03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10 TEMMUZ 1995 PAZARTESİ 10 DIZIYAZI Hopa'yı bilmeyen Artvinli Bakan EMEKLİ POLİS NURHÂN VARLI'NIN ANILARI Yayına hazırlayan: Çetin Yiğenoğlu Unutamadığım kötü anılanmdan biri de babamlann evine baskın düzenlenme- siydi. Yeni evlenmiştim. Ben Çankaya Karakolu'nda, Münir de Mali Şube'dey- di. Babamlann evine "yasak yayın bu- lundurulduğu, mermi ve silah kaçak- çılığı yaptığı" yolunda bır ihbar üzerine baskın yapılmıştı. Sonradan öğrendiği- miz bu gerekçe asıl neden değildi. Asıl neden siyasiydı. Bu, POL-BtR'li polıs- lerin kendileri gibi düşünmeyenler üze- rinde baskı kurma ve yıldırma uygulama- lanndan başka birşey değildi. Babamlann evine baskın yapıldığında dönemin Siyasi Şube Müdürü Zeynel Asım Arsay'dı. Aşın ülkücü olduğu söy- leniyordu. Meslekte yükselmesi de il- ginçti. Ben Çankaya Karakolu'nda çalı- şırken Zeynel Asım Arsay Yeni Mahalle Emniyet amiriydi. Bizim Emniyet Ami- ri de Akif Salı idi. Bır gün Maltepe'de ta- banca sıkan iki kışi suç üstü yakalanmış- tı. Telsızden sanıklann Emniyet Amiri Akif Salı tarafindan bizzat yakalandığı anonsu edilmişti. Daha sonra yakalanan sanıklann Siyasi Şube'de yapılan sorgu- lamalannda MHP'li ve ÜlküOcakJan'na kayıtlı olduklannı öğrendik. Sanıklara ne işlem yapıldı bilmiyorum, ama bizim Emniyet Amiri Akif Salı Yenimahalle'ye gönderildi. Yenimahalle Emniyet Amiri Zeynel Asım Arsay da Çankaya'ya veril- di. Zeynel Asım Arsay'ın döneminde ya- kalanan ve suçlan sabit olan "bazı" (ül- kücü-MHP'li) sanıklar nezarete bile atıl- mazdı. Bu sanıklar Emniyet Amiri tara- findan getirtilen kebap. pide gibi yiye- cekleri biz polislere ait masalann üze- rinde yerlerdi. O dönemde sol görüşlü bir sanığın yiyeceği ise sopadan başka bir şey değildi. Zeynel Asım Arsay (sanı- nm) bu çalışmalanndan dolayı ödüllen- Cumhuriyet okuruyduk Bizim karakolda Faik Baba'.mızı almışlar, yerine de oğlu Ülkü Ocakları'nın avukatı olan Şekip Onsun'u atamışlardı. O sıralar karakolda iki kadın polistik. Emekli olduktan sonra SHP MKYK üyeliği de yapan Gülay Bayrak da, ben de Cumhuriyet gazetesi okuruyduk. Bizim Başkomiser Şekip Onsun, Cumhuriyet gazetesi okumamızdan çok rahatsız olmuş ki hakkımızda rapor tutmuş. Elbette "Cumhuriyet gazetesi okuyorlar" diye değil. Suçlama aynen şöyle: "Verilen görevi savsaklıyorlar. Canları isterse göreve geliyor, istemezse gelmiyorlar. Karakola getirilen sanıklarla irtibat kurup suç delillerini yok ediyorlar." dirilerek Siyasi Şube Müdürlüğü'ne ge- tırilmişti. Babamlann evine baskın, Siyasi Şube ile Mali Şube tarafindan ortaklaşa dü- zenlenmişti. Eşim Münir'i bize haber vermesin diye o gün başka bir görevle oyalayıp Mali Şube'den uzaklaştırmış- lardı, sonradan öğrendiğime göre. Polis- lerin baskın yaptığında evde küçük kar- deşim Suat'la annemden başka kimse yokmuş. Polisler geldiğinde annem kö- mûrlükte sobanın kovasına kömür doldu- ruyormuş. Kardeşim Suat, cin gibi zeki bir çocuktu. Herkesin polls olduğu aile- de daha önce yapılan uyanlarla eğitildi- ği için polislere karşı çok dikkatli davra- nıyormuş. Polisler, "Folisiz, evi araya- cağız" dediklerinde önce anneme haber vermiş. ardından babama telefon açmış. Polisler, Mehmet Yeşiltepe'nin (baba- mm) nesi olduğunu sormuşlar anneme. Annem de gırgınnı geçmiş, "Anasıyun " demiş. Münir'le benim birlikte çektirdi- ğimiz üniformalı fotoğrafımızı görüp ne- yi olduğumuzu ve evde mermi bulunup bulunmadığını sormuşlar. Annem bunun üzerine yıne dalgasını geçip evde silah ve merminin çok olduğunu söylemiş. Polis- lerden biri aptalca "Neden" diye sora- cak olmuş. Annem bu kez dört polisin ol- duğu bir evde silahm da, çok sayıda mer- minin de bulunmasının normal olup ol- mayacağını sormuş. Uzatmayalım, po- lisler babama ait çok sayıda kitabı "ya- sak yayın" gerekçesiyle alıp gitmişler. Babam daha sonra kitaplannın peşine düştü ve tutanakta tespit edilen tüm ki- taplannı geri aldı. Herkesin kitap yaktı- ğı bir dönemde babam Siyasi Şube'deki incelemeden sonra kitaplanna kavuşma- saydı, sanınm mahkemeye gidecekti. ilk sınav Bu olaydan kısa bir süre sonra da be- nim başım derde girdi. Bizim karakolda Faik Baba'mızı almışlar, yerine de oğlu Ülkü Ocaklan'nın avukatı olan Şekip Onsun'u atamışlardı. O sıralar karakol- da iki kadın polistik. Emekli olduktan sonra SHP MKYK üyeliği de yapan Gü- lay Bayrak da, ben de Cumhuriyet gaze- tesi okuruyduk. Bizim Başkomiser Şekip Onsun, Cumhuriyet gazetesi okumamız- dan çok rahatsız olmuş ki hakkımızda ra- por tutmuş. Elbette "Curahuriyet gaze- tesi okuyorlar" diye değil. Suçlama ay- nen şöyle: "Verilen görevi savsaklıyorlar. • Sakin bir ilçe olan Hopa'da olay çıkmadığı için "pasif" sayılan polislerin yerine saçlı sakallı, çifte tabancaiı "özel" polisler gönderilir. Yeni polislerin gelmesinden sonra ilçe karışır. AP ve CHP'lilerden oluşan bir komiteyi, dönemin Orrnan Bakanı "Artvinli" Hasan Ekinci'yle görüşmeye gönderirler. Bakan Ekinci, eski polislerin göreve iadesi ricasında bulunan heyete "Hopa nerde ki" diye sorunca Hopalılar, boynu bükük dönerler. Canlan isterse göreve geliyor, istemezse gelmrvorlar. Karakola getirilen sanıklar- la irtibat kurup suç delillerini yok ediyor- lar" Özellikle son cümledeki suçlama bü- yüktü. Açılan soruşturma nedeniyle Tef- tiş Kurulu'nda ifade verirken son cüm- ledeki suçlamaya gelince güldüm: - Bu suçla ılgilı başkomiserim hakkın- da suç duyurusunda bulunuyorum. Ben bu suçu işlemışsem o da suçludur. Onun hakkında da işlem yapın. -Neden. dedıler. -Ben suç delillerini yok ediyorsam ne- den zamanında müdahale etmemiş? Ay- nca hangi olayın delillerini yok etmiş- sem, sonucunda kim serbest kalmışsa açıklasın. Yapılan soruşturma sonunda "Ceza tayinine mahal yoktur" içenk- lı karar geldi ve aklandım. Ancak bu kez sıra bendeydi. Aklanma karannı aldıktan sonra aslen Tuncelili olan Avukatım Hüs- nü Çimen aracılığıyla Başkomiser Şekip Onsun hakkında Ankara Asliye.Hukuk Mahkemesi'nde on bin liralık "tazmi- nat" davası açtık. Mahkeme Şekip On- sun'u yedi bin beş yüz lira ödemeye mah- kûm etti. O dönemde bu iyi bir paraydı. Ama benim için para önemli değildi. Bi- zim Disiplin Yönetmeliği'nde "gerçeğe aykırı rapor düzenlemek", mesiekten ihraç edilmeyi gerektiren bir suçtu. Ben bunu kanıtlamak için tazminat davası aç- mıştım. Mahkeme karannı alır almaz Ge- Münir. bir akşam baş başa verip konuşur- lar. Sonunda, çocuklann okul çağı gel- meden şark görevini yapıp gelmeye ka- rar verirler. Amaçlan. üniversitesı olma- yan (öğrenci olaylanndan uzak olmak is- tediklerinden) birkentte görev yapmak- tır. Genel müdürlüğe başvururlar ve Art- vin'e atanırlar. Artvin'de il içi atamada Hopa'da görevlendirirler. Hopa o sıralar oldukça sakindir. Suçun en düşük oldu- ğu beldelerin başında gelmektedir. Bu durumdan bazı yetkililer rahatsız olur- lar. Çünkü, olay olmayınca "ramboluk" yapamamakta, dolayısıyla kendilerini gösterememektedirler. Hopa polisi ise halkla bütünleşmiştir. Sorunlar, diyalog- la hoşgörüyle anlayışla çözümlenmekte- dir. Ancak bu tutum başansızlık nedeni sayılmaktadır. Bu "pasif" polisler mer- 1ceze (Artvin'e) alınır, yerlerine de saçlı sakallı, çifte tabancaiı sivil seçme "özel polisler'' gönderilir. Nurhan da merkeze alınır. Ancak işbaşı yapması Emniyet Müdürü'ne rağmen Hopa Emniyet Ami- ri'nce önlenır. Bu arada Münir Varlı, ls- tanbul'da amırlik kursundadır. Nurhan o yıllarda (1980) yönetimin Hopa'ya yönelik tutumunu şöyle not et- miş: Yeni polislerin gelmesinden sonra ilçe- nin kanşması üzerine Hopalılar, AP'liler- le CHP'lilerden oluşan bir komite kura- rak dönemin Orman Bakanı "Artvinli" le: "Ortaokulda ongarşiye son!" "Ortaokulda faşizan baskılara son, öğ- rencüere özgürlük!'* "Faşist öğretmen istifa!" Hopa Cezaevi. bir yanıyla ünlü bir ce- zaeviydı. Yıllar önce büyük şairimiz Nâ- zım Hikmet'i de konuk etmişti. Deniz kıyısında iki katlı taş bir binaydı cezaevi. Üst katın seviyesinde yapılmış kulübede birjandarma nöbet tutardı. ÇevTede baş- ka da koruma göze çarpmazdı. O zarnan- lar tünel kazma, cezaevinden kaçma mo- dası yoktu demek ki. 'Faşist polis' Çünkü Hopa Cezaevi'nden kaçmak için tünel kazmaya gerek yoktu. Cezaevi- nin dış cephesinde dikenîi tel gibi aynca koruyucu, engelleyici başka önlem de alınmamıştı. Duvar yolun kıyısındaydı. Mahkûmlar duvan delip çıksa kimsenin haberi olmazdı. Biz de eve giderken cezaevinin önün- den geçmek zorundaydık. Tutuklu ve hü- kümlüler bızi de geçerken gördüklerin- de slogan atıp bağınrlardı: "Oligarşinin köpekJeri..»" "Faşist polis_." GenellikJe aldırmazdık. Birkeresinde Münir, bunlara cevap verdi: - Şayet iktıdara gelirseniz. sızin iktida- nn polisi olacak mı? Nurhan Varlı, Artvin Emniyet Müdürlüğü'nde polis arkadaşlanyla (yukarıda). Konya'da kadın meslektaşlanyla (aşağıda, sol başta). nel Müdürlüğe baş\-urarak Başkomiser Şekip Onsun hakkında "gerçek dışı ra- por düzenlemekten" işlem yapılması- m istedim. Başkomiser Şekip Onsun, çı- kış yolunu emekJi olmakta buldu. Bu olay, benim dikenli. çakıl taşlı, tu- zaklı, zorlu yirmı üç yıllık meslek yaşa- mımda verdiğim ilk kişisel (nedeni kışı- sel değil) kavga oldu. Kimbılir belki bu kavgadan sonra dosyama bir kırmızı ün- lem işareti konuldu. Bunu bilemem. Bil- diğim, yer yer düşürüldüğüm tuzaklar- dan çıkmak için yer yer de haksızlıkJara, yolsuzluklara karşı çıkmak için kavga vermek durumunda kalmış olmamdır. Başkomiser Şekip Onsun olayından sonra Çankaya'da kalmak istemedim. Rahat bırakmazlardı zaten. Anafartalar Karakolu'na tayin oldum. O karakol se- nin, bu karakol benim derken kızlanm Elif ile Eda'yı dünyaya getırmiş, anne- min yardımıyla bü>ütmeye başlamıştım. Kızlanm üç-dört yaşlanna geldiğinde biz bir hayhuyun ıçinde yuvarlanıp gidiyor- duk. Nurhan ve Münir Varlı çifti, Anka- ra'da toplumsal olaylarla ugraşmaktan bıkmıştı. Bu arada zaman hızla geçiyor- du. Çocuklar büyüyorlardı. Nurhan'la Hasan Ektaci'yle görüşmeye göndermiş- lerdi. Anlaşılan bakan da gerektiği gibi "doMurulmuş" olacak ki, ilçede sükûne- tin sağlanması için eski polislerin tekrar görev lerine iadesi ricasında bulunan he- yete "Hopa nerde ki" diye sormuş. Ho- palılar, boynu bükük dönmüşler. Artvin'in o dönemki yöneticilerince Hopa'ya "elden gitti" gözüyle bakılıyor- du. Öyle abartıh yakJaşımlan vardı ki, o dönem moda olan "kurtanlmış" sözcü- ğü, Artvin'deki bağnaz yöneticilerin lü- gatine Hopa'yla birlikte girmiş olmalıy- dı. Bu yüzden diş biliyorlardı. En küçük fırsatta Hopa ortaokul öğrencilerini ör- nek veriyorlardı. Yöneticileri kızdıran olayın aslı, cezaevindeki hükümlü \e tu- tuklulann öğrencilerle eğlenmesinden kaynaklanıyordu. Hopa Merkez Ortaokulu, cezaevinin karşısındaydı. Cezaevindeki tutuklu ve hükümlüler, çocuklan gırgınna eğitip tahfik ediyorlar. Çocuklar kafalan bozul- dukça (ya da mahkûmlar istedikçe) mah- kûmJardan öğrendikleri sloganlan söyle- yerek "eyleme" geçiyorlar. Öğrenciler slogan attıkça cezaevindeki mahkûmlar keyiften, gülmekten kınlıyorlar. Çocuk- lann attıklan sloganlardan bazılan şöy- - Olacak, diye cevapladı mahkûmlar- danbiri. - O zamanki polisler kımin köpekleri olacak? Önce cevap veremediler. Ardından gü- lüştüler. - Abi sen bize bakma, dedi sonra biri. Biz lafın gelişi söyleriz. Hopa'nın o kanşık günlerinde daha önce belirttiğim gibi ben de merkeze alınmıştım. Ancak amirim Şeref Ermiş, eşim henüz kurstan dönmediği için ilişi- ğimi kesmemişti. Emniyet Müdürü de kafasını bana takmıştı. Bir gün amirime telefon açmış. Aralannda sert bir konuş- ma geçmiş. Bizim amirin de kafası bo- zuldu mu gözü dünyayı görmezdi. Bu yüzden de lakabı "Deti"ydi, "DeHŞerer derlerdi. - O bayan memurun il işiğini kesip gön- denneni emrediyorum, demiş Emniyet Müdürü. - O bayan arkadaşı, eşi bana teslim et- ti. Polisin polisi vurduğu bir dönemde tek başına bir kadını hiçbir yere gönder- mem. Eşi geldiği zaman keserim ilişiği- ni, demiş "biztaı" Şeref. - Derhal göndereceksin... Bu arada başka ne dıyorsa bizim ami- rin damanna basıyor Emniyet Müdürü. Telefonda duyduklan üzerine bizim de- li. deliriyor ve şunlan söylüyor: - Sen kannı yolla Hopa'ya, ben de me- murumu göndereyim. Bu konuşmadan sonra Emniyet Müdü- rü bizim amir hakkında soruşturma açtı. Amirimizin bu yüzden aldığı cezayla si- cili bozuldu. Komiser muavinlerinin şu- be müdürlüğü yaptığı dönemde bizim amire bekçi kontrol etririldi. Daha sonra da Kars'a sürüldü. Komünist polisin kızı Eşi Münir kurstan, İstanbul'dan dön- dükten sonra Artvin merkezde işbaşı ya- parlar. O sırada Artvin Emniyeti "Ko- münist polisin kızıyla damadı geli\Dr" di- ye çalkalanıyormuş. 9 eylülde, yani ün- lü 12 Eylül'den üç gün önce Artvin Em- niyet Müdürlüğü'nde göreve başlayan Nurhan. gördükieri karşısında dehşete düşmüş. Polisin arasında ikilik olduğu- nu duyuyormuş, ama bu kadannı tahmin etmiyormuş. Nurhan. "Polis resmen sağ- CHSOICU diye ikiye aynlmıştı'' diye anlatı- yor. "Yönetimde elbette sağ görüşlüier egemendi. Eğer °solcu' tanınnorsanız yanmıştınız. Tecritli gibi oluyordunuz, herkes tanımamazlıktan, görmemeztik- ten geliyor, bırakınız konuşmayı, selam bile vermiyoriardj." Nurhan'la Münir (malum) solcu tanı- nıyorlardı. Bu yüzden de daha başında Emniyet Müdürü'yle ılişkileri ters başla- mıştı. Bu arada bir olay, bu ilişkiyı nere- deyse kan davasına dönüştürmüştü. Bu çatışma, Nurhan'ın bütün geleceğinı et- kileyecekti. Örneğin amirlik sınavına gi- remeyecek, mesleğinde aşama yapama- yacak, sonraki yaşamında da "salanca- h" gözle bakılarak rahat bırakılmayacak- tı. ' İskence ya da 12 Eylül 12 Eylül'ün en katı uygulandığı, top- lumun, insanlann (özellikJe solculann) buldozergibi ezildigi dönemde Artvın'de çalışır Nurhan. Ama ne çalışma... 12 Eylül döneminde öyle olaylara ta- nık oldum ki, insanlığımdan utandım. In- san onunınu çiğneyen, herbiri gözü dön- müşbirercani, insan kasabı işkenceciler. yani asıl utanması gerekenler ise yaptık- lanyla övündüler. Artvin'de eski öğret- men okuluna "laşla"denilirdi. Mıllı Eği- tim'den landarmaya geçtikten sonra Art- vinliler bu binaya "taşla" demeye başla- mışlar. 12 Mart'ınZiverbeyKöşküneise Artvin'in "k^la"sı da oydu. 12 Eylül'de polisi, MlT'i, jandarması hep işbirliği içinde bu kışlada çalışırdı. Polis, "aske- riye"ye ait bu binada ifade alırdı. Ben, gündüz büroda çalışır. bazı geceler de bu binanın bir yerinde gözaltında tutulan kızlann başına, nöbete giderdim. Bizim nöbet tuttuğumuz. kızlann gözaltında bulundurulduğu, yerle "ifade alınan yer"in arası biraz uzaktı. Ifadeler spor salonunda alınırdı. Yani spor salonu işkencehaneyse sınıflar, ya askeıie polis koğuşu ya da sanıklar için nezarethaneydi. Bizim, spor salonunda neler olup bittiğinden haberimız olmaz- dı. Orada olanı biteni, gözaltından ifade İşkence gören kız Bir akşam bir kız getirip külçe gibi önüme koyup gittiler. Belli, kıza işkence etmişler. Kıza bir şey olsa ölse sorumlusu benim. İşkence gördüğünü ispat etmem çok güç. Uzun süre tuz yedirmişler kıza. Getirildiğinde kavruluyordu. Bizim öğretmen okulu aynı zamanda cezaevi konumundaydı. Cezaevi Müdürü bir yüzbaşıydı. O gece Ali adında bir de astsubay çocuk nöbetçiydi. Sorumluluğun ikimize ait olduğunu söyledim. Aklı başında biriydi. Kızın tedavisi için gerekli önlemler alındı. için götürülüp getirilen kızlardan öğre- nirdim. Bizi. ifade alınan yere pek yak- laştırmazlardı. Bana daha önce "komü- nistin laa" dıyenler, artık "komünist" sı- fatını takmışlardı. Doğrudan "Komünist kadın poüs" diye anılır olmuştum. Ar- kadaşlanma dakomünistinyandaşlan di- ye bakıyorlardı. Bir akşam bir kız getirip külçe gibi önüme koyup gittiler. Belli, kıza işkence etmişler. Kıza bir şey olsa ölse sorumlu- su benim. İşkence gördüğünü ispat et- mem çok güç. Uzun süre tuz yedirmişler kıza. Getinldiğinde kavruluyordu. Bizim öğretmen okulu aynı zamanda cezaevi konumundaydı. Cezaevi Müdürü bir yüzbaşıydı. O gece Ali adında bir de ast- subay çocuk nöbetçiydi. Sorumluluğun ikimize ait olduğunu söyledim. Aklı ba- şında biriydi. Kızın tedavisi için gerekJi önlemler alındı. Sıkıyönetimdeki nöbetlerimde o kor- kunç gecede gördüklerimin dışında ge- nelde hep işkencenin sonuçlanna tanık oluyor ya da iceride olan bitenleri üçün- cü İcişilerden dınleyebiliyordum. Yarın: Kızlara tuz POLİTİKA VE ÖTESİ MEHMED KEMAL Dinsel Gericiliğe Karşı... Şair Nahit Kayabaşı, Aziz Nesin'e Bursa Anda- ci'nda bir dörtlükle şöyle seslenir: "Nerde toplansa ölüm tacirteri • nerde zorbalığın cuntası . \ Orda konuşuyorsun • - Merhaba kavganın graniti!.." • Gerçekten de son günlerde nerede bir demokratik eylem varsa, yazma, çizme varsa, karanlığın kavga- sı varsa, hastalık sağlık demeden orda Aziz Nesin var. Aziz Nesin ölmez!.. Aziz Nesin, başta Müslüman ülkeler olmak üzere tüm dünyayı dinsel gericiliğe karşı savaşıma çağırdh Önümüzdeki yıl Istanbul'da uluslararası bir "antifun- damentalizm konferansı" düzenlenecektir. Bunun içiri ulusal komite oluşturulacaktır. Başta sivil toplum ör-: gütleri olmak üzere tüm meslek odalarının, demok-; ratikörgütlerin, aydınlann, yazariann, dini bütün Müs- lümanlann bu komiteye katılması bekleniyor. Aziz Ne- sin komitede yer almak isteyenlerin telefonla araya- rak, faks çekerek adlarını yazdırabileceklerini, komij tenin emekli genelkurmay başkanı, bakanlar dahii herkese açık olduğunu söylemişti. Dinsel gericiliğe karşı bir savaşımı Aziz Nesin başlatmış oluyordu. Dinsel gericilığin ilk kiyımı bundan iki yıl önce Sı- vas'ta başlamış, 37 kişi şair, yazar, sanatçı cayır ca- yır yanmıştır. Çocuğunu göremeyen Haslet Kahra- man'ın oğlu şımdı iki yaşındadır. Bu kıyım devletin gözü önünde bile bile yapılmış- tır. Aziz Nesin, "Sorumlu devlettir" diyordu, doğru- dur. Aziz Nesin doğrulan söylediği için siyasal güdümün gözünde hep nişan tahtası olmuştur. Bunun başlan- gıcı Marko Paşa dergisıne kadar gider. Maraton denilen bir çalışmadan sonra Meclis ana- yasa çalışmalarını askıya aldı. Anayasada değışme- si gereken 8. maddeyi de olduğu gibi bıraktı. Sözde bu maddeyi ve baştaki maddeleri değiştirecek, tati- le öyle girecekti. Ne başlangıçtaki maddeleri sildi, ne 12 Eylül'ün izlerini giderdi Gerekli 300 oyu hıçbır za- man bulamadı. Meclıs'ın çoğunluğu 12 Eylül'e tes- lim oldu. Bu arada Demirel, yapılacak değişiklikler için, "As- kere birsoralım"deü\. Beklenmedik zamanda aske- rin yanıtı geldi: "8. madde yerii yerinde kalsın!" ! Demirel Romanya'da iken gelen bu yanıt hemeri herkesi şaşırttı. Ama sorulmuş, yanıtı alınmıştı. 8. madde düşünceye özgüriüğü yasaklıyordu. Dü- şünceye özgüıiük olmayınca düşünce de olmaz. Kor- ku dıştan geliyordu. Düşünce üretmeyenler için 8. maddenin eylemde bir değeri yoktu. Korkusu da yok- tu. Düşünceden korkulur mu? Düşünce özgürlüğünün yerine şeriat geliyorsa el- bette korkulurdu. Sanayileşmiş çağdaş demokrasi içinde yerini almış ülkelerde böyle bir korku yoktu. Müslüman ülkeler arasında demokrasiyle yönetilen tek ülke Türkiye oluyordu. Müslüman (Arap) ülkeler içinde demokrasi savaşımı veren ülke olmak zordu. Türkiye her yönüyle (katılımlarda) bu zortuğu yaşı- yordu. Bir ülke sanayileşecek, çağdaş demokrasi içinde olacak, düşünce özgürtüğünü benimseyecek, ondan sonra demokrat olacaktı. Aziz Nesin, onun için ba$ta Müslüman ülkeler ol- mak üzere tüm dünyayı dinsel gericiliğe karşı sava- şıma çağırıyordu. Dinsel gericiliğe karşı bir cephe ku- rulsa Sıvas çlayları ve benzerleri bir daha olmazdı. Bir yıl önceden haber veriliyor. Aziz Nesin, dinsel gericilikten gelecek tehlikeyi çok önceden sezmiş, göstermişti. B U L M A C A SEDAT YAŞAYAÎS' SOLDAN SAĞA: 1/ Pokerde oyuna başlayabılmek için gerekli el. 2/HintlikadınIann ulusal gıysısi... Çanakkale Boğa- zı'nda bir burun. 3/ Gagasındaki 360dehktengüzel sesler çıkardığına 6 inanılan efsane kuşu... Bilinç. 4/ Eli işe yatkîn, be- cerikli... Yatak doldurmaya yara- ky y yan yün. pamuk, kıtık gibi şeyler. 5/ Bır çalgı... Kanun. 6/Yapmacıklı da\Tanış... Do- ğu Anadolu'da kullanılan bir tür küçük zurna. 7/ Marmara Bölgesi'nde bır göl... Tanta- lın simgesi. 8/ Gökle yenn bırleşir gibi göründüğü çız- gı... Bır şeyı anımsamak içm yazılan kısa yazı. 9/ Dâhı... En büyük Hint tannsı. YLKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Argoda "jigokt" anlamm- da kullanılan sözcük. II Dinsel konuşma... Üst yani açık bo- ru.3/Birişi yaptırabılmegücü... Osmanlılar'dakapıkiduas- kerlerine ve kımı devlet görev lilerine üç ayda bır verilen üc- ret. 4/ Burun ıltıhabı... Bır gösterme sıfatı. 5/ Sınır boyu... Akdeniz yöresıne özgü bitkı topluluğu. 6/ Ahbaplık, arka- daşlık. 7/Eski Mısır'da güneş tannsı... Demıryolu.. Neodim elementinm sımgesı. 8/Küçük tekne kaptanı... Sık gözlü ağ. 9/ Ayakkabmın üst yüzünün ön tarafında dikışle aynlan bu-. nın bölümü. CANLARA VE DOSTLARA TATİL OLANAĞI : J^Deniz ve orman manzaralı lux odalarıyla, "^•Antmalı yüzme havuzuyla; zevkinize hitap eden restorantyla; Turistik merkezlere sü reklı ve kolay ulaşımıyla; yaklaşımdan uzak hizmet anlayışıyla otelimede size harika bır tatil geçirteceğiz Paranız cebinizde kalacak, sazıyia sözüyie siz canlar birtiktelığin güzellığıni yaşayacaksınız Ça.m Ormanıyla denızın elele tutuşup ayak- larınızın altına uzandığı Kuşadası-Davudlar Otel KELEBEK'te tatılınizi geçinniz. romatizma, nefes darlığı ve stresinizı burada bırakıp gldiniz. Daha ne istiyorsunuzi . Gelin Candostiar bu tatıl birlikte olalım. YATAK + KAHVALTI = 450.000 TL. YARIM PANSİYON = 600.000 TL. Tel : 0.256.512 43 38 Telefcnc: 0.256.518 36 20 Not BuginşmKuşadasıHacıBektaşDerneği katılımıyla gerçekleşmektedir
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle