Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
13 HAZİRAN1995 SALI CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
'Bombay'a gitme
şansım olsa flk uçağa binerdim'
Salman Rüşdü'nün yeni romanı
'Arabm SonNefesi' sonbaharda
yayımlanıyor
"ŞevtanAyeÖerPnden son-
ra, Hitıt kökenli Ingiliz yazar
Sabnan Rüşdü'nün yazdığı
ilk romanın adı "The Moor's
Last Sigh" (Arabın Son Ne-
fesi). Çok kültürlü bir ortam-
da geçen romanın başkişisi;
annesi Hıristiyan Portekizli-
Hintli, babası Yahudı bir ls-
yanyol-Arap-Hintli kanşımı
olan bir çocuk.
Salnjan Rüşdü, yeni yapı-
tıyla ilgili ilk söyleşiyi, yaza-
nn Danimarkaca çevinneni
Thomas Harder ile yaptı. Is-
veç gazetesi Dagens Nyhe-
ter'de 28 mayısta yayımlanan
söyleşinın bazı bölümlerini
aktanyoruz:
Harder: Yeni romanın
"The Moor's Last Sigh" öy-
lesine yaşam ve renk dolu ki,
son yıllarda yaşamak zorun-
da olduğun koşullar altında bunu yazdı-
ğına inanmak güç.
Rüşdü: Hindistan gezilenm sırasmda
sürekiı olarak günce tutmamın bana bü-
yük yaran oldu. Kitabın ilk bölümü, Gü-
ney Hindistan'da geçiyor. Burada, 1983
ve 1987'de yaptığım gezilerdeki notlanm
çok işime yaradı. Örneğin, hangi bitki-
lerin nerede daha iyi yetiştiğini. nasıl
koktuklannı ve diğer somut tanımlama-
lan yazmıştım. Kuşkusuz, daha sonra
okuduğurnda birçok anım canlandı. Bu
güncelerim olmadan, romanın Hindis-
tan bölümünü asla yazamazdım.
Fakat, eğer dunımum çok acil olarak
değişmezse ve yılda bir kez Hindistan'a
gider hale gelemezsem, bir daha olayla-
nn Hindistan'da yaşandığı, o çevrenin
olduğu bir roman yazamam. Hiç kuşku-
suz, Hintli kişilerle ve yerlerle ilgili çok
şey yazabilirim ama, bugûne dek ızledı-
ğim çizgi, son durumu aynen yansıtmak
olduğu için, işte bunu yapamam. Her ye-
ni gelişmeyi yerinde izleyemezsem, çev-
reyle olan yakın ilişkım kopar.
Harder: Ingiltere'yle ya da Avru-
pa'yla ilgili yazmayı düşünür müydün?
Rüşdü: Bilmem ki... dünya büyük;
edebiyat, dünyadan da büyûk.
Harder. Senin çevirmenlerinin karşı-
sına çıkan sürekli bir sorun, sürekli ola-
rak yalnızca Hindistan'da geçerli olan
durumlara değinmen. Dünyanın diğer
bölgelerinde yaşayanlar için bazı şeyle-
ri anlamak güç oluyor.
Rüşdü: Hintliler benim romanlanmı
okuduklan zaman, verilen işaretleri an-
lıyorlar. Başkalan ise güç durumda ka-
lıyorlar, çünkü Laurence Sterne'i, Dlc-
kens'ı ya da bir şiıri andığımda hiçbir
çağnşımla karşılaşmıyorlar. Belki de en
iyisi bu. Tadı güzel bir çorbanın her mal-
zemesini ayırt etmek gerekmez çünkü.
Harder: Gayetbilinçli olarak, Hindis-
tan lngilizcesiyle standart lngiltere Ingi-
lizcesi arasındaki farklılıklardan yararla-
nıyorsun...
Rüşdü: Hep yaptığım bir şey. Söz di-
zimi ve tümcelerin uzunluğu dışında, do-
ğal olarak argo ve sözcük haznesi bakı-
mından da önemli farklılıklar var. Ayn-
ca diğer derin farklılıklar da var. Örne-
ğin Hintçe, çok daha görüntü yüklü, me-
taforlu bır dil. Urdu diliyle "mehtap yük-
setiyordu"demek için, "mehtap uyanı-
yor" sözcükleri yeğlenir. Benim anadi-
lim Urduca; Hintçeyi de biliyorum. Bu
iki dilde normal bir tümce, batı dillerin-
de olduğundan daha uzundur. Bu farkJı-
lığı, Ingilizceye aktarmaya çalışıyorum.
Kulağa garipgelebilir ama bu gariplik il-
ginç ve çarpıcı da olabilir.
Harder: Daha önce kanşık kültürleri
ve babası belirsiz çocuklan sevdiğini
söylemiştin. Yeni romanmın baş kişisi;
annesi Hıristiyan bir Portekiz - Hint ka-
nşımı kadın, babası ise Ispanyol, Arap ve
Hintli kanşımı bir Yahudi. Kan ve kül-
tür kanşımı bakımından bu durum reko-
ra yakın olmalı...
Rüşdü: Şu sıralar Hindistan'da, azın-
lıklara karşı bir çeşit kampanya sürdürü-
lüyor. Hint çogunluk, Hindistan kültürü-
nü tümüyle Hindu kültürü olarak tanım-
lıyor ve başka her şeyi dışlıyor. Ben, bu
çoğunluğun Hindistan kültürünü tekeli-
Jiu romanımla belirli bir projeyi de sonuçlandırmış
oluyorum. "Geceyansı Çocuğu", "Utanç" ve "Şeytan
Ayetleri" ile "The Moor's Last Sigh" bir Jcuartet oluyor,
baştan böyle bir amaç taşımadıysam da. Eğer bu dört kitap
sırayla okunursa, dördünde de ortak bir çizgi ve anafikir
olduğu görülür. Artık bu proje sonuçlandığı için,
rahatladım. Başka şeylere eğilmemin zamanı geldi. Şu
anda, iki çarpıcı proje arasında kararsızım. Bir gün birisi
hoşuma gidiyor, ertesi gün ondan bıkıyorum. Sonra
yeniden ilgimi çekiyor...
ne almasını reddediyorum. İşte bu ne-
denle, olabilecek en küçük azınlığı, tek
kişilik azınlığı başkışi olarak aldım ve
okura, "Bu durum, anlablanlann Hint
kültürü dtşındaoklıığunu göstermez, bu-
du. Eline bir baltayı alıp bir ülkeyı ıkıye
bölme düşüncesi bile... Evet, bizim ya-
şamımız sırasında da böyle bir bölünme
Avrupa'da görüldü, Almanya bölündü
ama daha sonra, yapılanlar yapılmamış
ağırlaşıyor. Eğer bundan sonra Pakıs-
tan'a asla gidemezsem, hiç üzülmem.
Harden V. S. Naipaul'un kaleminden
Hindistan okununca bu ülkenin, son de-
rece şiddetle iç içe bir ülke olduğu izle-
Harden Şiddet, bu ülkey-
le ilgili Batı'nın kullandığı
iki klişeden biri. Ötekisi ba-
nşçıl, sabırlı ve ruhani Hin-
distan; materyalist, ruhani-
likten uzak Batı'dan üstün bir
ülke.
Rüşdü: Bu iki klişeden
ikincisi, en az doğru olanı.
Ruhani Hindistan kanısı, ba-
na hep komik gelmiştir. Ay-
nı aymazlıkla, Batı'nın orta
sınıfindan gençler Hindis-
tan'a gittiler ve bir gurunun
ayaklan önünde diz çöküp
ona Rolex marka kol saatle-
rini verdiler. Aklı bulmak
için Hindistan'a gelen bu
genç Batılılar. alay konusu
oldular; halk güldü onlara.
Annem onlara acırdı. Hippi-
lerin yalınayak sokaklarda
dolaştıklannı görünce onlan
eve getirir, kannlannı doyururdu. Baba-
lannın keyfı yerinde banka müdürü fılan
olduklannı, sırt çantalannda Los Ange-
les'e uçağın birinci sınıfında dönmelen
için bılet olduğunu öğrenince çok şaşı-
nrdı
Ilfcıt tarttMi uı
önentf adn GmM
nu büerekoku\aeak>ını/ ucüım
Immstan'a her geüşimde
içtaı neşe dokıyor
Harder: Hint yanmadasının, Hindu
ağırlıklı Hindistan ile Müslüman Pakis-
tan arasında bölünmesine defalarca de-
ğindin. "The Moor's Last SigJTromanın-
daki ailenin parçalanmışlığı, bölünmüş
bu ülkeyı yansıtıyor...
Rüşdü: Bölünme büyük bir acıydı. Ai-
leler parçalandı. Evlilik bozuldu. Erkek
Pakistan'a kaçtı, kadın Hindistan'da kal-
dı ya da tam tersi. ArkadaşlıkJar bozul-
ulüu. Ne yazık kı Hındıstan'ın bölün-
müşlüğü, bölünmemiş hale getirilemez.
Benim için yer çok garip. Benim ailem
Müslüman bir Hint aılesi ama benim için
Hindistan, yaşarnam için çok uygun bir
ülke. Pakistan ise çok uygunsuz. Oysa
kişinin aklında, durumun tam tersi ol-
ması gerektiği geçiyor. Ne var ki bütün
yanlışlanna karşın Hindistan çok zengin
ve açık bir toplum. Pakistan ise kültürel
açıdan yozlaşmış, kapalı bir toplum.
Orada yaşanması hiç hoş dçğil. Hindis-
tan'a her gelişimde içim neşe doluyor.
Pakistan'a her gelişimde ise yüreğim
nimi doğuyor
Rüşdü: Evet. Hatta şunu da ileri süre-
bilirsiniz: Hindistan, neredeyse ABD ka-
dar şiddet dolu bir ülke. Tarihi, çok kan-
lı ve acılı şiddet olaylanyla dolu. Yeni ro-
manımda bütün bunlara deginiyorum.
Periyodik olarak yaşanan, çok sarsıcı şid-
det olaylan var. Nedenini açıklaması
güç; ben hiç değilse deginiyorum bunla-
ra. Naipaul bu durumu, barbarhğın işa-
reti gibi yorumlama eğilimi taşıyor. Eğer
söz konusu olan barbarlıksa -kı öyle- o
zaman bu, bütün ınsanhğa özgü bir bar-
barlıktır.
Harder: Ama aynı klişeye. Gand-
tai'nin neredeyse bir aziz gibı olduğu
inancı dagiriyor...
Rüşdü: Ben Gandhi'nin, Hindistan ta-
nhi için çok büyük önemi olduğu görü-
şündeyim. O olmadan, Hint ulusal hare-
keti asla büyük bir kitle hareketine dö-
nüşemezdi. Gandhi'nin en büyük başa-
nsı, önceleri eğitimli orta sınıfin bir ör-
gütü olan Ulusal Kongre'ye, halkçı taba-
nı getirmesiydi. O olmadan, ulusal ba-
ğımsızlık hareketi asla başanya ulaşa-
mazdı. Bu konuda böyle önemli payı ol-
masını hiç kuşkusuz saygıyla karşılamak
gerek. Ancak azize benzetilmesinde,
kendisinin de payı var. Aziz gibi tapılma-
sına karşı değildi. Politik yaşantısının en
önemli özelliği, kurnazlığı ve yolunu bi-
lirobnasıydı. O uzun 'tuzyürüyüşü' çok
akıllı bir politik adımdı. Onu yalnızca
bir aziz olarak görmek, değerini azımsa-
maktır. Romanımda başkişinin dedesi-
nin, Gandhi'nin bir açıkhava toplantısı-
na gıdişini anlatan bir bölüm var. Bu bö-
lümü olduğu gibi R. K. Narayan'ın "\Vi-
itingfor the Mahatma" adlı romanımdan
aldım. Narayan, Gandhi'yi çok sevecen
bır şekilde anlatıyor.
Harder: Son romanında, Kipling'den
Jebiralmtı var...
Rüşdü: Kipling benim çok ilgimi çe-
kiyor. Kipling'in çok özgün bir yazar ol-
ması, en çarpıcı yanı. Daha az çarpıcı
olan bir başka yanı ise, ırkçılığı. Hindis-
tan'ı anlamıştı ama ne yazık ki ırk bakı-
mından üstünlük gibı hazmı oldukça güç
düşüncelen de vardı. Sözünüettiğin alm-
tı, romanın başında yer alıyor. Bunda
amacım. kolonyal düşünce biçimini oku-
ra aktarabilmektir. Tipik ve klasik bir dü-
şünce tarzmı, tam adamının ağzından
alıp, romandaki Ingilizin ağzına aktar-
mayı, kendi kendime yaratmaktan daha
yararlı buldum. Bu düşünce, yalnızca
Kipling'in değildi; bütün Batı dünyası-
nındı.
Harder: "East - West" adlı öykü kita-
bında. kendıni Batı ile Doğu arasında se-
çim yapmakta zorlanıyor hissettiğini,
ama böyle bir seçim yapmayı reddettiği-
ni yazıyorsun. Bu tarihi açıdan bakılın-
ca, bir hayal değil mi? Senin için bu se-
çimi başkalan yapmadı mı?
Rüşdü: Ben o görüşte değilım. Bu so-
ruyla ne demek istediğini anlıyorum.
Ben ıçimın derinliklerinde, kendimi Ba-
tı dünyasına ait hissetmiyorum, hisset-
meyecegim de. Benim sürgünde yaşa-
rnam, bu durumu etkilemiyor. Kişi yaşa-
mının yansını sürgünde geçirebilir. Soİz-
jenhsin, ABD'de 20 yıl yaşadı ama Ame-
rikalı olmadı. Vatanma dönebildiği an,
döndü de. Eğer benim elime yann Bom-
bay'a gitme şansı geçse, hemen ilk uçağa
binerdim.
Derleyen: GÜRHAN UÇKAN
fWE LB?AIT EBRAU
ı- p,.i : cş ,
(OKSTANTlNOPLb
Galata'dan söz eden kâğıtlann sergisi
GÖKHANAKÇURA
Galata Şenliği'ne bir etkinlikle
katılmarru istediklerinde uzun uzun
düşünemedim. Çünkü önümde çok
az bir süre vardı. Çağnşımın etkisiy-
le gözümün önünde eskı Galata re-
simleri geçit yapmaya başladı. Ben-
deniz o dönemleri bizzat görmek
şansına sahip olamadığımdan. bu
resmigeçit doğal olarak hafizama
nakşolmuş eski kartpostallar, gra-
vürler, ılanlarbiçiminde gerçekleşi-
yordu. Sergı düşüncesınin ortaya çı-
kış öyküsü kısaca böyle.
Düşünce tek başına yeterli değil-
di elbette. Düşünceme suretleri yan-
sıyan objeleri nasıl bulacaktım?
Evet elimdeki malzemeyi biraz ka-
nştırsam bazılannın bende olduğu-
nu görülecekti. Ama ya ötesi? De-
dim ya çok az bir zaman vardı
önümde. Açıkçası 2-3 hafta. Kolek-
siyoncu dostlanma telefon edip,
olayı anlatmak. ikna edilmeleri; on-
ca işlen arasında arşivlerini kanştır-
malan, benim ve onlann boş saatle-
rinin bir araya gelebilmesi, aynlmış
olan malzemeyi taramam, seç-
mem... Mümkün değil, bu sürede
bunlan yapamazdım. Biraz kolaycı
davranmalıydım. Sonunda bir kur-
ban seçtim. Koleksiyonunu bütü-
nüyle bana açacak biri olmalıydı bu.
Galata Şenliği kapsamında açılan 'Kağıt Üstünde
Galata' adlı sergi 17 Haziran cumartes gününe
kadar saat 11.00-18.00 arasında açık kalacak.
Yörükçeşme Çıkmazı No:15, Yüksekkaldınm
adresinde gerçekleşen sergiyi hazırlayan Gökhan
Akçura, serginin öyküsünü anlatıyor.
Aklıma ilk gelen isim Hakan Akça-
oğhıoldu. Nazımı çekecek, bana gü-
venecek birarkadaş. Derdimi anlat-
tım.
Malzemelerin içine daldık. Ser-
ginin kanavası böylece ikimızin ko-
leksiyonlannı tarayarak ortaya çık-
tı. Bunlara sembolik katkılar yap-
ması için yine yakın tanıdığım bazı
koleksiyonculan aradım. Sağolsun-
lar Mert Sandaku Nedret Işli, Lib-
rariede Perave Caleri Alfa beni kır-
madılar. Birer ikişer kâğıt da onlar-
dan topladım.
Demiştim ya suretler kâğıtlarday-
dı. Bu nedenle serginin adı "Kâğrt
Üstünde Galata" oldu ister istemez.
Önce efemera ya da lngilizcesiyle
"Collectabie papers"dcnilen malze-
meyle oluşruralım dedik sergiyi. Ya-
ni koleksiyoncular tarafından top-
lanma değeri bulunan kıymetli kâ-
ğıt malzeme ile yapalım dedık. Ama
bir baktım ki benim reklam tarihi
arşivimden pek bir şey girmiyor bu
tanım arasma. Kavramı biraz geniş-
lettik. Her tür kâğıt malzeme gire-
cekti sergiye. Yeter ki Galata'dan
söz etsin. Ya konusu Galata olsun ya
adresi Galata. Neyse ki Galata, kâ-
ğıt üretmek konusunda hiç cimri
davranmamıştı. Hem tarihsel yapı-
lan görsel olarak yansımıştı kâğıt-
lara, hem de semtin zengin ticari ya-
şamı. Matbaalarkartpostaldan nota-
ya; faturadan etikete Galata imzalı
kâğıtlarbasmıştı. Fotoğraflar çekil-
miş, ilanlaryayımlanmıştı.
Peki Galata dediğimizde çerçeve-
miz ne olacaktı? Evet coğrafı sımr-
lar vardı, ama örneğin Şişhane ya da
Rıhtım, Galata kavramı içine gire-
cek miydi? Yine çağnşımlanmıza
güvenmeyi seçtik. Adı üstünde
"Galata Köprüsü"nden başlayıp,
Karaköy'den geçip Yüksekkaldı-
nm'a tırmandık. Tünel Meyda-
nı'yla da noktayı koyduk. Böylesi-
ne bir yaklaşıma pek ıtiraz eden ol-
mazdı elbette.
Malzemeyi önce geniş olarak top-
ladık. Yere yaydık. İşte işin en zor
yanı karşımızdaydı. Bunca kâğıt
arasından, sergi alanımıza sığacak
kadannı seçmek zorundaydık. Acı
oldu ama bunu da yaptık. Sıra bun-
lann sergilenecek biçime getirilme-
sindeydi. Onjinalleri kullanamıyor-
dum. Koleksiyoncular hem bu kadar
uzun süre mallanndan ayn kalamaz-
Iar hem de Allah korusun ya başla-
nna bir şey gelirse? Bu nedenle
renkli fotokopilerini almaya karar
verdık. Serginin tasanm danışmanı
Esen Karol, 'tki günde bunca iş ya-
pıhr mı' diye (hakJı olarak) söylene
söylene, kopyalama için gereken öl-
çüleri belirledi. Sonra fotokopiler
fotoblokJara yapiştınldı. Biryandan
da afiş ve broşür çalışmalannı yeüş-
tirmeye çalışıyorduk. En başta bu
kadar zorolacağını bilsem bu işe yi-
ne de girişir miydim emin değılim.
Ama neyse, işte artık işin sonuna
geldik. Karşımızdaki boş duvarlar
birazdan Galata imgeleriyle dola-
cak. Ardından heyecanla açılış sa-
atini bekleyip, ilk ziyaretçiierimizi
içeri alacağız. Hoşgeldiniz diyece-
ğiz hepsine. Evet hoşgeldiniz "Kâ-
ğıt Üstünde Galata" sergısine... Ar-
tık söz seyircinin.
ALINTILAR
TAHSİN YÜCEL
Saptırılmış Kavramlar
İster benimseyin, ister benimsemeyin, dünya de-
ğişiyor! Kimi hiçbir şey üretmeden, kâğıt üzerinde
başlayıp kâğıt üzerinde biten kanşık işlemlerle tril-
yoner oluyor, kimi de gene kâğrt üzerinde, terimleri
göndergelerinden kopanp serseri mayınlar gibi kul-
lanarak kıyak düşünür peşrevleri çekiyor. Nasıl mı?
Diyelim ki, bireysel koşullannız "muhafazakâr-libe-
nal" olarak söylem geliştirmenizi gerektıriyor. Şöyle
tarihsel çağnşımlı bir yabancı sözcük buldunuz mu
tamam! örneğin Fransızlann "jacobin" sözcüğünü
bir maymuncuk gibi kullanarak istediğiniz sonucu çı-
karabiliyor, istediğiniz karşıtı istediğiniz kılığa sokup
yerden yere vurabiliyorsunuz. Sözcüğün kötü biran-
lamı yok; Büyük Fransız Devrimi döneminde devrim-
ci bir topluluğun üyelerine, yerleştikleri eski manas-
tır dolayısıyla verilmiş; sonra günlük dilde "ödün ver-
mez cumhunyetçi" anlamını kazanmış. Ne çıkar, siz
karşıtınızın sırtına yüklemek istediğiniz tüm olumsuz
nitelikleri doldurursunuz içine; böylece "ödünsüz
cumhunyetçi" kaşla göz arasında "karmaşık reali-
fe"yi kavrayamayan, "şabloncu ve kategorik" dü-
şünceye tutsak olmuş, "soyut, şematik ve mutlak
doğrucu" kişi oluverir; bu arada, insanlığın en eski,
en soylu yönelimlerinden birini oluşturan doğruyu
bulma çabası da bir tür sapkınlığa dönüşür. Dört
dörtlük bir konducu mantığıyla, "Tabii ki felsefe ve
sanat için çok faydalıdır. Ama bu kafalara bakarak
devlet ve toplum yönetilebilir mi?" diye kesip ata-
rak doğru tutkusunun kendisi gibi felsefe ve sanatı
da çevrim dışında bırakırsınız.
Bu sizin yaptığınız da bir soyutlama, apaçık bir
"şablonculuk"değ\\ midir? Olabilir, ama bu kadarcık
bir çelişki karşısında duralayacak değilsiniz ya! Du-
ralamak şöyle dursun, yerden yere vurduğunuz şab-
lonculuğu son sınınna dek götürür, sözcüğü bir kez
olsun tanımlamadan, nerdeyse tüm Fransız düşün-
cesinı, tüm Fransız düşünce ve siyasal eylem gele-
neğini "müzmin muhalif" jacobin tutuma indirger,
"Fransızya da Jakoben düşünce biçimi"nden, "tek
yönlü, yani Fransız tipi anlamlar"dan söz ederek ta-
rihin en zengin ekinlerinden birini bozuk para gibi
harcarsınız. Sonra sıra Türkiye'deki karşıtlannıza ge-
lir, "Fransız geleneğinin derin etkisiyle, Tünkiye'de
çağdaşlaşma, modernizm, laiklik, rasyonellik, hatta
demokrasi gibi kavramlar tek yönlü, yani Fransız ti-
pi anlamlara sahiptir. Günümüzde kendini liberal sa-
nan bazı aydınlann düşünce tarzlanbakımından hâ-
lâ Jakoben olmalan da Fransız tipi radikalizmin bir
eseridır" diyerek onlan da katarsınız sürüye, bu da
yetmemiş gibı, şaşırtıcı bir Robespierre ve Recep
Peker koşutluğu kurarak cumhuriyet ilkelerini ve
tüm cumhuriyeti, bu tarihi "şablona göre kurgulana-
cak biryap-boz oyunu" sanan aymazlan bir temiz
silkelersinız.
Yergiyi temellendirme konusunda Robespierre bu-
lunmaz bir kaynaktır: "Aklın egemenliğini kur-
mak"ian söz etö diye, sanki kötü bir şeymış gibi, ken-
disini saltık doğruyu arama sapkınlığıyla suçlar, he-
men arkasından da ölümcül yumruğu indirirsiniz:
"Bu uğurda yüz binlerce kelle kesilmiştir." Bu uğur-
da mı, değil mi, orası tartışmalı bile olsa, Robespi-
erre'in çok kelle kestirdiği doğrudur. Ama, insanlık
tarihinde, krallann, imparatoriann din uğruna, şan
uğruna, toprak uğruna kestikleri kellelerin yanında
şu yeryüzünde tüm cumhuriyet yönetimlerinin kes-
tiği kelleler devede kulak kalır; üstelik siz "muhafa-
zakâr-liberaller" atalannızın kestıği kellelerle övün-
meyi seversiniz. O başka, bu başka! Değil mi ya? Öy-
ledir gerçekten: Robespierre'in kelle kesmesi "ide-
olojı"dir, yüz kızartıcı "Fransız rasyonalizmi"û\r\ öte-
kilenn kelle kesmesiyse, "ekonomi!"
Evet, böyle, "ideoloji"y\e "ekonomi"y\ birbirinden
ayırmak büyük kolaylık sağlar: Ekonomi ak, ideolo-
ji karadır; ekonomi iyi, ideoloji kötüdür; bu anlayışı
şöyle bir sezdirdikten sonra, "Siyasi ideolojiyi ya da
değerleri ekonomik kalkınmadan üstün gören tipik
düşünce"n\n beline kazmayı indirmek işten bile de-
ğildir. Bağlanmakla onur duyar gibi göründüğünüz
"muhafazakâıiık" da bir "ideoloji" değil mi peki? "U-
berallik" de bir "ideoloji" değil mi? Daha da ilginci,
ekonomi "ideoloji"den aynlabilir mi? Ya gönülden
bağlanır göründüğünüz şu anamalcılı, şu pazareko-
nomisi, şu küreselleşme masalı? Bunlar da birer
"ideoloji" değil mi? Öyle de olsa ne çıkar? Küçük çe-
lişkilerie zaman mı yitireceksınız? Kır atı somut çe-
lişkilere doğru sürer, sıradan yurttaşlar için birfincan
kahve içmeyi bir ütopyaya, yanm kilo toz şeker ya
da iki litre gaz bulmayı bir serüvene dönüştürmüş
adamı "asırlann durgunluğunu ve yoksulluğunu yırt-
mak için yapılan iktisadi kalkınma" eyleminin öncü-
sü (Breh ki breh!) yapıp çıkarsınız. Bu da yetmez, Bü-
yük Millet Meclisi'ndeki konuşmalara bile yayın ya-
sağı koyan, Hüseyin Cahit Yalçın'ı tutukevine gön-
deren, özgürtük ve yasallık isteyen gencecik öğren-
cilerin üstüne kurşun sıktırtan, ülkenin gazetelerinin
sayfa sayısını bile denetim altında tutan kişıleri de-
mokrasi öncülerine dönüştürür, 27 Mayıs 1960 ey-
lemine de "vak'a-i meş'ume" deyip çıkarsınız işin
içinden.
Ölçünün durduğu yerde her şey her şeye dönüş-
türülebilir.
8. ULUSLARAIL4SI YAPI KREDİ
GENÇLÎK FESTİVALİ
BUGÜN:
19.30 Aya lnni Vlyana Gençük Filarmoni Orkestrası
21.30 Harbiye Açıkhava Tiyatrosu/ İspanya Nasyonal
Baiesi
YARIN:
19.00 Aya îrinl' Yekla Kodallı (Soprano)
21.30 Harbiye Açıkhava Tiyatrosu/ İspanya Nasyonal
Baiesi
GALATASARAY LİSESİ 127
KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİ
BUGÜN:
14.00 Panel: "Liberal Islam"- Yöneten; Prof. Dr.
Niyazi Öktem, Katılanlar; Mehmet Şevket Eygi, Prof.
Dr. Toktamış Ateş, Ali Bayramoğlu- Tevfık Fikret Sa-
lonu
16.00 Dia Gösterisi: "Nevzal'in şiiriyle Praha",
Düzenleyen: Sinan Turan- Sosyal Bilimler Laboratu-
an
17.00 Tiyatro: Galatasaray Lisesi Tiyatro Topluluğu
"Pygmalion", Yazan: Bemard Shaw, Yöneten: Aydın
Akca, Tevfık Fikret Salonu
YARIN:
13.00 Gitar Dinletisi: Galatasaray Lisesi Öğrencileri,
Tevfik Fikret Salonu
14.30 Tiyatro: Sakıp Sabancı Lisesi Tiyatro Topluluğu
"Çürük Elma", Yazan: Atilla Alpöge, Yöneten: Cen-
giz Deveci, Tevfık Fikret Salonu
16.30 Söyleşi: "Dizelerde Aşk", Küçük tskender, Ak-
tüalite Merkezi
18.30 Sinema: "Köprüüstü Aşıklan", Leos Carax
21.30 Klasik Müzik Dinletisi: Gilda Assa Festival
Orkestrası, Galatasaray Lisesi Ön Bahçe