Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 10 TEMMUZ 1995 PAZARTESİ
10 DIZIYAZI
Hopa'yı bilmeyen
Artvinli Bakan
EMEKLİ POLİS NURHÂN VARLI'NIN ANILARI
Yayına hazırlayan: Çetin Yiğenoğlu
Unutamadığım kötü anılanmdan biri
de babamlann evine baskın düzenlenme-
siydi. Yeni evlenmiştim. Ben Çankaya
Karakolu'nda, Münir de Mali Şube'dey-
di. Babamlann evine "yasak yayın bu-
lundurulduğu, mermi ve silah kaçak-
çılığı yaptığı" yolunda bır ihbar üzerine
baskın yapılmıştı. Sonradan öğrendiği-
miz bu gerekçe asıl neden değildi. Asıl
neden siyasiydı. Bu, POL-BtR'li polıs-
lerin kendileri gibi düşünmeyenler üze-
rinde baskı kurma ve yıldırma uygulama-
lanndan başka birşey değildi.
Babamlann evine baskın yapıldığında
dönemin Siyasi Şube Müdürü Zeynel
Asım Arsay'dı. Aşın ülkücü olduğu söy-
leniyordu. Meslekte yükselmesi de il-
ginçti. Ben Çankaya Karakolu'nda çalı-
şırken Zeynel Asım Arsay Yeni Mahalle
Emniyet amiriydi. Bizim Emniyet Ami-
ri de Akif Salı idi. Bır gün Maltepe'de ta-
banca sıkan iki kışi suç üstü yakalanmış-
tı. Telsızden sanıklann Emniyet Amiri
Akif Salı tarafindan bizzat yakalandığı
anonsu edilmişti. Daha sonra yakalanan
sanıklann Siyasi Şube'de yapılan sorgu-
lamalannda MHP'li ve ÜlküOcakJan'na
kayıtlı olduklannı öğrendik. Sanıklara ne
işlem yapıldı bilmiyorum, ama bizim
Emniyet Amiri Akif Salı Yenimahalle'ye
gönderildi. Yenimahalle Emniyet Amiri
Zeynel Asım Arsay da Çankaya'ya veril-
di.
Zeynel Asım Arsay'ın döneminde ya-
kalanan ve suçlan sabit olan "bazı" (ül-
kücü-MHP'li) sanıklar nezarete bile atıl-
mazdı. Bu sanıklar Emniyet Amiri tara-
findan getirtilen kebap. pide gibi yiye-
cekleri biz polislere ait masalann üze-
rinde yerlerdi. O dönemde sol görüşlü
bir sanığın yiyeceği ise sopadan başka bir
şey değildi. Zeynel Asım Arsay (sanı-
nm) bu çalışmalanndan dolayı ödüllen-
Cumhuriyet okuruyduk
Bizim karakolda Faik
Baba'.mızı almışlar, yerine de
oğlu Ülkü Ocakları'nın
avukatı olan Şekip Onsun'u
atamışlardı. O sıralar
karakolda iki kadın polistik.
Emekli olduktan sonra SHP
MKYK üyeliği de yapan
Gülay Bayrak da, ben de
Cumhuriyet gazetesi
okuruyduk. Bizim
Başkomiser Şekip Onsun,
Cumhuriyet gazetesi
okumamızdan çok rahatsız
olmuş ki hakkımızda rapor
tutmuş. Elbette "Cumhuriyet
gazetesi okuyorlar" diye
değil. Suçlama aynen şöyle:
"Verilen görevi
savsaklıyorlar. Canları
isterse göreve geliyor,
istemezse gelmiyorlar.
Karakola getirilen sanıklarla
irtibat kurup suç delillerini
yok ediyorlar."
dirilerek Siyasi Şube Müdürlüğü'ne ge-
tırilmişti.
Babamlann evine baskın, Siyasi Şube
ile Mali Şube tarafindan ortaklaşa dü-
zenlenmişti. Eşim Münir'i bize haber
vermesin diye o gün başka bir görevle
oyalayıp Mali Şube'den uzaklaştırmış-
lardı, sonradan öğrendiğime göre. Polis-
lerin baskın yaptığında evde küçük kar-
deşim Suat'la annemden başka kimse
yokmuş. Polisler geldiğinde annem kö-
mûrlükte sobanın kovasına kömür doldu-
ruyormuş. Kardeşim Suat, cin gibi zeki
bir çocuktu. Herkesin polls olduğu aile-
de daha önce yapılan uyanlarla eğitildi-
ği için polislere karşı çok dikkatli davra-
nıyormuş. Polisler, "Folisiz, evi araya-
cağız" dediklerinde önce anneme haber
vermiş. ardından babama telefon açmış.
Polisler, Mehmet Yeşiltepe'nin (baba-
mm) nesi olduğunu sormuşlar anneme.
Annem de gırgınnı geçmiş, "Anasıyun "
demiş. Münir'le benim birlikte çektirdi-
ğimiz üniformalı fotoğrafımızı görüp ne-
yi olduğumuzu ve evde mermi bulunup
bulunmadığını sormuşlar. Annem bunun
üzerine yıne dalgasını geçip evde silah ve
merminin çok olduğunu söylemiş. Polis-
lerden biri aptalca "Neden" diye sora-
cak olmuş. Annem bu kez dört polisin ol-
duğu bir evde silahm da, çok sayıda mer-
minin de bulunmasının normal olup ol-
mayacağını sormuş. Uzatmayalım, po-
lisler babama ait çok sayıda kitabı "ya-
sak yayın" gerekçesiyle alıp gitmişler.
Babam daha sonra kitaplannın peşine
düştü ve tutanakta tespit edilen tüm ki-
taplannı geri aldı. Herkesin kitap yaktı-
ğı bir dönemde babam Siyasi Şube'deki
incelemeden sonra kitaplanna kavuşma-
saydı, sanınm mahkemeye gidecekti.
ilk sınav
Bu olaydan kısa bir süre sonra da be-
nim başım derde girdi. Bizim karakolda
Faik Baba'mızı almışlar, yerine de oğlu
Ülkü Ocaklan'nın avukatı olan Şekip
Onsun'u atamışlardı. O sıralar karakol-
da iki kadın polistik. Emekli olduktan
sonra SHP MKYK üyeliği de yapan Gü-
lay Bayrak da, ben de Cumhuriyet gaze-
tesi okuruyduk. Bizim Başkomiser Şekip
Onsun, Cumhuriyet gazetesi okumamız-
dan çok rahatsız olmuş ki hakkımızda ra-
por tutmuş. Elbette "Curahuriyet gaze-
tesi okuyorlar" diye değil. Suçlama ay-
nen şöyle: "Verilen görevi savsaklıyorlar.
• Sakin bir ilçe olan Hopa'da olay çıkmadığı için "pasif" sayılan polislerin
yerine saçlı sakallı, çifte tabancaiı "özel" polisler gönderilir. Yeni polislerin
gelmesinden sonra ilçe karışır. AP ve CHP'lilerden oluşan bir komiteyi,
dönemin Orrnan Bakanı "Artvinli" Hasan Ekinci'yle görüşmeye gönderirler.
Bakan Ekinci, eski polislerin göreve iadesi ricasında bulunan heyete "Hopa
nerde ki" diye sorunca Hopalılar, boynu bükük dönerler.
Canlan isterse göreve geliyor, istemezse
gelmrvorlar. Karakola getirilen sanıklar-
la irtibat kurup suç delillerini yok ediyor-
lar"
Özellikle son cümledeki suçlama bü-
yüktü. Açılan soruşturma nedeniyle Tef-
tiş Kurulu'nda ifade verirken son cüm-
ledeki suçlamaya gelince güldüm:
- Bu suçla ılgilı başkomiserim hakkın-
da suç duyurusunda bulunuyorum. Ben
bu suçu işlemışsem o da suçludur. Onun
hakkında da işlem yapın.
-Neden. dedıler.
-Ben suç delillerini yok ediyorsam ne-
den zamanında müdahale etmemiş? Ay-
nca hangi olayın delillerini yok etmiş-
sem, sonucunda kim serbest kalmışsa
açıklasın. Yapılan soruşturma sonunda
"Ceza tayinine mahal yoktur" içenk-
lı karar geldi ve aklandım. Ancak bu kez
sıra bendeydi. Aklanma karannı aldıktan
sonra aslen Tuncelili olan Avukatım Hüs-
nü Çimen aracılığıyla Başkomiser Şekip
Onsun hakkında Ankara Asliye.Hukuk
Mahkemesi'nde on bin liralık "tazmi-
nat" davası açtık. Mahkeme Şekip On-
sun'u yedi bin beş yüz lira ödemeye mah-
kûm etti. O dönemde bu iyi bir paraydı.
Ama benim için para önemli değildi. Bi-
zim Disiplin Yönetmeliği'nde "gerçeğe
aykırı rapor düzenlemek", mesiekten
ihraç edilmeyi gerektiren bir suçtu. Ben
bunu kanıtlamak için tazminat davası aç-
mıştım. Mahkeme karannı alır almaz Ge-
Münir. bir akşam baş başa verip konuşur-
lar. Sonunda, çocuklann okul çağı gel-
meden şark görevini yapıp gelmeye ka-
rar verirler. Amaçlan. üniversitesı olma-
yan (öğrenci olaylanndan uzak olmak is-
tediklerinden) birkentte görev yapmak-
tır.
Genel müdürlüğe başvururlar ve Art-
vin'e atanırlar. Artvin'de il içi atamada
Hopa'da görevlendirirler. Hopa o sıralar
oldukça sakindir. Suçun en düşük oldu-
ğu beldelerin başında gelmektedir. Bu
durumdan bazı yetkililer rahatsız olur-
lar. Çünkü, olay olmayınca "ramboluk"
yapamamakta, dolayısıyla kendilerini
gösterememektedirler. Hopa polisi ise
halkla bütünleşmiştir. Sorunlar, diyalog-
la hoşgörüyle anlayışla çözümlenmekte-
dir. Ancak bu tutum başansızlık nedeni
sayılmaktadır. Bu "pasif" polisler mer-
1ceze (Artvin'e) alınır, yerlerine de saçlı
sakallı, çifte tabancaiı sivil seçme "özel
polisler'' gönderilir. Nurhan da merkeze
alınır. Ancak işbaşı yapması Emniyet
Müdürü'ne rağmen Hopa Emniyet Ami-
ri'nce önlenır. Bu arada Münir Varlı, ls-
tanbul'da amırlik kursundadır.
Nurhan o yıllarda (1980) yönetimin
Hopa'ya yönelik tutumunu şöyle not et-
miş:
Yeni polislerin gelmesinden sonra ilçe-
nin kanşması üzerine Hopalılar, AP'liler-
le CHP'lilerden oluşan bir komite kura-
rak dönemin Orman Bakanı "Artvinli"
le:
"Ortaokulda ongarşiye son!"
"Ortaokulda faşizan baskılara son, öğ-
rencüere özgürlük!'*
"Faşist öğretmen istifa!"
Hopa Cezaevi. bir yanıyla ünlü bir ce-
zaeviydı. Yıllar önce büyük şairimiz Nâ-
zım Hikmet'i de konuk etmişti. Deniz
kıyısında iki katlı taş bir binaydı cezaevi.
Üst katın seviyesinde yapılmış kulübede
birjandarma nöbet tutardı. ÇevTede baş-
ka da koruma göze çarpmazdı. O zarnan-
lar tünel kazma, cezaevinden kaçma mo-
dası yoktu demek ki.
'Faşist polis'
Çünkü Hopa Cezaevi'nden kaçmak
için tünel kazmaya gerek yoktu. Cezaevi-
nin dış cephesinde dikenîi tel gibi aynca
koruyucu, engelleyici başka önlem de
alınmamıştı. Duvar yolun kıyısındaydı.
Mahkûmlar duvan delip çıksa kimsenin
haberi olmazdı.
Biz de eve giderken cezaevinin önün-
den geçmek zorundaydık. Tutuklu ve hü-
kümlüler bızi de geçerken gördüklerin-
de slogan atıp bağınrlardı:
"Oligarşinin köpekJeri..»"
"Faşist polis_."
GenellikJe aldırmazdık. Birkeresinde
Münir, bunlara cevap verdi:
- Şayet iktıdara gelirseniz. sızin iktida-
nn polisi olacak mı?
Nurhan
Varlı,
Artvin
Emniyet
Müdürlüğü'nde
polis
arkadaşlanyla
(yukarıda).
Konya'da
kadın
meslektaşlanyla
(aşağıda,
sol başta).
nel Müdürlüğe baş\-urarak Başkomiser
Şekip Onsun hakkında "gerçek dışı ra-
por düzenlemekten" işlem yapılması-
m istedim. Başkomiser Şekip Onsun, çı-
kış yolunu emekJi olmakta buldu.
Bu olay, benim dikenli. çakıl taşlı, tu-
zaklı, zorlu yirmı üç yıllık meslek yaşa-
mımda verdiğim ilk kişisel (nedeni kışı-
sel değil) kavga oldu. Kimbılir belki bu
kavgadan sonra dosyama bir kırmızı ün-
lem işareti konuldu. Bunu bilemem. Bil-
diğim, yer yer düşürüldüğüm tuzaklar-
dan çıkmak için yer yer de haksızlıkJara,
yolsuzluklara karşı çıkmak için kavga
vermek durumunda kalmış olmamdır.
Başkomiser Şekip Onsun olayından
sonra Çankaya'da kalmak istemedim.
Rahat bırakmazlardı zaten. Anafartalar
Karakolu'na tayin oldum. O karakol se-
nin, bu karakol benim derken kızlanm
Elif ile Eda'yı dünyaya getırmiş, anne-
min yardımıyla bü>ütmeye başlamıştım.
Kızlanm üç-dört yaşlanna geldiğinde biz
bir hayhuyun ıçinde yuvarlanıp gidiyor-
duk.
Nurhan ve Münir Varlı çifti, Anka-
ra'da toplumsal olaylarla ugraşmaktan
bıkmıştı. Bu arada zaman hızla geçiyor-
du. Çocuklar büyüyorlardı. Nurhan'la
Hasan Ektaci'yle görüşmeye göndermiş-
lerdi. Anlaşılan bakan da gerektiği gibi
"doMurulmuş" olacak ki, ilçede sükûne-
tin sağlanması için eski polislerin tekrar
görev lerine iadesi ricasında bulunan he-
yete "Hopa nerde ki" diye sormuş. Ho-
palılar, boynu bükük dönmüşler.
Artvin'in o dönemki yöneticilerince
Hopa'ya "elden gitti" gözüyle bakılıyor-
du. Öyle abartıh yakJaşımlan vardı ki, o
dönem moda olan "kurtanlmış" sözcü-
ğü, Artvin'deki bağnaz yöneticilerin lü-
gatine Hopa'yla birlikte girmiş olmalıy-
dı. Bu yüzden diş biliyorlardı. En küçük
fırsatta Hopa ortaokul öğrencilerini ör-
nek veriyorlardı. Yöneticileri kızdıran
olayın aslı, cezaevindeki hükümlü \e tu-
tuklulann öğrencilerle eğlenmesinden
kaynaklanıyordu.
Hopa Merkez Ortaokulu, cezaevinin
karşısındaydı. Cezaevindeki tutuklu ve
hükümlüler, çocuklan gırgınna eğitip
tahfik ediyorlar. Çocuklar kafalan bozul-
dukça (ya da mahkûmlar istedikçe) mah-
kûmJardan öğrendikleri sloganlan söyle-
yerek "eyleme" geçiyorlar. Öğrenciler
slogan attıkça cezaevindeki mahkûmlar
keyiften, gülmekten kınlıyorlar. Çocuk-
lann attıklan sloganlardan bazılan şöy-
- Olacak, diye cevapladı mahkûmlar-
danbiri.
- O zamanki polisler kımin köpekleri
olacak?
Önce cevap veremediler. Ardından gü-
lüştüler.
- Abi sen bize bakma, dedi sonra biri.
Biz lafın gelişi söyleriz.
Hopa'nın o kanşık günlerinde daha
önce belirttiğim gibi ben de merkeze
alınmıştım. Ancak amirim Şeref Ermiş,
eşim henüz kurstan dönmediği için ilişi-
ğimi kesmemişti. Emniyet Müdürü de
kafasını bana takmıştı. Bir gün amirime
telefon açmış. Aralannda sert bir konuş-
ma geçmiş. Bizim amirin de kafası bo-
zuldu mu gözü dünyayı görmezdi. Bu
yüzden de lakabı "Deti"ydi, "DeHŞerer
derlerdi.
- O bayan memurun il işiğini kesip gön-
denneni emrediyorum, demiş Emniyet
Müdürü.
- O bayan arkadaşı, eşi bana teslim et-
ti. Polisin polisi vurduğu bir dönemde
tek başına bir kadını hiçbir yere gönder-
mem. Eşi geldiği zaman keserim ilişiği-
ni, demiş "biztaı" Şeref.
- Derhal göndereceksin...
Bu arada başka ne dıyorsa bizim ami-
rin damanna basıyor Emniyet Müdürü.
Telefonda duyduklan üzerine bizim de-
li. deliriyor ve şunlan söylüyor:
- Sen kannı yolla Hopa'ya, ben de me-
murumu göndereyim.
Bu konuşmadan sonra Emniyet Müdü-
rü bizim amir hakkında soruşturma açtı.
Amirimizin bu yüzden aldığı cezayla si-
cili bozuldu. Komiser muavinlerinin şu-
be müdürlüğü yaptığı dönemde bizim
amire bekçi kontrol etririldi. Daha sonra
da Kars'a sürüldü.
Komünist polisin kızı
Eşi Münir kurstan, İstanbul'dan dön-
dükten sonra Artvin merkezde işbaşı ya-
parlar. O sırada Artvin Emniyeti "Ko-
münist polisin kızıyla damadı geli\Dr" di-
ye çalkalanıyormuş. 9 eylülde, yani ün-
lü 12 Eylül'den üç gün önce Artvin Em-
niyet Müdürlüğü'nde göreve başlayan
Nurhan. gördükieri karşısında dehşete
düşmüş. Polisin arasında ikilik olduğu-
nu duyuyormuş, ama bu kadannı tahmin
etmiyormuş. Nurhan. "Polis resmen sağ-
CHSOICU diye ikiye aynlmıştı'' diye anlatı-
yor. "Yönetimde elbette sağ görüşlüier
egemendi. Eğer °solcu' tanınnorsanız
yanmıştınız. Tecritli gibi oluyordunuz,
herkes tanımamazlıktan, görmemeztik-
ten geliyor, bırakınız konuşmayı, selam
bile vermiyoriardj."
Nurhan'la Münir (malum) solcu tanı-
nıyorlardı. Bu yüzden de daha başında
Emniyet Müdürü'yle ılişkileri ters başla-
mıştı. Bu arada bir olay, bu ilişkiyı nere-
deyse kan davasına dönüştürmüştü. Bu
çatışma, Nurhan'ın bütün geleceğinı et-
kileyecekti. Örneğin amirlik sınavına gi-
remeyecek, mesleğinde aşama yapama-
yacak, sonraki yaşamında da "salanca-
h" gözle bakılarak rahat bırakılmayacak-
tı. '
İskence ya da 12 Eylül
12 Eylül'ün en katı uygulandığı, top-
lumun, insanlann (özellikJe solculann)
buldozergibi ezildigi dönemde Artvın'de
çalışır Nurhan. Ama ne çalışma...
12 Eylül döneminde öyle olaylara ta-
nık oldum ki, insanlığımdan utandım. In-
san onunınu çiğneyen, herbiri gözü dön-
müşbirercani, insan kasabı işkenceciler.
yani asıl utanması gerekenler ise yaptık-
lanyla övündüler. Artvin'de eski öğret-
men okuluna "laşla"denilirdi. Mıllı Eği-
tim'den landarmaya geçtikten sonra Art-
vinliler bu binaya "taşla" demeye başla-
mışlar. 12 Mart'ınZiverbeyKöşküneise
Artvin'in "k^la"sı da oydu. 12 Eylül'de
polisi, MlT'i, jandarması hep işbirliği
içinde bu kışlada çalışırdı. Polis, "aske-
riye"ye ait bu binada ifade alırdı. Ben,
gündüz büroda çalışır. bazı geceler de bu
binanın bir yerinde gözaltında tutulan
kızlann başına, nöbete giderdim. Bizim
nöbet tuttuğumuz. kızlann gözaltında
bulundurulduğu, yerle "ifade alınan
yer"in arası biraz uzaktı.
Ifadeler spor salonunda alınırdı. Yani
spor salonu işkencehaneyse sınıflar, ya
askeıie polis koğuşu ya da sanıklar için
nezarethaneydi. Bizim, spor salonunda
neler olup bittiğinden haberimız olmaz-
dı. Orada olanı biteni, gözaltından ifade
İşkence gören kız
Bir akşam bir kız getirip
külçe gibi önüme koyup
gittiler. Belli, kıza işkence
etmişler. Kıza bir şey olsa
ölse sorumlusu benim.
İşkence gördüğünü ispat
etmem çok güç. Uzun süre
tuz yedirmişler kıza.
Getirildiğinde kavruluyordu.
Bizim öğretmen okulu aynı
zamanda cezaevi
konumundaydı. Cezaevi
Müdürü bir yüzbaşıydı. O
gece Ali adında bir de
astsubay çocuk nöbetçiydi.
Sorumluluğun ikimize ait
olduğunu söyledim. Aklı
başında biriydi. Kızın
tedavisi için gerekli
önlemler alındı.
için götürülüp getirilen kızlardan öğre-
nirdim. Bizi. ifade alınan yere pek yak-
laştırmazlardı. Bana daha önce "komü-
nistin laa" dıyenler, artık "komünist" sı-
fatını takmışlardı. Doğrudan "Komünist
kadın poüs" diye anılır olmuştum. Ar-
kadaşlanma dakomünistinyandaşlan di-
ye bakıyorlardı.
Bir akşam bir kız getirip külçe gibi
önüme koyup gittiler. Belli, kıza işkence
etmişler. Kıza bir şey olsa ölse sorumlu-
su benim. İşkence gördüğünü ispat et-
mem çok güç. Uzun süre tuz yedirmişler
kıza. Getinldiğinde kavruluyordu. Bizim
öğretmen okulu aynı zamanda cezaevi
konumundaydı. Cezaevi Müdürü bir
yüzbaşıydı. O gece Ali adında bir de ast-
subay çocuk nöbetçiydi. Sorumluluğun
ikimize ait olduğunu söyledim. Aklı ba-
şında biriydi. Kızın tedavisi için gerekJi
önlemler alındı.
Sıkıyönetimdeki nöbetlerimde o kor-
kunç gecede gördüklerimin dışında ge-
nelde hep işkencenin sonuçlanna tanık
oluyor ya da iceride olan bitenleri üçün-
cü İcişilerden dınleyebiliyordum.
Yarın: Kızlara tuz
POLİTİKA VE ÖTESİ
MEHMED KEMAL
Dinsel Gericiliğe Karşı...
Şair Nahit Kayabaşı, Aziz Nesin'e Bursa Anda-
ci'nda bir dörtlükle şöyle seslenir:
"Nerde toplansa ölüm tacirteri •
nerde zorbalığın cuntası . \
Orda konuşuyorsun •
- Merhaba kavganın graniti!.." •
Gerçekten de son günlerde nerede bir demokratik
eylem varsa, yazma, çizme varsa, karanlığın kavga-
sı varsa, hastalık sağlık demeden orda Aziz Nesin var.
Aziz Nesin ölmez!..
Aziz Nesin, başta Müslüman ülkeler olmak üzere
tüm dünyayı dinsel gericiliğe karşı savaşıma çağırdh
Önümüzdeki yıl Istanbul'da uluslararası bir "antifun-
damentalizm konferansı" düzenlenecektir. Bunun içiri
ulusal komite oluşturulacaktır. Başta sivil toplum ör-:
gütleri olmak üzere tüm meslek odalarının, demok-;
ratikörgütlerin, aydınlann, yazariann, dini bütün Müs-
lümanlann bu komiteye katılması bekleniyor. Aziz Ne-
sin komitede yer almak isteyenlerin telefonla araya-
rak, faks çekerek adlarını yazdırabileceklerini, komij
tenin emekli genelkurmay başkanı, bakanlar dahii
herkese açık olduğunu söylemişti. Dinsel gericiliğe
karşı bir savaşımı Aziz Nesin başlatmış oluyordu.
Dinsel gericilığin ilk kiyımı bundan iki yıl önce Sı-
vas'ta başlamış, 37 kişi şair, yazar, sanatçı cayır ca-
yır yanmıştır. Çocuğunu göremeyen Haslet Kahra-
man'ın oğlu şımdı iki yaşındadır.
Bu kıyım devletin gözü önünde bile bile yapılmış-
tır. Aziz Nesin, "Sorumlu devlettir" diyordu, doğru-
dur.
Aziz Nesin doğrulan söylediği için siyasal güdümün
gözünde hep nişan tahtası olmuştur. Bunun başlan-
gıcı Marko Paşa dergisıne kadar gider.
Maraton denilen bir çalışmadan sonra Meclis ana-
yasa çalışmalarını askıya aldı. Anayasada değışme-
si gereken 8. maddeyi de olduğu gibi bıraktı. Sözde
bu maddeyi ve baştaki maddeleri değiştirecek, tati-
le öyle girecekti. Ne başlangıçtaki maddeleri sildi, ne
12 Eylül'ün izlerini giderdi Gerekli 300 oyu hıçbır za-
man bulamadı. Meclıs'ın çoğunluğu 12 Eylül'e tes-
lim oldu.
Bu arada Demirel, yapılacak değişiklikler için, "As-
kere birsoralım"deü\. Beklenmedik zamanda aske-
rin yanıtı geldi:
"8. madde yerii yerinde kalsın!" !
Demirel Romanya'da iken gelen bu yanıt hemeri
herkesi şaşırttı.
Ama sorulmuş, yanıtı alınmıştı.
8. madde düşünceye özgüriüğü yasaklıyordu. Dü-
şünceye özgüıiük olmayınca düşünce de olmaz. Kor-
ku dıştan geliyordu. Düşünce üretmeyenler için 8.
maddenin eylemde bir değeri yoktu. Korkusu da yok-
tu.
Düşünceden korkulur mu?
Düşünce özgürlüğünün yerine şeriat geliyorsa el-
bette korkulurdu. Sanayileşmiş çağdaş demokrasi
içinde yerini almış ülkelerde böyle bir korku yoktu.
Müslüman ülkeler arasında demokrasiyle yönetilen
tek ülke Türkiye oluyordu. Müslüman (Arap) ülkeler
içinde demokrasi savaşımı veren ülke olmak zordu.
Türkiye her yönüyle (katılımlarda) bu zortuğu yaşı-
yordu. Bir ülke sanayileşecek, çağdaş demokrasi
içinde olacak, düşünce özgürtüğünü benimseyecek,
ondan sonra demokrat olacaktı.
Aziz Nesin, onun için ba$ta Müslüman ülkeler ol-
mak üzere tüm dünyayı dinsel gericiliğe karşı sava-
şıma çağırıyordu. Dinsel gericiliğe karşı bir cephe ku-
rulsa Sıvas çlayları ve benzerleri bir daha olmazdı. Bir
yıl önceden haber veriliyor.
Aziz Nesin, dinsel gericilikten gelecek tehlikeyi çok
önceden sezmiş, göstermişti.
B U L M A C A SEDAT YAŞAYAÎS'
SOLDAN SAĞA:
1/ Pokerde oyuna
başlayabılmek
için gerekli el.
2/HintlikadınIann
ulusal gıysısi...
Çanakkale Boğa-
zı'nda bir burun.
3/ Gagasındaki
360dehktengüzel
sesler çıkardığına 6
inanılan efsane
kuşu... Bilinç. 4/
Eli işe yatkîn, be-
cerikli... Yatak
doldurmaya yara-
ky y
yan yün. pamuk, kıtık gibi
şeyler. 5/ Bır çalgı... Kanun.
6/Yapmacıklı da\Tanış... Do-
ğu Anadolu'da kullanılan bir
tür küçük zurna. 7/ Marmara
Bölgesi'nde bır göl... Tanta-
lın simgesi. 8/ Gökle yenn
bırleşir gibi göründüğü çız-
gı... Bır şeyı anımsamak içm
yazılan kısa yazı. 9/ Dâhı...
En büyük Hint tannsı.
YLKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Argoda "jigokt" anlamm-
da kullanılan sözcük. II Dinsel konuşma... Üst yani açık bo-
ru.3/Birişi yaptırabılmegücü... Osmanlılar'dakapıkiduas-
kerlerine ve kımı devlet görev lilerine üç ayda bır verilen üc-
ret. 4/ Burun ıltıhabı... Bır gösterme sıfatı. 5/ Sınır boyu...
Akdeniz yöresıne özgü bitkı topluluğu. 6/ Ahbaplık, arka-
daşlık. 7/Eski Mısır'da güneş tannsı... Demıryolu.. Neodim
elementinm sımgesı. 8/Küçük tekne kaptanı... Sık gözlü ağ.
9/ Ayakkabmın üst yüzünün ön tarafında dikışle aynlan bu-.
nın bölümü.
CANLARA VE DOSTLARA
TATİL OLANAĞI :
J^Deniz ve orman manzaralı lux odalarıyla,
"^•Antmalı yüzme havuzuyla;
zevkinize hitap eden restorantyla;
Turistik merkezlere sü reklı ve kolay ulaşımıyla;
yaklaşımdan uzak hizmet anlayışıyla
otelimede size harika bır tatil geçirteceğiz
Paranız cebinizde kalacak, sazıyia sözüyie siz
canlar birtiktelığin güzellığıni yaşayacaksınız
Ça.m Ormanıyla denızın elele tutuşup ayak-
larınızın altına uzandığı Kuşadası-Davudlar
Otel KELEBEK'te tatılınizi geçinniz. romatizma,
nefes darlığı ve stresinizı burada bırakıp gldiniz.
Daha ne istiyorsunuzi . Gelin Candostiar bu
tatıl birlikte olalım.
YATAK + KAHVALTI = 450.000 TL.
YARIM PANSİYON = 600.000 TL.
Tel : 0.256.512 43 38
Telefcnc: 0.256.518 36 20
Not BuginşmKuşadasıHacıBektaşDerneği
katılımıyla gerçekleşmektedir