28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 HAZİRAN 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 CRAMAFON İĞNESİ / Ahmet Oktay'la söyleşi SELİMİLERİ Edebiyat hayatmnzın bîr anlamıPopüler Kültür 'ü ben iki buçukyıldayazabildim. Her gün gazetede on saat çalışıyor, sonra eve dönüp Popüler Kültür 'e çalışıyordum. Türkiye 'de Popüler Kültür 'ü belki daha çabuk bitirebilecektim. Kitabın ilgi topladığına bafahrsa, bu alanda devamı olmasını dilediğim başka çalışmalanma ağırlık verecek, onları dayazma firsatım olacaktı. Türkiye'dekitelifücretleriyle yazarın ayakta kalmasına maalesefolanakyoktur. Ya sanattanfedakârlıkyapacaksınız, ya da benim gibi otuzyıl başka meslek seçeceksiniz. Haftalar var kı Ahmet Oktay'ın Topiu Şürter'mde bir uçtan bir uca yol alıyorum. Bir bakıma geçmiş günlere de bir yolcu- luk bu. Şımdi, Toplu Şıirler'de bırlikte du- ran Göigeleri KuDanmak, Her Yüz BirÖy- kü Yazar ve Dr. Kaligari'nin Dönüşü be- ni birdenbireyenıyetmelık, ılkgençlikyıl- lanma götürdü. Değışık zamanlarda edin- diğim üç kitap: llki küçük boy, cep kitabı; ikincisi mavi-yeşil kapaklı; üçüncüsüyse o kadar büyük boy, ince bır kıtap ki, şık birdergiyi de andınyor. Onlarda, ortaokul ve lise yıllanmın coşkulannı, ülkûlerini anyorum. Her Yüz Bir Öykü Yazar'ın son dizele- rini, gerçeklikle sann arasında gidip gel- diğim kimi hikâyelerime kılavuzlardan bi- nseçmiştım Bunlar, EdipCansever'i. Ce- mai Süreya'yı, Turgut Lyar'ı ve Ahmet Oktoy'ı sık sık okuduğumuz yıllardır. Li- sede bir iki edebiyat tutkunu arkadaş bir araya gelınce, şiırden bır öğleden sonra, bir akşam yaratmaya çalışıyonız. , Sonra eve dönünce, ben, Her Yüz Bir Öykü Yazar'ın son dizelerini tekrar oku- yorum: "Korkuyoruz geceye tek girmek- ten / korkuyoruz gecenin korkusundan / korkuyomz gecenin korkusundaki/o müt- hiş can acısından. / Süreriz bir sürgünü durmadan / cevapsız bir soruyla da otsa. / Bize gklelim mi? / burası birazdan kapa- nacak? / İşte yeniden başlryonız: /şimdi ne otacak? / şimdi ne olacak?" Ama bazı geceler de Gfilten '• Akın okuyorum, o unutulmaz "Ökyaz" şiirini zaten ezbere biliyorum... Bunlar hepsi daha • düngibi. Oysa dün, epey eski bir ta- 'rihe rastlıyor. Şimdi Ahmet Oktay'la karşılıklı otururken nice yıllann bir dökümünü çı- karmaya çalışıyonız. Tanışık- lığımız ve dostluğumuz birka- lem tartışmasırun sonucu. O günden bugüne kesintisiz sür- dü. Ahmet Oktay'ı ve eşı Tü- lay Tura'yı seyrek görebildi- ğiin dönemlerde bile hiç sona ermeyecek dostluklanm bil- dim. Ama bu akşamüzen dost- luğu değil. edebiyatı konuşa- cagız. "Dk şürinizden bu yana, ya- nm yüzyıla yaklaşan bir za- man geçmiş. Bu zaman dilimi sizde neler uyandınyor? Neler hissediyorsunıu. Yaa hayatını- n nasıl yorumlarsııuz?" Şiip ve yan iç içe - Şöyle dıyeyim: Geçen gün . düşündüm; şiirle yazıya ben • hemen hemen aynı yıllarda başlamışım. tlkşıirim I948'de, yazıişleri müdürlüğünü Aziz Nesta'in yaptığı Gerçek'te, ilk yazım da hemen hemen bır yıl sonra, Tarsus'ta Halkevleri'nin çıkardığı Güney dergisinde ya- yımlandı. Yazııun adı: "Sanat- kirNasl Yaraur". Sağdan sol- dan esinlenerek, biraz Fre- ud'çu bir yaklaşımla yazmı- şım; tabii bir gençlik yazısı. Şunun için söylüyorum bunla- n: Şiirle yazı bende paralel, iç içe gitmiştir. "Daha geriye dönüp bakarsak, sizi ede- biyata yönlendiren. edebiyatla uğraşmaya tten neydi? Netenti?" - Edebiyatla ılişkim çok erken başladı, neredeyse ilkokulda dıyeceğim. Çünkü ben okumayı hastalık kertesinde bir tut- kuyla seviyorum. Bende doyurulamaz bir kitap, okuma açlığı vardı. Bu nerden uyandı, bilemiyorum. Bir defa evde kitap vardı. Babam da gençliğinde edebiyata bulaşmış, birtakım yazılar yazmış. Her- halde etkisi var. Sonra ilk romanlar: Ma- cera romanlan. 'Pardayan'lar, 'Arsen Lü- pen'ler, her birini severek okurdum. Ba- baanneme katarakt gelmişti, ona ünlü Ek- mekçi Kadın'ı okurdum. Polisiyeler, aşk romanlan derken okuma merakım geliş- ti, başka kitaplara kapılıp gittim... Şimdi ilkokulda bır çocuk Erasmus'un Deliliğe Medhiye'sıni okumak ister mi, okusa bi- le anlayabilir mı? Ama ben okumaya ça- baladığımı anımsıyorum. Demek kitabın adı filan insanı çarpıyor, çeliyor. "Okulun. eğfâmin bir rolfi oktn mu?" - Doğrusu oldu. Ortaokulda edebiyat öğretmenim Beşir Göğüş'tü. çok iyi bir ögretmendi Osıradaderskitaplanndabir değışim ohnuştu. Beşir Göğüş'le Kemal Demiray'ın hazırladıklan kitabı okuyor- duk. Ortaokulda ben gizli gizlı şiir yazı- yordum. Fakat Beşir Bey unutamadığım bir öğretmendir. Lise birde, sömestr tati- linde, bize bir oyun yazmak gibisinden yaratıcı bir ödev vermiştı. Böylece tiyat- roya merakım da o zaman başladı. Yanı Beşir Bey bize edebiyatı. sanatı kendi ça- balanmızla, emeklerimizle sevdiriyordu... "Nasl bir oyun yaznuştmız?" - Var olan bir yapıttan yola çıkarak ya- zacaktık. Ben de Haüd Ziya'nın bugün de hayran olduğum "MahaBeye Mevknf hi- kâyesini oyunlaştırmıştım. "Sizin yetistiginiz, hayata atıkhğınız s- ralarda, bugün okhığu gibi bir edebiyat adamınm geçunini edebiyatla sağlamasına imkân yoktu. Tıpkı günümüzde olduğun- ca, edebrv atçı birtakım başka meslek alan- lannda çalışmak, hayaünı kazanmak zo- nındaydı. Biyograıînizi okuduğumuzda sizinde gazetecilik vapOğınızı öğreniyoruz. GazetecUik size ne kazandınt, sizden ne götûrdü?" Gazetede on saat - Şimdi bu çok karmaşık bır durum. ln- san yalnız yazı yazarak yaşamını sürdür- düğünde, o, günlük ekmek kavgasının erozyonuyla ister istemez karşılaşıyor, is- ter istemez yıpranıyor. Öte yandan başka alanda çalışıp yazılannıza daha uzun za- man ayırma olanağı da başka bir sorunla yüz yüze. Örnek vermek gerekirse, bu- gün üçüncü basımına ulaşan Popüler Kûl- tûr'ü ben iki buçuk yılda yazabildim. Her gün gazetede on saat çalışıyor, sonra eve dönüp Popüler Kültür'e çalışıyordum. Türkiye'de Popüler Kültür'ü belki daha çabuk bitirebilecektim. Kitabın ilgi topla- dığına bakılırsa, bu alanda devamı olma- sını dilediğim başka çalışmalanma ağır- lık verecek, onlan da yazma firsatım ola- caktı. Türkiye'deki telifücretleriyle yaza- nn ayakta kalmasına maalesef olanak yok- tur. Ya sanattan fedakârlık yapacaksınız, ya da benim gibi otuz yıl başka meslek se- kültflr yozlaşmasını, hatta kültürü redde- dişini nasıl yorumluyorsunuz. Tabii iktisa- di sebepler, şu-bu var ama, yalnız bunlar mi sebep?" - Gelınen nokta inanılmaz bir noktadır. Her değerin, her şeyin dışlandığı ve eğlen- ceye dönüştüğü bir noktadır. Buraya nasıl gelındığini çok çeşitli açılardan araştır- mak gerekmektedir; maalesef bu yapıl- mıyor. Benim görüşüme göre, kültürel yozlaşmaya asıl 1980'den sonra tepetat- lak yuvarlanıyoruz. Gerçi bu yozlaşmanın izlennı daha eski tarihlerde, 1950'lerde. belki daha öncesınde de görüyoruz ama, asıl yoğun olumsuzluklar 1980'le. Bu ta- rihle doğmdan doğruya serbest pazar eko- nomısıne geçıliyor. Ne demektır bu? Ser- maye artık serbest kalmıştır... Sermaye de tabii, kendi kazanç, kendi birikim koşul- lannın sağlıklı olabilmesi için kendi çıka- n doğrultusunda hareket edecektı. Etti de. Bir eğlence paravanasının arkasına geçi- liverdı. Şimdi herkes mutludur artık, tele- vizyonlannın karşısında... Televizyon gi- bi çok olanaklı bir araç, eğlence, panayır dünyasının bır yansıması haline getiril- miş; demokrasi bile bir eğlenceye hızmet meselesi olup çıkmaktadır artık. Yanı ya- lan görüntü beraberinde bırçok yalanı ge- tirmektedir. "Demin yoztaşmanın başlangıcı için da- ha eski tarihier, 80 öncesi dediniz_" - Gide gide toplumun değerleri değışi- veya okuduğunu yaşamın kılgısına geçi- rememek yatıyor... Yakup Kadri'nın An- kara romanında Neşe Sabit diye idealist bır kişisi var. Ankara'dan yola çıkarak Tür- kiye için umutlu bir gelecek ütopyası ku- ran ve Neşet Sabit, Ankara Palas'ta veri- len bır baloya gelirken... " Evet,benim de unutamadığım bir sah- nedn--." -... Neşet sabit, kapının önünde toplan- mış halk karşısında utanır. Baloya gırdık- ten sonra bir arkadaşına "Demin dışarda bir başdönmesi hissettim. Ankara Palas'ın merdivenine her adım attşta, iki \andaki halkb kendi aramdaki ucurumu çok da- ha fazlagördüın_''der. Sonra, Yakup Kad- n avnı Neşet Sabit'ı Panorama romanın- da ülkülennden, ıdealizminden soyunmuş olarak karşımıza çıkanyor; Demokratik Parti saflannda, bugünün iş takipçilennin bir atası konumundadır. İşte, bugün de, lstanbul'un o yeni ve beş yıldızlı otelle- nnde ne politikacılar, ne iş adamlan, ne gözde gazeteciler, Ankara romanındaki Neşet Sabit'in duygulannı taşıyorlar. De- ğışım ve dönüsümü yakından okuyup ız- leyebilseydik, bugünün olgulannı kavrar- dık... Bir başka örnek de, Halide Edib'in çok önemli SonsuzPanayırromanıdır. Ha- lide Edib bu romanında Demokrat Par- ti 'yı ve çevresıni var edecek bütün sebep- leri 1946'da görmüş, yazmış, göstermek istemiştir. Halide Edib Amerikan demok- Xİdebiyat hayatımızm bir anlamı. Ama bu anlam bir türlü duyumsanamıyor. Şimdi bugünkü televizyona bakıyoruz; her türlü düşünceyi, edebiyatı, sanatı dışlamış. Ozendirici olmak şöyle dursun, yok saymaya çalışıyor, yok etmeye çalışıyor. çeceksiniz. u PekL, günün bütün yorgnnlnğundan sonra dönüp geceleyin de çahşmak edebi- yat sevgisini azaltmadı mı sizde? O sevgi azalmıvor mu?" - Azalmıyor tabii. Kendi kurtuluşunu insan yazıda bulabih'yor ancak. Yazdıkla- nmız iyi midir, kötü müdüT, bunlar ayn, bunlan okur değerlendmr, eleştirmeciler değerlendirir. Ama ben bir yazıma, şiire kapandığım zaman kendim kurtarabiliyo- rum. Tanpınar,şiir bir iç kale sanatıdır, di- yor. !şte insan kendi kalesine sıgınabiliyor, orada var olabiliyor, orada bir bakıma is- tediği gibi yaşayabiliyor... "Ama, sizin için de. Türkiye'deki birçok edebiyat adamı için de geçerfi. çokciddi bir sorun van Yazdantar, hak ettikleriiigivigö- remiyorlar. Onca emek. onca birikim çok az sayıdaki bir okur tophüuğunun ilgisini çeldyor. Buna üzfildüğünüz an'Iar olma- nuş nudD-?" - Olmuş olabilir. Ama bizim varoluş bi- çimimiz yazmak. Yazdıkça kendi varlığı- mızı, kendi var oluş sebebimizi algılaya- bililiyoruz. Yazmadan var olacağım bir dünya benim için çok boş, anlamsız, acı olurdu. Bir de şöyle söyleyeyim: Ancak yazıyla içinde bulunduğumuz olumsuz koşullara, toplumun olumsuzluklanna karşı çıkabiliyoruz. Türkiye'nin birçok bakımdan bu kadar yozlaştığı bir dönem- de bizim gibi insanlar için yazmaktan baş- ka çare kalmıyor belki de. Yozlaşmaya karşı insanın tek direnci okumak, yazıp çizmek, araştırmak oluyor. Öğrenmek, di- dinmek oluyor. Kültür reddi... "O zaman hemen şunu sorayun: EUi yı- U yaklaşan yazı hayatmızın denevimlerin- den yola çıkarak. Türkiye'nin bugünkü yor. Daha 1950'lerde toplumun değer ka- bul etmesi gereken değerler olarak para, mevki ve ün göstenliyor. Hem de ne yol- dan para kazanırsanız, ne koşullarla mev- ki edinirseniz, nasıl ve neden ünlenirse- niz... Yeter ki bunlar olsun. "Acaba boylesi shırslann geJişmesuıde okuma düşkünlüğümüzün olmayışı da bir rol oynu\or mu? Siz özgül bir örneksiniz. Bu özgüllüğii görmezden geiirsek, meselâ sizin kuşağmız okumaya tutkun muydu? Kitap sevgisi geüşkin miydi etti yıl önce?" - Dün de o kadar fazla olduğunu sanmı- yorum, bugün de. O kadar kı, Türkiye'de, çoğu kez, yazarlar birbirlerini okumuyor- lar, yazarlar kendılerinden öncekileri oku- muyorlar... "Ama sizin bu konudabirikimli bir eme- ğiniz var: Türk edebhatmın gelip gecmi§ sanıian ya/arlannı tekrar tekrar degerien- dirme, \orumlama çabası gösteriyorsu- nuz." Geçmişi aniamak - Şimdi SeBm, belki geçmiş yıllarda o kadar değildi. İnsan duruyor, oturuyor, du- ruluyor; kültürel açıdan nereden geldim, nereye gidıyorum diye sormak zorunda kalıyor. Bu soru her zaman bizim önü- müzde, mevcut olması gereken bir soru. Bir edebiyat kendi geçmişini bilmeden, anlamadan. özümsemeden nasıl ilerleye- bilir? İnsanlar meselelere nasıl bakmışlar, nasıl yorumlamışlar, önermışlerse, ne çö- züm önermişler... Bunlan göz ardı ettiği- mizde durmadan aynı yerden başlamak zorunda kalınz. Geçmişe ilgım dolayısıy- la fark ettim ki, Türkiye'nin sorunlan he- men hemen hiç değişmeden duruyor. El- li yıl. altrruş yıl önce Yakup Kadri, Hali- de Edib neyı tartışmışsa bugün yıne onu tartışıyoruz. Bunun temelinde okumamak rasisine inanmış bir insan olmasına karşın o yeni türeyen, vurguncu, zengın kesimın canına okuyarak anlatmış, Türkiye'yi bekleyen şeylerin ne olduğunu dile getir- miştir. "Peki Ahmet Bey. Halide Edib Hanım yazmış, ama Sonsuz Panayıraradan geçen şu kadar yıl içinde ne devlet adamlannı, ne politikacıları. hatta ne eğttimdleıi, genç kuşaklan ügilendinniş. Befldde kimseyi fl- gilendirmemtş. Yoksa yazar dediğimtz Id- şi arada telef mi ohıyor?" Trisan gibi birşey - Sen de yazarken böyle bir şey düşün- müyorsun... "Vallahi ben bazen düşünüyorum. Ya- zar için düşünüyorunu." -... Elımızde olmadan yazı yazanz. Ya- zarlığın Türkiye'de karşılığı ne olabilir? İnsanın iki tane okuru vardır, bu bile ba- zan yetebilir. Azımsamamak gerekir. Tür- kıye gibi ülkelerde edebiyat, kültür, sanat bugün beşinci altıncı plana atıhruş görü- nüyor. Ne var ki birikimin yadsmmasına olanak yoktur. Bütün bir beşeri coğrafya- yı kapsayan bir birikim yerli yerinde dur- maktadır Türkiye'de. Tılsım gibi, büyü gi- bi bir şey: O birikimle gerçekten haşır ne- şır olduğumuz vakit, pek çok soruna baş- ka türlü yaklaşmak da mümkün olacaktır. "Bugün edebiyat daçehredeğiştirmiyor mu?" -Oğuz At«y'ın Tehüketi Oyunlar roma- nımn on altıncı bölümü "Son Yemek''baş- lığını taşır. Sonrası bölüm ise "Düşüş" başlığını. Şimdi orada, okuryazar geçi- nenle, aydın geçinenle gecekondu kütü- ründen gelenler arasındaki ilinti üzerinde duruhnuştur. Okuryazann kültürsüz san- dığı çevrelerin de kendine özgü kültürle- ri olduğu ısrarla vurgulanmıştır... Bugü- nün edebiyatı, yani medyanın edebiyat di- ye öne sürdüğü yazılar çiziler, Oğuz Atay'ın aydında üzüntü yaratması talebiy- le kaleme aldığı o kültür sorununu tama- mıyla görmezden geliyor. Her yazı çok külrürlü görünüyor. Ama biraz kazıdığın- da o kültürden eser kalmıyor. Sahicı bir yaklaşımdan uzaklaşıyoruz. Sadece fırsat rantlannı değerlendıriyoruz gibime geli- yor. Bence hoş bir gidiş değil. "İsterseniz romandan şiire. şairh'ğinize dönelim. Şiir khaplannız arasında bazen uzun yıllar var. Mesela Dr. Kaligari'nin Dönüşü'nden Sürgün'e on üç yıl..." - Şiirle başladım; en çok ciddiye aldı- ğım sanat dalı da şiir. Ama şiir yazma ve yayımlama konusunda yaşamımda hıçbir zaman aceleci davranmadım. lzlekler, te- malar bakımından bir bütünlüğü aramış olmakla birlikte, bir yolda, bır tarzda, bir biçimde belirli bir noktaya, belki doyum noktasına geldiğim zaman o noktayı yine- lemekten hep uzak durmaya calıştım. Ora- da artık kolay üretilebilir olmanın sakın- calı olacağım gördüm. O zaman bir me- safe koymak ıstıyorum yazdığıma, başka bir yola gireyim istiyorum. Sözgelimi bende intıhar izleği 1963 tarihli Her Yüz BirÖykü Yazar'la başlar. 1987 tarihli Yol Üstündeki Semender ise bütünüyle bu iz- lek üzerine kunıludur. Bununla birlikte ıntıhan başka açıdan, başka sesle işleme- ye çalışmışımdır. Başardım, oldu, demiyorum ama, aynı iz- leğı bir arayış süreci içinde gündemımde tutmuşum... "Gahba bir şairi ve şürdeki çabasuu tanı kavrayabilmek için ayn bir öğrenme, okuma, irdekme çabası gerekiyor. Ta- bii yalnız şiir için değiL Genel- de roman, öy kü için de_. Ama böylesi bir egitim Türkiye'de pekönemsenmiyor. Daha doğ- rusu hiç önemsenmiyor. Bu yüzden mi edebiyat üvey ev- İât?" Edebiyat ve eğitin - Bazı çok acı gerçekler var. Okullanmızda edebiyat ders- lerinin niçin var olduğu bile belli değil. Şimdi, vatan şain dendığınde, herkes Namık Ke- mal diyebiliyor. Çünkü okulla- nmızda Namık Kemal 'in va- tan şairi olduğu öğretiliyor. Ama kimse Namık Kemal'in iki dizesini bir arada okuya- mıyor. O zaman bu boşuna bir eğıtim oluyor. Ezbere dayalı oluyor. Namık Kemal'in han- gi tarihsel dönemde hangi ne- denlerle vatan şiiri yazdığı kimse tarafindan bilinmedik- çe, bu sorun sürüp gıdecek. Kim çıkar da bugün Hüseyin Rahmi'nin yapıtını mahalle sosyolojisi acısından araştınr, irdeler, yetişmekte olan kuşa- ğa lezzetli bir anlatımla öğret- meye çaba harcar... "Oğrefmenlerin geçhn ko- şulları göz önünde tutuhırsa buna zaten imkân kalmıyor_" - Kalmıyor Aynca müfredat elverişli değil. Müfredat şundan bundan bahset, geç git der gibisine tuhafbir program üze- nne oturtulmuş. Şonra. edebiyat sevgisi aşılamak yalnızca eğitimle de olmamalı, kalmamalı. Bugün kitleye en yaygın bi- çimde ulaşabilen kıtle iletişim aracı tele- vizyon. televizyon ne yapıyor? Edebiyat hayatımızın bir anlamı. Ama bu anlam bir türlü duyumsanamıyor. Şimdi bugünkü televizyona bakıyoruz; her türlü düşünce- yi, edebiyatı, sanatı dışlamış. Ozendirici olmak şöyle dursun, yok saymaya çalışı- yor, yok etmeye çalışıyor. Sanata, edebi- yata yönelik en ufak bir şey yapılmıyor; yapıldığı vakit de hemen magazinel bir bağlama oturtuluyor, dedikodu, bilgisiz- lik, gösteriş kanşımı irkiltici bir şey orta- ya çıkıyor. Ve demin de söylediğim gibi her şey eğlence, şarkı, türküyle gidiyor. Böyle bir durumda, zaten maddi-manevı sıkıntılan olan gençliğin, orta halli okur yazar kesi- minin edebiyata gönül vermesinin olanak- sızlığı da ortaya çıkıyor.. Ama televiz- yonlaryanlış içindeler. Türkiye'nin sürgit eğlenceye ihtiyaç duyduğunu sanmak çok gülünçtür. Doyma noktasına belki de çok- tan gelinmiştir. İşte Ahmet Oktay'la konuştuklanmız. Onun inceleme-araştırma kitaplannı okuyanlar, yurdun ve toplumun sorunla- nnı, neredeyse tek tek ele almaya çalıştı- ğını, kültürel açıdan günümüzün bir to- pografyasını çıkarmak istediğini belirler. Onu yakından tanıyanlar. kısır dedikodu- lardan, çekemezliiclerden, gıllıgışlı dav- ranışlardan uzak durmayı ilke edindığini çarçabuk ayırt etmişlerdir. Herhalde bu yüzden, Ahmet Oktay'la söyleşmek be- nim için daima sevinç oldu... ODAK NOKTASI AHMET CEMAL ÖzgüNüğün Kültürü Üzerine... Zaman zaman özgürlüklerin nasıl kullanıldıklan üzerine de kafa yormak, en az özgürlükleri savun- mak kadar gereklidir. Çünkü kendi sınırlarının bilin- cine yine kendiliğinden varamayan bir özgürlük, doğrudan tehlike altındadır ve içerden gelen bu teh- like, ağırlık bağlamında dışardan gelebilecek tehli- kelerden hiç geride kalmaz. Üstelik böyle bir du- rumda özgürlük saygınlığını ve variık gerekçesine ilişkin inandıncı gücünü yitirebileceğinden, içerden gelen tehlikenin daha da büyük oluduğu rahatlıkla söylenebılir. Bu söylenenlerden çıkan sonuç, kendi içinde sağ- lam ve kalıcı biryapıyı amaçlayan birözgürtüğün ke- sinlikle kendi kültürünü de oluşturmak, başka deyiş- le bütün geçmişıne bir deneyimler dağarcığı gözüy- le bakarak, bu geçmişi, geleceğin yanılgılan önleyen temeline dönüştürmek zorunda olduğudur. Bu zorunluluk hangi alanda ve türü ne olursa ol- sun, bütün özgüriükler için geçertidir ve bir kez ka- zanılmış olmalanna karşın, sonradan aalt kendi sı- nırlannın bilincine yeterince varamamak yüzünden uçurumun kenanna gelmiş ya da son bulmuş özgür- lüklerin saytsı, tarihte küçümsenebilecek gibi degil- dir. Roma Imparatorluğu'nun tarihi üzerine en önem- li yapıtlardan bınnı kaleme almış olan ünlü Alman ta- rihçı Theodor Mommsen: "Bütün büyük yükseliş- ler, çöküşlerinin tohumlannı da içlerinde taşıriar" derken, sanki yalnızca sıyasal yapılaria sınırlı kalma- yan, evrensel bir gerçeği dile getinmiştir. Çünkü im- paratorluklar gıbı özgürfük de sanki genişledikçe odak noktasınclan, başka deyışle variık gerekçesin- den giderek uzaklaşma tehlikesıyle daha yoğun düz- lemde karşılaşan bır olgudur. Böyle bır genışleme sü- reci yaşanırken öz-hesaplaşmanın, özeleştirinin ye- terince önemsenmemesi, çoğu kez özgürtüğün amacından sapması gibi Ötdürücü bir yanlışa kapı açar. Bu, özgürlüklerin düşmanlan tarafindan da çok iyi bilinen ve harhangi bir özgüriüğün kökünün ku- rutulması istendiğınde silah olarak genellikle çok iyi kullanılan bir gerçektir. Toplumlann yakın tarihlerine bakıldığında, özgürlüklere açıkça ve dıştan saldır- mak yerine, onlardan yararlananlan özgüriüklerini kötüye kullanmaya ıtme yöntemının yeğlenmesi, sık- ça rastlanan bir durumdur. Böylece özgürlüklerden yarariananlann onlara "layıkolmadıkları" izleniminin yaratılması, açıktan saldınya oranla çok daha yıkıcı bir etki doğurabilmektedir. Özgüriüğün, hem içinde doğanlarca hem de son- radan elde edenlerce genellikle kısa sürede "doğal" sayılmaya başlaması da belki kullanım bağlamında özeleştiriyi engelleyen bır neden sayılabilir. Tıpkı ana dilin "nasılsa" biliniyor varsayımla özensiz kullanıl- masınınsonundaanadili -Türkçemizin bugünkü ka- derine benzer biçimde!- bozması gibi, özgüriüğün "nasılsa" var olduğu kanısı da özgürlük gibi temel bir değerin savunmasız bırakılmasına yol açabilir. Özgüriük bağlamındaki bu "doğallık" konusunu Ste- fan Zvveig, özgüriüğün ustalanndan Montaigne üzerine kaleme aldığı ünlü denemesinde şöyle dile getirir: "Montaigne 'in, ruhun özgüriüğü uğnına gi- riştiği savaşıma, artık çoktan tarihe kanşmış, bizim için anlamını çoktan yitirmiş birsavaştm olarak say- gı duymaktaydık. Asıl ve temel değerterin bilincine ancak iş işten geçtikten sonra varmamız, yaşamın akıl erdinlemez yasalanndan biridir: Gençliğin de- ğenni ancak geçıp gittikten, sağlığın değerini onu yitirdikten ve ruhumuzun en değerii özü olan özgür- iüğün değerini de ancak bu özgürlük elimizden alı- naçağı ya da alındığı anda anlanz." Üzerinde yeterince düşünülmeyen, kendine özgü kültürü oluşturulamayan bir özgüriük anlayışı, kolay- lıkla yolundan sapabilir ve saptınlabilir. Iktidara ge- len bazı siyasetçilenn, ellerindeki yetkilerin kendile- rine sağladığı ortamı, başkalannın özgürlüğünü hi- çe sayma özgüriüğüne; bir kez statülerinin güven- celerini kuşanan bazı üniversite öğretim üyelerinin akademik özgüriüklerini, derslerıne gırmeme, öğ- rencileriyle ilgilenecek yerde kendilerini başkaca amaçlara adama özgürtüğüne; üniversite öğrencisi srfatını kazanmış kımi gençlerin, lise yıllannın ardın- dan gelen bir özgüriük atmosferini derslere devam- sızlık ve kendi kendini yetiştirmeme özgürtüğüne dö- nüştürmeleri, sözü edilen sapmalara verilebilecek sayısız örneklerden yalnızca birkaçıdır. Tehlikenin bunca açık ve seçikliği karşısında, öz- güriükferin neden hâlâ onları kullananlarca yolun- dan saptınlabildiği sorulabilir. Bu sorunun en açık ya- nıtlanndan birini Marcel Proust'un bir özdeyişinde bulabilmek olası. Ünlü yazara göre insanoğlu, bir dünyada düşünür, bir başka dünyada da dile getirir; bu iki dünya arasında bir atıflar sistemi kurulabilir, fa- kat aradaki uçurum hemen hiçbir zaman aşılamaz. özgüriük düşüncesı bağlamında da durum aynıdır, çıkış noktası yapılan düşünce ile uygulanan özgür- lük anlayışının olabildığince örtüşebilmesi, kendine özgü birkültürün gelıştirilebılmesine bağlıdır, kültüre dayanmayan her özgürlük ise sonunda pespayeliğe mahkûmdur... GALATASARAY LİSESİ 12. KÜLTÜR VE SANAT FESTtVALt'NDE SON GÜN: 13.30 Panel: "Şundan Bundan", Yöneten: Metin Üstün- dağ, Katılanlar: Cezmi Ersöz, Bahadır Baruter, Tun- cay Akün, Ender Özkahraman, Mehmet Çağçağ, Tev- fık Fıkret Salonu 1530 Gitar Dınletisi: Bülent Ergüden, Tevfık Fikret Sa- lonu 1630 Söyleşı: AtUla Dorsay, Aktüalite Merkezı 2030 Kapanış Konseri: "Kumdan Kaleler", "Tolga Yay- alar Jazz Quartet" ve "Yeni Türkü", Galatasaray Lisesi OnBahçe 23.ULUSLARARASI İSTANBUL MÜZİK FESTVALİ BL G İ N: Atatürk Kültür Merkezi Büyük Sakm: 19.00 New York Fılarmonı Orkestrası (şef: Kurt Masur) Topkapı Sarayı Mûzesi: 2130 Saraydan Kız Kaçırma YARIN: Atatürk KÜMfirMerkezi Büyük Sak>n: 19.00 New York Filarmoni Orkestrası (şef: Kurt Masur) EdebiyatçHar Derneği'nden Dnur Belgesi ve Altm Madalya • KülrürServisi-Edcbıyatçılar Derneğı. kurulduğu 1992 yılından bu yana her yıl Türk edebiyatının çağdaş biçimde gelışmesine katkıda bulunan ve 70 yaşını doldurmuş edebiyat ustalanna "Onur Belgesi ve Altın Madalya"dan oluşan bir ödül veriyor. Demeğin "Onur Belgesi ve Altın Madalya"sı bu yıl llhan Başgöz, Sami N. özerdim, Burhan Arpad, Salım Şengil, Recep Bilgıner, Adnan Benk, Vedat Türkali ve Zihni Anadol'a verilecek. Edebiyatçılar belgelerini 1 temmuz günü saat 20.00'de derneğin 4. Olağan Genel Kurul'unun gerçekJeştınlecegı Şinası Sahnesi'nde alacaklar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle