22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13HAZİRAN1995SALI 14 KULTUR Kieslowsld'den yeni 'üçleme' Krysztof Kieslovvski setlere dönüyor. Krysztof Kieslowski'nin yanısıra Paul Verhoeven, Kevin Costner, Quentin Tarantino, Barbra Streisand, Lee Tamohiri, Mel Brooks, Bernardo Bertolucci ve Arthur Penn de yeni film hazırlıklan içinde. Kültür Servisl-Oçlemesi Mavi, Beyaz ve Kırnuzı'dan sonra aldığı bazı olumsuz eleştıriler nedenıyle sinemayı bıraktığını açıklayan ve yaşamını bir köşede bol bol siga- ra ıçerek geçireceğini söyleyen Krysztof Kieslomki sürpriz bir kararla yenıden setlere dönüyor. MK2 adlı Fransız fırmasıyla yeni bir üçleme için kontrat imzaladı Kieslowski. Polonyalı yönetmen Fransızlar için art arda Cehennem, Araf ve Cennet'i çekecek... Temel Içgüdü'nün yönetmeni Paul Verhoeven, Las Vegas'taki barlarda streap-tease yapan kızla- nn yaşamını anlatan bir 'rock-ope- ra' hazırlıyor. Film için yeni bir Sharon Stone olacağını iddia etti- ği Elizabeth Berkley'i başrole se- çen Verhoeven, sansürden kurtu- labilmek amacıyla 'Shovvgirls'ün senaryosunda birtakım değişiklik- ler düşûnüyor. Sinemaya tam on yıl ara veren 73 yaşmdaki Arthur Penn de (Bonnie and Clyde) film yapıyor. A. Further Gesture adlı fîlmde New York'a kaçmak zorunda ka- lan bir trlandalı teröristin öyküsü- nü anlatıyor Penn. Başrol Stephen Rea'nın. Tarantino'dan TV dizisi Kevin Kostner ve Quentin Ta- rantinobugünlerde televizyon için film çekiyorlar. Costner HBO şir- ketine The Kenrucky Circle adlı altı saatlik bir dizi yapıyor. Taran- tino ise bir hastanenin acil servi- sinde geçen ünlü dizı E.R.'ye bir bölüm çekiyor. Bir yeni film de Barbra Stre- isand'dan geliyor. Streisand kame- ranın hem önünde hem de arkasın- da yer aldığı The Mirror Has Two Faces'de estetik bir ameliyat son- rası kişiliği değişen kadını canlan- dınyor. Streisand'ın rol arkadaşla- n arasında JefTBridges ile Laure- en Bacall var. Sinema tutkunlan Yeni Zelan- dalı yönetmen Lee Tamohiri'yı arumsayacaklardır. Tamohiri (On- ce Were VVarriors) Hollyvvood'da- ki ilk fılmi MulhoDandFalls'ı çek- meye başladı. Başroldeki Nick Nolteaynı projeyi Yeni Zelanda'da yapmaya ikna edemedi Tamohi- ri'yi. Ünlü yönetmenlerin yeni fîlm- leriyle ilgili haberler sinemasever- leri heyecanlandınyor. Örneğin, ünlü fılmi "Prima Dclla Rivohızione'nin tamir edfl- miş' kopyasını seyretmek için Cannes'a giden Bernardo Berto- lucci'nin birkaç hafta sonra Ital- ya'nın Toscana bölgesinde yeni fılmine başlayacagını açıklaması, sinema basınında geniş yankı uyandırdı. Bertolucci yeni fılmine iki isim seçti: Io BaDo Sola (Ben Yalnız Dans Ederim) ve Stealing Beauty (Hırsız Güzel). Brian De Palma ise yeni fılmi Mission Impossible'm son sahne- lerini Prag'da çekerek seti dağıttı. De Palma'nın filminde Emmanu- elle Beart, John Voihgt ve VTng Rhamcs başrolleri paylaşıyor: Mel Brooks, Hitchcockun Frankenstein'ını, Robin Hood'u, uzay fılmlerinı, ti'ye aldıktan son- ra şimdi de ölümsüz vampir Dra- cula'yla 'uğraşıyor'. Dracula's De- ad and Loving It adlı yeni fılmi için başrole Leslie Nielsen'i seçti Mel Brooks... Sinema çevrelennde dolaşan söylentilere göre Michelangelo Antonıoni'yle Wim Wenders'in birlikte yönettikleri Bulutlann Ötesinde, Venedik Film Festiva- K'ne yetişmeyecek. Filmin uzama- sının nedeni Wenders'in çektiği 40 dakikalık bölümü 20 dakikaya in- dirmek istememesi ve filmin mü- ziği konusunda iki yönetmenin farklı isteklerde bulunması. MTV'dler 'UcuzRomanhseçâLOS ANGELES (REUTER) - MTV Sinema Ödülleri, geçen cumartesi günü sahiplerini buldu. 'Ucuz Roman-Pulp Fıction' en iyı film ödülüne değer görülürken; Brad Pitt 'Vampirle Görüşme-Intervievv YVith The Vampire' fılmindeki rolüyle en ıyi erkek oyuncu, Sandra BuDock da'HızTuzağı-Speed' fılmindeki rolüyle en iyı kadın oyuncu ödüllerinı aldılar. Pitt ve Bullock. aynı zamanda, en çok arzulanan erkek ve kadın seçıldiler. 'Vampirle Görüşme' filminin küçük yıldızı Kirsten Dunst ve 'Hız Tuzağı' fılmının kötü adamı Dennis Hopper, soluk kesici oyunculuklan nedeniyle ödül aldılar. Yine 'Hız Tuzağı' filminde rol alan Keanu Reeves ve Sandra Bullock, en ıyi ıkıli seçilirken, film, aynı zamanda en iyi kurgu ödülüne de değer görüldü. Jim Carrey, 'Dumb and Dumber' fılmindeki rolüyle en iyı komedi oyuncusu ödülünü alırken Carrey ve filmdeki rol arkadaşı Lauren Holly, en iyı öpüşen çift seçildı. 'Ucuz Roman' filminde oynayan John Travoha ve Uma Thurman, en iyi danseden çift ödülünü alırken, Steve James, 'Hoop Dreams' filmıyle en iyi yeni yapımcı ödülüne değer görüldü. Serüven filmlerinin ünlü oyuncusu Jackie Chan, yaşamboyu başan ödülünü kazandı. Müzik dalında büyük ödülü,'TheCrow' fılmindeki 'The Big Empty' şarkısıyla Stone Temple Pilots aldı. 1995 MTV Sinema Ödülleri, kanalın yaptığı bir halkoylaması sonucu belirlendi. (3) 'Ucuz Roman-Pulp Fıction' en iyi film ödülüne değer görülürken; (1) Brad Pitt, 'Vampirle Görüşme-Intervievv VVith The Vampire' fîlmindeki rolüyle en iyi erkek oy uncu, (2) Keanu Reeves ve Sandra Bullock da 'Hız Tuzağı-Speed' fılmindeki roueriyte en iyi ikili seçildi. YAZI ODASI SELtM İLERİ "İki Küçük Gözyaşı" Bakın Türkçe'ye ne büyük hizmet! Colette'in kısa ama çok özlü romanı Dişi KedPyi dilimize Azra Erhat kazandırmıştır. Azra Erhat, anı- larında, Türkçe'yı olanca inceliklerıyle kullanamadı- ğından yakınır. Bununla birlikte, yine Colette'in Che- ri'sine -kolayca Sevgili, Sevgilim diyebilecekken- Cicim adını takmak, bu çeviri görkemi onun başa- nsıdır. Gerek Cicim, gerekse Dişi Kedi çevirileri, yüz- yılın başındaki Fransız yaşayışını, Türkçe'nin, deyiş yerindeyse, alafranga incelikleriyle yansıtabilmiştir. Çok sevdiğim Dişi Kedi bir iki yıl önce yeniden ya- yımlandı. Geçenlerde bu yeni basımından bir kez da- ha okuyayım dedim. Okudukça, o pürüzsüz ve akı- cı çevirinin bulanıklaştığını görüyon geçen zaman mı, ben mi, başka şeyler mi, her neyse; geçmişin lez- zetini bir türlü alamıyordum. Bir cümleye takıhp kalmasaydım, Azra Erhat'ın usta çevımnenlıği konusunda yanıldığımı düşüne- cek, belki de geçip gıdecektım. Ne var ki cümlede- ki tuhaflık ister ıstemez dedektifliğe sürüklüyor "Serçeleri dinlemeye koyuldu, hışırtılanyia yağmu- ru öykünen üç selvinin içinde fırtınanın sona erme- sini kutluyoriardı." Yağmura öykünen değil de, yağ- muru öykünen... Azra Erhat çapında bir yazar-çe- virmenin böylesi bir "öz Türkçe" yanlışına düşme- yeceği muhakkaktı. Bir iki sayfa sonra yine "ona öy- kündü" yerine "onu öykündü"y\e karşılaşınca, çe- virinin el çabukluğu marifet bir öz Türkçeleştırme iş- leminden geçırildiğini elbette tahmin ettım. Nitekim alıntıladığım cümle Dişi Kedi'nin 1962 ba- sımındaşöyleydi: "Serçeleri dinlemeye koyuldu, cı- zırtılan ile yağmunı taklıt eden üç selvinin içinde fır- tınanın sona ermesini kutluyorlardı." Cızırtılar, hışır- tılar olmuş; böylece doğa seslerine daha bir uyum sağlandığı sanılmış. Gelgelelim hışırtı-rüzgâr, cızır- t-fırtına bağlantısı hiç mi hiç düşünülememiş. Aynı düşüncesizlikle "taklit etmek" silinmiş, yerine "öy- künmek "yerteştirilmiş, ama "yağmunı" olduğu gibi bırakılmış, "yağmura" denilerek Türkçe'ye gerçek- ten saygı gösterilememiş. Eğlendırici başka örnekler de var (Azra Ertıat çevirisi:)"... yüzû gene solgun, çene- si beyaz, esmere çalan pudrasının altında yanakla- n hafifçe kara ve gözlerinin ucunda ikiyaş tanesibe- liriyordu." (Azra Erhat'ın Türkçeleştirilmiş çevirisi:) "... yüzû gene solgun, çenesi beyaz, esmere çalan pudrası- nın altında yanaklan hafifçe kara ve gözlerinin ucun- da iki küçük gözyaşı beliriyordu." Yaş taneleri nedense Osmanlıca sayılmış; küçük gözyaşı gibi pek ilginç birdil anndınlmasınagidilmiş. "Anasına babasına maval okumak", o güzelim maval okumak, "anasını babasını aldatmak" olu- vermış. Camille'in, Alain'e nışanlılık öncesi cinsel- liğini, "tül dantelden bir çifte torbacık içinde hapis bulunan şahsiyetsiz memelerini, kusursuz çoraplar içinde çok güzel bacaklannı" 'teslim' etmesi bir su- nuya dönüşmüş, Camılle de Alain'e bunlan 'sun- muş'. Bu arada memelerin şahsiyetsizliği elbette ki- şiliksizliğe dönüşüvermiş. Azra Erhat, "SaAia herbangi bir kedi değil ki. Sa- ha Saha'dır", diye çevırmiş; yeni basım hemen dü- zeltmiş: "Saha sıradan bir kedi değil ki, Saha Sa- ha'dır."Suç\u bu kez 'herhangi'öir... "Mevsimsizik- ramlar", "zamansız ikramlar" olunca herhalde gü- nümüz Türkçe'sine daha bir yaklaşılmış. Şu cümle 1962 basımından: "Camille safça so- kulur, Alain de sessizce bir daha kendini verdiği hal- de, kansının bu hallerini affedemezdi." Şimdi aynı cümlenin onanm görmüşünü okuyalım: "Camille safça sokulurdu, ama Alain de bir kez daha sessiz- ce boyun eğmesine karşın bu davranışını bağışla- mazdı kansının." Eh, burada "/W/füçü/cgözyaş/"dökmekgerekiyor. Azra Erhat'ta "Ağaçlann aksi ile daha yeşil görü- nen gözler", onanmdan geçmiş yeni basımda "La- le ağaçlannın gölgesinde daha yeşil görünen göz- ter"olmuş. Azra Erhat'agöre "Gümûşibirsıcağın hâ- kim olduğu birgün" söz konusu; gizli yeni çevirmen "Tekdüze bir sıcağın bastırdığı ö/rgün "densöz açı- yor. Gizli yeni çevirmen arada bir devrik cümle tutku- suna kapılıyor ve "Haziran sonuna doğru, anlaş- mazlık, yeni bir mevsim gibi, beklenmedik ve bazan da hoşa giden halleriyle aralanna yerleşiverdi" cüm- lesi, bu ince çeviri şöyle oluveriyor "Haziran sonu- na doğru, yeni bir mevsim gibi, beklenmedik ve ba- zan da hoşa giden halleriyle aralanna yerleşiverdi baûdaşmazlık..." fazla uzatmayacağım. Olmüş yazarianmız, çevirmenlerimiz ne kadar kimsesiz! Onlann emekleri nasıl da bir mirasyedi sa- vurganlığıyla harcanıyor! Cheri adı için Cicim karşı- lığını buîan çevirmen, Türkçe'de, çevirisi gereği, Fransızca lezzeti anyordu. Ölümünden şu kadarcık yıl sonra çevirisi, evet, Azra Erhat gibi bir imzanın çe- virisi onun bunun yanm yamalak Türkçe'sine terk ediliyor. DEVLET TİYATROLARI ÜZERİNE - 2 - YUCEL ERTEN Yazımın ilk bölümünde, Devlet Ti- yatrolan'nın toplumumuzdakı yeri üzerinde durmuş ve son dönemlerde bu kuruma yöneltilen eleştirileri, ka- baca kümelendirmıştim. Bu bölüm- de, söz konusu eleştirileri ırdeleme- ye ve tutum belirlemeye çalışacağım. Eleştıriler şöyle: 1. Sahne sanatlan dinimize aylan ve halkımız için iyi bir şey değiL Dev- letyapmasın. Kanımca bu yaklaşım, "sanata düşmanlık"tan öte, "hayata düşman- hk" gıbı hayati bir özürden kaynak- lanmaktadır. Bu denli kütleşmenin karşısında, bütün uygar anayasalann ve TC Anayasası'nın emri dışında bir tek şeyi daha hatırlamak ve hatırlat- mak yeterlidir: Bu ülkede, insanlanmızın dini ih- tiyaçlannı karşılamak için 70 bini aş- kın görevli, devletten maaş almakta- dır. Ote yandan, insanlanmızın tiyat- ro ihtiyacını karşılamak üzere dev- letten maaş alanlar ise 2 bine varmaz. Ve bunun ancak 600 küsuru sanatçı- dır. Devletin tiyatroya destek verme- sine, dini alet ederek karşı çıkanlara sözümüz şudur: "Devlet açısından, dine ve eğitime yatuım yapılması ne kadar kaçınılmazsa, sanata yatınm yapılması da o kadar kacınümazdır! Birininreddi,diğerinin de reddini ça- ğmr!" Şurası unutulmamalı ki, devlet, in- sanlannın her boyuttakı erincı ve gö- nenci için vardır. Bir toplumun gö- nencine giden yolda, sanatın yerini ve önemini göremeyenlere, yüce tann- dan biraz daha akıl dilemek gerekı- yor. 2. Sahne sanatlan için bu kadar pa- Eleştiriler üzerine bir değerlendirme ra harcamaya değmez. Devietin kay- naklan gereksiz >ere harcanmış olu- yor. Devlet yapmasın. Bu yaklaşım karşısında şu soruya dönmek zorunluluğu doğuyor: u Sa- nat nedir?_" Sanat, ınsanın yeryüzü- ne, hayata. topluma ve kendine çeki- düzen verme, bir anlamda bütün bun- lan yenıden biçimleme, yeniden ya- ratma çabası değil midır? "Hayatnı aynası" diye betimlenen tiyatro sa- natı da, bu alanda bir girişim değil mi? Evet, tiyatro sanatı, belki zaman zaman içbükey ve dışbükey aynalar kullanır, ama. sonuçta. topluma ve insana ayna tutar. Bireyin ve toplu- mun. ufkunu genişletir. duyarlılığını arttınr. zihnini bileyler, bilincini kes- kinleştırir, sezilerini geliştırir, vıcda- nını uyanr, yüreğıni körükler. Tiyat- ro, bir anlamda insanoğluna avuçla- nnda su taşır. Tiyatro, "öğrenim" de- ğilse de, büyük ölçüde "eğitim''dir. Ruh eğıtimidir. Öte yandan tiyatro, yaman bir sor- gulama yeridir. Benligimızi, kimligi- mizi, var oluşumuzu, davranışlanmı- zı. geleneklerimizi, ilişkilerimızi sor- guladığımız yerdir. Insanın, kendi- sınden ve başkalanndan, tarihten ve toplumdan hesap sorduğu yerdir. Ti- yatro, insanın kendısiyle ve başkala- nyla birebir yüz yüze kalabildiği yer- dir. Hayati kavrama ve değiştirme ça- basının karşılıklı olarak venldiğı yer- dir. Burada birparantez açmayı gerek- li görüyorum: Post-sosyalizm döne- minin dayattığı "gtobalkşme" telaşı içinde, toplum olarak ciddi bir yanıl- gıya düşmenin eşiğindeyiz gibime geliyor. Sanırsınız, reel sosyalizmin çökü- şü ile yeryüzündeki bütün haksızhk- lar ortadan kalkmış, sömürü bitmış, emperyalist girişimler tarihe kanş- mıştır. Sanırsnıız, savaşlar sona ermiş de yeryüzüne tartışmasız bir şans eşitli- ği yayılmıştır. Yoksullarla varsıllar arasındaki uçurum yok olmuş, kültür emperyalizmi buhar olup havaya uç- muş, yanımızı-yöremizi-içimizi-dı- şımızı pürüzsüz demokrasiler kapla- mıştır. Sanırsmız, insan haklan ek- siksiz oluşmuş da, bireyin salt mut- luluğuna ulaşılmış, yeryüzü ve ülke- mız dikensiz gül bahçesine dönüş- müştür. Durumun hiç de böyle olmadığı açık. lşte özellikle bu durumda, yer- yüzünde tek kutuplaşmaya ya da tek merkezleşmeye doğru giden, ege- menlik sorununu daha çetinleştiren bütün bu gelişmelerin orta yerinde, şaşkın ve çaresiz durup bakacak mı- yız? tnsanımızın eğitimini salt uydu ya- yınlara mı bırakacağız? Hayata dair sorular sormayacak mıyız? Yüz yü- ze gelmeyeceİc miyiz? Her şeye salt maddi açıdan, parasal açıdan bakıp, insanımızın yetişmesindeki, olgun- laşmasındaki önemli bir aracı yok mu edeceğiz? Güle güle tiyatro, hoşgel- din televizyon, CD-Rom mu diyece- ğiz? Hem bu düşünce bizi şu noktalara sürüklemez mi? "Devletin operasu balesi, dans topluluğu, orkestrası ol- masın! Devletin he> keü. anıfj obnasuı! Devletin parkı. öreni olmasın! O za- man devletin müzesi de olmasın, Ber- gama'sı, Aspendos'u. Topkapı'sı da obnasuı. Hatta Kuş Cenneti bile ol- masmîJ'lyi ama, bu saçma değil mı? Hadi okulu, hastaneyı, kışlayı, li- manı, yolu, suyu bir yana bırakalım. Devlet, insanlan için şu ya da bu yol- la, ağaç dikiyorsa, saat ayarlaması ya- pıyorsa, gıda maddeleri tüzüğü ha- zırlıyorsa, gümrük koşullan koyuyor- sa, radyo ve televizyon kanallan ku- ruyorsa, anıtlar ve şehitlikler yapı- yorsa, kitaplıklarvebelgelikleroluş- turuyorsa, insanlan için neden tiyat- ro yapmasın? Hele hele Türkiye gi- bi, biraz "geri bıraktmlnuş". biraz da "geüşmekte olan" bir ülkede? "Şu özelleştirme furyasuıda bu yükten kurtuluruz" diye düşünenler varsa, onlara şunu açıkça söylemek görevimizdir: "Şimdi devlet, özelleş- tirme yoluyla bazı yüklerden kurtu- lacak ya; işte şimdi tam sanata ve kül- türe gereken destefi vermesinin za- mamdır!" 3. Doğası gereği, devletin kanatia- nnın ahmda iyi sanat yapılamıyor. Devlet yapmasut. İlk bakışta haklı gibi görünen ya da tümüyle haksız olmayan bu görüşü, biraz daha açmak ve aydmlatmak ge- rekiyor. Özetle deniliyor ki, "Sanat ve sanatçı, öncü, ilerici ve devTİmci ol- mabdır. Devletin sanatçısı memur olu- yor. Memuriyet durunıu da. bu nite- liklerle bağdaşmıyor. Sonuçta, sanat adı altında, adet yerini buteun diye ya- pılan, sorumsuz ve içeriksiz bir oya- lanmavegözboyama ortaya çıkıyor_." Konuya yine Devlet Tiyatrolan açısından bakalım- Evet, Devlet Ti- yatrolan, belki zaman zaman bir uyurma ya da geciktirme siyasetinin aracı durumuna düşmüştür. Toplu- mun gerçek çıkariannı susan, tarih- sel gündemi saptıran, göz boyayan işler yapmış olabilir. Türk sanatının gelişmesine gereken ivmeleri ver- mekte zorlanmış olabilir. Dinamikle- rinı yitırmiş, uykuya dalmış, gönlü- nü gezdirmiş olabilir. Daha beteri de olmuş olabilir. Ama devletten maaş alan, buna rağmen kendisini öncü, ilerici ve dev- rimci sayan bir sanatçı olarak, bu gö- rüşün karşısında benim de birkaç so- rum var: Devlet dediğimiz şey, dağın ardm- da oturup insanlan yiyen ejderha ol- mak zorunda mı ki, insanlannın da- ha duyarlı olmalanru, hayati ve dün- yayı, toplumu ve insanı daha ıyi kav- ramalannı istemesin? Su gibi akılla- n, çelik gibi yürekleri olmasını iste- mesin? Insanlar toplumsal yaşam- dan ne yoğurabiliyorlarsa, devlet odur. Ama iyi bir devlet yoğurmanın yo- lu da insanlannı iyi yoğurmaktan geçmez mi? Devlet, benim devletim- dir. Onu devlet yapan benim, biziz. Kötümserbiryaklaşımla, devleti kar- şımda pusuya yatmış birisi gibi gör- mek yerine; onu eleştirerek, uyara- rak, katkıda bulunarak, yanlışlanyla mücadele ederek, yeryüzünün en iyi devleti yapmak için çabalamak gibi bir sorumluluğum yok mu? Ben devletin kanatlannın altında da iyi şeyler, yararlı şeyler, onuriu şeyler yapılabileceğine inanıyorum. Ancak eleştirilere açık ve duyarlı ol- mak koşulu ile. Kusurlan ve eksikle- ri aşmaya gayret etmek koşulu ile. Bu koşullar yerine gelirse, Devlet Tiyat- rolan, kültür hayatımız için yurt ça- pında bir dirim kaynağı, duygulann ve düşüncelerin özgürce kanat açtığı bir ufuk olamaz mı? Olabilir. Olma- ması için bir neden yok! Kaldı ki, bir an için, bugün Türki- ye'de tiyatro alanının maddi-manevi en geniş alanını oluşturan ve yurt ça- pında en geniş turne hizmetini veren Devlet Tiyatrolan'nın ortadan kalk- mış olduğunu varsayalım... En iyi olasılıkla, geriye ne kala- caktır? Üç büyük kentimizde öbek- lenmiş, karabatak misali bir görünüp bir kaybolan, bir proje için bir araya gelip sonra dağılan, devletten yardım alamadığı zaman perde bıle açama- yan grupçuklar mı? Hayır. Bu du- rumda ancak, binbir güçlükle tiyatro yapmaya çalışan ve sık sık seyircisi- ne tavizler vermek zorunluluğunu hisseden birkaç özel tiyatro kalacak- tır geriye. Böylesine bir çoraklığa bile bile sürüklenmek, "Türldye'detiyatrool- mazsa ounasm, zaran yok" demekle eş anlamlı olmayacak rrudır? Bu, sa- natsal ve kültürel alanda, bir 'çölleş- tinne' hamlesi olmaz mı? Hepsi bir yana, sanata ve kültüre gerekli devlet desteğini koymayan bir uygar devlet tanıyor muyuz? Böyle bir örnek var mı? 4. Yararhdır. Devlet yapsm. Ama ben devergflerimin hesabını soranm. Kanımca. ciddiye alınabılir tek doğru yaklaşım budur. Ama üzerin- de en çok tartışılması gereken de bu- dur. O zaman hemen dönüp içerden bakarak eksiklikleri ve çarpıklıklan da sergilememiz gerekir düşüncesin- deyim. Doğal ki, Devlet TiyatrolarTnın durumu ve işlevi eleştirilecektir. An- cak bu eleştiriler, bazüannın heves- lendiği gibi, bir yıkım karan ahnma- sını gerektirecek nitelikte değOdir. İşte bu anlayış içinde, Devlet Tiyat- rolan''nın. düzettilmesi gereken çesh- li yönlerine cğilip bazı tespitler yap- mamız gerekiyor. Yazunın üçüncü bö- Kimünde bu konuya eğUeceğim. SÜRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle