım geri çekilen adam, yumuşacık ve utangaç bir gülümsemeyle "Bitişik apartmanın kapıcısıyım, Aziz Nesin gelmiş dediler de ağabeyimi dünya gözüyle yakından birgöreyim dedim" diye el sal- ladı ve çıkıp gitti. Son gönjşmemizdedeyineAli'yi konuştuk. Göz- leri gülerek temmuz başında bir matematik sem- pozyumuna katılmak üzere Türkiye'ye geleceğini müjdeledi ve "Bizimle olmak istersen, gelip vakıf- ta kalabilirsin" dedi. Vakfa gitmek için hazırlan- dığım bir sabah radyodan, onun çok uzaklara git- tiğini duydum... Duydum ve yüreğimden vuruldum. insan böyle mi yaparAziz Nesin... Hem çağırıyor- sun hem de bırakıp dönüşü olmayan yollara gidiyorsun. Üstelik gidince, ülkemizin biraz daha ışıksız ve çokça da sessiz kalacağını biliyordun... Bu nedenle yaşamını bile hiçe sayarak son soluğuna kadar öylesine çığlık çığlığa konuştun... Işıklar içinde yat "Ali'nin babası", seni hep öz- leyeceğiz... Hocam Avram Galanti Bey... AYŞE ÎLHAN B irkaç ay önce A. Taner Kışlab'nın ga- zetemizdekı köşesinde Yahudilejüze- nne biryazısını okumuştum! Fatih Ca- misi'nde, özel bir televızyon kanalm- dan naklen verilen mevlıtten sonraki duada şu sözler de yer ahyormuş: "Ya- hudi miUetini kahr-ü perişan e>le Yarabbi!" Bu dü- şüncesK dın adamı K.avm-ı Necıbın (Araplann!) es- tırdıği zengin çöl rüzgânnın bıçımlendırdıgı kışıler- den olmalıydı. Yoksa, gerçek bir Müslümanın ağzın- dan çıkacak sözler olamazdı bunlar. Czüldüm ve utandım doğrusu. Gençlığımden beri tanıdığım Ya- hudılen anımsadım bırer birer: içlerinde sevmedığim, beğenmedığım tek kişi yoktu. Yazmak, anlatmak ıs- tedım. Ama, çeşitli nedenlerle geciktim işte... • • • Kumaş ticareti yaptığını söyleyen bir kışiydı ilk tanıdığım Yahudi. Adapazan - Istanbul trenınde ay- nı kompartımanda yolculuk ediyorduk. Ben, tatilden dönen bir lise öğrencısı; o, orta yaşı aşmış bir beye- fendi idi. Ilginç konuşuyordu. 1920'den önce Bolu Kadılığı yapmış olan babamın adını duydugunu söy- lüyor; onu övüyordu. Ahlak kurallanndan, beslen- meden, yeme içmeye değın bırçok konuda söyleş- tik. Yol arkadaşı olarak bana ters düşen hiçbir yani yoktu. Üniversite reformu henüz gerçekleşmemıştı. Yük- seköğretimeadaydım; YüksekMuallimMektebi'ne (Yüksek Öğrennen Okulu) gırecektım; smavla öğ- renci alıyorlardı. Hem çahşıp, hem dinlenmek ve yüzme öğrenmek için Caddebostan'daki Amerikan kampınayazıldım. Benim güzel gözlü, buruşuk yüz- lü nınem on beş günlük parayı göndermıştı bile. Açık havada, ranzalarda (okuduğum yatılı okul- da ranza ile tanışmamıştık henüz) yatıyor: bol sala- talı yaz yemekJenni uzun masalarda birlikte yiyor- duk. İki Musevı kızla arkadaş olmuştum, nasıl tatlı. neşelı. toplu yaşayışa yatkın olduklannı anlatamam. Onlarla dostluğum ilerledıkçe dünyam aydınlanıyor. güçlü olmayı öğrenıyordum. Birlikte, yüzmeyi de ça- bucak kotardım. Ninem sonradan, "Kızdoğnı söy- le; balık gibi mi?" dıyordu şaşkmlıkla... Dostlanmın sev gılennde cımnlik yoktu; yaraşır (layık) olana bol- ca sunuyorlardı. YUNUS .EMR£ XH. YUNfS EMRE RESİM YARIŞMASI ŞARTNAMESİ 1995 «bnda 12. vıtını doUunn bu vKnensnm amacı, \-zr4an son en ivi öi-nekJermi «ecerdc, Türi resân sımnnm bugûnûnû, dûnva ûıcnnde >apyan tüm ssrunçtlan açık btr yanpnfftb sergilemektır Serp T.riKi Yeri Seçtkn yıpakr, Ektm 1995 te tscu^ul'ık Macak 3k tet&ien soan. <x&& Olenie dfeenfcncedc bir Jia *xp 3e wıw dânyum tamn^oktır Srcki Kard (Atfabetık nra>I>) 1 Afi AKAY Sanat El^tinnenİ. MSÛ. SoByoM BOtOmü Öftrerim Ü v » 2. Eral \KY \>'AŞ Ssmtçı ' Pmf AdTun ÇOKER Mrmo. Mİ.C Gûzd S m t k Fakâfce» Öğreöm Vyeâ 4. Haldmı DOSTOĞLU. Gakn YöneocBİ $ Prtrf. >W E B ^ N Sm« T«ihaa C ^ Min^bk hifühe^i Ö g r r ^ 6 Prof K^dri ÖZAYTEN' Smnmçı, M.C. Gûzd Sanadv Vakukoı Öfrenm Oyed 7 Ayfe DAĞ1STANU Eshank Rekkm ve Halkb th^kikr Mûdûıû 1 Her Kiri 1250O0.0OO TL almak üam, 5 adet Başan OdûJû VT ödül pbked \«rikcektır Ödül akn \apdbr satm dtmu; gU işkm görecdrtir SeTg3ennwk ûzert sectien >ap*kr, bıırr sertıfîka ile befeefenecektîr. 2. Sattn Alma ve Chel ÖdûOer Ayna baa vaprtbr, sanatçdBrm lcsnlma tormunda bdtrrtikk-n bedel ûarHnden sann ahnabÜb ve/\«va Örcl ÖdüUer & ödüUendmleİMEtr Sergüenen ymptriann tûmü renkli bu- luttkgds derlenecektir Kanlntt KoçuUart 1. Yapakr. tu\-«İ ya da lcagK ûserme boya ya da kanşıt telcnâde vapJmıs ve sergjlenmeye haztr •< uvgun olm#lıdtr Kona, ölçü. kuÜaıulan maJzeme va da tekmk konusunda hcrhanp bir sınrrfama yokntr 2. Sanatçılar ytnjma^ en cok i; vapok lcatıljfaîltr 3 ^apttbr 1994-1995 yiHarmda vapıİnu;, ckha önce herfcaıçj bir yar^nuva kantmams, odâl ahnamş o^nuidır. 4. Secici Kurufdıı görev abnbr ile E^ANlCu çA^Mt ve yskmkn ysn$nwva ktf ıbmazbr. (>n Eicmr 1. ö n eieme, re»îmkrm 35 nuniSt dtaltnnkn yıpİKakör. Ssıutçıkr her bir vaput içm en az biri tûniânû gflauaınek ûzete 3 dât jÖodcrebiliriet. Dıakr slavt mkmesmde göstertme hanr, cerçevdt bir bipmdc tesbm edüecekrir. Dukno û=erme banka ştnSdennden va da a^ıdaki adresten temin edDecek ctsVetfer vafjqon)nu)ı, vaptfın ûst konu bdhtılıneK ve katılma fonnu eksiksiz dddunıtmsklır. >inçm»>a birden itda, yapıtk katJmaİart durumunda, her dta ve bn numamlar katıbna fonmmda yaptdann khnlerinm vansıa Bu koguBara ın-rrayan başvurubr degerlenfinne dtşı btrakıbcalas. Dialarm kendÜenne oâe edilnvsinı rstevvn sanatçıİB- başka bir zarfm ûzenne adı soyadı v« apk adreslerint vaarak, dtalan geri istaHkterînı beJinen bîr not ınşnrmeik&kr Dıakr, Esfaank'a \PS & taahhûrto gönderüıneli ya da nukbu: kaı^sbgmda eiden t e s ^ ediTmeüdır 1 DvJarm son us&m tariH 7 Agustos 1995'ür. PoAadan kaynaklanan gedkmeier ve dığer nedenlerle bu tanhten sonra ESBANK'a ukşvı resîmkT değerterKbrme âxş\ bBakıbcaktn* 3 Ön Secıd Kuml 21. 22 v« 23 Agust» 1995 tsrihkrnde Isonbufda toçhnaok ve sonuçlar ymnşmaalara posta 3e duyunılacaktır 4. Ön eiemede yaprtlam oripMÖeri gönJerilmeveceJctîr, eleov yafMİann dialantıdan yspıiactkttr 1. Suaepkr, ön demedc secâen yaptfkrmm oripnafierini dah* m bUdîrilecek adrese elden ya da harcamalar kendüerine att ofanak ûzere kargo ile teslim edeoeklerdir 2 tşlerin son tesİhn tanhı, 15 Evlûl 1995 Cuma gûnûdûr Ba tarihten sonra ESBANK'a ubşuı resunkr değerlendînneve al&nmavacaknr. 3 Son eleme için jüri 19-20-21 Evtûl 1995 tanhiermde IstanbtıTda topbnacaktv. 4 Yapıtiann uygun bir yerine îKştırttecek erikette; smacçoun adı sovadı. açA. yazqna adreâ ve tekftmu, vapan adı, boyudan, ttknigi, Vapım Urirâ ve fi>aû befirtifecektit. 5. Sonoçiar f*rqmacüara bntn îbnkn ve posayta duyunıkcaktır. Sergîlenmeyen yspvbu, sonuı^ann ibn edildîği tarihten *3»ren en geç bir av içtnde snatcıUr tarafırtdan geri abnmaiıdır. Bu &ürenın bkımmden sonra gen ahnmayan yapıriar konusunda ESBANK'ın herhangî bir sorumhılu^] yoktur. Yapnkrm geri «liMfa^ ya- daha soora duyunflacaktır. 1. Yapnbf ESBANK'ı usBm tditl^i tarihen ümna, geri almncn'a kadar Jigura kapnmı Kindedir. Vapıtlann. dden ym <b kaıja 3c ESBANK'a leOım cdihncsinc k«kr gecen sflrc icHMİe vc >«n$matun «nuçimıp ESBANK'tuı geri atnmaiffidan sonra du$abikcek hlsariuiian buıka aorurqju dc^kfo. YarMİarm sergîlenfnes] ki ktmfiioşauh iabirM^İ yaptlıp •jercken rjsxnh iabirM^İ yaptlıp •je göaerikcdur 6c .ap«tarm mahrmctri nedeniyle df^abıkcck hendan ESBANK sanmlu dcüldir. 2 Yan^navs karjan sanalplar, vapılianrun duyuTa anucıyla meaivada kuSanıbrtAsmı kahul ederlcr Yinjnv.,1 babnbr nıkandab hofdbn kibul ttmis aayıiırkr. D»\ GÖNDERMC/TESIJM ETME VE YAZtŞMA ADRESlr ESBANK REKLAM VE HALKLA tUŞKtLEK MCIDC-RLÛGÜ Utildal Uddcsi Odakule İJ Mcrkni, KJI 12 Tepctnşı 80050 bonbul Tel (0212) 152 65 00 (3 Hat) - 252 27 00 <4 Hat) Faks- (0212) 252 74 09 • • • Darülfünun'da, (üniversitede) ünlü ve yeteneklı hocalarla karşılaştık; son sınıfın ortasına dek onlar- dan ders aldık. O yıl üniversite reformu gerçekleşın- ce sevgili hocalanmız sessızce çekılipgıttilen yürek- lerimizdeaynlıkacısıbırakarak... Yerlerinı AkdeşM- met, Enver Ziya Karal vb. genç profesörler aldı. Bı- tınne sınavlannı onlaryaptılar. [jerslerinden çok ya- rarlanıp hoşlandığımız hocamız Galanti Bey 'den söz edeceğim. Uzun boylu, ınce yapılı. sanşın vc yaşlı- ca idi. Küçük yeşıl gözlerinden zekâ ve ıyımserlık fışkınrdı. Bekâr yaşıyordu. Ders dışı bir konuşma- da. bızim kızlarona nıçın evlenmediğını sormuşlan parmagı ile sus işareti yaparak, "Bu işi bir yapan, bir deyapmayanpişman" demış. Portekiz Ulûm (bilim- ler) Âkademısı üyesı, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı hayrantbılgısı düzeymde alçakgönüllü ıdı. Atatürk v e dev nmler üzenne yaptıgı özgün degerlendırme v e yorumlannı hayran kalarak dinlerdık. Akvamn Ka- dime-i ^rkıyye (eskı doğu kavimleri) dersıne gelı- yordu. Özenle hazırlanmış notlar verirdi bize. Bu notlar sonra kitap oluştururdu. Konular önce sınıfta okunur: ardından sorular, sonuçlar gelirdı. Bir gün nottakı bir tümceye eleştin getirmiştim. Sözcükle- rin kullanılışında, anlam değiş- tıren yanlış bir düzenleme söz konusuydu. Hocamız önce ka- bul etmedi dediğunı: arkadaş- lardan ses çıkmadı: sorun ka- pandı sanıyordum. Ertesi ders Galanti Bey. özelliklebanagü- lümseyerek girdı sınıfa; haklı olduğumu söyledi. Ne var kı, pek de önemli olmayan bir dik- kat olayını öyle büyüttü ki. öv- günün boy utunu öylesine arttır- dı ki; kızardım, utandım. nere- deyse pışman oldum. Sonuçta. anladım ki, hocamız her za- mankı gibi, sadece öğretmıyor, eğitıyordu da bızi: Eleştınden. düşüncemızı açıklamaktan korkmamah, dıkkatli olmalı: kolaya kaçmayıp inceleme yo- lunu seçmeliydık. ' • • • Izmir Kız Lisesı'nde, ek ola- rak da Karataş Ortaokulu"nda öğretmendim. Karataş'ta iki katlı, çok güzel bir evde. koca- sını henüz yıtırmış. yalnızlık ve parasızl ıktan korkan Seniye Teyze'nın bırodasmı kıralamış- tım. Kısa sürede teyzenın can yoldaşı oldum. Alt katta dört kışilık Musevı bir aile oturu- yordu. Bav - Bayan Nadji ve iki kızlan (Rebecca, Regine). Çok, amaçokçalışkankışılerdi. Re- becca, dantel, yün örüyor; na- kış işlıyordu. Regine usta bir terzi ıdı. Anne, her işıni kendi- sı yapıyor. önünde önlük eksık olmuyordu. Değışik yıyecek, ya da tatlı yaptığmda bana ık- ram etmeden duramazdı! ders- lerden yorgun düştüğüm birak- şam. yemekten sonra onlara ın- dım. Mösyö Stematinc adında bir konukîan vardu orta yaşlı. şıkgıyimli.nazıkbirbey... Söy- leşi tatlanarak sürerken konu- ğumuz sırasını getinp Rebec- ca ve Regine"den bir şarkj rica ettı: Pek güzel söylediler: ben de katıldım: Koklasam saçlan- nı Bir gece ta fecre kadar < Acı duysam gözünün ' rengine dalsam da senin ' ,' Ste- matıne'nın gözlen nemlenmiş- tı. Sonradan ögrendığime göre, bu bey Müslüman bir hanıma tutkundu. • • • .\nkara'da aynı apartmanda oturduğumuz Yahudi dostum Rosa">ı nasıl unutabılırim. Çe- koslovakya"dan, Brunolu idi. Zengin ve kalabalık ailesi Na- zi zulmü altında birer bırer yok olurken o da acılar içinde çeşit- li hastalıklara yakalanıp. göz- yaşlannın seltnde boğulup git- tı diyebilinm. Dört dıl bılen, benden de Türkçe öğrenen dos- tum acı günler gelip çatmadan, önce çay ziyafetleri venrdi. Bu toplantılardan birinde bir ha- nım, Yahudileri sevdığınden sözetti. Rosa'nm yanıtı ılgınç- ti: "Yahudiler için özel olarak sevmek ya da sevmemeksöz ko- nusu edilmemeli: bizim derdi- miz böyleayırtedilmekten kay- naklanıyor" dedi. Ben, Rosa'daîı özellikle, bu görüşü vurgulamak ıçın söz açtım. PENCERE Bilinçsizlik Tarlalarında Düşmanlık Tohumları... Yunanlılar, 15 Mayıs 1919 günü Izmir'e çıktılar, Anadolu'nun göbeğine kadar dayandılar, savaş yak- laşık 3.5 yıl sürdü, 9 Eylül 1922'deTürk ordusu iz- mir'e gırdi. Mustafa Kemal 10 eylülde kentteydi. Gazi'ye Karşıyaka'da bir ev hazırlandı. Yunan işgali sırasında Kral Konstantin, yeşil baf> çe içindeki bu güzel köşkte kalmıştı. Mustafa Kemal, bahçe kapısının önünde otomo bilinden indi; arkasında yaverleriyle birlikte bir ka- labalık vardı; bahçe kapısından köşke uzanan yol- da, izmirli kızlarellerinde çiçeklerle iki sıralı dizilmiş- lerdı. Gazi, yavaş yavaş ilerleyerek köşkün giriş ka- pısına geldi, taş merdivenlerde serili Yunan bayra- ğını görünce bakışları donuklaştı, yüzü gergınleşti, en yakınındaki karşılayıcılardan birine sordu: "Bu nedir?.." Orta yaşlı, saygılı bir bayan yanıtladı: "Yunan bayrağı Paşam... Bu köşkeyerieşen Yu- nan Kralı Konstantin de içeh girerken bu taşlığa se- rilen Türk bayrağını çiğneyerek geçmişti." Gazi: "Hata etmiş" dedi, "ben bu hatayı tekrar ede- mem. Bayrak, milletin şerefidir. Ne olursa olsun yehere serilmez ve çiğnenmez, kaldınnız." • ŞevketSüreyya'nın "Te/c>4dam"ındaanlatılan bu gerçek öykü, neyi vurguluyor? Yunan, üç yılı aşkın bir sürede Anadolu'da yap- madığı zulmü bırakmamış; ama Mustafa Kemal ve arkadaşları soylu davranışlarından hiçbir zaman vazgeçmiyorlar. Emperyalizm. Anadolu'da yaşayan Rumları, Er- menileri, Türkleri karşı karşıya getirmışti; suç halk- larda değildi; büyük devletlerin etleri işin içindeydi; Yunan, Londra'da verilen kararla Anadolu'yaçıkmış- tı. : Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nın hemen ardından Yu- nanistan'la dostluk kurdu. Aradan kaç yıl geçti?.. Esenyurt Belediye Başkanı Gürbüz Çapan'ın ge^ çenlerde Ermenistan'a gidişi, medyada olaya dö- nüştürüldü; belediye başkanını bir dövmediğimiz kaldı. Oysa Ermenistan'la dostluk ilişkileri kurulması, Türkiye'nin çıkarınadır. .. . • Bugün Türkiye'de Sırplara sövmek yurtseverlik gi- bi görünüyor. Sırpların yaptıkları zulümler ve işledikleri insanlık suçlan öfkeleri yelpazeliyor, duygulanmızı körükle- yipaklımızı bastırıyor; Batılı "Düvel-iMuazzama"nın edılgenliği hepimizi çıldırtıyor. Oysa haritaya bir göz atmak, Bosna savaşının coğrafyasını bize öğretecektir. Panislavizm ne demektir? Ortodoksluk neyi amaçlıyor?.. Sırbistan, Rusya ve Yunanıstan üçge- ninin köşeleri neden birbirineyakınlaşıyor?.. Körfez Savaşı'nda Moskova'nın desteğıni alan Amerıka, Bosna'da nıçin Rusya ile karşı karşıya gelmek iste- miyor? Bu soruların yanıtlarını arayıp bulmadan kız- gınlığın yelpazesiyle rüzgârlanmak ne işe yarar ki?.. Bir sözcüğün anlamını iyı bellemeliyiz... Nedir o sözcük?.. . Emperyalizm!.. • Balkanlar'dan Kafkasya'ya ve Anadolu'dan Orta- doğu'ya yayılan coğrafyada, binbir etnik topluluk,' benek benek bölgelerin haritalanna yayılmışlar... Peki, bu etnik zenginlik coğrafyasında kimîe düş- man, kimle dost olunacak?.. Kimle savaşılıp kimîe barışılacak?.. Ve hangı nedenle?.. Çağdaş insanlık, emperyalizm belasını yok et- meden; halklar rahat yüzü görmeyecekler... TEŞEKKUR 6 Temmuz 1995 günü yitirdığim sevgili eşim TULUİ SÖNMEZ'in derin acısını yürekten paylaşan tüm dostlanmıza en içten teşekkürlerimi sunanm. BİLGİN SÖNMEZ ASSOS HOTEL NAZLIHAN Cuma-Pazar (2 gece): Standard odada 2.150 000 TL. Balkonsuz ön odada 2.350.000 TL. Balkonlu ön odada 2.750.0O0 TL. P.tesi-Cuma (4 gece): Standard odada 5.6O0.0O0 TL. Ikı kışilık odayı paylaşan bir kişi yartm Pansıyon Otel Disco'suna gıriş ve bırincı yerli içkı ücretsizdir İSTANBUL İRTJBAT BÛROSU: Tel 0212 250 94 45-250 71 09 Otel Tel-0 286 721 70 64 NAKLİYE tLANI SEKA AKDENİZIVIÜESSESESİ SİLİFKE/İÇEL Müessesemizden Adana. Mersin, Izmit, Istanbul ve Ankara'daki özel, resmı kurum ve kuruluşlara, Ada- na, Mersin. Izmit. tstanbul ve Ankara'daki özel, res- mi kurum ve kuruluşlarda müessesemize (+. -) yüz- de 40 toleranslı 450 ton hammadde, yardımcı ham- madde, makine, teçhizat ve muhtelif malzemenin ka- rayolundan taşınması ve teslimi işi, şartname esasla- n dahilinde kapalı zarf usulü teklif almak suretiyle iha- leye çıkanlmıştır. 1- Bu işe ait şartname müessesemiz Nakliyat ve Ambarlar Kısım Müdürlüğü"nden temin edilebilir. 2- Teklif mektuplan 23.08.1995 günü saat 11.00'e kadar Müessesemiz Haberleşme Şefliği'ne verilmiş olacaktır. 3- Postada geciken tekliflerdikkate alınmaz. 4- Müessesemiz 2886 sayılı Ihale Kanunu'na tabı olmayıp, ihaleyi kısmen veya tamamen yapıp yapma- makta veya dilediğine yapmakta serbesttir. Ilan olu- nur. Basın: 33728
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle