28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 TEMMUZ 1995 CUMARTESİ OLAYLAR VE GORUŞLER Bir sanat vakfinın kuruluş öyküsü İNCİ KUT G eçen 24 mart günü, 93 yaşında yitirdiğimiz, gerçek bir aydın ve Ata- türkçü kültûr adamı olan babam Cevat Memduh Altar'ın geçen ay 23. 'sü gerçekleştirilmektc olan Uluslararası Is- tanbul Festivali'ni düzenleyen Istanbul Kültür ve Sanat Vakfi'mn kuruluşunda büyûk emeği geçmiş, Vakıf Senedi "ni de aylar sûren özverili bir çalışmayla bizzat kendisi hazırlaıruştı. Türkiyemizin kültûr yaşamına verdiği sayısız hizmetlerde daima 'Atatürk flke ve devrimleri doğrultusunda' çalışma il- kesini ön planda tutmayı ve bu hizmet- lerden kendıne hiçbir pay çıkarmadan ge- ri planda kalmayı yeğlemiş olan babam, 90 küsur yıllık dopdolu ve ilginç hayatı- nın anılannı hiçbir zaman kaleme almak istemedi, zaten buna vakti de olmadı. Babam, çağdaş ve evrensel kültüre adanmış yaşarrunın anılannı vakit vakit biz en yakınlanna anlatıyor, biz de bir döneme ve Türkiye'nin kültür yaşantısı- na ışık tutan bu anılar ilerde bir gün ya- yunlanır umuduyla bunlan banda alıyor- duk. Işte geçen yıl yaptığımız bu söyle- şilerden birinde, her zaman gururla an- dığı Istanbul Kültür ve Sanat Vakfi'nın kuruluş öyküsünü, kendi sözleriyle ay- nen şöyle anlatmıştı: "Oteden beri,52 yıl (1927-1979) Anka- ra'da geçirdiğim faatiyetin bende zaman zaman uyandırdığı bazı önemli düşünce- ler vardır. Bunlardan birisi de Istan- bul'un, dünyanm kültür yasamında yii- kümkndiği eşsiz hizmetlerdolayısıy la bir- takım gösterilere sahne olması ve kültür hayaünda oynadığı roldür. İstanbul'un bu müstesna konumu dola> ısı> la ayn bir teş- kilatla dünya kültürünc katkıda bulun- ması gerekir. Bufikri senelerden beri ta- şır dururdum. Önce tejkilatçryı bulmak lazrnıdı. Teşkilatçryı bulmak, Istanbul içüı , yapılacak kültür programlannı meydana getirmekten daha güçtü. O teşkilatçı ay- nı zamanda sanab,kültürü anlamışve be- nimsemiş, her iki sahayı da kendi nefsin- de bir bütüne dönüştürmüş insan olma- hydı. Ben düşündüm taşındım. maalesef An- kara'da böyle birini bulamadım. Yapn- ğım temaslar sonunda gördüğüm şey şu oktu: Herkesin düşüncesi,' Bu türlü faali- yetlerin sonunda cebime ne girecek? Ben bundan ne kazanacağım?" Oysa ben işin bu yönünde değilim. Ankara'da çok iyi görüştüğümüz aile- lerden birisi de rahmetli Kıymet Conker ve eşL Atarürk'ün çok yakın dostu, Istik- lal Savaşı'nda onun yanı başuıda hizmet etmiş, Conkbayın kahramanı General Nuri Conker'in kızı Kıymet Hanım'ın eşi Necip Tesal Bey de kültür konusuna eğflmiş ve emekli okiuktan sonra da bu türlü işleri daha rahat başarabilmek için her türlü kültür faaliyetine yardımcı ola- cak özel bir şirket kurmuş. Görüştüm kendisiyle. Dedi ki: 'Ben de hep aynı şe- yidüşünürüm; Istanbul'dakültürel faali- yette bulunmak, istanbul'un şanı şere- fiyle mütenasip, 2000 küsur yıllık tari- hiyle denk bir düzen içinde bir şehir ol- ması dolayısıyla bu türlü faaliyetleri bü- tün dünyaya tanıtmak gerek.' Düşündük taşmdık, aklıma Nejat Eczacıbaşı geklL Nejat Bey'i hiç tanımıyorum; faaliyet- lerini izh'yorum. Nejat Bey, İstanbul'da kendi işine paralel olarak bazı gelip geçi- ci, fakat ilginç faaliy etlere el koyuyor, sa- natkârlan tutuyor, onlara yardımcı olu- yor. Nejat Bey'e telefbn ettim. 'Buyurun görüşelim, beyefendi' dedi, *biz de bu konu üzerinde bir çalışma yapıyoruz, siz de gelirseniz belki çalışmalanmızı birieş- tiririz.' Ve Nejat Eczacıbaşı'na gittiğimiz yıllar aşağı yukan 1967-68 yıllan... Odasında oturduk, konuşnıay a başladık. konuşma- lar sırasuıda ortaya gayet ilginç bir konu çıkü: İstanbul'un kültür ve sanat hayan- nı dünya çapında tanıtacak bir 'vakıf kurulması gibi çok önemli bir konuydu bu. Aynca Nejat Bey, önemli işlerin gere- ği gibiyüriitühnesini sağiamak için bu iş- lere emek verecek insanlan davet etmek- te ve bu insanlann böyle bir vakıfta yer alarak fahriyyen hizmetedebilecek olana- ğa sahip olmalannda yarar görüyordu. tlk başta, Nejat Bey bir vakıf kurmayı düşünürken bunun yalnız müzikle Ugili bir vakıf ohnasını düşünüyordu. Ben de- dim ld: '1000 yıllık tanhimızde ilk defa böyle bir şey yapılıyor, siz bu vakfi ku- run, ama çeşitli faaliyet kollan olsun; müzık. resim, heykel, mimari, kültür kol- lan, yani kültürümüzün ve uluslararası kültürün bütün kollannı içine alan bir Is- tanbul Kültür ve Sanat Vakfi olsun.' İşte İstanbul Kültür ve Sanat Vakfi'nın kuruluştına öncülük eden Uk teşebbüsü- müz, Nejat Eczacıbaşı, Necip Tesal ve be- nimlebirükte 1. Levent'teki ecza fabrika- sında bu noktaya kadar ulaşü. Bundan sonraki çauşmalar, 1968-72 y ülanna rastlar. Ben. 1967de TRT Genel Müdürlüğü Program \e Haber Yardun- cüıgı görevimden emekli olduktan sonra Bakanlar Kurulu kararıyla sözleşmeli olarak aynı kurumda çalışıyordum. Bu yüzden vakıfçalışmalan için sık sık İstan- bui'a gftmem gerekti. Nejat Bey bana de- di ki: 'Her gelişinizde 4-5 gün kalabilir misiniz? Şu Vakıf Senedi üzerinde çalı- şalım.' Vakıf Senedi demek, vakfin ama- cını ve ne türlü faaliyetlerde bulunacağı- nı aynnblanna kadar gösteren, uzman- larca hazuianmış bir metin demek. Benim burada üzerinde ısrarla durdu- ğum tek şev şuydu: 'Atatürk'ten bu yana kültürümüzün, sanatımızın kökünden kopmadan, dinamik bir gelişim düzeni içinde sanatımızın yenilenmesinde hiz- met edecek bir vakıf, nasıl olmalıdır.' B- kesi üzerinde duruyordum. Atatürk ilkeleri doğrultusunda gerçek- leşmesine çalıştığımız bir faaliyetin en önemli noktası da Vakıf Senedi'nin met- niydi. Metni ben yazdım, uzun uzun sa- vunmasuu yaptım. Uzmanlarla taröşma- sı yapıidı. Sonunda metnin üzerinde uzlaşmaya vanldı. Bakanlar Kurulu da metnin hiç- bir yerinûı değismeden aynen çıkmasını kabul etti (Vakıf Senedi'nin tarihi 1973'tür). Metnin ilginç yanı şu: Vakfi kuranlar ömürlerinin sonuna gelip bu vakfi terk ettiklerinde vakıf, başkalannın eline ge- çecektir. Bu el değiştirmeter. ideai değiş- tirmeterede neden olabilir. Eğer Vakıf Se- nedi ona göre hazuianmamışsa, Atatürk ilkeleri doğrultusunda faaliyet gösteren bir vakıf, bu sefer tam aksine faaliyet gös- terir. Onun için \'akıf Senedi'ndeki mad- delerden birinde, bu ilkelere aykın faali- yette bulunanlann bir komisyon tarafin- dan tespitedildikten sonra \akıftan ne şe- kilde uzaklaştınJacaklan yazılıdır. Bu il- kelere muhaiif olan hiçbir kafa, bu vak- fin içinde faaliyet gösteremez. Vakfin ilkelerini saptarken 'kökten kopmadan' demek, bizim çok eski tarih- lerde yapılmış olan ve geleneksel Türk musikîsinin kökeni ouna niteiiğindeld kla- sik musikimiz vardır, ondan kopmadan, ama günün çağdaşlaşma ilkelerine tam anlamıyla uyıım sağlayacak güncel eser- ler demekti. O zaman buna kûnse itiraz etmedi. Fakat memlekette bugün hâkim olan politik espri açısından bunun bir ta- rafindan konuyu ele alarak birtakun ça- bşmalara neden olacak konuşmalar ola- bilir, ama o zaman da bu vakıf kalmaz, başka bir vakıf olur: yani Eczacıbaşı'nuı girişimiy le vaktiyle kunılmuş oian vakıf olmaktan çıkar. Bu kadar yıl olmuş, bu kurum hâlâ faaliyetini sürdürmektedir. Çok şükür gayet sağlam yazdmış olan me- tin sayesinde. Ben bununla iftihar ediyo- rum. Nejat Bey'in de .vazmış olduğu iki ki- tapta bu konulara değinirken benim bu husustaki hassasiyetimi belirtmiş olması önemlidir. Ondan sonraki festival hazırlıklannda, programlann hazırianmasında, her ko- nunun ö/elliği bakımından tanınmış kişi- ler uzman kadrolannda çalıştılar. Sonra uluslararası ilişkilcr için de Batı'yla te- masa geçildi. Valnız bu vakfin Avrupa ta- rafindan tanınmış olmasının mevdana ge- tirdiği tablo, heııüz benim istediğim şeldl- dedeğikür. Vani İstanbul gibi bir şehre bir dinleyici akını ulmadı. Öraeğin Salzburg Festivall, herkes bilir, bir yıl önceden yer buiunmaz. İstanbul Festrvaii'ne, bir Salz- burg Festivali'ne koşulur gibi koşulmuyor. Elbettebir eksiğimiz var,o da zamanla ge- çirilebilir. İlk festivalin hazırlık çalışmalanyla il- gili bir anımı da nakledeyim: Herbert \ on Karayan'ın davet edilmesi ve onun yöne- timi altında Topkapı Sarayı'nda Mo- zan' ın Saray dan Kız Kaçuma opcrasının oynanması düşünüunüştü. Karayan,yap- Oğunız davetlere hiç kulak asmadı, cevap bile vermedi. Düşündüm, ne yapabilirim diye. Aklıma hocası Paumgartner geldi; Salzburg festivallerinin kurucusu, Mo- zart hakkında büyük bir eserin yazan. Ankara Devlet Operası'nın kuruluşunda Paumgartner'in büyük yardımını gör- müştüm. Kendisine "bir mektup yazdım, durumu anlattun. Onun araya girmesiv- te Karayan cevap verdi ve kabul etti. An- lastık, günii tespit edildi. ücreti üzerinde de mutabık kalındı. Elimizde topladığı- mız 9 milyonumuz var. bunun 3 milyonu- nu harcarsak hem Karayan geliyor hem Berlin Filarmoni Orkestrası ve solistler geliyor, otel paralan ve ücreüer dahil, ya- ni paramızın değerini düşünün. Prog- ramlar yapılıyor, yazUryor çiziliyor™ Ar- kasından da Karayan'a Biz para yüzün- den bundan vazgeçtik' diyoruz, Nejat Bey bu parayı fazla bulduu o 3 mihonu verme- ye bir türlü kandıramadım. Maddi im- kânsızhklardan söz ederek ve özür dile- yerek vazgeçtiğimizi büdirdik. Zaten bu yüzden canım sıkıldı, \akıftan aynldım. Daha sonra ben evimi Ankara'dan İs- tanbul'a naklertim. 1979'da. Nejat Bey duymuş. Bir gün telefon etti, 'Sizden bir ricam var, hiç itiraz kabul etmiyorum, yönetim kurulu üyeliğine seçildiniz' de- di. 40-50 kadar kurucu üye var, onlar seç- mişler. 2-3 yıl sonra icra komitesine de se- çildim. Nejat Bey'in başkanbğında 5 Id- şilik bir komite. 6.5 yıl bu iki göreve de- vam ettim. Sonunda rahatsızhklanm do- layısıyla birkaç ay önce(1993 sonlannda) istifa edip aynldım.'' istanbul Kültür ve Sanat Vakfi'nı ku- rup bugünlere getirenleri saygıyla anı- yor, vakfin bugünkü ve bundan sonraki yöneticilerinin, aynı çağdaş ilkeler doğ- rultusunda daha nice festivaller gerçek- leştirmelerini diliyoruz. ARADABIR İLHANİREM Hem de TRT Kanalında... Eski Türkçe tabelasıyla bir gar... BayrakJarla süs- lenmiş bir tren kalkıyor. Kâinatları zaten yok! Dini, imanı, Tannyı yanlış bilen şizofrenik meczup- lar daha dün madımak oynadılar ellerinde çıralarla (Demek oyunlan da yanlış oynuyorlar). Yakılan beyinlerin gri/beyaz dumanlan bacalarda, son bir düdük çaldı, istim atarak. Tren dediysem, ka- ra bir lokomotif ve yük vagonlan. El-kol sallayıp uzaklaşıyor memleketin en seçkin evlatlan. (Uyan şeyim sabah oldu!) Uyuyordu makasçılar... Uyudular hep. Bir yanda homurdanan, eski Alman imalatı faşist bir motor, öte yanda, kaçan treni bekleyen -dünya- nın yuvarlak olduğuna inanarak- bir buçuk gazete- nin onurlu yolculan... Sanatçılan, politikacılan, mü- dürteri, başkanlan, futbolcularıyla Kafdağı'nın sisle- rinde bir tünele girdi tren. Çıkışı yok! Çıkışı uçurum, bilmiyorlar. Biz, "Oküzün Boynuzlan" bannda gann, elimizde tarifelerie, söyleşiyoruz bekleşerek, (Dünya yuvarlak ya! Tren tekrar gelecek). Oysa ölü bir hatta, yamuk, yanık çağdaşlık katan... Ihtimal, yine yazıp çizeceğiz. Kırmızı başlıkh, siyah/beyaz gazetelerimizi okuya- cağız: Kızarak, gülümseyerek. Gidenlerin hayatı başkaydı, Bizimki apayn. Biz hiç, kadınlardan utanıp ev değiştirmedik. "Tannm, bana bir hastalık ver de, nefsimin hata- lanndan korunayım" demedik hiç. Sinirli bir güzel adamın anlattıklannda, bir de evlilik muhabbetinde bocaladı ama "En son, Atatürk konusunda iyice de- şifre etti tilkilerini." Devletin resmi kanalında, takırta- kır fikriyatını tescil ettirdi Fethullah Hoca. Yüksek tirajlı şovlann, analizci küçük çocuklan, çağdaşlığı, otoyollardâ, telefonlarda, kanallarda, poplaşan cici hayatın örgülü uzun saçlannda bulu- yoriar hâlâ, kısır ufuklular. Birileri, televizyon, kap-kacak vermeye devam et- sin, birileri kupon toplasın, burnunu karıştırarak... Tavlanmış oylar uçuşsun, şeriata kurban gidebilecek demokrasi adına. Takdir-i ilahi ya da bir şeylerin betirtisi: Demek, yıl- lar önce, adını, üç temmuz doksan beş gecesi, ağır- layacağı konuğa yakışsın diye aldı "Ateş Hattı." O lokomotifte, bir kara kömür tanesi, hoca. Bu vatanı yükleyip götürenler, Ey, meczupların peşindekiler. Artık, ne diyeyim size.. Güle güle Türkiye... Güle güle.. Birileri de kınalar yakınsın! GENEL KURULA ÇAĞRI TMMOB Peyzaj Mimarları Odası 1. Olagan Genel Kuru- lu, çoğunluklu 29-30 Temmuz 1995 tarihlerinde, çoğunluk- suz oiarak ise 05-06 Ağustos 1995 tarihlerinde, T.C. Küttür Bakanhğı Tekelioglu ll Halk Kütüphanesi, Üçgen Mahallesi 96. Sokak No: 54 ANTALYA adresinde, aşağıdaki gün- demle ve saat 14.00'te toplanacaktır. GÜNDEM: 1- Açılış ve saygı duruşu, 2- Divan seçimi, 3- Geçici Yönetim Kurulu çalışma raporunun okunması, onaylanması, 4- Adayların belirlenmesi, 5- Dilek ve temermiler, 6-Seçim, 7- Kapanış. TMMOB PEYZAJ MİMARLARI ODASI ANTALYA BÖLGE ŞUBESİ GEÇİCİ YÖNETİM KURULU Anadolu güzel sanatlar liselerimiz Güzel sanatlar liselerindeki derslerin de, öbür Anadolu liseleri müfredatından birkaç konuyu eksiltip yerine sanat dersleri ekleme mantığıyla değil, güzel sanatlar öğrencisinin ne tür dersleri, ne düzeyde göreceği planlanarak saptanması gerekir. DOÇ. MEHMET ZAMAN SAÇLIOĞLU Marmam Ümversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi B ir çağcıllasma umudu: Milli pan, yabancı dil ölğrenimini daha başanyla Eğitim. Bakanhğı 1989 yılında, ülkemiz için önemli bir adım atarak i!k "Anadolu GüzelSanat- lar LJsesi n ni İstanbul'da açtı. Bugüne gelinceye değin değişik illerde birbiri ardınca açılan benzeri liselerin sayısı 'on'a ulaştı. Şimdi bu on lise. kuruluşlanndan gelen kimi yanlışlann ve tüm okullanmızın karşı karşıya bulunduğu çeşitli yoksunluklann üstesinden gelmeye çalışarak eğitim-ögretimini sürdürmekte. Bu liselerle il- gili kısa bir açıklamadan sonra, birkaç temel yanlışa dikkat çekerek, bu yanlışlann gide-rilme- si için önerilerimi sunmak istiyonım. Admdan anlaşılacağ; gibi bu liseler MEB'nin Anadolu Liseleri Genel Müdürlüğü'ne bağlı olarak hizmet vennektedir. Ortaolcuîdaki sanat derslerinde belirli bir başan gösteren ortaokul mezunlannın, bu liselerin açtığı yetenek sınavlan'nda da başanlı olarak öğrenci olma hakkını kazandıklan bu okullarda şimdılik. yalnızca resim ve müzik olmak üzere iki ana dal- da öğretim yapılmakta. her yıl bu dallara 24'er öğrenci alınmakta; isteyen öğrenci yatılı ola- bilmektedir. tngilizce dil derslerinin ağırlıkta olduğu bir hazırlık sınıfından sonra, öbür Anadolu liselerinin ders programlan üç yıl boyunca biraz hafifletilmiş ve kimi sanat dersleri eklenmiş olarak uygulanmaktadır. Mezun olan öğrenciler, giriş sınavlannı kazanırlarsa güzel sanatlar fakültelerinde yüksek öğrenime başlamaktadırlar. Kanımca, bu liselerin kuruluşlanndaki en büyük yanlış, Anadolu liseleri kapsamında ele alınmış, bu genel müdürlüğe bağlanmış ol- malandır. Bilindiği gibi, Anadolu liseleri, devlet liselerinin kolejler karşısındaki yetersiz kalışını bir ölçüde gidermek amacıyla açılmış; öbür liselere oranla daha titiz bir eğitim-öğrerim ya- gerçekleştiren kurumlardır. Bu niteliklerine karşın, mezun olan öğrencilerinin, üniversiteyi kazanamamaJan durumunda neye yarayacaklan sorusuna yamt hulunamamış olması, Anadolu liselerinindeöbür devlet liselerinin yazgısını pay- laştığını, üniversite hazırlık okullanndan öte bir işlev yapamadıklannı bize göstermektedir. Anadolu güzel sanatlar liseleri ise yapılan açısından ne, Anadolu liselerine, ne de çeşitli meslek dallanna ara eleman yetiştiren meslek liselerine benzemektedirler. Resim ve müzik alanında bir tür başlangıç eğitimi veren bu lise- lerden mezun olanlann, sanatçı olma, sanatın çeşitli alanlarında yaratıcı. uygulayıcı olarak çalışma şanslan güzel sanatlar fakültesi mezun- lannın yanında çok düşük olduğundan, meslek- lerinde yüksek öğrenim yapmak, bir güzel sanat- lar fakültesine girmek zorundadırlar. Bu yüzden meslek liseleri kapsamında ele alınamazlar. Müfredat programlanndaki eksilmeler nedeniyle, üniversitenin tüm dallanna hazırlama konusun- da da diğer Anadolu liseleri kadar başanlı ola- madıklan açıktır. Güzel sanatlar liselenndeki derslerin de, öbür Anadolu liseleri müfredatından birkaç konuyu eksiltip yerine sanat dersleri ekleme mantığıyla değil. güzel sanatlar öğrencisinin ne tür dersleri. ne düzeyde göreceği planlanarak saptanması gerekir. Bu nedenle. bu liselerin işlevlerine uy- gun yapılanmalannı sağlayabilmeleri için iki seçenek görünmektedir. Ya, bir güzel sanatlar fakültesine bağlanmalan (Sanayi-i Nefise Mek- teb-i Âlisi'nin 1924'te ortaokul mezunlannı kâbul etmeye başladığını, bugün de konservatu- varlann üniversitelere bağlı olduğunu ve ilkokul- dan. ortaokuldan sonra öğrenci aldıklannı anımsatalım) ya da MEB'de, güzel sanatlar fakül- tesi öğretim üyelerinin de danışmanlığtnda bu- lunacaklan bir Güzel Sanatlar Liseleri Genel Müdürlüğü kurulması. tkinci seçenekte, bu okullann programlan MEB'nin geleneksel stan- dartlanyla değil, güzel sanatlar eğitimınin özel- likli. uluslararası standartlan göz önüne alınarak, güzel sanatlar eğitiminde uzman olanlarca hazırlanmalıdır. Ikinci büyük yanlış, Anadolu liselerinin hazırlık sınıflan için uygulanan yabancı dil muafiyet hakkının. bu okullar için de kullanılmasıdır. Yabancı dil bilgisi iyi olan öğren- ciler, yapılan sınavı başanrlarsa, doğrudan birin- ci sınıfa geçmekte, böylelikle, hazırlık sınıfinda okutulan ve bir sanat öğrencisi için çok önemli olan Temel Sanat Eğitimi dersinden de yoksun kalmaktadırlar. Bu yanlış da tek başına, bu liselerin özel bir konumda olmalan gerektiğinin kanıtıdır. Güzel sanatlar liselerinde öğretmenlik yapan- larda aranılan koşullar, öbür liselerle aynıdır. Yönetim kadrolannın atanmasında da öbür lise- lerdeki koşullar geçerlidir. Oysa, bir güzel sanat- lar eğitim kurumunun yöneticilerinin de sanat eğitimi almış olmalan kanımca bir zorunluluk- tur. Sanat dersleri öğretmenlerinin, lise öğret- menlerinde aranılan niteliklerin üstüne, meslek- Jerindeki ilerlemeyı, tazeliği korumalan için lisansüstü eğitim görmüş olmalan yararlı ola- caktır. Bu ana yapısal sorunlann yanı sıra uygu- lamalardan, maddi yetersizliklerden kaynaklanan birçok sorun daha vardır, ancak bunlar daha teknik sorunlardır ve çözümü bu okullann bağlı bulunduklan birimlerin ve yönetici kadrolan ile öğretmenlerinin, güzel sanatlar fakültelerinin yö- neticilerinin, öğretim elemanlannın, iyi niyetli, inançlı tartışmalanyla çözülebılir. Bu okullann yapılanmalanna ve işlevlerine ilişkin tartışmalann ise siyasal rüzgârlann etkili olduğu yerlerde değil, geniş kapsamlı katılımlann ola- bileceği sempozyum türü bilimsel bir platform- da yapılmasi gerekir. Güzel sanatlar eğitiminin ne kadar genç yaşlar- da başlarsa o kadar iyi sonuç verdiği bilinmekte- dir. Ülkemizin çağcıllaşması, insanımızm aydınlanması eğitimin bilim ve sanata dayan- masına sıkı sıkıya bağlıdır. Konunun uzman- lannın ve ilgili kurumlann, güzel sanatlar liselerinin bu önemli sorunlanna ritizlikle yak- laşacaklannı umuyoruz. PENCERE TARTIŞMA Ulkenin tek soruhu cuma namazı! PMİSYDV HB(İM ARIYK0M Insanı ve mesleğini seven kendine güvenen hekimler, acil arayınız. S on günlerde kamuoyu gündemine giren ve tartışmalara neden olan "memur çalışma saatkrinin cuma namazına uygun şekilde ayarianmasıw ru öneren yasa tasansı. bazı politikacı ve yazarlar tarafından. sonraki daha büyük anti-laik gelişmelerin ilk adımını oluşturacağı biçimde değerlendirilmiştir. Bu doğrudur. Kimileri ise bu yasa tasansının demokrasi ve laikliğin bir gereği olduğunu ileri sürerek tasanya olumlu bakmışlardır. Bu da vanlışür. Eğer1961 ve 1982 anayasalannda koruma altına alınan sekiz adet tnkılap Kanunu'nun günümüzdeki işlerliği ve işlevi göz önünde rutulursa, tasanya olumlu bakanlann yanlışhğı, tasanya karşı olanlann ise doğruluğu daha iyi anlaşılır. Görülür ki adeta masum bir demokratik girişim olarak nitelenen bu yasa önerisi aslında laildiğe karşı girişimlerin ilk adımı değil, 1980'den günümüze bu yönde atılan pek çok adımdan yalnızca biridir. Türk toplumunu. çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti'nin laik niteliğini koruma amacını güden bu devrim kanunlannm günümüzdeki işlerliğine bir bakalım: 1.3 Mart 1924 tarihlive 430 sayih Tev hid-i Tedrisat Kanumı: Bu kanun ile Türkiye 'deki genel ve özel bütün eğitim ve öğretim kurumlan Milli Eğitim Bakanhğı'na bağlanmıştır. Günümüzde, sağdaki tüm siyasi partiler kolay oy elde etmek amacıyla lslami ideolojinin bu kanunun kaldınlması ya da zedelenmesi yönündeki planlı ve koordineli çalışmalanna ortak olup destek vermişlerdir. Bu siyasi partilerden laik olduğunu iddia adenler bile kendi dönemlennde imam hatip okullannın sayısmı arttırmak için birbirleriyle yanş etmişler. yurdun her köşesinde binlerce Kuran kursunun açılmasına göz yummuşlardjr. Sözde devlet kontrolünde bulunan bu okul ve kurslarda lslami yaşam tarzı öğretisi ile bilgilendirilen çocuklar laik devlete ve çağdaş topluma tepkili bir kitle olarak yetiştirilmişlerdir. Böylece Türk eğitim ve öğretim sisteminde laik ve dinsel olmak üzere geçmişte yaşanılan bir ikiliğin oluşmasına ortam hazırlanmıştır. Sokaklarda dolaştınlan sanklı çocuklara acıyarak bakıyor insan. Beyinleri sakatlanmış çocuklar. Sanklı cüppeli dolaşan yetişkinlerse alaturka züppeliğin fıyakası içindeler. Giyimle ilgili kanunun amacı, aslında geri kalmış ve çağdaş niteliği olmayan bir kültürün simgelerinden olan takke, fes, sank gibi eski başhklann giyilmesini önlemektir. O dönemde herkes başına bir şey giydiği için başaçıklık söz konusu değildi. Bu nedenle tekke ve sank gibi eski başlıklarla dolaşanlann. bu kanun karşısında kendilerini savunmak için başı açık gezenleri aynı kanuna karşı geliyormuş gibi göstetmeleri doğru değildir. Bu kanun, günümüzde lslami yaşam tarzını benimseyenler tarafından açıkça çiğnemektedir. 30 Kasım 1925 tarihli ve 677 sayılı tekke ve zaviyelerle türbelerin seddine ve türbedarlıklar ile birtakun unvanlann men ve ılgasına dair kanun ise günümüzde hiç uygulanmayan tnkılap Kanunlan'nın başında gelmektedir. Özellikle tarikatlar. son on beş yıl içinde büyük bir canlılık göstermiş, tekke ve zaviyeler neredeyse cumhuriyet öncesi işlerliklerine ulaşmıştır. Tarikat liderleri devlet ve hükümet yöneticileri ile işbirliği yapabilecek konuma gelmiş ya da getirilmişlerdir. Şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, halifelik gibi unvanlar ve sıfatlar açıkça kullanılmaktadır. Falcıhk. büyücülük, üfürükçülük, gaibten haber verme ve murada kavuşturma gibi bu yasaya göre yasak olan uğraşlar devlete vergi veren sektörler haline gelmiştir. Laik olduğunu söyleyen sağcı partiler ve yöneticiler utansın ve eğer içlerinde şuncacık yurt sevgisi kalmışsa kendilerine gelsinler. Dr. Şerafettin Yamaner Emekli Kur. Yarbay Çenemiz DüştüL. Konuşmanın binbir çeşidi var konusuna bakar; iş yaşamında açarsın telefonu: - Malı yükledin mi?.. - Tamam. Yann elinde. - Oldu. Tık. Telefon kapanır. Ne var ki telefonda konuşma her zaman bu kadar kısa kesilemez, kimine göre uzayabilir: - Dün neyaptın?.. - Çamaşırvardı; televizyonda yeni bir markayı ta- nıtmışlardı; deneyeyim dedim; yeni marka iyi çıktı; beyazlan daha beyaz yapıyor. Sonra görümceme gittim. Gripten yatıyormuş. Sağolsun kendine bak- mayı beceremez. Yardımcısı da yok. Ortalığı biraz derledim topladım. Birıhlamurkaynattım. Oıhlamu- runu içerken mutfağa girip baktım. Buzdolabı bom- boş. Çorba pişireyim dedim, yok. Ev tamtakır. Neyi tutsan elinde kalıyor. Neme lazım, kendimi sokağa attım. Mahinur'a uğradım. Onun derdi başka!. Ko- cası yine başını alıp gitmiş, bizimkinin elinde günün o saatinde bir konyak, müzJği de sonuna kadar aç- mışmı!.. Içtikçe uçuklaşmış, lafanlayacakhaliyok... Lakırdı uzayıp gidiyor... Nasıl noktalanacak?.. Sanatçılar, gazeteciler, yazarlar arasında anlı şan- lı gevezeler vardır... Gevezeyle dostluk özveri ister. Aralıksız konuştuğu için geveze, ne söylediğini ça- buk unutur: bir söylediğini bin kez yineler; bir olayı değişik biçimlerde anlatır; zamanla uydurduklarının gerçekliğine inanır; karşısındakini de inandırmaya çalışır... Konuşurken dur durak bilmez... Dinlemez... Susmaz... Konuştukça cevher yumurtluyorum sanır, karşı- sındakiler lafını izledikçe mutlu olur, sözünü kesme- ye yeltenene düşmanlaşır, konuşma isteği hırsa dö- nüşüp benliğini sarar; başı kıçı birbirine kanşan bir monoloğun kuyruğuna takılan geveze kısa bir süre sonra çekilmez olur. • Ya politikacılar?.. Medya ortaya çıkalı, politikacılann da konuşmala- n çığnndan çıktı; ancak, bu, yalnız bizim topluma öz- gü biroluşum... Her gün, politikacı, televizyon ekranında boy gös- teriyor, bir gün bile atlamıyor. Cumhurbaşkanı, Baş- bakan, Başbakan Yardımcıları, Bakanlar, parti genel başkanlan, parti sekreterieri, parti Grup Başkan Ve- killeri, parti sözcüleri, hükümet sözcüleri, miiletvekil- leri hiç durmadan konuşuyoriar... Birtek Allah'ın günü konuşmadan geçmiyor... Her gün laf.. Laf-ı güzaf.. Be adam çalışma odana geç, masanın başına otur, kendini çalışmaya ver!.. Bir gün ekran karşısına geç- mezsen çatlar mısın?.. Ama bizimki makam odası- na kapansa bile çalışamaz ki!.. Çat kapı o gelir, bu gider; konuş, konuş, konuş!... Geziler, toplantılar, te- mel atmalar, törenler, oturumlar, açış konuşmalann- da da konuş, konuş, konuş... Oysa artık herkesin evinde dünyayı izleyen televiz- yonlar var, Avrupa'da ülkeyi yöneten politikacılar her Allah'ın günü ve her saat başı bizimkiler gibi ekrana çıkıp konuşuyoriar mı?.. • Gazeteci, elinde telefon, liderlerin, bakanlann, po- litikacılann birini anyor, ötekini bırakıyor... Fikir yok, haber yok, düşünce üretimi yok, gevezeliğin bini bir para... Çenemiz öylesine düştü ki... Cumhuriyet Kitap Kulübü; Antalya Temsilciliği GENÇLİK KİTABEVİ ACILIS VE IMZA GUNU 75 Temmuz Cumartesi (Bugün) İLHAN SELÇUKÇ Saat: 1730 Adres.Kışla Mah. Milli Egemenlik Cad. 41. Sok. No:14 ANTALYA İLAN T.C. ÇAYIRALAN KADASTRO MAHKEMESİ'NDEN DosyaNo: 1986/69 Duruşmagünü: 13.9.1995 Mahkememize açılan tespit ve tescil davasının yapı- lan açık yargılaması sırasmda tebligata yarar açık ikamet adresi tespit edılemeyen davalı mirasçılanndan Nafiye L'ğuz adına ilanen tebliğine karar verildiğinden Nafiye Uğuz'a Çayıralan Asliye Hukuk Mahkemesi'nce verilen 22.4.1987 tarihli görevsizlık karan ile dosyanın duruş- ması 13.9.1995 günü saat 11.05'e atılı bulunduğu, adı geçen davalı mirasçısına belırtilen duruşma gün ve saati ile Asliye Hukuk Mahkemesi'nce venlen görevsızlik ka- rannın tebliği ile duruşma gün ve saatinde mahkememiz duruşma salonunda bizzat veya bir vekille hazır bulun- ması, aksı halde yargılamaya yokluğunda devam oluna- cağı ve karar verileceği hususu 3402 sayılı Kadastro Ka- nunu'nun 28/2. maddesi gereğınce ilanen tebliğ olunur. Basın: 18666
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle