Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 21 HAZİRAN 1995 ÇARŞAMBA
10 DIZIYAZI
Abdülhamit ve PanislamiztnTanzimat'ın 'Osmanlıcı-
hk' anlayışınakarşılık olarak
Abdülhamit dini öne çıkaran
bir yol tuttu. Abdülhamit'te
Osmanlılann pek büyük ço-
ğunluğunun birliği ve sefer-
berliğinin ideolojisi olarak
görülmektedir fslam.
Bu siyasetin temel öğele-
rinden biri, Abdülhamit'in
panislamizminin ana parçası
olan halifelik temasınm kul-
lanihşı oldu. Şuydu sultanın
düşündüğü: Halife olarak
yalnız Osmanlı tmparatorlu-
ğu üzerinde yaşayan Müslü-
manlann değil, bütün Müs-
lümanlar üzerindemanevi bir
iktidara sahipti. Bu anlayış.
papalığa yakın bir lcurum ha-
îine getiriyordu halifeliği -ki
geleneğe hiç de uygun bir du-
rum değıldi bu!- ve Yıldız da
lslamın bir tür Vatikan'ı olu-
yordu. Müslümanlannbu ku-
rum karşısında bağlılıklannı
uyandırma çabasında, sultan,
Rjfailer ve Kadiriler gibi ki-
mi tarikatlardan yararlandı.
Osmanlı basını, imparator-
luktan en uzakta Müslüman-
lann bağlılıklannı sağlamak
için giriştikleri bütün çabala-
nn alabıldiğine reklamını ya-
pıyordu. Önemli nokta, işte
buradadırbelki: Bütün dün-
yanın Müslümanlanıu hali-
fenin çevresinde birleştir-
mek söz konusu değildi.
açıktır ki -sultan, elindeki
araçlarla bu amaca erişeme-
yeceğıni pek iyi biliyordu-
söz konusu olan, imparator-
hığun içindeki Müslüman
halklan, halife teması çevre-
sinde seferber etmekti.
Içeride kullanılacak tür-
den bir panislamizmdi bu!
Milliyetçillk
vlrüsünün panzehiri
Abdülhamit. Tanzimat'ın esitliikci yaklaşımına karşı dini öne çıkarıyor
'Osmanlıcılık'Abdülhamitçi devleti, Tanzi-
mat'ınkinden en çok ayıran nitelik-
lerden biri, Islam dininin devlette
tutar göründügü yeni yerdir. Ger-
çekten. bir tür 'dinin dönüşü' ken-
dini gösterir kimi alanlarda: Daha
çok cami yapılır, okul programla-
nnda ve okulda Islama daha fazla
yer verilir. Sarayda sultanın çevre-
sinde, önde gelen din erbabmdan
bir kalabalık dört döner: Seyyitler,
hocalar, mollalar, vb.
Kadiri sultan
II. Abdülhamit'in kendisi öna-
yak olur buna. Kadiri tarikatından
olduğundan, müminin görevlerine
pek saygılı bir dindar ve sofu yaşa-
mı sürer. Kendinden öncekilere ki-
mi zaman takılmış, -o onur kıncı-
gâvur etiketini haklı çıkaracakhiç-
bir şey göriilmez davranışlannda.
Dışanda, başka Müslüman halklar
yerıne•Abdülhamitçi devleti, Tanzimat'ınkinden en çok
ayıran niteliklerden biri, Islam dininin devlette tutar
göründügü yeni yerdir. Abdülhamit'e göre Tanzimat'ın
Müslüman olsun olmasın, imparatorluğun tüm
uyruklannı aynı devletin yurttaşlan haline getirmek
düşüncesi başansızlığa uğramıştır. Bir başka dayamşma
ilkesi bulmak gerekmektedir ve Islam olacaktır bu ilke.
Islamcıbk'
ya da devletlerle ilişki kurmak için
din bağına dayanır; Cezayir'e, Mı-
sır'a, Hindistan'a. Çin Müslüman-
lannın nezdinde Osmanlı temsilci-
ler yollanır. Halife yaranna propa-
ganda çabalannı desteklemek ama-
cıyla Müslüman gazetelere paraca
yardımlarda bulunulur.
Halifenin resmi dağıtılır; cami-
de, bağlılık işareti olarak, cuma va-
azında adı anılır kimi zaman. Sul-
tanın siyasetinin -herkesçe 'panis-
lamizm' diye adlandınlan- görüşü-
dür bu: Batılı çevreleri alabildiği-
ne korkutur söz konusu panisla-
mizm; lstanbul'da, bütün dünya
Müslümanlannın bir başkaldınsı-
nın hazırlandığı ve bunun da sö-
mürge sistemini sarsacağı düşün-
cesi içindedir bu çevreler. Bu kor-
ku ne olursa olsun, şurası açıktır ki
Abdülhamit'le değişmiştir hava.
Olayın nedenlerini ve çapını de-
ğerlendirmek kalıyor şimdi.
Nasü bir Panislamizm?
Başlangıçta, Tanzimat'ın politi-
kasını tartışılır duruma getirmektir
söz konusu olan kuşkusuz. Müslü-
man olsun olmasın, herkese eşitlik
sağlayarak imparatorluğun tüm uy-
ruklannı aynı devletin bir bütün
olarak yurttaşlan haline getirmek,
özetle 'Osmanbcdık' düşüncesi ba-
şansızlığa uğramıştır; imparatorlu-
ğun çözülüşünü önlemeyi sağlaya-
mamıştır. Bir başka dayamşma il-
kesi bulmak gerekmektedir ve Is-
lam olacaktır bu ilke. 1878'inerte-
sınde, tanıklıklann büyük bir kan-
şıklık ve şaşkınlığın pençesinde
gösterdiği halklara, umut hizmeti
de görecek ve onlan seferber ede-
cek bir Islam! Islamı vurgulamak,
imparatorluğu dörtte üçü Müslü-
man bir devlet haline getiren yeni
nüfus dengesinden sonuçlar çıkar-
maktır da. Kısaca, Osmanlılann
pek büyük çoğunluğunun birliği ve
seferberliğinin ideolojisi olarak
görülmektedir Islam.
Ne var ki bu halife siyase-
ti, Osmanlıcılığın yerine ge-
çecek bir şeyi bulma arzusu-
na yanıt vermiyordu yalnız.
lmparatorluk için korkunç
olabileceği ortaya çıkan bir
tehlikeye çare bulma amacı-
nı da taşıyordu o; milliyetçi-
lik virüsü, Türk olmayan
Müslüman halklan, Arnavut-
lan, Kürtleri ve Araplan da
sarma tehlikesini gösteriyor-
du. Öyk görünüyor ki sultan,
pek çabuLbüıncine vardı bu
tehlikenin. Böylece Arnavut-
luk'ta, özerklikçi eğilimleri
dile getiren Prizren Birliği 'ni
1800 yılından başlayarak fes-
hettığı ve Arnavutlarla Türk-
leri birleştiren tslam bağını
vurguladığı görülüyor. Ab-
dülhamit, Kürtler arasında,
devlet iktidannı oturtmak amacıyla din-
de başı çeken kimi büyük ailelerle bir
bağlaşıklık siyaseti uygular. Bu politika-
nın etkili olduğu da görülüyor, çünkü
1800'den sonra hiçbir büyük Kürt ayak-
lanışı olmayacaktır devlete karşı.
Arap ayrılıkçılığına karşı
Bununla beraber Abdülhamit, aynlık-
çı eğilimlerin, önce imparatorluğun Arap
eyaletlerinde ortaya çıkacağından korku-
yordu ve Osmanlı iktidanna karşı Arap
kartını oynamayı istediği konusunda pek
erkenden lcuşkulanrrusa benzer lngilte-
re'den. Nitekim 1876 yılının sonlanndan
başlayarak Londra'da yayımlanan Arap
gazetelerinde bir Arap halife yaranna
gerçek bir kampanya başhyordu. Daya-
nılan düşünce de şuydu: Halifeliği, Os-
manlılar zorbalıkla elde etmişlerdi; onu
üzerinde hakkı olan Araplara geri ver-
mek gerekiyordu. Başlarda özellikle
Lübnanlı Hıristiyanlarca savunulan bu
düşünceleri, VVUfrid Scaven Blunt yeni-
den ele aldı sonra; bir lngiliz şair ve aja-
nı olan bu insan, 'The Future of tslam'
(lslamın Geleceği) adıyla 1881'de ya-
yımlanan bir eserde -parlak biçimde- di-
le getirdi bunlan.
Bu düşüncelerin Avrupa'da ete kemi-
ğe bürünmeye başladığı bir sırada, impa-
ratorluğun Arap eyaletleri de belli bir
• Abdülhamit'in izlediği siyasetin temel
öğelerinden biri, panislamizmin ana
parçası olan halifelik temasınm
kullanılışı oldu. Şuydu sultanın
düşündüöü: Halife olarak yalnız
Osmanlı imparatorluğu üzerinde
yaşayan Müslümanların değil, bütün
Müslümanlar üzerinde manevi bir
iktidara sahipti.
• Halife siyaseti, Osmanlıcılığın yerine
geçecek bir şeyi bulma arzusuna yanıt
vermiyordu yalnız. lmparatorluk için
korkunç olabileceği ortaya çıkan bir
tehlikeye çare bulma amacını da
taşıyordu o; milliyetçilik virüsü, Türk
olmayan Müslüman halklan,
Arnavutları, Kürtleri ve Arapları da
sarma tehlikesini gösteriyordu. -
Abdülhamit döneminde, lslamın modernleştirilmesi üzerine düşünen
kim varsa, Mısır'a kaçırtmıştı Osmanlı sansürü. Sonuçta da geleneksel
ilahiyatta olduğu gibi reformcu düşünce alanında da Kahire, Müslüman
dünyanın dinsel başkenti olarak istanbul'un yerine geçti. Abdülhamit'in
büyük panislamcı siyasetinin paradoksal sonucuydu bu en azından!
kaynaşma içine giriyordu açıkça. 1880-
1881'de Beyrut'ta, Halep'te, Şam'da ve
Bağdat'ta, Arap halklannı Osmanlı vesa-
yetini silkıp atmaya çağıran bildiri ve
ilanlar görülüyordu. Gözlemcilerin sap-
tadıklan gibi Türklere düşman bir hava
gelişmektedir ve Abdülhamit, lngilte-
re'nin parmağını görür bunda. Başlarda
Lübnan Hıristiyanlanndan küçük bir
grupla sınırlı kalan Arap halifelik ya da
hatta bir Arap devleti teması, yavaş ya-
vaş yol açacaktır kendisine. 1902'de Su-
riyeli aJ-Kavâkibfnin 'Kentierin AnasT
adlı eseri yayımlanıyordu Kahire'de; ya-
zar, merkezi Mekke (kentlerin anası) ola-
cak, sadece manevi iktidara sahip bir
Arap halifeliğinin güdümü altmda, lsla-
mın diriliş planını öneriyordu kitabında.
Birkaç yıl sonra 'Türk Asya'da Arap Uhı-
sunun Uyanışı' adlı Fransızca bir kitap-
ta, Necip Azıiry, Arap milliyetçiliği dü-
şüncesini açıklayacaktır.
Abdülhamit'in 'panisiamizmi'ni, Arap
eyaletlerde -henüz bulanık haldeki- işte
bu aynhkçı tehlikeye bakıp değerlendir-
mek daha yerinde olur. 'Arap' denebile-
cek ve Arap eyaletlerini Osmanlı devle-
tine daha da sağlam olarak istif etmeyi
arayan siyasetin öğelerinden biridir bu.
Bu amaca varmak için başkalannın yanı
sıra bir araçtı din. Arap halifelik düşün-
cesine yanıt vermek amacıyla sultan, Os-
manlı halifeliğinin yasallığını savunan
Arapça propaganda eserlerinin yayımını
destekliyordu.
Nedir Abdülhamit'in Arap politikası-
nın öteki görünüşleri?
Arap politikasının öteki
görünüşleri
Önce Arap eyaletleri, siyasal ve iktisa-
di bakımdan öncelikli dunıma gelirler.
imparatorluğun eyaletler hiyerarşisinde,
başta gelenler olurlar; yani yönetici ola-
rak en yetenekli insanlar atanu" oralara.
Devlet yatınm ve olanaklanndan daha
önemli bir bölüm aynlır kendilerine.
Böylece 1882 ıle 1908 yıllan arasında.
Suriye'de ve Hicaz'da 2350 kilometre de-
miryolu döşenecektir; aynı tarihler ara-
sında Anadolu'da yapılanı 1850kilomet-
reliktir ki Abdülhamit döneminde döşe-
nen demiryollannın bütünü içinde birin-
cisi yüzde 47, ikincisi ise yüzde 37'lik bir
oran tutar. Şam gibi bir kent, 1906'da ve
tstanbul'dan önce aydınlatılır ve elekt-
rikle işleyen tramvaylarla donatılır. Eği-
tim alanında büyük bir çabaya girişir dev-
let: Beyrut'ta ya da Şam'da. devlet okul-
lannın açılışı başka yerlerde olduğundan
çok daha hızla yürür.
Bu politika, devlet yaşamında Arapla-
ra daha fazla yer ayırmaktı da aynı za-
manda. Yıldız'da, sultanın çevresindeki
din ileri gelenleri gnıbundan başka hazır-
lık makamlannda (Lübnanlı MarunîSe-
lim MeUıame Paşa gibi) ya da saray da-
irelerinin başında (saray ikinci kâtibi
Arap tzzet Paşa gibi) Araplar bulunuyor-
du. Orduda da Arap subaylar çoğalmış-
tı: 1886'da, en az 3200 subay vardı on-
lardan. Arap eyaletlerde, Abdülhamit,
Şamlı ya da Halepli kimi büyük ailelerin
ileri gelenlerine ya da kabile şeflerine da-
yanıyordu. Öte yandan, bu şeflerin oğul-
lannı okutmak ve onlan Osmanlı devle-
tine bağlılık içinde yetiştirmek amacıy-
la 1892'de lstanbul'da Aşiretler Mektebi
kurulmuştu.
Hicaz demiryolu
Bu Arap politikasının en gözalıcı gö-
riinüşlerinden biri, Arabistan'ın kutsal
kentlerini Şam'a bağlamak üzere, Hicaz
demiryolunun yapımı oldu kuşkusuz. Gi-
rişimin açıklanan amacı, Mekke"ye olan
haccı kolaylaştırmaktı. Aslında başka he-
deflerin arkasındaydı sultan: Arabis-
tan'ın sık sık kıpırdanıp duran sınırlan-
na doğru daha çabuk asker taşımak ve
kutsal kentleri; hükümdann, halife unva-
nından yararlanabileceği bir Arap devle-
ti merkezi olmalannı engellemek ama-
cıyla daha iyi denetlemekti bu hedefler.
Bütün dünya Müslümanlannın katkılan
sayesinde yapılan ve esas olarak Türk
mühendis ve teknisyenlerince gerçekleş-
tirilen eser, bir başan oldu
teknik yönden. Rekor sayıla-
bilecek bir sürede döşenen
yol, Jöntürk devrimi patladı-
ğı sırada Medine'ye ulaşıyor-
du; demiryolunu, kendi ker-
vanlan için yasal obnayan bir
rakip diye gören Bedevilerin
direnişiyle de karşılaşrruştı.
Hicaz demiryolu, büyük bir
dayamşma atılımına yol açtı
Islam dünyasında ve impara-
torluğun Müslüman yığınla-
n üzerinde, onlan tartışılmaz
biçimde harekete geçirici bir
etkisi oldu. Simgesel bir de-
ğeri de vardı aynca: Müslü-
manlann, teknik bir alanda,
Avrupalılann yardımına ge-
rek duymadan bir şey gerçek-
leştirebileceklerini gösteri-
yordu bu!
Sonuç olarak...
Böylece Abdülhamit'in
panislamizmi, imparatorlu-
ğun Müslümanlannı halife-
lik teması çevresinde hareke-
te geçirmek ve Arap eyalet-
leriyle bağlan sıkılaştırmak-
tan ibaret oldu. Onun dışında
ise Islam dini. görünüşte da-
ha büyük bir yer tutmuş olsa
da Tanzimat'tan önceki du-
rumunu elde edemedi. Tersi-
ne. reformlar döneminin
dünyasallaşmasına eğilimler,
örneğin 1879'da adli alanda
güçlendi. Ulema, geleneksel
iktidanna yeniden kavuşma-
dı ve sivil iktidarca yakından
denetlenmesi sürdü. Abdül-
hamit'in atadığı şeyhülislam-
lar, sultanın iplerini kolayca
elinde tutabileceği ikinci de-
receden kişiler oldular. Bir-
kaç istisnasıyla tarikatlar çö-
küşlerine terİc edildiler; refor-
muna ileride Jöntürkler za-
manında girişilecek medre-
seler de öyle oldu. Aslında
çoğu kez kabına sığmaz du-
nımda olan softalara, yani
medrese öğrencilerine güven
duymuyordu sultan. Abdül-
hamit döneminde lslamın ye-
rinin bir başka göstergesi, din
kitaplandır. Daha çok yayım-
lanır bu tür kitaplar; ne var ki
laık konulan inceleyen eser-
lerden daha azdır oranlan.
Din üstüne kitaplar, Abdüt-
mecit zamanında basılan
eserlerin yüzde 38'ini, Ab-
dülaziz zamanında yüzde
22'sini, Abdülhamit döne-
minde ise yalnız yüzde
14'ünü oluştururlar. Bütün
bu öğeler, daha önce söyledi-
ğimiz 'dinin dönüşü' olayı-
nın aynntıdaki inceliklerini
belirtecek şeylerdir. Aslında
Islam, devlette eski haline
getirilmiş ohnaktan uzakn ve sultanın ha-
sımlannın ileri sürdükleri gibi teokrasi-
ye dönüş asla söz konusu değildi.
Bunun gibi bir Islam reformu da bahis
konusu olamazdı. Daha kanksız bir ilk Is-
lama dönüşün yanı sıra onu modern dün-
yaya uyarlı hale getirmeyi hedefleyen bü-
yük tslam reformizmi hareketi, özellik-
le XIX. yüzyılın sonlannda Hindistan ve
Mısır Müslümanlan arasında etkin du-
rumdaydı. Bununla beraber, büyük Is-
lam reformcusu Cemalettin .\fganL 1892
yılından başlayarak sultanın has konuğu
oldu; ne var ki 1870'te lstanbul'da ilk bu-
lunuşu sırasında olduğu gibi bir yenile-
me mesajı taşıyıcısı olarak gelmemişti,
1878'de Hindistan'da yayımlanan ve tan-
ntanımazlan, yasa ve ahlak yıkıcılannı
kesip biçen 'Materyalistlere Reddiye'nin
yazan sıfatıylabulunuyordu. tstanbul'da
ya da Arap eyaletlerinde, tslamın mo-
dernleştirilmesi üzerine düşünen kim
varsa, Mısır'a kaçırtmıştı Osmanlı san-
sürü. Sonucu da şu oldu bunun: Gele-
neksel ilahiyatta olduğu gibi reformcu
düşünce alanında da Kahire, Müslüman
dünyanın dinsel başkenti olarak İstan-
bul'un yerine geçti artık. Abdülhamit'in
büyük panislamcı siyasetinin paradoksal
sonucuydu bu en azından!
Yarın: Jöntürk muhalefeti
ve devrim
Vlimari miras ve koruma güldürüsü
Prof. S. MUHLİS TÜRKMEN / Mimar
Mimar Sinanın büyük ustalığı ve dehasıyla tasar-
layıp yarattığı Süleymaniye Camii ve külliyeleri, Istan-
bul kenti ve topografyasıyla şaşılacak derecede güzel
ve duyarlı bir uyum içinde bulunan bir mimari ve şehir-
cilik anıtıdır. Bu hanka kunıluştan ismini alan Süley-
maniye semti de aynı anlam ve güzellikte bir yaşantıya
sahipti. Özenilmiş büyük ve göz alıcı konaklann yer
aldığı bu bölge, günümüzde bir vıraneye dönüşmüş
olup, oda oda kiraya verilmiş ve hatta bazılannda
küçük çapta atölyeler kurulmuştur: Aynca bu çevrede
yer alan gerek kamu ve gerekse özel sektör yapılan da
kültürel mirasımız olan mimariyle ve dolayısıyla tari-
hi mekânlarla, sıluetle ve tarihle bir denge ve bütün-
lük sağlamayarak betonlaşmanın çirkin bir ömeğıni
burada da vermişlerdir. ,
Sözler havada kaldı
Sivil mimarimizin en iyi ömeklerinden olan Süley-
maniye evlerinin onanmı ile ilgili yeni bir proje
hazırlamyor, hazırlandı ve çok yakında uygulamaya
geçilecek söz ve yazılannı duymayan, okumayan
kalmamıştır zannediyorum. 1988 yılında Bedrertin
Dalan, bir konuşmasında hazırlanan yeni bir projenin
altı aya kadar bitirileceğıni ve hemen uygulamaya
geçileceğini belirtmiştı. Verilen bu sözler boşlukta
kaldı ve sadece evler biraz daha yıprandılar. Çökenler
oldu; çoğu da ayakta zor duran, bakımsız insanlara
döndüler. Bu büyük tarihsel zenginliğimızin bır kısmı
gözlerimızın önünde yok olup gidiyor. Işi artık kader-
• Uyg
ar
bi
r
ülkenin insanlanyız. Süleymaniye, Zeyrek ve diğerleri gibi bölgeleri yaşatıp
geliştirmek, onarmak için çokça kurum ve derneklere, vakıflara sahibiz. Ama gelgelelim
bu konular ancak sohbet, iyi niyet, temenni ve verilen sözlerden ileri gidememiştir.
ine mi bırakıyoruz? Koruma ve onanm görevi artık yer-
ine getirilmelidir.
Ama nasıl ve ne zaman?
Istanbul Taşınmaz Kültür ve Tabıat Varlıklannı Ko-
ruma Kurulu'nda (2. Nolu kurul) görevli bulunduğum
>ıllar (1987 -1990) çalışma mekânımız bu bölgede yer
alan Kayserili Ahmet Paşa Konağı idi.
Yeni restore edilen yapı, bütünü ile ahşap olup aynı
ismi taşıyan sokağa bir renk ve güzellik getirmişti, an-
cak yalnızlıgı ile çevresinden aynlıyordu. Yapıdan
çıkıp Kirazh Mescit ve dığer paşa, ulema (bılgin) isim-
lerini taşıyan sokaklan dolaştıktan sonra başım önde,
dalgın. ûzgün ve düşünceli olarak dönerdim. Bugün de
değişen bir şey yok, her şey biraz daha eskidi, konak
arüklan çöktü ve bir kısmı yok oldu. Karşımızda kalan-
lar ise virane (yıkıntı) halinde. O günlerde ve bugün
dahı takıldığım bir konuda böylesine önemli bir iş
gören kurullann ahşap bir yapı içine yerleştirilmesi
olmuştur. Sakıncalı bulduğumu tekrar hatırlatınm.
Levhalar gülûnçleşti
Gerek bu durumu ve gerekse Süleymaniye Ma-
hallesı ve diğer benzen bölgelerdekı yok olmaya yüz
tutmuş geleneksel mimari eserlerimızi yazdık, yazıldı,
konuştuk, konuşuldu. Sonuçta elde edilen sıfır. 1985
yılmda koruma projesine dahil edıldiklerini belirten
levhalar asılmıştı. fnceleme sonucu levha asılan bu
evlerde üniversitede çalışanlann oturduklan bihn-
mekte idi. Bugün kimlerin oturduğunu bilmiyorum.
Evet. harabe halindeki bu evlerin taşıdıklan
"Ydalamaz tarihi eserdir" levhalan, artık bizler için
gülünç kalmaktadır.
Yukandakı satırlarda değındiğim gibi Bedrettm
Dalan'uı 1988'dehazırlattığıprojeile 1992'de tüm ev-
lerin onanmmın bitirileceği sözlerinı hâlâ duyuyor
gibiyim.
Bir başka utanç: Zeyrek
Bu konuda 1970'lerden bu yana çalışmalar tam yir-
mi beş yıldan beri devam etmektedir. Bu arada UN-
ESCO işin dışında bırakılmıştır. Yerel yönetimler de
problemi çözemedi. Yıllar önce uzmanlann "Tarihi
doku ve sivil mimarimizi en iyi koruyan bir beige"
olarak nıtelendırdiklen Süleymaniye semtını bu hale
dönüştürenler utanılacak bir tablo sergilemektedirler.
Bakınca bir diğer utanç duyulacak semt de Zeyrek"tir.
Burası da sahip olduğu mimari değerlen ıle tıpkı Sü-
leymaniye semti gibi acele onanm beklemektedir.
Istanbul 'da en aşağı bu değerde yüzlerce mahalle ve
binlerce ev (nedenlen bızce makbul değildir) yavaş,
yavaş yok olmadılar mı?
Aslında bu gibi olaylann oluşumunda yer alan
kişilerin yaptıklan bır suç değil midir? Eğer suç olarak
kabul edilmiyorsa başka ne olabilır? Nasıl önlenebilir
bu facıa? Bu sorulann yanıtlannı bir Istanbullu ve
yanm asır bu kentte mimarlık yapan bir kişi ve eğitim-
ci olarak ilgililerden tatmin edici bir biçimde bekliy-
oruz. Bu konuda ayn bir tehlike de projelerin istenilen
nitelikte hazırlanıp onanm ve restorasyon işlerinin iyi
gitmemesi sonucu (örnekleri çokça görülmektedir)
kalitesiz restorasyonlara benzer bir mahallenin çıkması
uzücü olacaktır. Aman dikkat.Uygar bir ülkenin in-
sanlanyız. Süleymaniye, Zeyrek ve diğerleri gibi böl-
gelen yaşatıp geliştirmek, onarmak için çokça kurum
ve derneklere, vakıflara sahibiz.
Ama gelgelelim bu konular ancak sohbet, iyi niyet,
temenni ve verilen sözlerden ileri gidememiştir.
Başı dik olabilmek—
Toplumda bir tarih ve sanat bilinci ve sevgisi yok
demıyorum; istenilen bu sevgiyi ve bilinci yerinde, za-
manında bır mantık çerçevesinde kullanabilmektir.
Tunstlerce en fazla görülmek istenilen Süleymaniye
Camıi ve çevresı ıle Zeyrek'ın çok yakından gerektiği
şekılde projelendirilip doğal kurallara uygun bir işleve
(konut, konaklama, kültür tesisleri) ve esaslı birdüzen-
lemeye kavuşturulacağına inanıyor ve beklemeye
sabırla devam ediyoruz.
Evet büyük bir ilgisizliğe zaman içinde uğrayarak
tanhi doku ve sivil mimarisini bakunsız ve yıpranmış
bir durumda günümüze aktarabilen Süleymaniye ve
Zeyrek mahalleleri, elbet bır gün özgün ve büyüleyici
görüntülerini kazanacaklardır. Sonuçta bizler de bu
bölgelerde dalgın, üzüntülü ve düşünceli olmayarak
başımız dik dolaşabileceğiz.
POLtTİKA VE OTESt
MEHMED KEMAL
Memupların Sesi...
Günlerdir, toplusözleşmeli, grevii sendika hak-
lannı alabilmek için yurdun dört bir yanından ge-
len memurlar, önce başkentin sokaklannı, sonra
da Kızılay'ı doldurdular. Ilgililerle görüşmek isti-
yorlar, görüşemiyoriar; Başbakan Tansu Çiller'le
konuşmak istiyorlar, konuşamıyorlar. Taşkınlığı
olmayan bir disiplin içinde sonucu bekliyortar.
Ankara, oldum olası bir memur şehridir; cum-
huriyetin başından beri göbeği böyle kesilmiştir.
Mayası böyle atılmıştır. Eskiler anlatırtar:
Kentin giriş ve çıkış yerierini tutan ilgililer, me-
mur yapmak için okur yazar kişiler arariarmış.
Savaşlarda yitenlerin yerierini doldurmak zor-
muş. Okur yazarlar memur olarak alınır, bürokra-
si böyiece kadrosunu tamamlarmış.
Tuhaf bir rastlantı, Meclis'te milletvekilleri ana-
yasa değiştirmek için toplanmışlar, bir türtü de-
ğiştiremiyorlar. Memurlar da grevli, toplusözleş-
meli sendika istiyorlar, bir türlü alamıyorlar. Oysa
Kızılay'la Meclis arası 500 metre bile yok...
Memurlar bir türlü haklannı alamıyorlar, bu gi-
dişle alacaklan da yok. Her türlü eyleme başvu-
ruyoriar. Bu eylemlerin arasında "iş bırakma" da
var. Polis, eylemci memurtara kanşmıyor. Hatta
ayaküstü söyleşiyorlar da. Memuruna sözünü
geçiremeyen devlet olur mu? İşte böyle, devletin
memuruyla polisi eylem alanında çene çalıyoriar.
Yabancı işçi temsilcileri de memurian destekli-
yoriar. Bir yabancı gazeteci, gördüklerini şöyle
yansıtıyor
"Saat 03.00 sıralannda alana Isviçre Emekçi-
ler Partisi, bunun yanında Yunan İleri Sol Güçler
Birliği, Güney Kıbns Komünist AKEL Partisi,
Fransız Komünist Partisi, Ispanya Birieşik Sol
Parti, Almanya Demokratik Sosyaiizm Partisi
temsilcileri geliyorlar. Türkiye'de böyle bir po-
tansiyel varmış diye şaşınyohar."
Memurların eylemi böyle bir olgunluk içinde
geçiyor. Orada bulunanlar, birbirterini tanımasa-
lar bile yiyeceklerini, azıklannı paylaşıyorlar. Kış-
kırtmalara gelmiyorlar. Sıkışık bir düzende hare-
ket ediyorlar. Aralarına provokatörlerin girmesine
izin vermiyorlar. Eylemin dışındakileri eyleme ya-
naştırmıyorlar.
Necmettin Cevheri, "Her ne kadar bu eylem
yasadışıysa da demokratiktir" diyor.
Memurlar, aralarına kışkırtıcıların girmemesi,
yabancıların korteje sızmaması için ellerinden
gelen her türlü çabayı gösteriyorlar. Başbakan
Tansu Çiller'in temsilcileriyle görüşmemesine
karşın seslerini duyurmasını bildiler. Yabancılann
taşkınlıklan önlendi. Olayı gören ve olumlu karşı-
layan memurlar "BravoL." diyerek alkış tuttular.
Gene yabancı afış ve pankartlan alana sokmadı-
lar.
"Bir gün daha kalalım, hakkımızı alalım" di-
yenler oldu. Kimisi kaldı, kimisi kalamadı. Ya-
bancılar dışlandı, alana sokulmadı.
Bir hükümet kendi memurunun sesine de ku-
lak vermez, onun isteklerini karşılayamazsa ne
olur?
Her şey olur!
Orhan Veli'nin "memur" şiirini şuraya alalım:
Biz memurlar,
Saat dokuzda, on ikide, saat beşte
Biz bizeyiz caddelerde.
Böyle yazmış yazımızı ulu Tann;
Ya paydos zilini bekteriz
Ya ay başını.
BULMACA SEDAT YAŞAYAN
1 2 3 4 5 6 7 8SOLDAN SAĞA:
1/ Tüccar, tacir. 11
Ekim amacıyla
içine tohum at-
mak için toprakta
açılan çukur...
Hak ve hukuka
uygun olan. 3/Yı-
kanılan yer... Ö-
hanBerk'inbirşi-
ir kitabı. 4/ Köy-
deki işlerin elbirli-
ğiyle bitırilmesi.
5^ Gümüşün sim-
gesi... Bir kcnara
atılmış, uzaklaştı-
nlmış. 6/Aralıksız yinelenen
ve artık düşünmeksizin yapı-
lan eylemlenn tümü... Bir ha-
ber ajansının simgesi. II Bir
yağış şekli... Sünnet olan ço-
cuğun elıni, kolunu tutan ve
çocuk üzerinde babaya yakın
hak taşıyan kımse. 8/ Adlan
aynı olanlardan her biri... Şu-
be. 9/Pozisyon... Birçeşitbö-
rülce.
YUKARDMN AŞAĞIYA:
1/Yoğurtlu pirinç, buğday ya da bulgur çorbası... Meyve ku-
rusu. 2/ Avrupa Birliği'nin ortak para birimi... Bir sıvının
içindeki alkol derecesi. 3/ Cinayet işlemiş olan kimse... En-
düstri. 4/ Bir yerde oturma... Saka Türkleri'nin bir destanı.
5/ Çıçeği bahar olarak kullanılan kokulu bir bitki. 61 llave...
Orta Karadeniz bölümûnde bir dağ sırası. 7/Eskı Türkler'de
ve Moğollar'da halcanın seçme muhafızlanna verilen ad...
Bir içki. 8/Çıplak vücut resmi... At ahın. 9/Kayseri'nin 20
km. kuzeydoğusundaki ünlü höyük.
TVIRKİYEYAZARLA8SESDİKASI
1. SANAT GÜNLERİ
AÇil'S KONUŞMAS! ATAOL BEHRAMOGLU l T v
S Gene-Başkanı)
AZİZ NESİN
*YS. Kunıcu Başkanı ve Oru< Konuğu;
26 HAZ1R*M 95 P4ZARTE9
ZÖLFÖ
LJVAMELİ
YENİTÜRKÜ
BİRSEN TEZER
RUŞEN AVŞAR
GRUP LAÇİN
27 HAZIRAN '95 SALI
LEMAN/EDİPAN/I
I/AKISAM/AKBAYRAM
OENCO ERKAL
TUNCEL KURTtZ
BİRSEN TEZER
RUŞEN AVŞAR *
OÛLTEN AKIN
NURSELİ İDİZ
ARİF DAMAR
StNAN:
MÜJDAT GEZİM
AÇIKHAVA TİYATROSU ^-fr4-''
BİLET SATIŞ' TOM VAKKORAMA UAfiAZALARI - YAZARLARIN EVİ TEŞVIKİYE
TEl. 261 25 5S-59 LEST TURİZM HMADA6 TEL 233 45 28-25 FAX 24$ 01 38 UEFlSty
KİTAPEVİ KAOIKOY-BEYOSLU 245 42 28 VE KONSEB GÛNLERİNOE
AÇIK HAVA TİYATROSU SIŞELERİNOE
OflOANlZASYOH: YAZARLAHIN EVİ j LEST OHSANİZASYOK