Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 4 HAZİRAN 1995 PAZAR
12 DIZIYAZI
INSAN HAKLARI
VE TÜRKİYE
GÜNEY DİNÇ
Özal'ın,bireysel
başvuru oyunu• Türkiye'nin bireysel başvuru ile tanışması,
Turgut Özal'ın başbakanlığı döneminde
gerçekleşti. 28 Ocak 1987 tarihinde bir
kararname ile AİHK'ye Türkiye'ye yönelik
bireysel başvurulan inceleme yetkisi tanınarak,
uzun yıllar süren önemli eksiklik giderilmiş oldu.
Türkiye'nınbireysel başvuru ile tanış-
ması. Turgut Ozal'ın başbakanlığı döne-
minde gerçekleşti. 28 Ocak 1987 günlü
Bakanlar Kurulu kararnamesi ile
AİHK'ye Türkiye'ye yönelik bireysel
başvurulan inceleme yetkisi tanındı.
Böylece, uzun yıllar süren çok önemli
bir eksiklik giderilmiş oldu. Artık, Tür-
kiye Cumhuriyeti'nin egemenliği altında
yaşayanlar da, (yurttaşlar veya yabancı-
îar) tüm iç hukuk yollannı tüketmeleri-
ne karşın temel hak ve özgûrlüklerini ko-
ruyamamışlarsa, yakınmalannı komis-
yona iletme olanağına kavuşmuş bulu-
nuyorlardı.
Özal'ın "becerikli, işbitirici" kişiliğı,
bu olayda da kendıni gösterdi. Avrupa
Konseyi'ne verilen yetkı mekrubunda,
birdizi çekince belirtildi. Avrupalılar, hiç
alışmadıklan türden koşullar öne süren
Türkiye'nin rnektubunu çözebilmek için
oldukça zorlandılar. Özünde bunlann çe-
kince bile sayılamayacağı, ancak Türki-
ye'den gelecek başvurular incelenirken,
Avrupa tnsan Haklan Sözleşmesı'nin,
başta 1982 Anayasası olmak üzere, ulu-
sal yasa ve uygulamalara koşut olarak
yorumlanmasının istendiği saptandı.
Sonraki aşamalarda, başvuru hakkmı kı-
sıtlayan bu koşullann çok büyük bölümü
sözleşme organlannca önemsenmedi.
özal süre kazanıyor
Avrupa Konseyi'ne venlen mekrupta,
komısyonun. "BUdirimtarihinden sonra
meydana gelen oJayiarave bu olaylara da-
yali kararlara-" bakabıleceği belirtildi.
Böylece. 28 Ocak 1987'den öncekı olay-
lar bireysel başvuru kapsamının dışında
bırakıhyordu.
Bu formül, dönemin iktidanna şu ya-
rarlan sağlıyordu: 28 Ocak 1987'den son-
ra gerçekleşecek insan haklan ihlalleri-
nin iç hukuk yollanndan geçmesi, en az
iki - üç yıl alacaktı. Bütün Avrupa'nın iş
yükünü taşıdığı için ağır çalışmak zorun-
da kalan komisyonun incelemelen de bir
q kadar süre gerektinyordu. Böylece
Özal iktidan, bireysel başvuru yolunu aç-
manın onurunu üstlenerek Batı'yla olu-
şan buzlan kırmaya çalışırken, doğabile-
cek olumsuz sonuçlan sonraki iktidarla-
ra erteliyordu. Gerçekte de böyle oldu.
Ancak hemen belirtmek istiyoruz ki,
1955'ten 1987'ye kadar geçen otuz üç
yıl içinde, aralannda sosyal demokrat
partilerin de bulunduğu TC hükümetle-
rinin hiçbirinin üzerinde durmaya bile
gerek görmedikleri bireysel başvuru yo-
• Özal'ın "işbitirici" kişiliği, bu olayda da kendini
gösterdi. Avrupa Konseyi'ne verilen yetki
mektubunda, bir dizi çekince vardı. Bunlardan
en önemlisi komisyonun, "Bildirim tarihinden
sonra meydana gelen oiaylara ve bunlara dayalı
kararlara.." bakabileceğiydi.
Nihat Sargın ve Haydar Kutlu'nun gözaltına alınmalan ve yargılanmalan, AİHK'de açılan dört bireysel
başvuru dosyasının konularını otuşturdu. Başvurularla ilgili olarak komisyon, 4 kabul edilîrlik karan ver-
di. Bir dosya dostça çözüme bağlanırken bir başka dosya insan Haklan Mahkemesi'ne gönderildi.
lunu açmakla. Turgut Özal, hukuksal
alanda çok önemli bir yenilik gerçekleş-
tiımiş oluyordu.
Türkiye, 25 Eylül 1989 günlü bir baş-
ka Bakanlar Kurulu karan ile Avrupa İn-
san Haklan Dıvanı'nın zorunlu yargı yet-
kisini de kabul etti.
İlk bireysel başvuru:
Türkiye'den komisyona gönderilen ilk
bireysel başvuru. lzmir-Dokuz Eylül
Üniversitesi'nde, 1402 sayılı yasaya da-
yanılarak Sıkıyönetim Komutanı'nın is-
teği ile görevden alınan bir doçentin di-
lekçesiydi. Komisyon, yakmmacıya gön-
derdiğı raporunda. "özünde haklıolsa bi-
le 28 Ocak 1987'den önceki oiaylara da-
yanan başvuruyu incelemeye yetkisi ol-
madığuıC bildirdı.
Yurtdışında bulunan Türkiye Işçi Par-
tisi Genel Sekreteri Nihat Sargın ve Tür-
kiye Komünıst Partisi Genel Sekreteri
Nabi Yağcı (Haydar Kutlu), 16 Kasım
1987'de aynı uçakla Ankara'ya geldiler.
Havaalaruna iner inmez gözleri bağ-
lanarak, yargıç karan olmadan 19 gün
gözaltında tutuldular. Ankara Devlet Gü-
venlik Mahkemesi'ndeki yargılanmalan
sırasında 4 Mayıs 1990'a kadar tutuklu
kaldılar. Çeşitli aşamalardan geçen ceza
davası, 9 Temmuz 1992'de her iki sanı-
ğın da aklanmalanyla sonuçlandı.
Sargın ve Yağcı, tutukluluk durumlan
sona erince, yasal koşullan yerine geti-
rerek, 4 Haztran 1990'da Türkiye Birle-
şik Komünist Partisi'ni kurdular. Kuru-
luştan on gün sonra, Yargıtay C.Başsav-
cılığı, programının Anayasa'ya ve Siya-
sal Partiler Yasası'na aykın olduğu ge-
rekçesiyle TBKP'nin kapatılması için
Anayasa Mahkemesi'nde dava açtı.
• Böylece Özal iktidarı, bireysel başvuru yolunu
açmanın onurunu üstlenerek Batı'yla oluşan
buzları kırarken, doğabilecek olumsuz sonuçlan
sonraki iktidarlara erteliyordu. Çünkü oluşacak
ihlallerin hukuk yollarından geçmesi uzun bir
zaman alacaktı.
sası olmak üzere konuyla ilgili ulusal ya-
salann, yargı kararlannın ve yaşanan uy-
gulamalann insan haklan süzgecinden
geçirilmesini sağlayan başvuru dosyala-
nndaki yüzlerce sayfayı aşan tutanakla-
n, duruşmalardaki tartışmalan, yüzleştir-
meleri. aralannda Avrupa Parlamentosu
üyelerinin de bulunduğu tanıklann anla-
tımlannı, Ankara Cezaevi'nde ve Emni-
yet Müdürlüğü'nün sorgu odalannda ya-
pılan ıncelemeleri, yıllar sonra ışkence
izlerinin saptanması amacıyla Avrupah
ve Türk hekimlerin birlikte yürüttükleri
çalışmalan burada özetlemek olanaksız.
Kendisini dinlemek üzere iki kez An-
kara'ya gelen komisyon üyesi yargıçlar
önünde ifade vermeyi göze alamayan
DGM Başsavcısı Nusret Demiral'ın söz-
leşmenin 28. maddesiyle çelişen davra-
nışı önemsiz bir gösteri düzeyinde kalı-
yordu. Bu başvurulann yalnız sonuçlan-
na değinmekle yetineceğiz.
Sargın ve Yağcı'ya tazmlnat
11 Mayıs 1989'da Strasbourg'da yapı-
lan duruşmadan sonra, AİHK, Sargın ve
Yağcı'nın yargıç karan olmadan gözaltı-
na ahnmalannı, sözleşmenin '5/l',gözal-
tı aşamasmda hemen bir mahkeme önü-
ne çıkanlmamalannı '5/3', özgürlüğün-
den yoksun bırakılan kişilere bir mahke-
meye itiraz olanağının sağlanmamasını
'5/4'. maddesine aykın buldu. Aynca gö-
zaltı aşamasındaki işkence ve kötü dav-
ranışlarla, sözleşmenin 3. maddesinin
çiğnendiğini saptadı.
Rapor, onaylanmak üzere Avrupa Kon-
seyi Bakanlar Komitesi'ne gönderildi.
Bireysel başvurulann amacı, yakınma
konusuyla bağlantılı ulusal uygulamalar-
daki huİcuka aykınlıklann önlenmesi, ya-
sal engellerin kaldınlarak insan haklan-
na saygılı hukuksal düzenlemelere geçil-
mesi, kişisel zararlann giderilmesi nok-
talannda toplanmaktadır. Hükümet adı-
na Avrupa Konseyi ile birlikte Sargın ve
Yağcı'ya karşı yazılı belgelerle üstleni-
len yükümlülükler karşısında, AtHS'nin
28/2-b ve 31. maddeleri doğnıltusunda
yanlar arasında 15 Eylül 1993 günlü im-
zalanan dostça çözüm belgesi Bakanlar
Komitesi tarafindan da onaylandı. Hü-
kümet yakınmacılann her birine başvu-
ruyla ilgili, yargılama giderleri içinde ol-
mak koşuluyla, 10 Aralık 1993'te,
1.316.700.000- TL tazminat ödedi.
Anayasa Mahkemesi, 28 Ocak 1992
günlü Resmi Gazete'de yayımlanan ge-
rekçeli karan ile TBKP'nin kapatılması-
nı ve malvarlığına el konulmasmı karar-
laştırdı.
Sargın-Yağcı başvurulart
Çok kısaltarak özetlediğimiz bu olay-
lar, AlHK'de açılan dört bireysel başvu-
ru dosyasının konulannı oluşturdu. Baş-
vurularla ilgili olarak komisyon. bu gü-
ne kadar 4 kabul edilirlik karan verdi, 3
sonuç raporu hazırladı. Bir dosya Avru-
pa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin kara-
n ile dostça çözüme bağlanırken bir baş-
ka dosya İnsan Haklan Mahkemesi'ne
gönderildi.
Avrupa tnsan Haklan yargısınm, ilk
kez Türkiye'deki yoğun insan haklan ih-
lallenne yönelmesini, başta 1982 Anaya-
Yarın: sargın-Yağcı'nın
Ikinci basvurusu
Bedreddin.. ve yarin dışında her şey ortakEdirne'nin Simavne bucağı kadılann-
dan Irrail'in oğlu olan Şeyh Bedreddin
1359'dadoğdu. Ilkeğitimini babası Irra-
il'den edindi. Daha sonra medreseye gi-
rer ve orada ilerletir bilgisini. Buradaki
öğretim, tümden şeriata uygun Sünni bir
niteliktedir. Bu eğitimi Şeyh Bedred-
din'ın bu anlayış ve inanca bir süre -bel-
ki de uzun bir süre- bağlı kalmış olması,
kadılık etmesinden belli. Şeyh Bedreddin
bu alandaki güçlü bilgisini kitaplanyla
göstermiş bulunmaktadır. Bununla bir-
likte, bilgilerini yeterli bulmamış olmalı
ki Konya'ya giderek oradaki medrese-
lerde öğrenimini geliştirmeye çalıştı.
Anadolu kentlerinde bir süre dolaşır, da-
ha sonra Kahire'ye gider. Amacı herhal-
de ülkesinde edindiği dinsel bilgileri Mı-
sırlı din bilginlerinin derslerine giderek
pekiştirmektir.
ilk yol ayrımı
Oysa, düşünce dünyasını ve ınancını
büsbütün tersi bir yola yönlendıren bir
rastlantı olur: Büyük bir mutasavvıf olan
Şeyh Hüseyin AhlatTnin öğrencilığine
başlar. Bedreddin'in üzerinde etkisi çok
güçlü olurbu şeyhin. Öyle ki, iki kez kır-
kar gün içe kapanmaya geçer. Bu, tasav-
vuf anlayışına göre içe kapanarak, kendi
özünde doğruya ulaşma çabasıdır. Hüse-
yin Ahlatî hasta olduğu sırada onun ye-
rine geçen Bedreddin böylece şeyh olur.
Daha sonra şeyhinin önerisi üzerine
Tebnz'e giderek, orada Iranlı tasa\"\Tif
çevreleriyle ilışki kurarak, tartışarak bu
alandaki düşünce ve inançlannı derinleş-
tirir. Kahire'de bulunduğu evrede. bir
olay Şeyh Bedreddin'in yaşamında
önemli bir değişikliğe yol açar.
ikinci dönemeç
O dönemdeki Mısır hükümdan, Şeyh
Hüseyin Ahlarî'yi Marie adlı bir Hıristi-
yan cariyesiyle evlendirir; Şeyh Bedred-
din de bunun kızkardeşiyle evlenir. Şeyh
Bedreddin'in bütûn yaşamı boyunca din-
ler karşısındaki hoşgörülü tutumunda bu
evliliğin rolü olmalıdır. "Şurası bir ger-
çektir ki Şeyh Bedreddin Mısır'dan dön-
dükten sonra Edirne'ye gelirken, Anado-
lu'nun kimi illerini dolaşmış, söz gelişi
Kon\a"da kalmış, oralarda çağın ünlü ta-
sav\uf erieriyle, dervişlerle görüşmüş,
kendisinin bilimsel gücünü. yeteneğini or-
taya koymuş, çe\Tesini etkilemiştir. Bu et-
ki kisa bir süre içinde Batı Anadolu ile Ru-
meli yönlerine ya> ılmış. onun kişiliği çev-
resinde büyük bir ilginin toplanmasını
sağlamıştır." (1) Tarihçilerin o döneme
TARÎHTE DÜŞÜNCE
"SUÇLULARP
ADNAN
CEMGİL >
• Tarihçilerin o döneme ilişkin olarak
anlattıklarına göre, Şeyh Bedreddin
paylaşımcı, ortaklaşa bir yaşam düzenini
savunmuştur. Buna göre kişiler,
kadınlar dışında, sahip oldukları şeyleri
eşit olarak paylaşacaklardır.
- On yıllık Fetret Dönemi'nde şehzadeler
arasındaki post kavgası sürerken
Anadolu'da bir halk hareketi oluştu.
Bu da Şeyh Bedreddin'in etkisiyle,
sonra da öncülüğüyle gelişen gizemci,
toplumsal-siyasal ayaklanmaydı.
'Yağmur çiseliyor
Korkarak
Yavaş sesle
bir ihanet konuşması gibi
Yağmur çiseliyor
beyaz ve çıplak mürted ayaklarımn
ıslak ve karanlık toprağın üstünde
koşması gibi
Yağmur çiseliyor,
Serez 'in esnaf çarşısında,
bir bakırcı dükkânınm karşısında
Bedreddin 'im bir ağaca asılı.
Yağmur çiseliyor
gecenin geç ve yûdızsız bir
saaîidir.
Ve yağmurda ıslanan yapraksız
birdalda sallanan
Şeyhimin çırüçıplak elidir.
Yağmur çiseliyor,
Serez çarşısı dilsiz,
Serez çarşısı kör,
Havada; konuşmamanın,
görmemenin kahrolası hüznü
Ve Serez çarşısı elleriyle kapatmış
yüzûnii.
Yağmur çiseliyor.' (4)
ilişkin olarak anlattıklanna göre, Şeyh
Bedreddin paylaşımcı, ortaklaşa bir ya-
şam düzenini savunmuştur. Buna göre
kişiler. kadınlar dışında, sahip olduklan
şeyleri eşit olarak paylaşacaklardır. Şeyh
Bedreddin'in bunu yaşama geçirdiği ko-
nusunda hiçbir bilgi yoktur.
Onun bu görüşüyle, ütopyadaki sosyal
adalet özlemini benimsediği düşünüle-
bilir. Şeyh Bedreddin'in "Varidat" (İçe
Doğuşlar) adlı kitabında sergilediği. ta-
savvufa ilişkin düşüncelerine bir örnek:
"Varidat", yazannın çağını aşan, şen-
ata aykın gelen, biraz da yeni sayılan dü-
şüncelerini içerir. Bu kitapta yaratıhş. in-
san, Tann, evren, kalkım günü, yargı gü-
nü. cennet, cehennem, ölüm, tin (ruh),
ölümsüzlük, melekler, düş, gibi daha so-
yut denebilecek konular işlenmiş. karşı-
lıklar aranmış. Onlarla ilgili düşünceler,
yorumlar ortaya konmuşrur. Bu sorunla-
ra bulunan karşılıklar genellikle tasav-
vuf açısındandır. Yazarbu sorunlar üze-
rinde dururken geleneğe uyrnamış. tslam
dininin uygun görmediği bir bakış açısı-
nı benimsemıştır. İşte onun çağına göre
yeni sayılan, bu bakış açısıdır. Kişiliğini
oluşturan da budur. Bu bakış açısını bi-
çimlendıren öğeler, inançlardır. Bu yüz-
den Bedreddin bir ınanç ınsanıdır." (2)
İşte. Şeyh Bedreddin'in öldürülmesi-
ne neden olan. bu inancını dile getirdiği
düşünceleriydi.
Edirne'de padişahlığını ilan eden Mu-
sa Çelebi'yi giriştıği çatışmada yenip
boğdurtan Mehmet Çelebi, adı geçenin
kadısı olan Şeyh Bedreddin'i Iznık kale-
sine sürdürüp gözaltına aldırttı. Aynca
bin akçalık bir maaş bağladı.
Yıldınm Beyazıd'ın yenilmesinden
sonra Timurordulannın giriştiği aşın
yağmalar, çapulculuklar sonucunda halk
yığmlan büyük bir yoksulluk içine düş-
müştü. On yıllık Fetret Dönemi'nde şeh-
zadeler arasındaki post kavgası sürerken
bir halk hareketi oluştu. Bu da Şeyh Bed-
reddin'in etkisiyle, sonra da öncülüğüy-
le gelişen gizemci, toplumsal-siyasal
ayaklanmaydı.
Bu hareketin Orta Anadolu'da yaygın
olan, Batınilikle ilgisi yoktu. Daha çok
Ege yöresinde, Aydın, Karabunın, Mani-
sa, İzmir bölgesinde gelişmişti.
Buralarda, Şeyh Bedreddin'in yakın
adamı Börklüce Mustafa, Türkmenler-
den oluşan ordusuyla Çelebi Mehmet'e
karşı ayaklanmış, çatışmıştı.
Şeyh Bedreddin, Edirne'de kadı iken,
kethudası olan Börtdüce Mustafa, adı ge-
çen bölgelerde büyük bir özveriyle şey-
hin düşüncelerini yaymaya çalışıyordu
halk arasında. Toıiak Kemal de Mani-
sa'da bu yolda herekete geçmişti.
Bu sırada Mehmet Çelebi. Teselya ve
Selanik'te hükümdarlığa soyunan karde-
şi Mustafa Çelebi'yle savaşarak onun işi-
ni bitirmişti.
serez'de sönen ışıfc
Bundan sonra Anadolu'ya dönen Çe-
lebi Mehmet, Börklüce'nin üstüne iki
kez kuvvet göndermişti; ikisi de yenildi
bunlann.
Üçüncü kez, Şehzade Murat (Hüda-
vendigâr) komutasındaki ordu, Börklüce
Mustafa'yı yenerek tutsak etti, işkence-
ye uğratıldıktan sonra astırttı. (1418)
Torlak Kemal de bu yolda can verdi.
Şeyh Bedreddin'in eylemini bir tarih-
çi şöyle değerlendiriyor "Çetebi Meh-
met'in son yıllannda çıktığı görülen bu
planlı dini-siyasi büyük a\aklanmayı,
P.Wittek derin bir içtimai buhranın ne-
ticesi saymış olmakla beraber. hadise
bu yazarca fazlası ile şümullendirilmiş
gibi görünmektedir." (3)
Şeyh Bedrettin bir süre Edirne'de kal-
dı. Ardından, Bulgaristan'a geçti. Orada
düşüncelerini. inancını yaymak üzere ça-
lışmalarabaşladı. Düşüncelerini yaşama
geçirebilmek için Çelebi Sultan Meh-
met'e karşı çıktı. Tımarh sipahilerden,
akıncılardan. medrese öğrencilerinden,
kadılığı sırasında tanıdığı kimi devlet
adamlanndan 'sufFlerden oluşan bir or-
du kurdu. Önce başan gösterdiyse de
sonra yenildi. Tutsak edildikten sonra
yargılandı ve Mevlana Haydar Acemi
adında birinin fervasıyla ölüm cezasma
çarptınldı. Serez'de asılarak yaşamına
son verildi. 61 yaşındaydı. (1420)
1) Ismet Zeki Eyüboğlu. Şeyh Bedreddin ve
Varidat, Der Yayınlan, htanbul 1980, s. 159.
2)t.Z Eyüboğlu, agy- s. 190 3) (Prof Dr ) Mus-
tafa Akdag, Türkıye nin Iklisadı ve İçtimai Ta-
rihı. Cem Yayınlan lstanbul 1974, s 343 4) Nâ-
zım Hikmet, Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedred-
din Destam. (Yazılışı 1936) Hazırlayan: Asım
Bezirci, Cem Yaymevi. lstanbul 1975. s 197-
198
Yarın: Sokrates
ANKARA NOTLAKI
MUSTAFA EKMEKÇİ
Dil Bilinci (2)Türkçe ile Kürtçe.... Prof. Cem Eroğul. 2800 dolayın-
daki dil arasında, kendi benliğıni koruma yanşını yıtıren-
lerin bile korunmaya ve geliştırilmeye çalışılmasını savu-
nuyor, bunun bir insanlık borcu olduğunu, bu yanşta bir
yertutatMİecek dillerin geliştirilmemesinın ıse düpedüz in-
sanlığa karşı bir suç olduğunu söytüyordu. Cem Eroğui,
şöyle dıyordu:
"Bu 'borç' ve 'suç' sözcûklerini gelişigüzel kullanmı-
yorum. insan, düşünen hayvandır. Düşünme yeteneği ile
insanlaşma arasında teke tek bir ilişki vardır. Her dil, bu
düşünme yeteneğinin özgül bir varoluş biçimidir. İnsan-
lık ailesi, bu varoluş biçimlehnin bolluğu ve çeşitliliği öl-
çüsünde insan olma niteliğıni geltştırebilir. Bu a/teyı, ne
denli alçakgönüllü olursa olsun, herhangı bir dilin özgül
katkısından yoksun bırakmak, insanlaşma sürecine bu
alandaki borcunu ödememek demektir. En üst düzeyde
gelişme gizilgücünü taşıyan bir diligöz göre göre yozlaş-
tınnak ise, insanlığa karşı açıkça suç ışlemek demektir.
Kimileri, dıllehn sayısını azaltarak insanlar arasında ile-
tişimin kolaylaşttnlabileceğini sanabiliher. Bu büyük bir
yanılgıdır. Olen her dil, düşüncenin belli bir vahık biçimi-
ni de kendisıyle birlikte gömüte götürür. Düşüncenin ge-
reci olan dil yoksullaştıkça, ıletişim aracı olarak dilin var-
sıllaşabileceğıni varsaymak, çok tehlikeii bir yanılsama-
dır.
Heryiğidin biryoğurtyiyişı olduğu gibi, herdilin de dü-
şünceyi bir oluştunva biçimı vardır. Bu biçimi özden ko-
parmak olanaksızdır. Başka bir biçime aktanlan öz, kaçı-
nılmaz olarak bir şeyler yitinr. Örnekse, Türkçenin 'can'
sözcüğünü, Ingilizcenin 'bome' sözcüğünü, bu sözcük-
lenn kapsadığı anlam alanlannı hiç zedelemeden başka
birdile çevırmek olanaksızdır. Böyle anlam yüklü sözcük-
ler, kendi dillerinde, ilışkide bulunduklan deyimlerie, ata-
sözlehyle birlikte yaşariar. 'Cümbür cemaat' başka bir di-
le taşınmak olanaksız olduğuna göre, her tekil aktanm is-
ter istemez sakatlayıcı bir koparmaya yol açar.
Bunlan söylemek, 'çeviri olanaksızdır ya da çeviri ya-
pılmamalıdır' demek değildir. Nasılki, kopanlan her çiçe-
ğin ister istemez solacağı gerçeğinden, çiçek koparma-
mak gerektiğı sonucu çıkanlamazsa. Ancak, aynı çiçek-
ler hep koklanmak isteniyorsa, bu çiçekleriyetiştiren bah-
çetenh korunması gerekir. Dilleriçin de dunımaynıdır. Her
dil dış dünyayı başka birgözlükle algılar. İnsanlık, bu göz-
lûklerin sayısıyla varsıllaşır, insanlaşır. Oyleyse, kendisi-
ne insan diyen herkesin insanlığa karşı borcu, elinin er-
diği her dil için bu koruma ve geliştiıme savaşımını ver-
mektir."
Prof. Cem Eroğul'un araştırmasını aktanrken, elimden
geldiğince, araya girmemeye çalışıyorum. Eroğul, şöyle
sürdürüyor
"Ne var ki, doğası gereği, kişi bu savaşımı ancak ken-
dianadilindeenetken (müessır) birbiçimdeyapabılir. öy-
leyse, şuya da bu topraklarda yaşayanlann insanlığa kar-
şı ödevi, kendianadillerinı korumak ve geliştirmektır. Tür-
kiye'de başlıca iki dilin hatn sayılır bir toplumsal tabanı,
vardır: Türkçe ile Kürtçe. Anadili Türkçe olanlann görevi
Türkçenin özleşıp gelişmesine, anadili Kürtçe olanlann
görevi de Kürtçenın yetkınleşmesine çalışmaktır.
Görûldüğü gibi, konunun dışlayıcı bir ulusçulukla hiç-
bir ilişkisi yoktur. Buna karşılık, böyle biryaklaşımı, geniş
anlamda ulusçuluğun gereği saymak olanaklıdır. Ulusçu-
luk, kendi ulusunu dünya uluslar ailesinin eşit bir üyesi
sayarak yüceltmeye çalışmaksa, Türk ulusunun büyük
çoğunluğunu o/uşturan Türk ve Kürt kökenli insanlann
anadillerini geliştinvek, böyle bir ulusçuluğun gereğıdir.
Böyle bir gereğin Türkçe için daha da ivedi olduğunu
söylemenin de dar bir ulusçulukla hıçbır ilgisi yoktur.
Tün\çe, Türitiye'nin hem devlet dilidir, hem de Kürt kö-
kenli yurttaşlar dahil, herkes için en yaygın düşünme ve
iletişim aracıdır. Dolayısıyla, Türkçeyi geliştimnek, anadi-
li Türkçe olmayan yurttaşlanmıza karşı da bir borcumuz-
dur. Ancak, açıktır ki, bu borç ödenirken, yurttaşlanm-
zın kendi değişik anadillerini gehştırme çabalanna da
omuz vermemiz gerekir. Bu hem insanlık, hem de yurt-
taşlık görevimizdir.
Böyle kucaklayıcı bir ulusçuluk anlayışı, insan sevgısi-
nin aynlmaz bir parçasıdır. Bu yaklaşımda, örneğin Al-
mancayı geliştinvek, anadiliAlmanca olan Isviçrelilere de
bir hizmettir. Dahası da var. Diyelim Fransızca bilen biri
için, Fransızcanın yetkinleştirilmesi, düşünme yeteneği-
nin artınlması gerektir. Böylece o kişinin daha da insan-
laşmasına katkıda bulunulmuş olur. Bugün en çok konu-
şulan arsıulusal (beynelmilel) dil Ingilizce olduğuna gö-
re, anadili Ingilizce olanlann bu dili yetkinleştrmek için
gösterdikleri çabalar, doğrudan doğruya insanlığa hiz-
mettir.
Her dil bir dünyadır. Kişi öğrendiği her dille, insanlığın
bir boyutunu daha içselleştirmiş olur. Dolayısıyla, edin-
diği yeni dil ne denli varsıl olursa, insanlık kazanımının o
ölçüde kapsamlı olacağı açıktır. Ancak, kaç kişi ikinci ya
da üçüncü bir dili kendi anadili gibi öğrenebilir? Bunu ba-
şaranlar, küçük birmutlu azınlıktır..."
•••
Türkiye Yayıncılar Birlıği, gazetelerin "promosyon"
amacıyla, okurlanna kıtap dağıtmalannı kınadı. Merkez-
leri Istanbul'da bulunan 55 yayınevi yöneticisi de, yazar-
ları, çevirmenlerı, okuriaria, kitapçılan gazetelere "pro-
mosyon" için kitap vermemeye çağırdı.
Yayıncılar, "Tıraj kagısıyla yapılan bu tip promosyonlar
kitabın oluşum sürecindekı yoğun emeği gözardı eden,
saygınlığını yitiren, onu 'ucuzlatan', dolayısıyla kültûrel
geleceğimizi tehdit eden girişimlerdir. daha önce verilen
detenan, makarna, diş macunu, çorba, çarşaf vb. basit
tüketim maddelennin yanına tereddütsüz kitabı da ekle-
yen ve böylece kitabın kûltürel kimliğini de yok eden bir
zihniyettir karşımızdaki..." dediler.
•••
°Abdü/canbaz"dan dolayı, Turtıan Selçuk'u kuttamak
istiyorum...
Taşlama ustası Hasan Çelebi, yeni taşlamasında şöy-
le diyor: "Tüm ülkede bayram ediyor yoksul ahali/Züm-
rütçe yeşillendi, 'yeşıl kart' ile iller/Efsane Süleyman ile
Belkıs unutuldu/Bol gösteri, bol yemleme pot kırma
pozunda./Efsaneleşir gayn Süleyman ile Çiller."
BULMACA SEDAT YAŞAYAN
SOLDANSAĞA:
1/ Düzyazıda kul-
lanılan uyak...
Soy, sülale. 2yYur-
dumuzda bir göl...
Türk halk müzı-
ğinde, bağlama
ailesinden calgıla-
nn en küçdk boy-
lusu. 3/iki at tara-
findan çekilen, üs-
tü kapalı ve yaylı
bınek arabası...
Satrançta bir taş.
4/ Özen... Jean
Jacques Anna-
1 2 3 4 5 6 7 8
ud'un tanınmış bir filmi. 5/
Istek, murat. 6/Oyunda ceza-
h çocuk... Bır pamuk türü. II
Bir bağlaç... Optik aygıtla-
nnda objektiften aldığı ışın-
lan göze veren mercek diz-
gesi. 8/ Anlama yeteneği...
Bir içki. 9/ Türk müziğinde
bır makam... Nâzun Hik-
met'ın bır oyunu.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Evlerin önüne oturmak
için taş ve çamurdan yapılan set... Buğday tanesinin olgun-
laşmış içı. 2/ Boyutlar... Yara ya da çıban nedeniyle vücu-
dun herhangı bır yerinde oluşan şişkinlik. 3/ Gazete... Evcil
olmayan hayvanlan'vurma ya da yakalama işi. 4/ Edebiyat-
ta etkıyi çoğaltmak ıçm bır şeyin tersini söyleyerek alay et-
me.... "O" adılınm yönelme durumu. 5/ Eline ayağına ça-
buk, atik. 6/ Kuyruksokumu kemiğı... Aynı ahır adına ko-
şan yanş attanna verilen ad. 7/ Yüz, çehre... Samsun'un 16
km. güneybatısında arkeolojik bir kale. 8/ Dil devriminin ilk
yıllannda "beledıye" anlamında kullanılan sözcük... Kirli-
liği gösteren ız. 9/ Kuşlann taşhk ve konsa da denilen mı-
desı... Zayıf, sıska.