Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 13HAZİRAN1995SALI
14 KULTUR
Kieslowsld'den yeni 'üçleme'
Krysztof Kieslovvski setlere dönüyor.
Krysztof
Kieslowski'nin
yanısıra Paul
Verhoeven,
Kevin Costner,
Quentin
Tarantino,
Barbra
Streisand, Lee
Tamohiri, Mel
Brooks,
Bernardo
Bertolucci ve
Arthur Penn de
yeni film
hazırlıklan
içinde.
Kültür Servisl-Oçlemesi Mavi,
Beyaz ve Kırnuzı'dan sonra aldığı
bazı olumsuz eleştıriler nedenıyle
sinemayı bıraktığını açıklayan ve
yaşamını bir köşede bol bol siga-
ra ıçerek geçireceğini söyleyen
Krysztof Kieslomki sürpriz bir
kararla yenıden setlere dönüyor.
MK2 adlı Fransız fırmasıyla yeni
bir üçleme için kontrat imzaladı
Kieslowski. Polonyalı yönetmen
Fransızlar için art arda Cehennem,
Araf ve Cennet'i çekecek...
Temel Içgüdü'nün yönetmeni
Paul Verhoeven, Las Vegas'taki
barlarda streap-tease yapan kızla-
nn yaşamını anlatan bir 'rock-ope-
ra' hazırlıyor. Film için yeni bir
Sharon Stone olacağını iddia etti-
ği Elizabeth Berkley'i başrole se-
çen Verhoeven, sansürden kurtu-
labilmek amacıyla 'Shovvgirls'ün
senaryosunda birtakım değişiklik-
ler düşûnüyor.
Sinemaya tam on yıl ara veren
73 yaşmdaki Arthur Penn de
(Bonnie and Clyde) film yapıyor.
A. Further Gesture adlı fîlmde
New York'a kaçmak zorunda ka-
lan bir trlandalı teröristin öyküsü-
nü anlatıyor Penn. Başrol Stephen
Rea'nın.
Tarantino'dan TV dizisi
Kevin Kostner ve Quentin Ta-
rantinobugünlerde televizyon için
film çekiyorlar. Costner HBO şir-
ketine The Kenrucky Circle adlı
altı saatlik bir dizi yapıyor. Taran-
tino ise bir hastanenin acil servi-
sinde geçen ünlü dizı E.R.'ye bir
bölüm çekiyor.
Bir yeni film de Barbra Stre-
isand'dan geliyor. Streisand kame-
ranın hem önünde hem de arkasın-
da yer aldığı The Mirror Has Two
Faces'de estetik bir ameliyat son-
rası kişiliği değişen kadını canlan-
dınyor. Streisand'ın rol arkadaşla-
n arasında JefTBridges ile Laure-
en Bacall var.
Sinema tutkunlan Yeni Zelan-
dalı yönetmen Lee Tamohiri'yı
arumsayacaklardır. Tamohiri (On-
ce Were VVarriors) Hollyvvood'da-
ki ilk fılmi MulhoDandFalls'ı çek-
meye başladı. Başroldeki Nick
Nolteaynı projeyi Yeni Zelanda'da
yapmaya ikna edemedi Tamohi-
ri'yi.
Ünlü yönetmenlerin yeni fîlm-
leriyle ilgili haberler sinemasever-
leri heyecanlandınyor.
Örneğin, ünlü fılmi "Prima
Dclla Rivohızione'nin tamir edfl-
miş' kopyasını seyretmek için
Cannes'a giden Bernardo Berto-
lucci'nin birkaç hafta sonra Ital-
ya'nın Toscana bölgesinde yeni
fılmine başlayacagını açıklaması,
sinema basınında geniş yankı
uyandırdı. Bertolucci yeni fılmine
iki isim seçti: Io BaDo Sola (Ben
Yalnız Dans Ederim) ve Stealing
Beauty (Hırsız Güzel).
Brian De Palma ise yeni fılmi
Mission Impossible'm son sahne-
lerini Prag'da çekerek seti dağıttı.
De Palma'nın filminde Emmanu-
elle Beart, John Voihgt ve VTng
Rhamcs başrolleri paylaşıyor:
Mel Brooks, Hitchcockun
Frankenstein'ını, Robin Hood'u,
uzay fılmlerinı, ti'ye aldıktan son-
ra şimdi de ölümsüz vampir Dra-
cula'yla 'uğraşıyor'. Dracula's De-
ad and Loving It adlı yeni fılmi
için başrole Leslie Nielsen'i seçti
Mel Brooks...
Sinema çevrelennde dolaşan
söylentilere göre Michelangelo
Antonıoni'yle Wim Wenders'in
birlikte yönettikleri Bulutlann
Ötesinde, Venedik Film Festiva-
K'ne yetişmeyecek. Filmin uzama-
sının nedeni Wenders'in çektiği 40
dakikalık bölümü 20 dakikaya in-
dirmek istememesi ve filmin mü-
ziği konusunda iki yönetmenin
farklı isteklerde bulunması.
MTV'dler 'UcuzRomanhseçâLOS ANGELES
(REUTER) - MTV
Sinema Ödülleri, geçen
cumartesi günü sahiplerini
buldu.
'Ucuz Roman-Pulp
Fıction' en iyı film
ödülüne değer görülürken;
Brad Pitt 'Vampirle
Görüşme-Intervievv YVith
The Vampire' fılmindeki
rolüyle en ıyi erkek
oyuncu, Sandra BuDock
da'HızTuzağı-Speed'
fılmindeki rolüyle en iyı
kadın oyuncu ödüllerinı
aldılar.
Pitt ve Bullock. aynı
zamanda, en çok
arzulanan erkek ve kadın
seçıldiler.
'Vampirle Görüşme'
filminin küçük yıldızı
Kirsten Dunst ve 'Hız
Tuzağı' fılmının kötü
adamı Dennis Hopper,
soluk kesici oyunculuklan
nedeniyle ödül aldılar.
Yine 'Hız Tuzağı'
filminde rol alan Keanu
Reeves ve Sandra Bullock,
en ıyi ıkıli seçilirken, film,
aynı zamanda en iyi kurgu
ödülüne de değer görüldü.
Jim Carrey, 'Dumb and
Dumber' fılmindeki
rolüyle en iyı komedi
oyuncusu ödülünü alırken
Carrey ve filmdeki rol
arkadaşı Lauren Holly, en
iyı öpüşen çift seçildı.
'Ucuz Roman' filminde
oynayan John Travoha ve
Uma Thurman, en iyi
danseden çift ödülünü
alırken, Steve James,
'Hoop Dreams' filmıyle
en iyi yeni yapımcı
ödülüne değer görüldü.
Serüven filmlerinin ünlü
oyuncusu Jackie Chan,
yaşamboyu başan ödülünü
kazandı.
Müzik dalında büyük
ödülü,'TheCrow'
fılmindeki 'The Big
Empty' şarkısıyla Stone
Temple Pilots aldı.
1995 MTV Sinema
Ödülleri, kanalın yaptığı
bir halkoylaması sonucu
belirlendi. (3) 'Ucuz Roman-Pulp Fıction' en iyi film ödülüne değer görülürken; (1) Brad Pitt, 'Vampirle Görüşme-Intervievv VVith The Vampire' fîlmindeki rolüyle en iyi erkek oy uncu,
(2) Keanu Reeves ve Sandra Bullock da 'Hız Tuzağı-Speed' fılmindeki roueriyte en iyi ikili seçildi.
YAZI ODASI
SELtM İLERİ
"İki Küçük Gözyaşı"
Bakın Türkçe'ye ne büyük hizmet!
Colette'in kısa ama çok özlü romanı Dişi KedPyi
dilimize Azra Erhat kazandırmıştır. Azra Erhat, anı-
larında, Türkçe'yı olanca inceliklerıyle kullanamadı-
ğından yakınır. Bununla birlikte, yine Colette'in Che-
ri'sine -kolayca Sevgili, Sevgilim diyebilecekken-
Cicim adını takmak, bu çeviri görkemi onun başa-
nsıdır. Gerek Cicim, gerekse Dişi Kedi çevirileri, yüz-
yılın başındaki Fransız yaşayışını, Türkçe'nin, deyiş
yerindeyse, alafranga incelikleriyle yansıtabilmiştir.
Çok sevdiğim Dişi Kedi bir iki yıl önce yeniden ya-
yımlandı. Geçenlerde bu yeni basımından bir kez da-
ha okuyayım dedim. Okudukça, o pürüzsüz ve akı-
cı çevirinin bulanıklaştığını görüyon geçen zaman
mı, ben mi, başka şeyler mi, her neyse; geçmişin lez-
zetini bir türlü alamıyordum.
Bir cümleye takıhp kalmasaydım, Azra Erhat'ın
usta çevımnenlıği konusunda yanıldığımı düşüne-
cek, belki de geçip gıdecektım. Ne var ki cümlede-
ki tuhaflık ister ıstemez dedektifliğe sürüklüyor
"Serçeleri dinlemeye koyuldu, hışırtılanyia yağmu-
ru öykünen üç selvinin içinde fırtınanın sona erme-
sini kutluyoriardı." Yağmura öykünen değil de, yağ-
muru öykünen... Azra Erhat çapında bir yazar-çe-
virmenin böylesi bir "öz Türkçe" yanlışına düşme-
yeceği muhakkaktı. Bir iki sayfa sonra yine "ona öy-
kündü" yerine "onu öykündü"y\e karşılaşınca, çe-
virinin el çabukluğu marifet bir öz Türkçeleştırme iş-
leminden geçırildiğini elbette tahmin ettım.
Nitekim alıntıladığım cümle Dişi Kedi'nin 1962 ba-
sımındaşöyleydi: "Serçeleri dinlemeye koyuldu, cı-
zırtılan ile yağmunı taklıt eden üç selvinin içinde fır-
tınanın sona ermesini kutluyorlardı." Cızırtılar, hışır-
tılar olmuş; böylece doğa seslerine daha bir uyum
sağlandığı sanılmış. Gelgelelim hışırtı-rüzgâr, cızır-
t-fırtına bağlantısı hiç mi hiç düşünülememiş. Aynı
düşüncesizlikle "taklit etmek" silinmiş, yerine "öy-
künmek "yerteştirilmiş, ama "yağmunı" olduğu gibi
bırakılmış, "yağmura" denilerek Türkçe'ye gerçek-
ten saygı gösterilememiş.
Eğlendırici başka örnekler de var
(Azra Ertıat çevirisi:)"... yüzû gene solgun, çene-
si beyaz, esmere çalan pudrasının altında yanakla-
n hafifçe kara ve gözlerinin ucunda ikiyaş tanesibe-
liriyordu."
(Azra Erhat'ın Türkçeleştirilmiş çevirisi:) "... yüzû
gene solgun, çenesi beyaz, esmere çalan pudrası-
nın altında yanaklan hafifçe kara ve gözlerinin ucun-
da iki küçük gözyaşı beliriyordu."
Yaş taneleri nedense Osmanlıca sayılmış; küçük
gözyaşı gibi pek ilginç birdil anndınlmasınagidilmiş.
"Anasına babasına maval okumak", o güzelim
maval okumak, "anasını babasını aldatmak" olu-
vermış. Camille'in, Alain'e nışanlılık öncesi cinsel-
liğini, "tül dantelden bir çifte torbacık içinde hapis
bulunan şahsiyetsiz memelerini, kusursuz çoraplar
içinde çok güzel bacaklannı" 'teslim' etmesi bir su-
nuya dönüşmüş, Camılle de Alain'e bunlan 'sun-
muş'. Bu arada memelerin şahsiyetsizliği elbette ki-
şiliksizliğe dönüşüvermiş.
Azra Erhat, "SaAia herbangi bir kedi değil ki. Sa-
ha Saha'dır", diye çevırmiş; yeni basım hemen dü-
zeltmiş: "Saha sıradan bir kedi değil ki, Saha Sa-
ha'dır."Suç\u bu kez 'herhangi'öir... "Mevsimsizik-
ramlar", "zamansız ikramlar" olunca herhalde gü-
nümüz Türkçe'sine daha bir yaklaşılmış.
Şu cümle 1962 basımından: "Camille safça so-
kulur, Alain de sessizce bir daha kendini verdiği hal-
de, kansının bu hallerini affedemezdi." Şimdi aynı
cümlenin onanm görmüşünü okuyalım: "Camille
safça sokulurdu, ama Alain de bir kez daha sessiz-
ce boyun eğmesine karşın bu davranışını bağışla-
mazdı kansının."
Eh, burada "/W/füçü/cgözyaş/"dökmekgerekiyor.
Azra Erhat'ta "Ağaçlann aksi ile daha yeşil görü-
nen gözler", onanmdan geçmiş yeni basımda "La-
le ağaçlannın gölgesinde daha yeşil görünen göz-
ter"olmuş. Azra Erhat'agöre "Gümûşibirsıcağın hâ-
kim olduğu birgün" söz konusu; gizli yeni çevirmen
"Tekdüze bir sıcağın bastırdığı ö/rgün "densöz açı-
yor.
Gizli yeni çevirmen arada bir devrik cümle tutku-
suna kapılıyor ve "Haziran sonuna doğru, anlaş-
mazlık, yeni bir mevsim gibi, beklenmedik ve bazan
da hoşa giden halleriyle aralanna yerleşiverdi" cüm-
lesi, bu ince çeviri şöyle oluveriyor "Haziran sonu-
na doğru, yeni bir mevsim gibi, beklenmedik ve ba-
zan da hoşa giden halleriyle aralanna yerleşiverdi
baûdaşmazlık..." fazla uzatmayacağım.
Olmüş yazarianmız, çevirmenlerimiz ne kadar
kimsesiz! Onlann emekleri nasıl da bir mirasyedi sa-
vurganlığıyla harcanıyor! Cheri adı için Cicim karşı-
lığını buîan çevirmen, Türkçe'de, çevirisi gereği,
Fransızca lezzeti anyordu. Ölümünden şu kadarcık
yıl sonra çevirisi, evet, Azra Erhat gibi bir imzanın çe-
virisi onun bunun yanm yamalak Türkçe'sine terk
ediliyor.
DEVLET TİYATROLARI ÜZERİNE - 2 - YUCEL ERTEN
Yazımın ilk bölümünde, Devlet Ti-
yatrolan'nın toplumumuzdakı yeri
üzerinde durmuş ve son dönemlerde
bu kuruma yöneltilen eleştirileri, ka-
baca kümelendirmıştim. Bu bölüm-
de, söz konusu eleştirileri ırdeleme-
ye ve tutum belirlemeye çalışacağım.
Eleştıriler şöyle:
1. Sahne sanatlan dinimize aylan
ve halkımız için iyi bir şey değiL Dev-
letyapmasın.
Kanımca bu yaklaşım, "sanata
düşmanlık"tan öte, "hayata düşman-
hk" gıbı hayati bir özürden kaynak-
lanmaktadır. Bu denli kütleşmenin
karşısında, bütün uygar anayasalann
ve TC Anayasası'nın emri dışında bir
tek şeyi daha hatırlamak ve hatırlat-
mak yeterlidir:
Bu ülkede, insanlanmızın dini ih-
tiyaçlannı karşılamak için 70 bini aş-
kın görevli, devletten maaş almakta-
dır. Ote yandan, insanlanmızın tiyat-
ro ihtiyacını karşılamak üzere dev-
letten maaş alanlar ise 2 bine varmaz.
Ve bunun ancak 600 küsuru sanatçı-
dır. Devletin tiyatroya destek verme-
sine, dini alet ederek karşı çıkanlara
sözümüz şudur: "Devlet açısından,
dine ve eğitime yatuım yapılması ne
kadar kaçınılmazsa, sanata yatınm
yapılması da o kadar kacınümazdır!
Birininreddi,diğerinin de reddini ça-
ğmr!"
Şurası unutulmamalı ki, devlet, in-
sanlannın her boyuttakı erincı ve gö-
nenci için vardır. Bir toplumun gö-
nencine giden yolda, sanatın yerini ve
önemini göremeyenlere, yüce tann-
dan biraz daha akıl dilemek gerekı-
yor.
2. Sahne sanatlan için bu kadar pa-
Eleştiriler üzerine bir değerlendirme
ra harcamaya değmez. Devietin kay-
naklan gereksiz >ere harcanmış olu-
yor. Devlet yapmasın.
Bu yaklaşım karşısında şu soruya
dönmek zorunluluğu doğuyor:
u
Sa-
nat nedir?_" Sanat, ınsanın yeryüzü-
ne, hayata. topluma ve kendine çeki-
düzen verme, bir anlamda bütün bun-
lan yenıden biçimleme, yeniden ya-
ratma çabası değil midır? "Hayatnı
aynası" diye betimlenen tiyatro sa-
natı da, bu alanda bir girişim değil
mi?
Evet, tiyatro sanatı, belki zaman
zaman içbükey ve dışbükey aynalar
kullanır, ama. sonuçta. topluma ve
insana ayna tutar. Bireyin ve toplu-
mun. ufkunu genişletir. duyarlılığını
arttınr. zihnini bileyler, bilincini kes-
kinleştırir, sezilerini geliştırir, vıcda-
nını uyanr, yüreğıni körükler. Tiyat-
ro, bir anlamda insanoğluna avuçla-
nnda su taşır. Tiyatro, "öğrenim" de-
ğilse de, büyük ölçüde "eğitim''dir.
Ruh eğıtimidir.
Öte yandan tiyatro, yaman bir sor-
gulama yeridir. Benligimızi, kimligi-
mizi, var oluşumuzu, davranışlanmı-
zı. geleneklerimizi, ilişkilerimızi sor-
guladığımız yerdir. Insanın, kendi-
sınden ve başkalanndan, tarihten ve
toplumdan hesap sorduğu yerdir. Ti-
yatro, insanın kendısiyle ve başkala-
nyla birebir yüz yüze kalabildiği yer-
dir. Hayati kavrama ve değiştirme ça-
basının karşılıklı olarak venldiğı yer-
dir.
Burada birparantez açmayı gerek-
li görüyorum: Post-sosyalizm döne-
minin dayattığı "gtobalkşme" telaşı
içinde, toplum olarak ciddi bir yanıl-
gıya düşmenin eşiğindeyiz gibime
geliyor.
Sanırsınız, reel sosyalizmin çökü-
şü ile yeryüzündeki bütün haksızhk-
lar ortadan kalkmış, sömürü bitmış,
emperyalist girişimler tarihe kanş-
mıştır.
Sanırsnıız, savaşlar sona ermiş de
yeryüzüne tartışmasız bir şans eşitli-
ği yayılmıştır. Yoksullarla varsıllar
arasındaki uçurum yok olmuş, kültür
emperyalizmi buhar olup havaya uç-
muş, yanımızı-yöremizi-içimizi-dı-
şımızı pürüzsüz demokrasiler kapla-
mıştır. Sanırsmız, insan haklan ek-
siksiz oluşmuş da, bireyin salt mut-
luluğuna ulaşılmış, yeryüzü ve ülke-
mız dikensiz gül bahçesine dönüş-
müştür.
Durumun hiç de böyle olmadığı
açık. lşte özellikle bu durumda, yer-
yüzünde tek kutuplaşmaya ya da tek
merkezleşmeye doğru giden, ege-
menlik sorununu daha çetinleştiren
bütün bu gelişmelerin orta yerinde,
şaşkın ve çaresiz durup bakacak mı-
yız?
tnsanımızın eğitimini salt uydu ya-
yınlara mı bırakacağız? Hayata dair
sorular sormayacak mıyız? Yüz yü-
ze gelmeyeceİc miyiz? Her şeye salt
maddi açıdan, parasal açıdan bakıp,
insanımızın yetişmesindeki, olgun-
laşmasındaki önemli bir aracı yok mu
edeceğiz? Güle güle tiyatro, hoşgel-
din televizyon, CD-Rom mu diyece-
ğiz?
Hem bu düşünce bizi şu noktalara
sürüklemez mi? "Devletin operasu
balesi, dans topluluğu, orkestrası ol-
masın! Devletin he> keü. anıfj obnasuı!
Devletin parkı. öreni olmasın! O za-
man devletin müzesi de olmasın, Ber-
gama'sı, Aspendos'u. Topkapı'sı da
obnasuı. Hatta Kuş Cenneti bile ol-
masmîJ'lyi ama, bu saçma değil mı?
Hadi okulu, hastaneyı, kışlayı, li-
manı, yolu, suyu bir yana bırakalım.
Devlet, insanlan için şu ya da bu yol-
la, ağaç dikiyorsa, saat ayarlaması ya-
pıyorsa, gıda maddeleri tüzüğü ha-
zırlıyorsa, gümrük koşullan koyuyor-
sa, radyo ve televizyon kanallan ku-
ruyorsa, anıtlar ve şehitlikler yapı-
yorsa, kitaplıklarvebelgelikleroluş-
turuyorsa, insanlan için neden tiyat-
ro yapmasın? Hele hele Türkiye gi-
bi, biraz "geri bıraktmlnuş". biraz da
"geüşmekte olan" bir ülkede?
"Şu özelleştirme furyasuıda bu
yükten kurtuluruz" diye düşünenler
varsa, onlara şunu açıkça söylemek
görevimizdir: "Şimdi devlet, özelleş-
tirme yoluyla bazı yüklerden kurtu-
lacak ya; işte şimdi tam sanata ve kül-
türe gereken destefi vermesinin za-
mamdır!"
3. Doğası gereği, devletin kanatia-
nnın ahmda iyi sanat yapılamıyor.
Devlet yapmasut.
İlk bakışta haklı gibi görünen ya da
tümüyle haksız olmayan bu görüşü,
biraz daha açmak ve aydmlatmak ge-
rekiyor. Özetle deniliyor ki, "Sanat
ve sanatçı, öncü, ilerici ve devTİmci ol-
mabdır. Devletin sanatçısı memur olu-
yor. Memuriyet durunıu da. bu nite-
liklerle bağdaşmıyor. Sonuçta, sanat
adı altında, adet yerini buteun diye ya-
pılan, sorumsuz ve içeriksiz bir oya-
lanmavegözboyama ortaya çıkıyor_."
Konuya yine Devlet Tiyatrolan
açısından bakalım- Evet, Devlet Ti-
yatrolan, belki zaman zaman bir
uyurma ya da geciktirme siyasetinin
aracı durumuna düşmüştür. Toplu-
mun gerçek çıkariannı susan, tarih-
sel gündemi saptıran, göz boyayan
işler yapmış olabilir. Türk sanatının
gelişmesine gereken ivmeleri ver-
mekte zorlanmış olabilir. Dinamikle-
rinı yitırmiş, uykuya dalmış, gönlü-
nü gezdirmiş olabilir. Daha beteri de
olmuş olabilir.
Ama devletten maaş alan, buna
rağmen kendisini öncü, ilerici ve dev-
rimci sayan bir sanatçı olarak, bu gö-
rüşün karşısında benim de birkaç so-
rum var:
Devlet dediğimiz şey, dağın ardm-
da oturup insanlan yiyen ejderha ol-
mak zorunda mı ki, insanlannın da-
ha duyarlı olmalanru, hayati ve dün-
yayı, toplumu ve insanı daha ıyi kav-
ramalannı istemesin? Su gibi akılla-
n, çelik gibi yürekleri olmasını iste-
mesin? Insanlar toplumsal yaşam-
dan ne yoğurabiliyorlarsa, devlet
odur.
Ama iyi bir devlet yoğurmanın yo-
lu da insanlannı iyi yoğurmaktan
geçmez mi? Devlet, benim devletim-
dir. Onu devlet yapan benim, biziz.
Kötümserbiryaklaşımla, devleti kar-
şımda pusuya yatmış birisi gibi gör-
mek yerine; onu eleştirerek, uyara-
rak, katkıda bulunarak, yanlışlanyla
mücadele ederek, yeryüzünün en iyi
devleti yapmak için çabalamak gibi
bir sorumluluğum yok mu?
Ben devletin kanatlannın altında
da iyi şeyler, yararlı şeyler, onuriu
şeyler yapılabileceğine inanıyorum.
Ancak eleştirilere açık ve duyarlı ol-
mak koşulu ile. Kusurlan ve eksikle-
ri aşmaya gayret etmek koşulu ile. Bu
koşullar yerine gelirse, Devlet Tiyat-
rolan, kültür hayatımız için yurt ça-
pında bir dirim kaynağı, duygulann
ve düşüncelerin özgürce kanat açtığı
bir ufuk olamaz mı? Olabilir. Olma-
ması için bir neden yok!
Kaldı ki, bir an için, bugün Türki-
ye'de tiyatro alanının maddi-manevi
en geniş alanını oluşturan ve yurt ça-
pında en geniş turne hizmetini veren
Devlet Tiyatrolan'nın ortadan kalk-
mış olduğunu varsayalım...
En iyi olasılıkla, geriye ne kala-
caktır? Üç büyük kentimizde öbek-
lenmiş, karabatak misali bir görünüp
bir kaybolan, bir proje için bir araya
gelip sonra dağılan, devletten yardım
alamadığı zaman perde bıle açama-
yan grupçuklar mı? Hayır. Bu du-
rumda ancak, binbir güçlükle tiyatro
yapmaya çalışan ve sık sık seyircisi-
ne tavizler vermek zorunluluğunu
hisseden birkaç özel tiyatro kalacak-
tır geriye.
Böylesine bir çoraklığa bile bile
sürüklenmek, "Türldye'detiyatrool-
mazsa ounasm, zaran yok" demekle
eş anlamlı olmayacak rrudır? Bu, sa-
natsal ve kültürel alanda, bir 'çölleş-
tinne' hamlesi olmaz mı?
Hepsi bir yana, sanata ve kültüre
gerekli devlet desteğini koymayan bir
uygar devlet tanıyor muyuz? Böyle
bir örnek var mı?
4. Yararhdır. Devlet yapsm. Ama
ben devergflerimin hesabını soranm.
Kanımca. ciddiye alınabılir tek
doğru yaklaşım budur. Ama üzerin-
de en çok tartışılması gereken de bu-
dur. O zaman hemen dönüp içerden
bakarak eksiklikleri ve çarpıklıklan
da sergilememiz gerekir düşüncesin-
deyim.
Doğal ki, Devlet TiyatrolarTnın
durumu ve işlevi eleştirilecektir. An-
cak bu eleştiriler, bazüannın heves-
lendiği gibi, bir yıkım karan ahnma-
sını gerektirecek nitelikte değOdir.
İşte bu anlayış içinde, Devlet Tiyat-
rolan''nın. düzettilmesi gereken çesh-
li yönlerine cğilip bazı tespitler yap-
mamız gerekiyor. Yazunın üçüncü bö-
Kimünde bu konuya eğUeceğim.
SÜRECEK