Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 23 MAYIS 1995 SALJ
12 KULTUR
4 8 . U L U S L A R A R A S I C A N N E S F İ L M F E S T İ V A L İ
Ozgürlüğün bedelini ödeyenler
VECDİSAYAR
Îngiliz topiumunun
çeşitli dönemlenni ko-
nu alan, bu dönemle-
rin ahlak anlayışlannı
tartışan ilginç filmler
birbirini izliyor Can-
nes'da. Victoria döne-
minin ideallerini, cinsellik anlayışını
gündeme getiren "Metekler ve Böcek-
ter'*den sonra karşımıza gelen bir başka
güzel sürpriz de "Carrington" oldu.
Christopher Hampton'un bu ilk filmi
olağanüstü incelikler içeren bir anlatım-
la I. Dünya Savaşı yıllannm Ingiltere-
si'ne bakıyor.
Karşı kıyıdan duyulan top seslerine
kulaklannı tıkayan Londra entelektüel-
leri, Victoryen toplumun değerlerini, po-
litikacılann ukalalıklannı ve kusursuz
güzelliği tek ölçüt olarak kabul eden sa-
nat anlayışını hiçe sayan bohem bir ya-
şam sürdüredursun, eşcinselliğini ve an-
ti-mılitarist düşüncelerini futursuzca ser-
gilemekten geri durmayan bir yazar, Lyt-
ton Strachey, tngiltere'nin güneyindeki
bir dostunu ziyarete gider. Virginia VVto-
olTun kızkardeşinin evinde tüm yaşamı-
nı etkileyecek olan kadınla tanışır. Daha
çok biroğlana benzeyen tavırlan ile Lyt-
ton'un hemen ılgisini çeken bu kadın,
genç ressam Dora Carrington'dur.
Yeni iüşkBer, yeni yaralar
Carrington da bu zeki, esprili yazara
ilgi duymakta gecikmez. Büyük bir ola-
sılıkla Lytton'u Carrington'un gözünde
cazip kılan, onun farklı cinsel tercihidir.
Çünkü erkeklerin kendisini cinsel biröğe
olarak görmesine tahammül edemez
Carrington. Erkekler tarafindan "fethe-
dibnek" duygusundan nefret etmektedir.
Kısacası kadın olmaya, kadın olarak al-
gılanmaya direnmektedir. Işte Lytton'un
cinselliği geri plana atan sevgisi, bu yüz-
den ona çok cazip gelir.
Ne var ki yaşamının bu tarihten son-
raki on yedi yılında karşısına yeni insan-
lar çıkacak. yeni serüvenler yaşayacak-
tır. Bu süreç içinde cinselliği keşfede-
cektir. Kuşkusuz acılarla dolu bir serû-
venolacaktırbu Kadınlığını kabul etme-
ye dırendiği yıllarda romantik ıdeallerin
baskısı altındadır. Kendisine herşeyi ve-
rebilecek ıdeal ınsan arayışı vardır bu an-
layışın temelinde. Ve genç sanatçı, is-
yankâr ruhunun da etkisiyle bu arayışa
kapılannı kapatmak istemektedir. Ama
yaşadığı cinsel deneyimler sonucu, bu
romantik ideallerden kurtulmayı başanr,
dünyaya kapılannı ardına kadar açar. Bu
açılma da yaralanmayı getirir beraberin-
de. Heryeni ilişki. yeni yaralarekler. Öz-
gürlüğû seçmenin ne denli zor bir seçim
Christopher
Hampton'ın
'Carring-
ton'u
1914'lerin
dünyasım.
değerlerini
gündeme
getiriyor
(solda).
Ulu
Grosbard'ın
'Georgia'sı da
günümüzün
(sağda).
olduğunu fark eder, ama vazgeçmez
bu seçıminden. Kimi zaman onu seven
adama Lytton âşık olur. Yeni kopmalan.
yeni beraberiikler izler. Ama Carring-
ton'un bırakamadığı tek insan
Lytton'dur. Çünkü istediği özgürlüğü ona
verebilen, onu bir "mal" olarak kabul et-
meyen tek insandır o. özgürlüğün bede-
lini ödemeye hazırdır Carrington. Ve tra-
jik finale doğru kararlı adımlarla ilerler.
Lytton yaşamından tümüyle çıktığında
acılara dayanabilme gücünü yitirir.
Christopher Hampton, ilk filminde
böylesine zor bir temayı ele alıyor ve son
derece sağlam bir kadronun desteği ile
başanlı birsınav veriyor. Doğrusu, "Car-
rington "un bir ilk filmi olduğuna inana-
sı gelmiyor insanın. Ama Hampton'un
bugüne kadar senaryo yazan olarak ver-
diği ürünleri (yalnızca "TehfikeH Alaka-
lar" bile ne kadar usta bir senarist oldu-
ğunu anımsatmaya yeter herhalde) bi-
lenler için çok da şaşırtıcı değil bu başa-
n. Yirmi yıl önce, Mkfaael Holroyd'un
"Lytton Strachey" adlı romanından yo-
la çıkarak VVarner Brothers için yazmış
bu senaryoyu. Ama filmin yapımı bir
türlü gerçekleşememiş: "eşcinsd bir er-
keğe âşık olan bir kadının dramı" olarak
değerlendirilmiş ve bir köşeye bırakıl-
mış. Sonuçta, kendisi yapmaya karar ver-
mış "Carrington"u.
Bir lngılız-Fransız ortak yapımı olan
filmin başansında besteci Michael Ny-
man (Greenaway filmlerinin ve Cham-
pion'un "Piano"sunun bestecisi) kadar
oyunculannın da payı büyük. Başrolde
iki büyük oyuncu, Emma Tbompson ve
Jonathan Pryce olağanüstü bir perfor-
mans sergiliyorlar. tkisinin de oyunculuk
dalındaki ödüllere aday olduğunu şımdi-
den söyleyebilirim.
Bir başka sanatçı: Georgia
Festivalin "Belirli Bir Bakış" bölü-
münde yeralan "Georgia''da, seçtiği öz-
gürlüğün bedelini ödeyen bir başka sa-
natçmın öyküsü. Ulu Grosbard'in yönet-
tiği bu film de bir Ingiliz-Fransız ortak
yapımı. Başrolünde de gene çok başan-
lı oyuncular var: Jennifer Jason Leign ve
Georgia rolünde Mare VVinnigham. Gö-
rüldüğü gibi iki film arasında pek çok
benzerlik var. Yalnızca, "Georgia''' yanş-
ma dışı birbölümde gösterildıği için Jen-
nifer Jason Leigh, Emma Thompson'la
yanşma olanağından yoksun kalıyor. Ta-
bii bir başka farklılık" da, "Carring-
ton"un, 1914lerin dünyasını, değerleri-
ni gündeme getirmesi. "Georgnı''nın ise
günümüzün.
Yazgılan birbirinden farklı iki kızkar-
deşin ilişkilerini anlatıyor "Georgia.*'
Kardeşlerden biri, Georgia, başandan
başanya koşan bir şarkıcı ve bu basan-
smı kişisel yaşamına da taşıyabilen. mut-
lu bir aile yaşamı süren dengeli bir insan.
Sadie ise başansız ve mutsuz bir kişilik.
O da başanlı bir müzisyen olmak için
yanıp tutuşuyor, ama içkinin ve uyuştu-
rucunun tutsağı olup kendi yok oluşunu
hazırlıyor.
Sadie, kendisini olduğu kadar arka-
daşlannı ve kızkardeşini de kullanıyor,
tüketiyor. Günümüzde sayılan her gün
artan bir sanatçı kuşağının dünyasını du-
yarlıkla anlatmış Grosbard; yargılama-
dan, kolaya kaçmadan. Sadie'nin içinde
yanan müthiş ateşi içimizde duyuyoruz,
Jason Leigh'in ustalıklı yorumu sayesin-
de. Sanatçının yazgısını anlatan başanlı
filmlerden biri olarak anılmayı hak eden,
dürüst bir film "Georgja". Müzikle içli
dışlı yaşayan genç kusağın kayıtsız ka-
lamayacağı bir film.
Uyanıkken yaşanan karabasanlar
MEHMET BASUTÇU
CANNES- Düş görememek, uykusuz-
luk çekmekten daha dayanılmaz bir rahat-
sızlık getirir. Gözleri açık ya da kapalı.
düş kuramayan insanın yapamayacağı kö-
tülük yoktur. Gözünü kırpmadan bin bir
dolap çevirebilir... Festivalin açılış filmi
"Kayıp Çocukiar Kenti", bir yanıyla, iş-
te bu tür bir kişınin, doyumsuzluğunu ço-
cuklann saf ve temiz düşlerini çalmaya
dek vardırmasının öyküsüydü. Marc Ca-
ro ile Jean-Pierre Jeunet ise, sanki sonu
olmayan, olağanüstü bir düş gücüne sa-
hiptiler; yaratıcılıklan engel tanımıyor-
du...
Peşinde koşulan pembe düşlerin, gü-
nün birinde karabasanlara dönüştüğü sık
sık görülür... Bir de en saf, en küçük düş-
leri bıle ulaşılmaz kılan gerçek karaba-
sanlar vardır.
Cannes Festivali'nin daha ilk günlerin-
de. dünyamızı acılara boğan, kanla yıka-
yan bu dayanılmaz gerçeklerin görüntü-
leri beyazperdeye yansıdı.
"YVaati", Afnka gerçeğınin sertliğinı,
yumuşak bir şiirsellik eşliğinde önümü-
ze getirdi. Mali sinemasının tanınmış adı
Süleyman Ctsse, esirlik döneminin henüz
kapanmayan denn yaralan için için ka-
narken. iç ve dış sorunlar pençesınde kıv-
ranan Afn'kayı ve Afhkalılan anlatıyor-
du. "Waati", yerel dilde "akan zaman"
demekti... Tarihin derinliklerinden gelen
kültürel çizginin taşıdığı destansı bılge-
likten, daha dün yaşanan kaba ırkçılığın
iğrençliğine dek akan zaman içinde oldu-
ğu kadar, Afrika coğrafyası içinde de yol-
cuhığa çıkıyorduk bu fılmde. Güney Af-
rika'da birbeyazderilinin çiftlığinde "kö-
le" gibı çahştınlan zenci ailenin kızı Nan-
di, ırkçılığın batagında boğulan bir kur-
ban olmamak için, daha okul sıralannda
savaşmaya başlamış, daha sonra da be-
yazlann egemenliği altındaki Güney Af-
rika'dan kaçarak "özgıir" bir Afrika ülke-
sinde. Fildişi Sahili'nde, üniversiteye gir-
me olanağı bulmuştu.
Afrika'nın aa gerçekleri
Bilinçlenmiş, dünyayı ve kendisini da-
ha iyi tanımayı öğrenmişti. Süleyman
Cisse, maskelerin zenginliğinden gele-
neksel danslann gizemli estetiğine dek,
Afrika kültüründen bir dizi özgün yansı-
ma eşliğinde, siyasi ve toplumsal karaba-
sanlan görüntülüyordu. Ancak, ne yazık
ki, yer yer didaktizmin ağırlığından kur-
tulamamıştı. Filmde kara tahta önünde
çektlmiş bir dizi sahne vardı. Profesörler
ders veriyorlardı... Söyledikleri yüz kere
doğruydu belki ama, diyaloglar içinde sı-
ntan bu tür "akademik" değerlendirme-
lerin yapaylığı. filmin güzellikleri ve çir-
kinlikleriyle yaşayan bir Afrika mozaiği
oluşturmasını engelliyordu. Bir noktada
yönetmenin heyecanına, gerçeklerin tek-
rar tekrar altını çizmek dürtüsüne, siya-
sal ya da felsefi açıklamalar getırmek is-
temesine hak vermemek de elde değil;
Afrika öylesine acı gerçeklerle karşı kar-
şıya ki. geleceğe dönük kara bulutlar öy-
lesine yüklü ki, haykırılacak o kadar çok
haksızlık ve adaletsizlik var ki, gelin de
tutunkendinizi...
üleyman Cisse,
'Waati'de esirlik
döneminin henüz
kapanmayan derin yaralan
için için İcanarken iç ve dış
sorunlar pençesinde
kıvranan Afrikayı ve
Afrikalılan anlatıyordu
(üstte).
/
ranlı yönetmen Mohsen
Makhmalbaf'nın
"Salam Cinema"sı
belgesel bir filmin tazeliğini,
çarpıcılığını taşımakta
(yanda).
John Boorman da tutamamış kendisi-
ni. Bırman\a"da, 1988 yılında yaşanan
korkunç olaylan, iktidan elinde tutan or-
dunun ginstiği ve binlerce sivilin öldürül-
mesiyle sonuçlanan katliamı anlatmış.
Gerçekten yaşanan ve bugün etkıleri hâ-
lâ süren bir karabasanı, heyecanla izle-
nen, etkileyici bir filme dönüştürrnüş.
"Bejttnd Rangoon" (Rangoon'un Öteki
Yüzü), sözcüğün asıl anlamıyla, politık
bir film. Sinemanın insanlığın yaşadığı
trajediler karşısında duyarsız kalamaya-
cağını. her sanatçının, insanlık suçu işle-
nen ülkelenn ıç işlerine de dış işlerine de
kanşma hakkının bulunduğunu anımsa-
tan bir yapıt bu. Demokrasinin Birman-
ya'ya yerleşmesı için halkın umut bağla-
dığı. 1990 yılında seçımlen kazanan, an-
cak iktidara geçmesı ordu tarafindan en-
gellenen. 1991'de de Nobel Banş Ödü-
lü'nü alan ve 1989 yilından bu yana as-
ken cunta tarafindan evinde gözetim al-
tinda tutulan politik lider Bayan Auug San
Suu Kyi'nin demokrasi savaşına destek
veren John Boorman, kendisi için önem-
lı olan temalan da unutmamış. Yine or-
manlar içinde, nehirler üzerinde yolcu-
luklar var; yine, doğanın güçlüklenyle sa-
vaşan, başka insanlan tanıyıp onlann so-
runlanna ortak olurken kendi kendini keş-
feden, içindeki hümanist duygulann çi-
çeklendiğini gözlemleyen, kısacası kişi-
liğini bulan bir film kahramanı var... In-
giliz yönetmen, Pekin'de Tienanmen
Meydam'ndaki katlıamla aynı zamana
denk düştüğü, aynca yabancı gazetecile-
rin ülkeye girmesi yasaklandığı için Batı
dünyasının medyalannda yer bulamayan
Birmanya gerçeklerine, klasik bir geniş
kitle sıneması senaryosu içinde eğilmiş.
İktidar tutkusu
Kocası ve çocuğu öldürüldükten sonra
bunahma giren ve hava değişikliği için
Birmanya'ya gezmeye gelen genç Ame-
rikalı doktor Laura, pasaportunu yitirin-
ce bir sonrakı uçağı beklemek zorunda
kalır; ancak bir dizi rastlantı ve o sırada
yapılan siyasi gösterilere askeri güçlerin
silahlarla karşılık vermesi üzerine, kendi-
sini sıcak olaylann göbeğinde bulur; ka-
Iran, Salman Rüşdi'ye karşı yumuşuyor
LONDRA ((AFP) - îngiliz hükümeti,
lran'ın. 1989 yılında AyetuDah
Humeyni tarafindan ölüm cezasına
mahkûm edilen Îngiliz yazar Safanan
Rüşdü'ye karşı tutumunu
vumuşatabileceğini açıkladı.
îngiliz Dışişleri Bakanlığı'ndan bir
yetkili, lran'ın, Avrupa Birliği'nin
nisan ayında yaptığı, Rüşdü'yü
öldürme konusunda harekete
geçmeyeceğine dair söz vermesi
yolundaki resmi ricayja 'açıkça
ilgilendiği'nı söyledı. Öte yandan,
Sunday Telegraph gazetesinde yer alan
bir haberde, üst düzey bır tranlı
yetkilinın "tran hükümeti, Salman
Rüşdü'yü öldürmek üzere kimse>i
göodermeyccek" dedigı belirtildı.
Gazete, adını vermediği yetkilinin Iran
Cumhurbaşkanı AH Ekber Haşfani
Rafsancani'nin onayıyla konuştuğunu
duyıırdu. Humeyni, Rüşdü'nün 'Şeytan
Ayederi' adlı kitabının 1989 yılında
yayımlanmasmın ardından, yazann
öldürülmesi yolunda fetva vermişti.
Îngiliz yetkili, Tahran'ın bundan sonra
daha ılımlı bir tutum benimseyeceği
yolunda bir izlenim edindiklerini
belirterek bunu olumlu
karşıladıklannı, ancak Iranlı
yetkililerin bu konuda söylediklerinı
ve uygulamada yaptıklannı dikkatli
birbiçimde izleyeceklennı ifade etti.
Yetkili. Avrupa Birliği'nin ginşımine
Iran'dan resmi bir yanıt gelmediğini
de sözlerine ekledi.
ba güce, baskıya, adaletsizliğe karşı o da
direnişegeçecektir... PatriciaAnjuette'ın
başanlı bir yorumla ınandıncı kıldığı La-
ura'nın rüyalannı cehenneme çevıren gö-
rüntü. boğazı kesilerek öldürülen oğlu-
nun kanlı görüntüsüdür... Yanı başında ise
Birmanya gerçeği. binlerce kanlı cesetle
birlikte, uykusuzluktan ve tanık olduğu
vahşetten kızarmış gözleri önünde yaşa-
nan bır karabasandır. Savaşmaktan, ezi-
lenler yanında yer almaktan başka çıkar
yol yoktur.
İktidar tutkusu. insanoğlunu pusuda
bekleyen tehlikelerin en korkuncudur bel-
ki de... Düşleri karabasana dönüştüren,
haksızhklann kaynağını oluşturan o ikti-
dar tutkusu değil midir? Acımasız iktidar
savaşlan sonunda o gücü ellerine geçi-
renlerin, her fırsatta dediklerinin dedik
olduğunu kanıtlamaktan. seslerini yük-
seltenlere. haklannı arayanlara kötülük
etmekten ne kadar zevk aldıklan da bili-
nen bir gerçektir...
Sinema sanatçısının elleri arasında da
büyük bır güç bulunmaktadır. Çünkü si-
nema, koskocaman bir düş makinesıdir.
Yönetmen, elindekı bu gücün her zaman
bilincinde midır acaba?
Iranlı yönetmen Mohsen Makhmaibaf,
sinema denilen büyünün çekiciliğini,
içerdıği tehlikelere parmak basarak anla-
tıyor. "Un Certain Regard" (Belirli Bir
Bakış) yan bölümünde sunulan "Salam
Cinema", yedinci sanatı toplumsal ve
ruhbılimsel açılardan ırdeleyen çok ilginç
bir çalışma. Sinemanın göz kamaştıncı
ışıklan altında, insanoğlunun bır çırpıda
kışıliğini vedeğerölçüleriniyitirebildiği- ]
ru anımsatıyor. "Salam Cinema" belgesel I
bir filmin tazeliğini, çarpıcılığını taşı-
makta. Sinemanın yüzüncü yaşını kutla-
mak amacıyla bir film yapmak için yüz
oyuncu aradığını bir ilanla duyuran
Makhmaibaf, tam beş bın figüran adayıy-
la karşılaşır! Insanlar birbirlerinı ezmek-
tedirler! Sinemanın çekıcilıği, lran'ın
özel konumuyla birleşince, Makhmai-
baf'ın çekeceğı filmde rol alarak tanın-
mak ve "koşeyi dönmek" isteyen. en azın-
dan bu düşün peşinden giden ınsanlann
amaçlanna ulaşmak için yapmayacakla-
n hiçbir şey yoktur.
Tek adam otma hevesi
Şah' ın polisi elinde, işkence altında bı-
le ağzını açmayan orta yaşlı adam. bugün,
çocuklannın söz konusu o filmde bir rol
alabilmesi için aşağılanmaya bile razıdır.
Onur kıncı durumlan görmemezlikten
gelir, tepki göstermez. Her şeyi sineye
çekmeye hazırdır; yeter ki çocuklan sine-
ma sayesinde yaşamlanna yepyeni bir yön
vererek başanlı olsunlar, paçayı kurtara-
bilsinler.
Ve yönetmenin gücü, her an kötüye
kullanılabilecek bir güçtür. Karşısındakı
insanlar ona bir Tann gibi bakmaktadır-
lar. Bir dediğini iki etmemeye özen gös-
termektedirler. Ağla dediğinde yönet-
men. ağlanmalı; gül dediğinde gülünme-
lı; öl dediğinde de ölünmelidir... tki genç
kız ağlamakta zorluk çekerler ama. biri
diğerini elemek için, gerektiğinde her şe-
yi göze alabilecek durumdadır. Yönet-
men iplen istediği gibi cekmektedır... Bir
ara. figüran adayı iki genç kıza, kendi ye-
rini bırakarak, dığer adaylan sorgulayıp
sınavdan geçirmelerini ister. Profesyonel
bir oyuncu gibi istendiğinde ağlayıp, is-
tendiğinde gülemeyen genç kızlar, birkaç
dakıkalık "rol''ıçin de olsa. ellerine geçir-
dikleri "iktidar koltuğu"nda, alabildiği-
ne ınandıncı, hatta acımasızdırlar. Roller
değişmiş, iki dakika öncekı eziklık unu-
tulmuş, belki de hemen hınç alma dürtü-
süyle kollar sıvanmıştır...
Dediği dedik tek adam olma hevesin-
deki insanoğlu. nasıl olur da, bu kadar
kolaylıkla kötü rollere soyunmayı becerir
acaba?
YAZI ODASI
SELİM tLERİ
Bip Bachmann Hayram
Avusturya edebiyatının daha şimdiden klasikJeşmiş
çağdaş yazan Ingeborg Bachmann, yıllar önce oku-
duğum, Kâmuran Şipal çevirisi, Otuz Yaş adlı hikâ-
yeler kitabryla beni büyülemişti. Bir dönüm noktası
olan 'otuzuncu yaş', Bachmann'ın hikâye kişisinde
içsel sorgulamalar, ödeşmeler, sarsılışlar, pişmanlık-
lar akışında beliriyor, çöküntüler sergiliyor, sonunda
yeni bir atılımla yaşama geri döndürüyordu, bizokur-
lan. O zamanlar henüz otuz yaşında degildim ama,
otuzumda bunlan duyumsayacağımı elbette kestir-
miştim.
Sonra yine bu kitapta yer alan "BirAvusturya Ken-
tinde Gençlik" hikâyesi, savaşın yıkımlanndan arta
kalmış çocuklann çok içli ağitıydı. Öylesine yersel, bir
bakıma, öylesine evrensel: Maddî yıkımlann yerine
kendi hayal kırgınlıklarımızı koyar koymaz, bir kez da-
ha Bachmann'la özdeşlik kurabiliyordunuz.
Ne var ki, bu, genç yaşta, intiharı çağrıştırır bir
ölümleyazılannı noktalamış yazan, pek çok Türkoku-
ru gibi, ben de, Ahmet Cemal'in emeğiyie daha ya-
kından tanıma, okuma fırsatı bulacaktım. Pek çok
Türk okurundan ayncalıklı olarak, dostum Ahmet Ce-
mal'in Bachmann tutkusunu yakından izledim. Onun-
la, "Otuz Yaş" öyküsü üzerine konuştuğumuzu ha-
tırlıyorum. Ve Ahmet, bir coşkunluk içinde, Maü-
na'dan söz açar; Bachmann imzalı romanın çağdaş
edebiyatta bambaşka bir sayfa olduğunu söylerdi.
O zamanlar Malina'yı meğerse şurasından burasın-
dan çevirmeye başlamış. Geceleyin, bazan saatler-
ce süren telefon konuşmalanmızda, Malina'dan par-
çalar okurdu. Sonra iş edindi, romanın Fransızca'sı-
nı bulup bana armağan etti. Malina gerçekten güzel
ve acı bir roman. Otuzuncu yaşın sarsıntılannı çağ-
nştınrcasına, bu kez de, aşkın şiddetle duyumsanan
variığı ve bir o kadar imkânsızlığı karşımıza çıkıyor.
Malina, yanılmıyorsam, Bachmann'ın son verimle-
rinden biri. ölüm Türieri genel başlığı altında topla-
nacak üç ayn romanın ilki olan eser, yoğun lirizmiy-
le, roman sanatına bütün yazı tarzlannı da armağan
etmiş sayılabilir. Yazık ki sonraki romanlar kaleme alı-
namamış.
Ahmet Cemal, Malina'yı üslûp ustalığıyla dilimize
kazandırmadan önce, Bachmann'la uzun bir sevda
serüvenine girişti. Bana, artık yalnızca romandan par-
çalar okumuyordu. 6u Tufandan Sonra 'da (Metis Ya-
ymlan, 1990) yer alan "Roma 'da Gördüklerim ve Duy-
duklanm" denemesı, kimbilir kaç kez, yalnızca ilk
cümlesiyle, ama hep değişik çevirilerie, Ahmet'le iki-
mizin telefon konuşmalanmızda görünüp kaybol-
muştur. Mevsimler geçer, ilk cümleye, ilk satırtara ar-
dılı cümleler, ardılı satırlar eklenirdi. Çevirmen sonra
birden Malina'ya döner, birkaç ay bu eser üzerinde
çalışırdı.
Söz konusu çalışmalar, çeviri çabalan yıllarca sür-
dü. Ingeborg Bachmann, öyle sanıyorum ki, Ahmet
Cemal'in çeviri hayatında en büyük sevdalanndan bi-
ri oldu. Malina'yı noktaladığı gün boşlukla yüz yüze
gelmişçesine endişeli, yazann öteki eserierine, dene-
melerine, radyo oyunlannasığındı. "Ağustos Böcek-
Ieri" radyo oyununu, o sıralar yönetimiyle ilgilendiğim
Argos'ta yayımlamıştık ve bu metindeki "Çünkü
ağustos oöcekleri de bir zamanlar insandılar. Hep
şarkı söyleyebilmek için yemeye, içmeye ve sevme-
ye son verdiler" sözleri beni yine büyülemişti.
Ama çevirmen, hayranı olduğu Bachmann şiirleri-
ne el atmaya bir türlü yanaşmıyordu. Bir iki çekingen,
ürkek denemeden sonra tekrar geri çekiliyor, şiirter-
den uzak duruyordu. Zaten araya Bachmann'ın tüm
radyo oyunlan girdi galiba. Bu çalışma henüz yayım-
lanmadı; bir an önce yayımlanmasını dilerim. Araya
Bachmann'ın konuşmalan, eleştirmenler ve gazete-
cilerle söyleşileri, ödül törenleri için dite getirdikleri gir-
di. Çevirmen, Bachmann'ı yazıya iten gizilgücü bu
kaynaklarda bulmuştu:
"Yanı başımızda her gün nelerin olup bittiğini, gün-
lük yaşamda insanlann insanlan nasıl öldürdüklerini
söylemek; önce betimlenmesi gereken budur; önce
bu yapılmalıdır ki, büyük cinayetlere nasıl yol açıldı-
ğı anlaşılabilsin."
Işte Bachmann şiirteri böylesi birtanışıklıktan son-
ra Bütün Şiirleri'nöe (Kavram Yayınlan) Ahmet Ce-
mal'e Türkçe yankımış olmalılar:
"Birlikte kullanılmış: Mevsimler, kitaplarve birmü-
zik. I Anahtariar, çay fincanlan, ekmek sepeti, çar-
şaflar ve bir yatak. I Sözcüklerden, jestlerden oluş-
mabirçeyiz, beraber getirilmiş, kullanılmış, eskiden,
jestlerden oluşma bir çeyiz, beraber getirilmiş, kul-
lanılmış, eskitilmiş. I Uyulmuş birevdüzeni. Söylen-
miş. Yapılmış. Ve hep el vehlmiş."
Şimdi bu şiirieri okudukça, Ahmet Cemal'in çevir-
menlik serüvenine şaşakalıyorum. Bachmann'ı yıllar-
ca benliğindeyaşaftı. Yalnız Bachmann'ı da değil. Ay-
nı sevda, aynı hayranlık Elias Canetti için de geçer-
lidir. Stefan Zvveig içinde. Günlerce, haftalarca tek
bir cümle için didindi. Çeviriler usul usul bütünlenir-
ken, onun çabasını hiç mi hiç anlamayanlar çıktı ve
tembellikle suçlandı. Oysa Ahmet Cemal, çevirileri-
ni hayatının en anlamlı emeği sayıyor, yeterii görme-
diği her satır, hem cümle için günlerini, aylannı seve
seve harcıyordu.
Moda'da bir çatı katında, binlerce kitapla donan-
mış odasında, Ahmet Cemal'i yine çalışmalanna ka-
panmış, yine geceyarılan saat ikilere. üçlere kadar
emek harcarken görür gibiyim. Bu gece de, sonraki
gecelerde de.
ÖZEL DARÜŞŞAFAKA LİSESl
III. KÜLTÜR VE SANAT ŞENLİĞ1
13.30-14.30 Dia gösterisi Gültekin Çizgen
14.30-15.30 Spor söyleşısi Oğuz. Hakan, ErtuğruJ
16.00-17.30 Söyleşi'ErdalÖz "1995 Hoşgörü Yılı"
19.00-21 00 Konser Okul Korosu. Okul Gençfik
Korosu, Okul Çocuk Korosu( AKM)
tTÜ II. ÖĞRENCt ŞENLİĞİ
10.00-12.30 Konferans "Taşkışla Serüveni" Prof.
Dr. Afife Batur
13.00-14.00 Gitar dinletisi
14.00-17.00 Söyleşi-dinleti TimurSelçuk
17.00-22.00 Konser Öğrenci Gruplan
ANADOLL GÜZEL SANATLAR
LİSESİ 2. KÜLTÜR ŞENLÎĞİ
10.00 Fotoğraf kolu sergisinin açılışı
11.00 Müzikli Dakikalar Tülay Uyar, Başar Şahin,
Sinem Vürgeç, Ozan Akgöz. Canay Cengen, EHf
Özel, Sinem Anar. O\tun Eren, Faris Akarsu
13.00 Dia gösterisi Âttila tlhan'ın "İstanbul Ağnsı"
üzerine Sinan Turan-Gültekın
Çizgen Stüdyosu
15.00 Panel "Türkiye'de Mizah Anlayışı'' katılanlar:
Tan OraL Semih Pbroy, Alp Tamer, Kaan Ertem,
Apdülkadir Elçioğlu
18.00 Konser flüt: Metin Yavuz, gitar; Özgür Anca