Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 15 TEMMUZ 1995 CUMARTESİ
OLAYLAR VE GORUŞLER
Bir sanat vakfinın kuruluş öyküsü
İNCİ KUT
G
eçen 24 mart günü, 93
yaşında yitirdiğimiz,
gerçek bir aydın ve Ata-
türkçü kültûr adamı olan
babam Cevat Memduh
Altar'ın geçen ay 23. 'sü
gerçekleştirilmektc olan Uluslararası Is-
tanbul Festivali'ni düzenleyen Istanbul
Kültür ve Sanat Vakfi'mn kuruluşunda
büyûk emeği geçmiş, Vakıf Senedi "ni de
aylar sûren özverili bir çalışmayla bizzat
kendisi hazırlaıruştı.
Türkiyemizin kültûr yaşamına verdiği
sayısız hizmetlerde daima 'Atatürk flke
ve devrimleri doğrultusunda' çalışma il-
kesini ön planda tutmayı ve bu hizmet-
lerden kendıne hiçbir pay çıkarmadan ge-
ri planda kalmayı yeğlemiş olan babam,
90 küsur yıllık dopdolu ve ilginç hayatı-
nın anılannı hiçbir zaman kaleme almak
istemedi, zaten buna vakti de olmadı.
Babam, çağdaş ve evrensel kültüre
adanmış yaşarrunın anılannı vakit vakit
biz en yakınlanna anlatıyor, biz de bir
döneme ve Türkiye'nin kültür yaşantısı-
na ışık tutan bu anılar ilerde bir gün ya-
yunlanır umuduyla bunlan banda alıyor-
duk. Işte geçen yıl yaptığımız bu söyle-
şilerden birinde, her zaman gururla an-
dığı Istanbul Kültür ve Sanat Vakfi'nın
kuruluş öyküsünü, kendi sözleriyle ay-
nen şöyle anlatmıştı:
"Oteden beri,52 yıl (1927-1979) Anka-
ra'da geçirdiğim faatiyetin bende zaman
zaman uyandırdığı bazı önemli düşünce-
ler vardır. Bunlardan birisi de Istan-
bul'un, dünyanm kültür yasamında yii-
kümkndiği eşsiz hizmetlerdolayısıy la bir-
takım gösterilere sahne olması ve kültür
hayaünda oynadığı roldür. İstanbul'un bu
müstesna konumu dola> ısı> la ayn bir teş-
kilatla dünya kültürünc katkıda bulun-
ması gerekir. Bufikri senelerden beri ta-
şır dururdum. Önce tejkilatçryı bulmak
lazrnıdı. Teşkilatçryı bulmak, Istanbul içüı
, yapılacak kültür programlannı meydana
getirmekten daha güçtü. O teşkilatçı ay-
nı zamanda sanab,kültürü anlamışve be-
nimsemiş, her iki sahayı da kendi nefsin-
de bir bütüne dönüştürmüş insan olma-
hydı.
Ben düşündüm taşındım. maalesef An-
kara'da böyle birini bulamadım. Yapn-
ğım temaslar sonunda gördüğüm şey şu
oktu: Herkesin düşüncesi,' Bu türlü faali-
yetlerin sonunda cebime ne girecek? Ben
bundan ne kazanacağım?" Oysa ben işin
bu yönünde değilim.
Ankara'da çok iyi görüştüğümüz aile-
lerden birisi de rahmetli Kıymet Conker
ve eşL Atarürk'ün çok yakın dostu, Istik-
lal Savaşı'nda onun yanı başuıda hizmet
etmiş, Conkbayın kahramanı General
Nuri Conker'in kızı Kıymet Hanım'ın
eşi Necip Tesal Bey de kültür konusuna
eğflmiş ve emekli okiuktan sonra da bu
türlü işleri daha rahat başarabilmek için
her türlü kültür faaliyetine yardımcı ola-
cak özel bir şirket kurmuş. Görüştüm
kendisiyle. Dedi ki: 'Ben de hep aynı şe-
yidüşünürüm; Istanbul'dakültürel faali-
yette bulunmak, istanbul'un şanı şere-
fiyle mütenasip, 2000 küsur yıllık tari-
hiyle denk bir düzen içinde bir şehir ol-
ması dolayısıyla bu türlü faaliyetleri bü-
tün dünyaya tanıtmak gerek.' Düşündük
taşmdık, aklıma Nejat Eczacıbaşı geklL
Nejat Bey'i hiç tanımıyorum; faaliyet-
lerini izh'yorum. Nejat Bey, İstanbul'da
kendi işine paralel olarak bazı gelip geçi-
ci, fakat ilginç faaliy etlere el koyuyor, sa-
natkârlan tutuyor, onlara yardımcı olu-
yor. Nejat Bey'e telefbn ettim. 'Buyurun
görüşelim, beyefendi' dedi, *biz de bu
konu üzerinde bir çalışma yapıyoruz, siz
de gelirseniz belki çalışmalanmızı birieş-
tiririz.'
Ve Nejat Eczacıbaşı'na gittiğimiz yıllar
aşağı yukan 1967-68 yıllan... Odasında
oturduk, konuşnıay a başladık. konuşma-
lar sırasuıda ortaya gayet ilginç bir konu
çıkü: İstanbul'un kültür ve sanat hayan-
nı dünya çapında tanıtacak bir 'vakıf
kurulması gibi çok önemli bir konuydu
bu. Aynca Nejat Bey, önemli işlerin gere-
ği gibiyüriitühnesini sağiamak için bu iş-
lere emek verecek insanlan davet etmek-
te ve bu insanlann böyle bir vakıfta yer
alarak fahriyyen hizmetedebilecek olana-
ğa sahip olmalannda yarar görüyordu.
tlk başta, Nejat Bey bir vakıf kurmayı
düşünürken bunun yalnız müzikle Ugili
bir vakıf ohnasını düşünüyordu. Ben de-
dim ld: '1000 yıllık tanhimızde ilk defa
böyle bir şey yapılıyor, siz bu vakfi ku-
run, ama çeşitli faaliyet kollan olsun;
müzık. resim, heykel, mimari, kültür kol-
lan, yani kültürümüzün ve uluslararası
kültürün bütün kollannı içine alan bir Is-
tanbul Kültür ve Sanat Vakfi olsun.'
İşte İstanbul Kültür ve Sanat Vakfi'nın
kuruluştına öncülük eden Uk teşebbüsü-
müz, Nejat Eczacıbaşı, Necip Tesal ve be-
nimlebirükte 1. Levent'teki ecza fabrika-
sında bu noktaya kadar ulaşü.
Bundan sonraki çauşmalar, 1968-72
y ülanna rastlar. Ben. 1967de TRT Genel
Müdürlüğü Program \e Haber Yardun-
cüıgı görevimden emekli olduktan sonra
Bakanlar Kurulu kararıyla sözleşmeli
olarak aynı kurumda çalışıyordum. Bu
yüzden vakıfçalışmalan için sık sık İstan-
bui'a gftmem gerekti. Nejat Bey bana de-
di ki: 'Her gelişinizde 4-5 gün kalabilir
misiniz? Şu Vakıf Senedi üzerinde çalı-
şalım.' Vakıf Senedi demek, vakfin ama-
cını ve ne türlü faaliyetlerde bulunacağı-
nı aynnblanna kadar gösteren, uzman-
larca hazuianmış bir metin demek.
Benim burada üzerinde ısrarla durdu-
ğum tek şev şuydu: 'Atatürk'ten bu yana
kültürümüzün, sanatımızın kökünden
kopmadan, dinamik bir gelişim düzeni
içinde sanatımızın yenilenmesinde hiz-
met edecek bir vakıf, nasıl olmalıdır.' B-
kesi üzerinde duruyordum.
Atatürk ilkeleri doğrultusunda gerçek-
leşmesine çalıştığımız bir faaliyetin en
önemli noktası da Vakıf Senedi'nin met-
niydi. Metni ben yazdım, uzun uzun sa-
vunmasuu yaptım. Uzmanlarla taröşma-
sı yapıidı.
Sonunda metnin üzerinde uzlaşmaya
vanldı. Bakanlar Kurulu da metnin hiç-
bir yerinûı değismeden aynen çıkmasını
kabul etti (Vakıf Senedi'nin tarihi
1973'tür).
Metnin ilginç yanı şu: Vakfi kuranlar
ömürlerinin sonuna gelip bu vakfi terk
ettiklerinde vakıf, başkalannın eline ge-
çecektir. Bu el değiştirmeter. ideai değiş-
tirmeterede neden olabilir. Eğer Vakıf Se-
nedi ona göre hazuianmamışsa, Atatürk
ilkeleri doğrultusunda faaliyet gösteren
bir vakıf, bu sefer tam aksine faaliyet gös-
terir. Onun için \'akıf Senedi'ndeki mad-
delerden birinde, bu ilkelere aykın faali-
yette bulunanlann bir komisyon tarafin-
dan tespitedildikten sonra \akıftan ne şe-
kilde uzaklaştınJacaklan yazılıdır. Bu il-
kelere muhaiif olan hiçbir kafa, bu vak-
fin içinde faaliyet gösteremez.
Vakfin ilkelerini saptarken 'kökten
kopmadan' demek, bizim çok eski tarih-
lerde yapılmış olan ve geleneksel Türk
musikîsinin kökeni ouna niteiiğindeld kla-
sik musikimiz vardır, ondan kopmadan,
ama günün çağdaşlaşma ilkelerine tam
anlamıyla uyıım sağlayacak güncel eser-
ler demekti. O zaman buna kûnse itiraz
etmedi. Fakat memlekette bugün hâkim
olan politik espri açısından bunun bir ta-
rafindan konuyu ele alarak birtakun ça-
bşmalara neden olacak konuşmalar ola-
bilir, ama o zaman da bu vakıf kalmaz,
başka bir vakıf olur: yani Eczacıbaşı'nuı
girişimiy le vaktiyle kunılmuş oian vakıf
olmaktan çıkar. Bu kadar yıl olmuş, bu
kurum hâlâ faaliyetini sürdürmektedir.
Çok şükür gayet sağlam yazdmış olan me-
tin sayesinde. Ben bununla iftihar ediyo-
rum. Nejat Bey'in de .vazmış olduğu iki ki-
tapta bu konulara değinirken benim bu
husustaki hassasiyetimi belirtmiş olması
önemlidir.
Ondan sonraki festival hazırlıklannda,
programlann hazırianmasında, her ko-
nunun ö/elliği bakımından tanınmış kişi-
ler uzman kadrolannda çalıştılar. Sonra
uluslararası ilişkilcr için de Batı'yla te-
masa geçildi. Valnız bu vakfin Avrupa ta-
rafindan tanınmış olmasının mevdana ge-
tirdiği tablo, heııüz benim istediğim şeldl-
dedeğikür. Vani İstanbul gibi bir şehre bir
dinleyici akını ulmadı. Öraeğin Salzburg
Festivall, herkes bilir, bir yıl önceden yer
buiunmaz. İstanbul Festrvaii'ne, bir Salz-
burg Festivali'ne koşulur gibi koşulmuyor.
Elbettebir eksiğimiz var,o da zamanla ge-
çirilebilir.
İlk festivalin hazırlık çalışmalanyla il-
gili bir anımı da nakledeyim: Herbert \ on
Karayan'ın davet edilmesi ve onun yöne-
timi altında Topkapı Sarayı'nda Mo-
zan' ın Saray dan Kız Kaçuma opcrasının
oynanması düşünüunüştü. Karayan,yap-
Oğunız davetlere hiç kulak asmadı, cevap
bile vermedi. Düşündüm, ne yapabilirim
diye. Aklıma hocası Paumgartner geldi;
Salzburg festivallerinin kurucusu, Mo-
zart hakkında büyük bir eserin yazan.
Ankara Devlet Operası'nın kuruluşunda
Paumgartner'in büyük yardımını gör-
müştüm. Kendisine "bir mektup yazdım,
durumu anlattun. Onun araya girmesiv-
te Karayan cevap verdi ve kabul etti. An-
lastık, günii tespit edildi. ücreti üzerinde
de mutabık kalındı. Elimizde topladığı-
mız 9 milyonumuz var. bunun 3 milyonu-
nu harcarsak hem Karayan geliyor hem
Berlin Filarmoni Orkestrası ve solistler
geliyor, otel paralan ve ücreüer dahil, ya-
ni paramızın değerini düşünün. Prog-
ramlar yapılıyor, yazUryor çiziliyor™ Ar-
kasından da Karayan'a Biz para yüzün-
den bundan vazgeçtik' diyoruz, Nejat Bey
bu parayı fazla bulduu o 3 mihonu verme-
ye bir türlü kandıramadım. Maddi im-
kânsızhklardan söz ederek ve özür dile-
yerek vazgeçtiğimizi büdirdik. Zaten bu
yüzden canım sıkıldı, \akıftan aynldım.
Daha sonra ben evimi Ankara'dan İs-
tanbul'a naklertim. 1979'da. Nejat Bey
duymuş. Bir gün telefon etti, 'Sizden bir
ricam var, hiç itiraz kabul etmiyorum,
yönetim kurulu üyeliğine seçildiniz' de-
di. 40-50 kadar kurucu üye var, onlar seç-
mişler. 2-3 yıl sonra icra komitesine de se-
çildim. Nejat Bey'in başkanbğında 5 Id-
şilik bir komite. 6.5 yıl bu iki göreve de-
vam ettim. Sonunda rahatsızhklanm do-
layısıyla birkaç ay önce(1993 sonlannda)
istifa edip aynldım.''
istanbul Kültür ve Sanat Vakfi'nı ku-
rup bugünlere getirenleri saygıyla anı-
yor, vakfin bugünkü ve bundan sonraki
yöneticilerinin, aynı çağdaş ilkeler doğ-
rultusunda daha nice festivaller gerçek-
leştirmelerini diliyoruz.
ARADABIR
İLHANİREM
Hem de TRT Kanalında...
Eski Türkçe tabelasıyla bir gar... BayrakJarla süs-
lenmiş bir tren kalkıyor.
Kâinatları zaten yok!
Dini, imanı, Tannyı yanlış bilen şizofrenik meczup-
lar daha dün madımak oynadılar ellerinde çıralarla
(Demek oyunlan da yanlış oynuyorlar).
Yakılan beyinlerin gri/beyaz dumanlan bacalarda,
son bir düdük çaldı, istim atarak. Tren dediysem, ka-
ra bir lokomotif ve yük vagonlan.
El-kol sallayıp uzaklaşıyor memleketin en seçkin
evlatlan.
(Uyan şeyim sabah oldu!)
Uyuyordu makasçılar... Uyudular hep.
Bir yanda homurdanan, eski Alman imalatı faşist
bir motor, öte yanda, kaçan treni bekleyen -dünya-
nın yuvarlak olduğuna inanarak- bir buçuk gazete-
nin onurlu yolculan... Sanatçılan, politikacılan, mü-
dürteri, başkanlan, futbolcularıyla Kafdağı'nın sisle-
rinde bir tünele girdi tren.
Çıkışı yok! Çıkışı uçurum, bilmiyorlar.
Biz, "Oküzün Boynuzlan" bannda gann, elimizde
tarifelerie, söyleşiyoruz bekleşerek, (Dünya yuvarlak
ya! Tren tekrar gelecek). Oysa ölü bir hatta, yamuk,
yanık çağdaşlık katan...
Ihtimal, yine yazıp çizeceğiz.
Kırmızı başlıkh, siyah/beyaz gazetelerimizi okuya-
cağız: Kızarak, gülümseyerek.
Gidenlerin hayatı başkaydı, Bizimki apayn. Biz hiç,
kadınlardan utanıp ev değiştirmedik.
"Tannm, bana bir hastalık ver de, nefsimin hata-
lanndan korunayım" demedik hiç. Sinirli bir güzel
adamın anlattıklannda, bir de evlilik muhabbetinde
bocaladı ama "En son, Atatürk konusunda iyice de-
şifre etti tilkilerini." Devletin resmi kanalında, takırta-
kır fikriyatını tescil ettirdi Fethullah Hoca.
Yüksek tirajlı şovlann, analizci küçük çocuklan,
çağdaşlığı, otoyollardâ, telefonlarda, kanallarda,
poplaşan cici hayatın örgülü uzun saçlannda bulu-
yoriar hâlâ, kısır ufuklular.
Birileri, televizyon, kap-kacak vermeye devam et-
sin, birileri kupon toplasın, burnunu karıştırarak...
Tavlanmış oylar uçuşsun, şeriata kurban gidebilecek
demokrasi adına.
Takdir-i ilahi ya da bir şeylerin betirtisi: Demek, yıl-
lar önce, adını, üç temmuz doksan beş gecesi, ağır-
layacağı konuğa yakışsın diye aldı "Ateş Hattı."
O lokomotifte, bir kara kömür tanesi, hoca.
Bu vatanı yükleyip götürenler,
Ey, meczupların peşindekiler.
Artık, ne diyeyim size..
Güle güle Türkiye... Güle güle.. Birileri de kınalar
yakınsın!
GENEL KURULA ÇAĞRI
TMMOB Peyzaj Mimarları Odası 1. Olagan Genel Kuru-
lu, çoğunluklu 29-30 Temmuz 1995 tarihlerinde, çoğunluk-
suz oiarak ise 05-06 Ağustos 1995 tarihlerinde, T.C. Küttür
Bakanhğı Tekelioglu ll Halk Kütüphanesi, Üçgen Mahallesi
96. Sokak No: 54 ANTALYA adresinde, aşağıdaki gün-
demle ve saat 14.00'te toplanacaktır.
GÜNDEM:
1- Açılış ve saygı duruşu,
2- Divan seçimi,
3- Geçici Yönetim Kurulu çalışma raporunun okunması,
onaylanması,
4- Adayların belirlenmesi,
5- Dilek ve temermiler,
6-Seçim,
7- Kapanış.
TMMOB PEYZAJ MİMARLARI ODASI ANTALYA
BÖLGE ŞUBESİ GEÇİCİ YÖNETİM KURULU
Anadolu güzel sanatlar liselerimiz
Güzel sanatlar liselerindeki derslerin de, öbür Anadolu liseleri müfredatından
birkaç konuyu eksiltip yerine sanat dersleri ekleme mantığıyla değil, güzel
sanatlar öğrencisinin ne tür dersleri, ne düzeyde göreceği planlanarak
saptanması gerekir.
DOÇ. MEHMET ZAMAN SAÇLIOĞLU Marmam Ümversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi
B
ir çağcıllasma umudu: Milli pan, yabancı dil ölğrenimini daha başanyla
Eğitim. Bakanhğı 1989 yılında,
ülkemiz için önemli bir adım
atarak i!k "Anadolu GüzelSanat-
lar LJsesi
n
ni İstanbul'da açtı.
Bugüne gelinceye değin değişik
illerde birbiri ardınca açılan benzeri liselerin
sayısı 'on'a ulaştı. Şimdi bu on lise.
kuruluşlanndan gelen kimi yanlışlann ve tüm
okullanmızın karşı karşıya bulunduğu çeşitli
yoksunluklann üstesinden gelmeye çalışarak
eğitim-ögretimini sürdürmekte. Bu liselerle il-
gili kısa bir açıklamadan sonra, birkaç temel
yanlışa dikkat çekerek, bu yanlışlann gide-rilme-
si için önerilerimi sunmak istiyonım.
Admdan anlaşılacağ; gibi bu liseler MEB'nin
Anadolu Liseleri Genel Müdürlüğü'ne bağlı
olarak hizmet vennektedir. Ortaolcuîdaki sanat
derslerinde belirli bir başan gösteren ortaokul
mezunlannın, bu liselerin açtığı yetenek
sınavlan'nda da başanlı olarak öğrenci olma
hakkını kazandıklan bu okullarda şimdılik.
yalnızca resim ve müzik olmak üzere iki ana dal-
da öğretim yapılmakta. her yıl bu dallara 24'er
öğrenci alınmakta; isteyen öğrenci yatılı ola-
bilmektedir. tngilizce dil derslerinin ağırlıkta
olduğu bir hazırlık sınıfından sonra, öbür
Anadolu liselerinin ders programlan üç yıl
boyunca biraz hafifletilmiş ve kimi sanat dersleri
eklenmiş olarak uygulanmaktadır. Mezun olan
öğrenciler, giriş sınavlannı kazanırlarsa güzel
sanatlar fakültelerinde yüksek öğrenime
başlamaktadırlar.
Kanımca, bu liselerin kuruluşlanndaki en
büyük yanlış, Anadolu liseleri kapsamında ele
alınmış, bu genel müdürlüğe bağlanmış ol-
malandır. Bilindiği gibi, Anadolu liseleri, devlet
liselerinin kolejler karşısındaki yetersiz kalışını
bir ölçüde gidermek amacıyla açılmış; öbür
liselere oranla daha titiz bir eğitim-öğrerim ya-
gerçekleştiren kurumlardır. Bu niteliklerine
karşın, mezun olan öğrencilerinin, üniversiteyi
kazanamamaJan durumunda neye yarayacaklan
sorusuna yamt hulunamamış olması, Anadolu
liselerinindeöbür devlet liselerinin yazgısını pay-
laştığını, üniversite hazırlık okullanndan öte bir
işlev yapamadıklannı bize göstermektedir.
Anadolu güzel sanatlar liseleri ise yapılan
açısından ne, Anadolu liselerine, ne de çeşitli
meslek dallanna ara eleman yetiştiren meslek
liselerine benzemektedirler. Resim ve müzik
alanında bir tür başlangıç eğitimi veren bu lise-
lerden mezun olanlann, sanatçı olma, sanatın
çeşitli alanlarında yaratıcı. uygulayıcı olarak
çalışma şanslan güzel sanatlar fakültesi mezun-
lannın yanında çok düşük olduğundan, meslek-
lerinde yüksek öğrenim yapmak, bir güzel sanat-
lar fakültesine girmek zorundadırlar. Bu yüzden
meslek liseleri kapsamında ele alınamazlar.
Müfredat programlanndaki eksilmeler nedeniyle,
üniversitenin tüm dallanna hazırlama konusun-
da da diğer Anadolu liseleri kadar başanlı ola-
madıklan açıktır.
Güzel sanatlar liselenndeki derslerin de, öbür
Anadolu liseleri müfredatından birkaç konuyu
eksiltip yerine sanat dersleri ekleme mantığıyla
değil. güzel sanatlar öğrencisinin ne tür dersleri.
ne düzeyde göreceği planlanarak saptanması
gerekir. Bu nedenle. bu liselerin işlevlerine uy-
gun yapılanmalannı sağlayabilmeleri için iki
seçenek görünmektedir. Ya, bir güzel sanatlar
fakültesine bağlanmalan (Sanayi-i Nefise Mek-
teb-i Âlisi'nin 1924'te ortaokul mezunlannı
kâbul etmeye başladığını, bugün de konservatu-
varlann üniversitelere bağlı olduğunu ve ilkokul-
dan. ortaokuldan sonra öğrenci aldıklannı
anımsatalım) ya da MEB'de, güzel sanatlar fakül-
tesi öğretim üyelerinin de danışmanlığtnda bu-
lunacaklan bir Güzel Sanatlar Liseleri Genel
Müdürlüğü kurulması. tkinci seçenekte, bu
okullann programlan MEB'nin geleneksel stan-
dartlanyla değil, güzel sanatlar eğitimınin özel-
likli. uluslararası standartlan göz önüne alınarak,
güzel sanatlar eğitiminde uzman olanlarca
hazırlanmalıdır.
Ikinci büyük yanlış, Anadolu liselerinin
hazırlık sınıflan için uygulanan yabancı dil
muafiyet hakkının. bu okullar için de
kullanılmasıdır. Yabancı dil bilgisi iyi olan öğren-
ciler, yapılan sınavı başanrlarsa, doğrudan birin-
ci sınıfa geçmekte, böylelikle, hazırlık sınıfinda
okutulan ve bir sanat öğrencisi için çok önemli
olan Temel Sanat Eğitimi dersinden de yoksun
kalmaktadırlar. Bu yanlış da tek başına, bu
liselerin özel bir konumda olmalan gerektiğinin
kanıtıdır.
Güzel sanatlar liselerinde öğretmenlik yapan-
larda aranılan koşullar, öbür liselerle aynıdır.
Yönetim kadrolannın atanmasında da öbür lise-
lerdeki koşullar geçerlidir. Oysa, bir güzel sanat-
lar eğitim kurumunun yöneticilerinin de sanat
eğitimi almış olmalan kanımca bir zorunluluk-
tur. Sanat dersleri öğretmenlerinin, lise öğret-
menlerinde aranılan niteliklerin üstüne, meslek-
Jerindeki ilerlemeyı, tazeliği korumalan için
lisansüstü eğitim görmüş olmalan yararlı ola-
caktır. Bu ana yapısal sorunlann yanı sıra uygu-
lamalardan, maddi yetersizliklerden kaynaklanan
birçok sorun daha vardır, ancak bunlar daha
teknik sorunlardır ve çözümü bu okullann bağlı
bulunduklan birimlerin ve yönetici kadrolan ile
öğretmenlerinin, güzel sanatlar fakültelerinin yö-
neticilerinin, öğretim elemanlannın, iyi niyetli,
inançlı tartışmalanyla çözülebılir. Bu okullann
yapılanmalanna ve işlevlerine ilişkin
tartışmalann ise siyasal rüzgârlann etkili olduğu
yerlerde değil, geniş kapsamlı katılımlann ola-
bileceği sempozyum türü bilimsel bir platform-
da yapılmasi gerekir.
Güzel sanatlar eğitiminin ne kadar genç yaşlar-
da başlarsa o kadar iyi sonuç verdiği bilinmekte-
dir. Ülkemizin çağcıllaşması, insanımızm
aydınlanması eğitimin bilim ve sanata dayan-
masına sıkı sıkıya bağlıdır. Konunun uzman-
lannın ve ilgili kurumlann, güzel sanatlar
liselerinin bu önemli sorunlanna ritizlikle yak-
laşacaklannı umuyoruz.
PENCERE
TARTIŞMA
Ulkenin tek soruhu cuma namazı!
PMİSYDV HB(İM ARIYK0M
Insanı ve mesleğini seven kendine
güvenen hekimler,
acil arayınız.
S
on günlerde
kamuoyu
gündemine
giren ve
tartışmalara
neden olan
"memur çalışma
saatkrinin cuma namazına
uygun şekilde
ayarianmasıw
ru öneren
yasa tasansı. bazı
politikacı ve yazarlar
tarafından. sonraki daha
büyük anti-laik
gelişmelerin ilk adımını
oluşturacağı biçimde
değerlendirilmiştir. Bu
doğrudur. Kimileri ise bu
yasa tasansının demokrasi
ve laikliğin bir gereği
olduğunu ileri sürerek
tasanya olumlu
bakmışlardır. Bu da
vanlışür.
Eğer1961 ve 1982
anayasalannda koruma
altına alınan sekiz adet
tnkılap Kanunu'nun
günümüzdeki işlerliği ve
işlevi göz önünde
rutulursa, tasanya olumlu
bakanlann yanlışhğı,
tasanya karşı olanlann ise
doğruluğu daha iyi
anlaşılır. Görülür ki adeta
masum bir demokratik
girişim olarak nitelenen bu
yasa önerisi aslında
laildiğe karşı girişimlerin
ilk adımı değil, 1980'den
günümüze bu yönde atılan
pek çok adımdan yalnızca
biridir.
Türk toplumunu. çağdaş
uygarlık düzeyinin üstüne
çıkarma ve Türkiye
Cumhuriyeti'nin laik
niteliğini koruma amacını
güden bu devrim
kanunlannm günümüzdeki
işlerliğine bir bakalım:
1.3 Mart 1924 tarihlive
430 sayih Tev hid-i Tedrisat
Kanumı:
Bu kanun ile Türkiye 'deki
genel ve özel bütün eğitim
ve öğretim kurumlan Milli
Eğitim Bakanhğı'na
bağlanmıştır.
Günümüzde, sağdaki tüm
siyasi partiler kolay oy
elde etmek amacıyla
lslami ideolojinin bu
kanunun kaldınlması ya da
zedelenmesi yönündeki
planlı ve koordineli
çalışmalanna ortak olup
destek vermişlerdir. Bu
siyasi partilerden laik
olduğunu iddia adenler
bile kendi dönemlennde
imam hatip okullannın
sayısmı arttırmak için
birbirleriyle yanş etmişler.
yurdun her köşesinde
binlerce Kuran kursunun
açılmasına göz
yummuşlardjr.
Sözde devlet
kontrolünde
bulunan bu okul ve
kurslarda lslami yaşam
tarzı öğretisi ile
bilgilendirilen çocuklar
laik devlete ve çağdaş
topluma tepkili bir kitle
olarak yetiştirilmişlerdir.
Böylece Türk eğitim ve
öğretim sisteminde laik ve
dinsel olmak üzere
geçmişte yaşanılan bir
ikiliğin oluşmasına ortam
hazırlanmıştır. Sokaklarda
dolaştınlan sanklı
çocuklara acıyarak bakıyor
insan. Beyinleri
sakatlanmış çocuklar.
Sanklı cüppeli dolaşan
yetişkinlerse alaturka
züppeliğin fıyakası
içindeler. Giyimle ilgili
kanunun amacı, aslında
geri kalmış ve çağdaş
niteliği olmayan bir
kültürün simgelerinden
olan takke, fes, sank gibi
eski başhklann giyilmesini
önlemektir. O dönemde
herkes başına bir şey
giydiği için başaçıklık söz
konusu değildi. Bu
nedenle tekke ve sank gibi
eski başlıklarla
dolaşanlann. bu kanun
karşısında kendilerini
savunmak için başı açık
gezenleri aynı kanuna
karşı geliyormuş gibi
göstetmeleri doğru
değildir. Bu kanun,
günümüzde lslami yaşam
tarzını benimseyenler
tarafından açıkça
çiğnemektedir.
30 Kasım 1925 tarihli ve
677 sayılı tekke ve
zaviyelerle türbelerin
seddine ve türbedarlıklar
ile birtakun unvanlann
men ve ılgasına dair kanun
ise günümüzde hiç
uygulanmayan tnkılap
Kanunlan'nın başında
gelmektedir. Özellikle
tarikatlar. son on beş yıl
içinde büyük bir canlılık
göstermiş, tekke ve
zaviyeler neredeyse
cumhuriyet öncesi
işlerliklerine ulaşmıştır.
Tarikat liderleri devlet ve
hükümet yöneticileri ile
işbirliği yapabilecek
konuma gelmiş ya da
getirilmişlerdir. Şeyhlik,
dervişlik, müritlik,
dedelik, halifelik gibi
unvanlar ve sıfatlar açıkça
kullanılmaktadır. Falcıhk.
büyücülük, üfürükçülük,
gaibten haber verme ve
murada kavuşturma gibi
bu yasaya göre yasak olan
uğraşlar devlete vergi
veren sektörler haline
gelmiştir. Laik olduğunu
söyleyen sağcı partiler ve
yöneticiler utansın ve eğer
içlerinde şuncacık yurt
sevgisi kalmışsa
kendilerine gelsinler.
Dr. Şerafettin
Yamaner
Emekli Kur. Yarbay
Çenemiz DüştüL.
Konuşmanın binbir çeşidi var konusuna bakar; iş
yaşamında açarsın telefonu:
- Malı yükledin mi?..
- Tamam. Yann elinde.
- Oldu.
Tık.
Telefon kapanır.
Ne var ki telefonda konuşma her zaman bu kadar
kısa kesilemez, kimine göre uzayabilir:
- Dün neyaptın?..
- Çamaşırvardı; televizyonda yeni bir markayı ta-
nıtmışlardı; deneyeyim dedim; yeni marka iyi çıktı;
beyazlan daha beyaz yapıyor. Sonra görümceme
gittim. Gripten yatıyormuş. Sağolsun kendine bak-
mayı beceremez. Yardımcısı da yok. Ortalığı biraz
derledim topladım. Birıhlamurkaynattım. Oıhlamu-
runu içerken mutfağa girip baktım. Buzdolabı bom-
boş. Çorba pişireyim dedim, yok. Ev tamtakır. Neyi
tutsan elinde kalıyor. Neme lazım, kendimi sokağa
attım. Mahinur'a uğradım. Onun derdi başka!. Ko-
cası yine başını alıp gitmiş, bizimkinin elinde günün
o saatinde bir konyak, müzJği de sonuna kadar aç-
mışmı!.. Içtikçe uçuklaşmış, lafanlayacakhaliyok...
Lakırdı uzayıp gidiyor...
Nasıl noktalanacak?..
Sanatçılar, gazeteciler, yazarlar arasında anlı şan-
lı gevezeler vardır...
Gevezeyle dostluk özveri ister.
Aralıksız konuştuğu için geveze, ne söylediğini ça-
buk unutur: bir söylediğini bin kez yineler; bir olayı
değişik biçimlerde anlatır; zamanla uydurduklarının
gerçekliğine inanır; karşısındakini de inandırmaya
çalışır...
Konuşurken dur durak bilmez...
Dinlemez...
Susmaz...
Konuştukça cevher yumurtluyorum sanır, karşı-
sındakiler lafını izledikçe mutlu olur, sözünü kesme-
ye yeltenene düşmanlaşır, konuşma isteği hırsa dö-
nüşüp benliğini sarar; başı kıçı birbirine kanşan bir
monoloğun kuyruğuna takılan geveze kısa bir süre
sonra çekilmez olur.
•
Ya politikacılar?..
Medya ortaya çıkalı, politikacılann da konuşmala-
n çığnndan çıktı; ancak, bu, yalnız bizim topluma öz-
gü biroluşum...
Her gün, politikacı, televizyon ekranında boy gös-
teriyor, bir gün bile atlamıyor. Cumhurbaşkanı, Baş-
bakan, Başbakan Yardımcıları, Bakanlar, parti genel
başkanlan, parti sekreterieri, parti Grup Başkan Ve-
killeri, parti sözcüleri, hükümet sözcüleri, miiletvekil-
leri hiç durmadan konuşuyoriar...
Birtek Allah'ın günü konuşmadan geçmiyor...
Her gün laf..
Laf-ı güzaf..
Be adam çalışma odana geç, masanın başına otur,
kendini çalışmaya ver!.. Bir gün ekran karşısına geç-
mezsen çatlar mısın?.. Ama bizimki makam odası-
na kapansa bile çalışamaz ki!.. Çat kapı o gelir, bu
gider; konuş, konuş, konuş!... Geziler, toplantılar, te-
mel atmalar, törenler, oturumlar, açış konuşmalann-
da da konuş, konuş, konuş...
Oysa artık herkesin evinde dünyayı izleyen televiz-
yonlar var, Avrupa'da ülkeyi yöneten politikacılar her
Allah'ın günü ve her saat başı bizimkiler gibi ekrana
çıkıp konuşuyoriar mı?..
•
Gazeteci, elinde telefon, liderlerin, bakanlann, po-
litikacılann birini anyor, ötekini bırakıyor... Fikir yok,
haber yok, düşünce üretimi yok, gevezeliğin bini bir
para...
Çenemiz öylesine düştü ki...
Cumhuriyet Kitap Kulübü;
Antalya Temsilciliği
GENÇLİK KİTABEVİ
ACILIS VE IMZA GUNU
75 Temmuz Cumartesi (Bugün)
İLHAN SELÇUKÇ
Saat: 1730
Adres.Kışla Mah. Milli Egemenlik Cad. 41. Sok. No:14
ANTALYA
İLAN
T.C.
ÇAYIRALAN KADASTRO
MAHKEMESİ'NDEN
DosyaNo: 1986/69
Duruşmagünü: 13.9.1995
Mahkememize açılan tespit ve tescil davasının yapı-
lan açık yargılaması sırasmda tebligata yarar açık ikamet
adresi tespit edılemeyen davalı mirasçılanndan Nafiye
L'ğuz adına ilanen tebliğine karar verildiğinden Nafiye
Uğuz'a Çayıralan Asliye Hukuk Mahkemesi'nce verilen
22.4.1987 tarihli görevsizlık karan ile dosyanın duruş-
ması 13.9.1995 günü saat 11.05'e atılı bulunduğu, adı
geçen davalı mirasçısına belırtilen duruşma gün ve saati
ile Asliye Hukuk Mahkemesi'nce venlen görevsızlik ka-
rannın tebliği ile duruşma gün ve saatinde mahkememiz
duruşma salonunda bizzat veya bir vekille hazır bulun-
ması, aksı halde yargılamaya yokluğunda devam oluna-
cağı ve karar verileceği hususu 3402 sayılı Kadastro Ka-
nunu'nun 28/2. maddesi gereğınce ilanen tebliğ olunur.
Basın: 18666